18.yüzyılda sanat kavramının ikiye ayrıldığı ifade edilebilir. Yeni güzel sanatlar ve zanaatlar ve popüler sanatlar olarak ayrılır. Yeni güzel sanatlar içerisinde şiir, müzik, resim, heykel, mimarlık vs. vardır. Zanaatlar içerisinde ise ayakkabıcılık, nakışçılık vs. vardır. Fakat 16.ve 17.yüzyıldan önce sanatçı ve zanaatçı aynı anlamlara geliyordu. Sanatçı kavramı sadece ressamlar için değil de ayakkabıcılar içinde kullanılabiliyordu. 18. yüzyıla gelindiğinde ise birbirlerinden farklı anlamlara sahip oldular. Sanatçı güzel sanatların yaratıcısı, zanaatçı ise sadece faydalı ya da eğlenceli şeyler yapan konumunda anılmaya başlandı. 18. yüzyılda bir diğer bölünme sanattan alınan zevk hususunda olmuştur. Güzel sanatlara özgü incelmiş zevkler ve eğlenceli ürünlerden aldığımız zevkler…
16. ve 17. yüzyıllarda çoğu zaman sanatçı/zanaatçı sipariş üzerine çalışırdı. Sanat üretimi de genellikle işbirliği ile icra edilirdi. Tek bir sanat eseri için birçok akıl ve el bir araya gelirdi. Fakat modern güzel sanatlarda işbirliği değil bireysel yaratım bulunmaktadır. Ayrıca sanatın en önemli öğesi, duygudur. Çünkü sanat, insanların inandıkları, huzur buldukları bir şeydir.
Zanaat; atölye zanaatlarına, inşaat zanaatlarına, ev zanaatlarına, hobi zanaatlarına tekabül eder. Dolayısıyla sadece ustalık ve tekniğe işaret etmez.
Helenistik ve Roma dönemlerinde sanat için ikiye ayrılma söz konusuydu. Liberal ve bayağı (hizmetçi) sanatlar. Liberal ya da özgür olarak adlandırılan sanatlar, entelektüel sanatlardı. Daha çok soylu ve eğitimli sınıflara hitap ediyordu. Bayağı sanatlarda fiziksel emek mevcuttu ve ücret karşılığı yapılıyordu. “St. Victorlu Hugh aşağılayıcı terimler olan ‘bayağı’ ve ‘hizmetçi’nin yerine ‘mekanik’ teriminin kullanılması gerektiğini savunuyor ve yedi tane liberal sanat olduğuna göre yedi tane de mekanik sanatın olması gerektiğini iddia ediyordu. “ (Shiner,2013;57) El emeği yapılan şeyler, bayağı olarak bilinirdi.
Geçmişte çeşitli sanatları icra eden bir kesim vardı ve bu kesim ne sanatçı ne de zanaatçıydı. Bu kesim, sanatçı/zanaatçıydı. Ressam, heykelci ve mimar bugün bilinen anlamlarından uzaktı. Sipariş üzerine eserlerini icra ederlerdi. Siparişin içeriğini, tasarımını, malzemesini müşteri belirlerdi. Ayrıca her sanatın kendine ait bir loncası bulunmamaktaydı. Örneğin; ressamlar, eczacılar loncasına ve heykelciler, kuyumcular loncasına dâhildi.
Ortaçağda sadece erkekler ya da kadınlar tarafından üretilen sanat eserleri yoktu. Böylece toplumsal cinsiyet ayrımı söz konusu değildi. Fakat 14. Ve 15.yüzyıllarda yüksek statülü sanatlarda kadınların sayısında azalma görülmeye başlanmıştır. Bunun nedeni Rönesans dönemindeki cinsiyet rollerine ilişkin farklılıklardır. Rönesans dönemi bir ideoloji geliştirmiştir. Bu ideolojiye göre kadınların birincil işlevi çocuk bakımı ve ev işleriydi. Kadınlar, yüksek kültür üreticisi değil tüketicisi konumunda yer almıştır. O zamandan itibaren kadınlar; tam tersi bir konumda, düşük kültür üreticisi konumunda yer almıştır.
Ortaçağ düşüncesinde, modern sanat düşüncesi yoktu. Buna rağmen ortaçağdaki insanın renkteki güzelliği görmediği ve kafiyeden zevk almadığı söylenemez. Burada güzellik kavramı, ahlaki değer ve fayda da içeriyordu. 17. yüzyılda sanatçılar, güzelliği zaten var olanı keşfeden kişiler olarak görmekteydiler.
