Faillik nedir? Bir sisteme egemen olabilmek mi, yoksa sistemin parçası olmak mıdır? Peki, kadın nasıl fail olur? Veya kadın, fail olur mu? Konu kadının yeri olunca her zaman akla gelen ilk şey yönetilebilen/idare edilebilen bir konum olmaktadır. Kadının fail olması, failliği bir hareket gücü/değiştirebilme gücü olarak düşündüğümüzde, kadının “dilinin uzaması”, “çenesinin açılması” “çok değişmesi” gibi gündelik tabirlerle kendisini göstermektedir. Ancak bu mesele kadın olanla da yetinmez, Müslüman bir kadının, başörtülü bir kadının, nasıl fail olacağı da merak edilir. Nitekim kadını çepeçevre saran, gelenek, aile yapısı, mahalle baskısı değilmiş gibi yalnızca dini inanç zihinlerde engel olarak tasavvur edilmektedir. Bununla birlikte, Müslüman bir kadının feminist olması hem Müslümanlar hem de feministler tarafından sorgulanan bir “meseledir”. Dolayısıyla Müslüman kadın her koşulda “öteki”ne karşı bir açıklama borçlu hale gelmektedir.
Feyza Akınerdem şu noktaya dikkat çekmektedir: “Neden Müslüman kadınların feminizmini konuşuyoruz?” Ve şöyle cevaplandırır: “Çünkü Müslüman kadınların feminizmini konuşurken aslında başörtülü kadınların feminizmini konuşuyoruz” (2013, s. 88). Gerçekten de, bir kadının Müslüman olup olmadığı neden özellikle bir alan olarak karşımıza çıkar? Çünkü başörtüsü gibi dini, kimi zaman da politik bir anlama teğet geçmek zorunda kalan bir “sembol”, yalnızca başörtülü kadınların Müslüman olduklarına ve Müslüman olmakla kalmayıp (!) bir de feminist olduklarına dair bir şaşırma duygusunu ön plana çıkarır. Oysa başörtüsü takmayıp Müslüman olan milyonlarca kadın vardır ve aynı dinin kurallarına tabii durumdalardır. Dolayısıyla mesele, Müslüman, gayri Müslim, eşcinsel veya herhangi bir farklı kimlik fark etmeksizin bir kadının yaşamı boyunca maruz kaldığı bir adım gerideki konumu ve duygularını, arzularını sürekli olarak bastırmak durumunda kalışı gibi problemler olmalıdır. Nitekim kadın haklarını savunan bir mücadelenin yine kadını Müslüman olması gibi bir vurguyla nitelendirmesi, asıl meseleyi göz ardı etmekten başka bir şey olmayacaktır. Feyza Akınerdem’in yazmış olduğu makale, tam da bu noktaya dikkat çekmektedir. Makalede Birbirimize Sahip Çıkıyoruz ve Feministler Uyumuyor oluşumlarına dair tartışmalara yer veren Akınerdem, Birbirimize Sahip Çıkıyoruz oluşumunun zamanla etkisini yitirmesinin sebebini, oluşum içerisindeki bireylerin farklılıklarının asıl mesele olan kadın haklarının ötesine geçip, yeni bir sorunsal alan ortaya çıkardığını belirtmekte ve bu durumdan yakınmaktadır (Akınerdem, 2012).
Peki, milliyetçilik ve siyasal İslam, kadının failliğine dair neler söyler?
