Modern Dünyada Özgürlük ve Hayat Standartları
Özgürlük çoğu zaman insanların temelinde bulunan kavramlardan olagelmiştir. Farklı açılar ve
görüşlerden değerlendirilip herkesin üzerinde ortaklaşa kabul gördüğü bir tanımı bulunamamıştır.
Özgürlük kavramını öğelerine ayırdığımızda, özgür kavramını görürüz. Bu özgürlüğün, özgürleşmenin
temelidir. Özgür olmak için kişinin öncelikle içinde bulunduğu hayatın zorlukları ve baskılarından
kurtulup zihnen özgürleşmesi gerekmektedir. Fakat özgürlük, özgürleşmeden meydana gelmez. Önceden
belirlenmiş kurallar ve zorunluluklar kişinin özgürlüğünü sınırlamaktadır. Bu devlet yönetimi altında
bulunan bütün toplulukların ve bireylerin aslında sadece özgür olduklarını düşünmelerini sağlayan bir
kurallar bütünüdür. Özgürlük felsefe tarihinde ele alınıp değerlendirilmiş olsa da özünde insan iradesinin
içsel bağlamıyla alakalı bir kavramdır. Özgürlük başka bireyler ile birlikte iken değil de özünde kişinin
kendi benliği ile girdiği etkileşimlerle ortaya çıkan bir durum olarak değerlendirile gelmektedir. Özgürlük
iradenin içsel etkileşimiyle meydana gelmiş bir olgu olarak değerlendirilmelidir. Bir mit vasıtasıyla
insanlığın düşünce hayatında yer bulan özgürlüğün rasyonel teorisi Antik Yunan Felsefesine
uzanmaktadır. Platon ile birlikte hayat sahnesinde yerini bulan özgürlük insanın kendi konstrüksiyonunu
seçme olanağını sunan felsefe tarihinde yer almış, Aristotales’in bilginin refakat ettiği seçme hakkının
bulunma kudreti olarak düşünce hayatımızda yerini almıştır. Fakat modern felsefe tarihinde bu düşünceye
Spinoza’nın itirazları bulunmaktadır. Sonralarıysa Hume’un düşünce dünyasıyla yeniden hayat bulan
özgürlük, Kant felsefesinde kendine onay bulur ama teorik yaklaşımlarda üzerine kesin hüküm verilemez
kavramsallaştırmalarla gizemini koruyan bir ahlaki yaklaşım olarak değerler dünyasında yerini alır.
Marks’ın düşün dünyasıyla birlikte toplumsal ilişkilere nüfuz ederek koşulsuz, siyasetin biricik amacı
olarak felsefe tarihinde yeni bir görünüm bulur. Camus’un felsefesiyle bir bakıma düşünsel çıkarımda
bulunup eyleme geçme hareketi olarak kişisel potansiyeli ifade eder ve Sartre de ise bireyin varlığının
temel varlık bilimi sınıflandırması içinde yerini alır. Hayat standartları, insanlığın varlığının
başlangıcından itibaren maneviyatının mevcudiyetini başlatmış bulunmaktadır. Ancak günümüzdeki
yaşama uygun hayat standartları başlangıcını Sanayi Devrimine götürmektedir. Çünkü Sanayi
Devriminden önce modern anlamda bir yaşam ve çalışma hayatı mevcut değildi. Sanayi Devriminden
önceki hayat standartları, üst tabakadaki insanların yaşam tarzları ve onlara hizmet eden alt tabakadaki
insanların hayat standartları olarak ikili bir ayrımla sınırlandırılıp çerçevesi bunun neticesinde çizilmiştir.
Hayat standartları Sanayi Devrimi dönemi sonrasında belirli aşamalardan geçerek farklı boyut ve anlamlar
kazanmıştır. Yaşadığımız hayat standartları ise günümüz modern dünyasıyla bir kez daha ele alınıp
yenilenerek kayda geçirebileceğimiz son halini almıştır.