Rönesans döneminde bağımsız sanatçılar yer almaya başladı. Burada sipariş üzerine eser üreten değil özgünlük peşindeki sanatçı söz konusuydu. “Rönesans döneminde, esas itibariyle modern sanatçı kavramının doğuşunu akla getiren üç çeşit kanıt vardı: Bir tür olarak ‘sanatçı biyografisi’nin ortaya çıkışı, kendi portresinin gelişimi ve saray sanatçısının yükselişi.” (Shiner,2013;72) Bahsedilen saray sanatçısı, prens tarafından görevlendirilen kişilerdir. Eserlerini sipariş üzerine yaparlardı. Bazı kişilere soyluluk unvanı da verilirdi.
18.yüzyılın sonuna gelindiğinde toplumsal, kurumsal, entelektüel değişimler meydana gelmiştir. Bu değişimler üç aşamada gerçekleşmiştir. “1680 ile 1750 arasındaki dönemi içine alan birinci aşamada modern sanat sisteminin bölük pörçük biçimde ortaya çıkmış olan birçok öğesi arasında sıkı bir bütünleşme başlıyordu; 1750 ile 1800 arasını kapsayan ikinci ve çok önemli aşamada güzel sanatlar zanaattan, sanatçı zanaatçıdan ve estetik de öteki deneyim biçimlerinden kesin olarak ayrılıyordu; 1800-1830 yılları arasındaki son aşama olan sağlamlaştırma ve yüceltme aşamasında ise ‘sanat’ terimini bağımsız bir tinsel alanı göstermeye başlıyor, meslek olarak sanatçılık kutsanıyor ve estetik kavramı da beğeninin yerini almaya başlıyordu.” (Shiner,2013;72)
Modern güzel sanatlar kategorisini şiir, resim, heykel, mimarlık, müzik oluşturuyordu. Güzel sanatlar (beaux-arts), şık sanatlar, soylu sanatlar, yüksek sanatlar gibi terimleri geride bırakmıştır. Daha sonraları güzel sanatlar içine mekanik ve optiği de almıştır. Güzel sanatlar kategorisini ayıran birkaç ilke vardır: Tasarım ilkesi, taklit ilkesi, bedene üstün tutma ilkesi. Batteux, sanatların üç sınıftan oluştuğunu ifade eder. İhtiyaçlarımıza cevap veren sanatlar, mekanik sanatlardır. Amaçları zevk vermek olan sanatlar, güzel sanatlardır. Fayda ile zevkin birleştiği sanatlar ise belagat ve mimarlıktır. Güzel sanatlar diğer sanatlardan deha ve beğeni ile ayrılıyordu. Ayrıca güzel sanatlar, diğer sanatlardan hayal gücü yetisiyle ayrılmaktadır.
18. yüzyıl boyunca halka açık konserlerin sayısında artmış meydana gelmiştir. 18.yüzyılda bir kitle oluşmuş ve bu kitle sergilere konserlere gitmiştir. Kitapları tartışmak için kafe ve kulüplerde birleşen bir gruptur. Böylece sanatsal üretim bu kitlenin desteğiyle sürdürebilirdi. Orta sınıf, aristokrat beğenilere öykünüyor fakat alt sınıf kültüründen de kaçıyorlardı. 1500 senesinde popüler kültür herkesin kültürüyken 1800 yıllarında popüler kültür, altsınıflara bırakılmıştı. 18.yüzyılın bir diğer önemli hususu; kibar terimi, söyleyeceklerini ukalaca değil de bilgece söyleyendir. Ayrıca yine 18.yüzyılda bir tablonun güzelliğinin ve konusunun tabloyu yapan ressamın ya da atölyenin kimliğinden daha önemli bir etken olduğunu düşünülmekteydi. Fakat 1750’li yılların sonunda ressam adları daha önemli hale gelmiştir. 18.yüzyılda artık sanatçı, özgürdü. Akıl ve kuralın talimatları yoktu. Sanatçının artık hayal gücü vardı. Kadınlarsa dahi olarak anılmıyordu. O zamanlar kadınlar, hayal gücünden yoksun olarak görülüyordu. Bir sanat eserinin satış fiyatını belirleyen ise sanatçının ünü ve alıcısının arzusuydu.