Kandiyoti’ye göre, toplumsal cinsiyet ile ilgili çalışmalarda İslam; “aile ve toplumdaki ataerkil ilişkilerin betimlenmesinde, modern devlet aygıtlarına değişik derecelerde yansıyarak kadınların yasal ve vatandaşlık haklarını sınırlayan İslami hukuk kurallarının tanımlanmasında, İslami bir üslupta dile getirilen kültürel öz arayışlarıyla ilgili çağdaş söylemler ve modern İslami politik hareketlerin bildirilerinde karşılaşılan kadının durumuna dair daha yaygın ideolojilerin ifade edilmesinde karşımıza çıkmaktadır” (Kandiyoti, 2013, s. 94). 19. ve 20.yy’larda, İslam dünyasındaki kadınların durumunu evrimleştirmeyi hedef alan eğitimli, milliyetçi ve genellikle önde gelen erkeklerden oluşan yenilikçiler ortaya çıkmıştır. “Kadın meselesi”ne yönelik ele alışlar, farklı görüşleri içermektedir. Liberal ve reformcu görüş, kadın özgürlüğünü savunurken, muhafazakâr görüş reformları İslami devlet yapısına karşı bir saldın olarak algılamışlardır. Türkiye’de, farklı etnik grupların yer aldığı Osmanlı İmparatorluğu’ndan Anadolu odaklı ulus devletine geçiş, kültürel milliyetçilik ile İslam arasında giderek artan bir farklılaşmayı beraberinde getirmiştir. Türk milliyetçiliği, çekirdek ve tek eşli aile yapısındaki kadın ve erkeğin eşitliği gibi Batı’da rastlanan durumları yerel Türk kültürüne özgü örüntüler olarak kabul etmiştir. Siyasal İslamcılar ise genellikle kadın erkek eşitliğini yadsıyan bir tutum sergilemeleri dolayısıyla bu durumu benimsememişlerdir. Dolayısıyla kadın özgürlüğü, “laik milliyetçiler tarafından “yerli” ve meşru olarak savunulup kendilerine mal edilebilir ya da İslamcı hareketler veya devlet destekli köktendinciler tarafından dinsizlik olarak ilan edilebilmektedir. (Kandiyoti, 2013, s. 105).
Milliyetçilik üzerinde çalışan kuramcıların birçoğu milliyetçilerin ulusu bir aileye benzetme eğiliminden bahsetmektedirler ( Akt. Gözdaşoğlu-Küçükalioğlu, 2019. s. 156). Bu bağlamda, McClintock, milliyetçilikte kadınların milliyetçiliğin muhafazakâr ilerleyiş ilkesinin özündeki nesneleri, milli geleneklerin aktarımında rol oynayan bedenler olarak tanımlarken erkeklerin ise milliyetçiliğin ilerici tutumuyla özdeşleştiği ilkesini savunmaktadır. Yuval-Davis’e göre de milliyetçi görüşte kadın, annelikle özdeşleştirilir ve değeri bu role göre ölçülmektedir. Nitekim ulusun varlığını sürdürebilmesi ve üstünlük kurabilmesi için kadınlar çocuk sayısı artmalıdır. Bu düşünceyi Türkiye özelinde en iyi örnekleyen durum, Recep Tayyip Erdoğan’ın “3 çocuk” söylemi olacaktır. İkinci olarak kadınlar içinde bulundukları milletin öz sermayesini koruma, gösterme ve onu gelecek nesillere aktarmalıdır. Bu ilişki boyutunda kadına kültürel olarak uygun görülen ve nesiller arası sürekliliği sağlayacak inançların, davranışların ve bağlılıkların öğretilmesi konusunda geniş bir sorumluluk düşmektedir (Gözdaşoğlu-Küçükalioğlu, 2019, s. 157).
Tüm bunlardan hareketle Konca Kuriş’in katledilişi ele alınacak olduğunda, Konca Kuriş sonradan Müslüman olan ve sürekli sorgulayıcı/eleştirel bir bakış açıyla yaklaşan Türk feminist araştırmacıdır. Kuriş, Kur’an-ı Kerim’in erkekleri ön planda tutan ifadelerinin yanlış yorumlandığını ifade etmiş ve yeniden yorumlanması yönünde bir geliştirmiştir. İslam’da örtünmenin şart olmadığı, kadının regl iken namaz kılması ve oruç tutmasının günah olmadığı, kadın erkek yan yana ibadet edebileceği ve kadınların da cemaatle kılınan namazları kılabilecekleri yönündeki ifadeleriyle Kuriş, Hizbullah tarafından hedef alınmıştır (URL1).