Özgürlük insanlığın başlangıcıyla başlayan bir kavram, felsefe tarihindeki ilk argümanlarla filozofların
içinde kendine yer bulan bir kavramdır. Özü itibariyle düşünsel eylemin haricinde kendini
gerçekleştiremediğinden, içten gelen vazgeçilmez bir arzu, bütün toplumların ve bireylerin özündeki
temel güdü olarak var ola gelmiştir. Hayatımızda birden fazla yaşam tarzı bulunmaktadır ve insanlar
bunların içinde hayatlarını en iyi şekilde idame ettirebilmelerini sağlayacak olanı tercih etmeye
çalışmaktadırlar. Onurlu bir yaşam, zenginliklerle dolu lüks bir hayat, gücü elinde bulunduran bir hayat,
yoksulluk ve sefillikle telef olan bir hayat, zalimlerin bütün gücü elinde bulundurup hüküm sürdüğü bir
yaşam… İnsan nasıl bir karaktere sahip olacağını kendisi belirler fakat nasıl bir insan olacağına
çevresindeki iyi ve kötüler yön verir, kendi iradesi içinde gibi görünse de çoğu zaman böyle değildir. Her
insan kendi karakterinin ve kişiliğinin yaratıcısıdır fakat kendi hayatının kontrolünü elinde bulunduran
efendisi değildir. İnsanın yaşadığı her an gerçekleştirdiği her eylem karşısına çıkan her olay ve bunların
sonuçları tam anlamıyla gerçekleşmesi gereken bir düzine olaylar dizisidir. Gerçekleşmesi gereken hiçbir
olayın ve yaşantının belirli bir kaderi yoktur. Kişinin hayatını sürdürdüğü yaşam ona çevresindeki diğer
insanlar tarafından verilmiştir ve bunu devam ettirebilmesi için ona seçenekler sunulmuştur. Kişinin
seçme hakkı varsa yaptıklarından ve eylemlerinden sorumludur, sorumluysa bilinci yerindedir ve
tercihleri onun seçimidir. “Tercih, isteyerek yapılan bir şey gibi görünüyor, ama aynı şey değil, isteyerek
yapılan daha kapsamlıdır.”[1] Dolayısıyla kişi tercihleri sonucunda davranışları konusunda kendisiyle iç
hesaplaşamaya girmek zorundadır. eylemleri neticesinde başka bir insanı, içinde bulunduğunu sandığı
koşulları, kaderin yazgısını ya da manevi tanrısını suçlamakla sonuçlarından kaçamaz. Bu
kabullenilemeyen durum ve itirazlar ne onun yaptığı hatalarından kurtulmasını ne de yapabileceği
kötülükleri ve iyilikleri engellemesini sağlar. Kişi tercihte bulunduğu kontrüksiyonla beraber yaşayacağı
hayatları, eylemlerini ve sonuçlarını da belirler. böylece kişi seçtiği kontrüksiyonla hayatının sınırlarını
çizer, eylemlerini bunun çerçevesinde gerçekleştirir. Sartre’nin söyleyişiyle ifade etmek gerekirse, kişi
seçtiği hayata bağlanır. Kişinin bütün eylemleri, sonuçları ve bunlar neticesinde gerçekleşen olaylar,
içinde yaşamak istediği dünyanın, var oldurmaya çalıştığı yaşamın arzularına göre şekillenir. Özgürlük
kavramına ait bu düşünce yapısı, onu toplumsal düzeyin dışına iter. Bu açıdan özgürlük toplumun ve
siyasal politikanın kendine ilişkin bir parçası değildir. Onun dışında fakat bu olgular çerçevesinde
gerçekleşen bir durumdur. Özgürlük insanlığın yapı taşlarındandır. Bundan dolayı özgürlük kişinin kendi
perspektifinden tanımlanır ve toplumsal açıdan özgürlük kavramından veya kitlelerin özgürlüğünden söz
edilemez. Bununla beraber özgürce yaptığımızı düşündüğümüz tercihler meram, ihtiras ve varsayım
değildir. Çünkü düşünme yetisine sahip olmayan insanlar özgürce tercih yapamazlar fakat meram ve
ihtirasa sahiptirler. Birbirlerine benzemelerine karşın tercihte bulunmak bir şeyi istemek değildir, onun
dışında farklı bir anlam taşır. Bir şeyi istemek tercih yapmaktan daha geniş bir perspektife sahiptir.
