Kimlik kavramı, geçmişten günümüze en çok tartışılan, sosyal bilimler, kültür ve siyaset alanında da önemli yer tutan kavramlardandır. Kimlik; sosyoloji, psikoloji, felsefe, edebiyat, sosyal psikoloji gibi branşları ilgilendiren bir kavramdır diyebiliriz. Farklı farklı bilim dallarında ayrı tasvirleri olan çok boyutluluğundan kaynaklı anlam karmaşası da olduğu söz konusudur. Dolayısıyla kavramı anlayabilmek, içselleştirmek için sınıflandırmaya ihtiyaç duyulur. Kısaca literatürdeki kimlik kavramı üzerine farklı düşünürler tarafından nasıl tasvir edilmiş bir göz atalım ve aynı zamanda tartışalım. Connolly’e göre kimlik, kendimizin seçtiği veya rıza gösterdiğimizden çok, ne olduğumuz ve nasıl tanındığımızla ilgilidir. “Kimlik var olmak için farklılığa gereksinim duyar ve kendi kesinliğini güven altına almak için farklılığı ötekiliğe dönüştürür (Connolly, 1995:92). Başka bir deyişle kendi benliğimizin nasıl tanımlarsak tanıyalım, nasıl tanıtırsak tanıtalım belli bir kodlamalar ve kodlamalardan doğan önyargılar da söz konusudur.
Başka bir düşünür olan Gleason’a göre kimliğe bakış açısı; birey ve toplum arasındaki bazı ilişkilerden kaynaklıdır. 1950 yıllarında bu kavram hakkında kayda değer seviyede çalışmalar yapılmıştır. Ben kimim? ve ben nereye aidim? Sorularıyla bağlantılı bir kavramdır (Gleason, 2006:194). Bauman’a göre kimlik, belirsizliklerden kaçışın adıdır. Birey ne zaman kendisinin nereye ait olduğundan şüphe duyarsa, kimlikler üzerine o zaman düşünmeye başlar. Başka bir deyişle fenomenal dünyada görülen davranış biçimleri ve kalıpları arasında kendisinin nereye konumlandığından doğru ve uygun davranması emin olacağından kuşku duyduğu durumlarda kendisine kaçış olarak kimlik edinecektir. Kimlikler Bauman için yaratılmıştır. Bireyin kendini kimlik yapması piyasadan değil kendi sorumluluklarından yararlanarak yaratır. Birey kendini kimlik ve sorumluluklar için sürekli sorgulamalıdır. Kendimizi nasıl sorgularız? Eğitim ile sorgulayabiliriz ve bu eğitim hayat boyu olması gerekir. Sarup ise kimliği iki tür yaklaşımdan bahsederek tanımlar. Kimliği verili ve daha statik olarak tahayyüle eden geleneksel yaklaşım sınıf, ırk, cinsiyet bağlamında tutarlı ve bütüncül bir yapının varlığını kabul eder. Diğer yaklaşım ise kimliğin inşa edilebilir özelliği daha da ön plandadır. Ulusal kimlik değişkendir, öznenin ötekilerle güç çatışması sonucu oluşur ve de bu çatışma sürekli devam eder. Kimlikler, söylemler arasındaki güç ilişkisi devam etmektedir. Kimliklerin inşasında önemli bir ayrım olan sosyal ve kişisel kimlik ayrımıdır. Sosyal kimlik bireylerin arasındaki ilişkilerin belirli bir düzlemde ele alalım. Goffman’ın kavramsallaştırmasında sosyal kimlik, bireyler arası etkileşimde bireyin sosyal kategorisinin ve sosyal statüye bağlı davranış kalıplarının görünür kılınmasıdır (Goffman, 2009). Goffman’ın kimlikler üzerine düşünceleri sosyoloji için önemli bir yerde olduğunu söyleyebiliriz. Onun düşüncesinin temelinde günlük etkileşim ve ilişkileri açıklamak ve yorumlamak için bir rol kuramı ortaya atmıştır. Goffman, bireyleri gündelik yaşamda bireylerin belirli noktalarda belirli bir kalıplara girdiğini adeta maske takıp çıkarmak gibi sürekli değişmekte olduğu düşünmektedir. Örneğin, bir bireyin öğretmen olduğunu düşünelim. O kişinin okul sınırları içinde öğretmen rolünü veya kimliğini icra etmesi gerekir. Eve döndüğünde ise bir anne, bir baba kimliğine büründüğünü gözlemleriz. Bu duruma ise bireylerin rahatlama alanlarına, sahne arkası denir.