Konuyla ilişkili olarak bir internet sitesinde yer alan haber şu şekilde aktarılmaktadır: “16 Temmuz 1998’de kaçırılarak kaybolan Kuriş, 35 gün boyunca Hizbullah üyeleri tarafından işkence görmüş ve öldürülüp, sorgulandığı evin bodrumuna gömülmüştür. Cesedi, 23 Ocak 2000 tarihinde Hizbullah evlerine düzenlenen operasyonlarda bulunmuştur. Ön otopsi raporuna göre Kuriş’in 8-10 ay önce öldürüldüğü tespit edilmiştir. Türk Hizbullahı, Konca Kuriş’in kaçırılmasının, işkence görmesinin ve ölümünün sorumluluğunu şu cümleyle üstlenmiştir: “İslam düşmanı ve laik-feminist Konca Kuriş, Allah ve Kuran-ı Kerim karşıtı fiilleri ve söylemleri nedeniyle, Hizbullah savaşçıları tarafından kaçırılarak üslerimizde sorgulanmıştır. Dinsiz-laik TC’nin resmi din söylemleri ile talimatları paralelinde hareket eden ve Siyonistlerce de kullanılan Konca Kuriş, Müslümanları şüpheye sevk edecek fiiliyatlara giriştiği için şeri hükümler gereği cezalandırılmıştır” (URL2)
Konca Kuriş, dini kendilerine atfeden bir grup tarafından katledilmiştir. Peki, bunu günümüz koşullarında nasıl düşünebiliriz? Günümüzde de maalesef ki toplumsal cinsiyet rolleri, eşitsizliği, “anneliği reddeden kadın eksiktir, yarımdır”, “kadın herkesin içinde kahkaha atmayacak”, “annelik kariyerinin üzerinde bir başka kariyeri asla merkeze almamalıdır” gibi ifadelerle siyasi söylemlerde yerini almaktadır. Bununla birlikte ifadenin de ötesinde siyasi politikalar da kadının yaşamını ev ile sınırlandırmaya yönelik olarak şekillenmektedir. Bebek doğurmaya teşvik, anneliğin kutsanması ve bebeğin bakımında yalnızca annenin zorunlu rolünün olması, toplumsal cinsiyet rollerinin sürekli olarak yeniden üretilmesini içermektedir. Dolayısıyla modern dönemde sistem, bir bütün olarak toplumsal cinsiyet rollerini inşa etmekte ve kadının failliği karşısında bir handikaptan öteye geçememektedir. Kadını kamusal alandaki görünürlüğü ise bir tehlike olarak algılanmakta ve belirli sınırlar dahilinde izin verilmektedir. Ancak bu sınırlar çoğu zaman bir “cam tavan” şeklinde çizilmekte, örneğin kadın bir şirketin yönetim kurulu üyesi olabiliyorken yönetici bir kadın, modern zamanda görece artsa da genel olarak çok daha nadir bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Meseleye bir bütün olarak bakıldığında ise esasen birbiriyle ilişkili olan birçok alt unsur ile birlikte inşa edilen bir sistem söz konusudur. Bu sistemde kendi sınırlarını çizmeye ve fikirlerini susturmayan bir kadın olarak var olmak istemiş ve bir tehdit (!) olarak algılanan Konca Kuriş ise bu sistemin en kalıcı faillerinden biri olarak hatırlarda yer alacaktır.
Kaynakça
- Akınerdem, Feyza. 2012. “Dindar Kadınlar ve Feminizm: Yankılar ve Uzaklıklar.” Amargi Feminizm Tartışmaları 2012 içinde, 83-120. İstanbul: Amargi
- Gözdaşoğlu Küçükalioğlu, E . (2019). Milliyetçilik kuramları ve toplumsal cinsiyet: Genel bir değerlendirme. Ufuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 8 (16), 151-163.
- Kandiyoti, Deniz. 2013. Cariyeler, Bacılar, Yurttaşlar: Kimlikler ve Toplumsal Dönüşümler içinde, 92-118. İstanbul: Metis.
- Sehlikoğlu, Sertaç. 2018. “Antropolojide Müslüman Kadın ve Faillik.” Kültür Denen Şey içinde, Ayfer Bartu Candan ve Cenk Özbay (der.), 180-197. İstanbul: Metis
- URL 1: https://onedio.com/haber/kur-an-in-dogmatik-bir-sekilde-yorumlanmasini-elestirdigi-icin-iskenceyle-katledilen-musluman-feminist-yazar-konca-kuris-944615 Erişim tarihi: 04.05.2021
- URL 2: https://tr.wikipedia.org/wiki/Konca_Kuri%C5%9F Erişim Tarihi: 04.05.2021