İmkansız olduğunu düşündüğümüz şeyleri tercih etmeyiz fakat onların olmasını isteriz. Bundan dolayı
insanlar yapmak istedikleri şeylere sahip olamadıkları için onları isteyebilirler fakat bir tercih söz konusu
olduğunda bu istekler tercihleri arasında yer almaz. Sadece ve sadece olanaklar dahilinde
gerçekleşebilecek şeyleri tercih ederler istemek kavramı insanın düşün dünyasıyla ilgiliyken, özgür
iradeleriyle tercih de bulunmaları sahip oldukları araçlarla ilgilidir. tercih bireyin akılsal yetileri ve
düşünceleriyle gerçekleşir. Nitekim kelime anlamı da başka şeylerden önce seçilme ihtiyacı manasına
gelmektedir. İyi veya kötüyü tercih edip etmemek elimizdedir. Tercih yapabilme irademizin var olabilmesi
için gerekli bir nedene ve sebebe ihtiyaç vardır. Bundan dolayı iradelerimizin tercihlerinde özgür
değilizdir. Mecbur bırakıldığımız ya da kısıtlandığımız sebepler bulunmaktadır. özgürlüğün gerektirdiği
koşullar ele alınıp incelendiğinde insanların pek de özgür olmadığını görürüz. İnsan özgür değildir, kendi
özgürlüğünü kazanır. Dolayısıyla özgürlük sağlam bir karakterle elde edilir. Epikteso’a göre özgürlük
kişinin kendi arzularından arınıp kurtulmasına bağlıdır. Kendi kendini sınırlayan, kendi gücünü kısıtlayan,
dış etkenlere kapılıp engel konulan bir yerde bulunmayan kişi özgürdür. Liberalizme göre özgürlük
topluluklara karşı bireyin iradesini, siyasal politikaların dışında ele alarak özel alanının sınırları içine
indirgemiştir. Liberalizm siyasi politikanın baskısı azaldıkça özgürlüğün artacağını ana düşüncesi haline
getirip, özgürlüğün siyasetten arındırılması gerektiğini ele almaktadır.
Sonuç olarak özgürlüğün siyasetten arındırılmasıyla felsefi bir kavram halini alması onun egemenlikle
beraber anılmasına yol açmıştır. Yani kişinin kendi iradesi bağımsız ve en üstün olmalı böylece özgür
irade ideali meydana gelmektedir. Hayat standartlarının eşit ve adil bir şekilde yaşanması için toplumda
en az avantajlı konumda bulunan grupların yaşadığı hayattan memnun olup olmadığı düşünülmelidir.
Yani o dezavantajlı gruptaki insanların yerine kendimizi koyup empati yaptığımızda buradaki her bir
bireyin iyi bir hayat yaşayabilmesi için nelerin yapılıp yapılamayacağını düşünmeliyiz. Eğer bu iç
hesaplaşmada yaşadığımız ya da yaşanılan hayat standartları bize adil gelmiyorsa sadece özgür
olduğumuzu ve bu hayatı yaşamak istediğimize inandırılıyoruzdur. Toplumumuzda kişilerin sahip olduğu
dezavantajları hak etmediğine dair ortak bir düşünce birliği hakimdir. bu düşünceye göre herkes yaşadığı
ülkede doğup varlığını devam ettirmenin, kendi ne kadar çabalarsa çabalasın belirli bir hayat standartı ve
statüye sahip değilse olumsuz sonuçlar doğuracağının farkındadır. oysa hiçbir birey elindeki mevcut
olanaklar ve araçlarla hayatını sürdürebilmeyi hak etmiyor. Toplumların büyük bir kesimi için gözardı
edilen bu hayat standartları yapılamayacak bir şey değildir. Toplumun çoğunluğu özellikle de genç
nesiller daha muhtaç durumda olduğundan düzgün bir hayat standartına sahip olmalıdırlar. Bu yüzden bir
çok alanda ve politikalarda iyileştirme çalışmaları yapılmalıdır.
KAYNAKÇA
ARİSTOTELES, Nikomakhos’a Etik, çev. Saffet Babür, Ankara, Ayraç Yayınları, 1997.
[1] A.g.y., 1111b.