Toplumsal kimlik ya da kolektif kimlik, daha mikro ölçüde olandan çok (buna örnek olarak alt kültür diyebiliriz). Alt kimliklerden öte bütün ulusu, toplumu daha geniş bir alanı kapsadığı varsayılan ya da bu bağlamda atıfta bulunulan kolektif kimliktir. Bu bağlamda Özdemir’e göre toplumsal kimlik: “bireyin ait olduğu toplumsal çevrenin değerlerine, normlarına, akıl yürütmesine, sanatına, diline, dinine, gelenek, ve göreneklerine ve diğer kurumlarına karşı geliştirdiği bir aidiyet bilincini ifade eder”(Özdemir, 2001:108). Başka önemli isim olan Michel Foucault ise kimlik, insan bedeninin iktidar sistemine bağlı olduğunu düşünmektedir. Örneğin, bireylerin cinsel eğilimleri, sosyal kimlikleri, benlikleri gibi kavramlarda iktidarın toplum ve birey üzerindeki baskıyla olduğunu söyler. “Disiplinci iktidar” kavramı insanların uysallaştırma ve normalleştirme çabasıdır. “İktidar”ın kamusal alana uygun “özne”ler inşa etme iradesi özellikle modernizm süreciyle birlikte başlamıştır. İktidar, etki alanını, toplumun en küçük birimlerini dahi etkisi altına alacak “…iktidar etkilerinin tüm toplumsal gövdeye, gözeneklere kadar sızmasını sağlayacak…” (Foucault, 2003:95). Bireyi tamamen etkisi altına alan ve şekillendiren iktidar türüne “biyolojik iktidar” (biyo-iktidar) adını verir.
Sonuç olarak kimlikler kavramını sosyolojik açıdan değerlendirdiğinde karşımıza toplumsal normlar, gelenekler, alt kültürler, kodlamalar, toplumsal tabakalaşma gibi etkenler bireylerin sosyal kimliklerinde tek tipleşmeye yol açmaktadır diyebiliriz. Bauman’dan hareketle bireyler öteki olma durumuna düşmemek için bir tür kaçış yolu olarak kimliklere bürünmektedir. Bu bağlamda Foucault’un izinden gidersek, iktidarın muazzam baskısını da unutmamak gerekir. Tüm bu kolektif baskıya rağmen bireylerin kimlikleri edinmesinde en önemli husus eğitimden ve sorgulamadan geçmektedir. Spinoza’nın da değimiyle etkin durumda olmak gerekir.
KAYNAKÇA
- FOUCAULT, M. (2003). Seçme Yazılar 4: İktidarın Gözü, (çev.) ERGÜDEN, I.,Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
- GOFFMAN, E. (2009). Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu, (Çev.) CEZAR, B., Metis Yayınları, İstanbul.
- GLEASON, P. (2006). “Identifying Identity”, B. Ashcroft, G. Griffiths ve H. Tiffin (Der.) içinde, The postcolonial studies reader (2nd Edition) (p. 194-196). Oxford:Routledge
- William E. Connolly, Kimlik ve Farklılık -Siyasetin Açmazlarına Dair Demokratik Çözüm Önerileri, çev. Fermâ Lekesizalın, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1995, s.92-93.
- Cevdet ÖZDEMİR, “Kimlik ve Söylem”, Osman Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2001, S.2, s.108.