İlginizi Çekebilir: Estetik Tavır
Eserde bahsedildiği üzere Hogarth’ın “Hazcı Estetiği”nde ilk güzellik ilkesi uygunluktur. Parçaların bütünlüğünün uygunluğu tıpkı bir puzzle gibi ya da amaca uygunluk tıpkı bir geminin tasarımında olduğu gibi… İki ilke daha vardır ki çeşitlilik ve griftliktir. Çeşitliliğin amacı gözü eğlendirmekken giriftlik ise güzelliğe yakışan bir zevk verir. Güzellik nedir peki güzellik; hoşa giden bağlantılar duygusudur. Sanat güzel olanla ilişkilidir ama her güzel olan sanat değildir. Ayrıca güzellik anlayışı, toplumdan topluma farklılık gösterebilir. Rousseau, ‘Emile’ eserinde Emile’e centilmenlerin aldığı uzmanlık dersleri değil bunun yerine bir zanaat olan marangozluk eğitimi verilmiştir.
19. yüzyılda Heine, sanatın özerk bir alan haline geldiğinden söz etmiştir. Ayrıca Heine, sanatın insanları siyasal baskılardan kurtarabilecek bir şey olduğunu da belirtmiştir. “Nietzsche’ye göre, Tanrı’nın olmadığı bir dünyada ‘tek Tanrı sanattır! Sanat hayatı mümkün kılan asıl araçtır, insanı hayata çeken asıl ayartıcıdır…bilgi insanlarının…eylem insanlarının…ıstırap çekmenin büyük bir zevk biçimi olduğu bir yerde…mustariplerin kurtuluşudur” (Shiner,2013;265) Sanatın özünü en iyi örnekleyenin şiir sanatı olduğunu ifade eden pek çok filozof bulunmaktadır. Bu filozoflar arasında Comte ve Hegel’de bulunmaktadır. Beethoven pek çok kişi için manevi peygamber olarak kabul ediliyordu.
Bir zaman sonra bireyin okuduğu kitap, gittiği tiyatro, dinlediği müzik toplumsal sınıfını göstermeye başladı. Böylece birinin okuduğu kitap ya da gazeteyle toplumsal sınıfını belirlemek kolay hale geldi.
Sanayi Devriminin etkisiyle sanatçı statüsü farklı konumlara yükseldikçe zanaatçı düşüş yaşamıştır. Birçok zanaatçı, atölyesini kapatmak zorunda kalmıştır. Zanaatçıların düşüşü aniden olmasa da bir süreci kapsamaktadır. Bu kesim yeni bir zanaatçı türüydü. Ne atölye zanaatçısı ne de bağımsız sanatçılardı.
Fotoğrafçılık hususuna değinilecek olursa da resmi öldürmemiş fakat resmin gözden düşmesine neden olmuştur. Portreler yapan ressamlar, çareyi mesleği bırakmakta veya fotoğrafçılığa başlamakta buluyordu.
Güzel sanat ve zanaat ayrımı, akıl ve mekanikçilik ayrımına; sanatçı ve zanaatçı ayrımı ise hayal gücü ve teknik beceri ayrımına dönüşmüştür. Sanatçı, özgür iradeyi esas alır ve kullanırken fotoğrafçı, makineyi ön plana alıyor ona itaat ediyordu. Fotoğrafçılık, pratik amaçlara hizmet ediyordu. Ama sanat, sanat için icra edilmeliydi. Ayrıca sanatçı tekil eser üretirken fotoğrafçı, resimleri çoğaltabiliyordu.
Sanat hususunda da kadınlar, toplumsal cinsiyet ayrımcılığına maruz kalmışlardı. Daha çok çini ressamlığı, dikiş sanatları vb. kadın işi olarak görülen sanatlara yönlendiriliyorlardı. Dolayısıyla kadınlara karşı negatif bir ayrımcılık ortaya çıkıyordu.
Bir nesne sıradanlığından kurtularak ve sembolik anlamlara, estetik bir bakış açısına kavuşabilir. Böylece bir nesne, sanat eserine dönüşebilir. Ayrıca her nesne anlamını, bağlamı sayesinde elde eder. Bağlamları dışında kullanıldıklarında sembolik bir güce sahip olmaktadırlar. Dolayısıyla bir nesneye, mekândan sökerek istenilen anlam yüklenebilmektedir. Örneğin bir nesne olarak süpürge; işlevi çöpleri süpürmek olarak bilinirken sanat galerisinde görüldüğünde sanat mıdır diye düşündürür. Süpürge, bir sanat galerisinde kendisine baktırır ve inceletir.
Sürrealist akımın temsilcilerinden Salvador, gördüğü halüsinasyonları resmetmiştir. Orlanda, kendi vücut bütünlüğüyle oynayarak performans yapmıştır. Bunu kadının bir meta olarak görülmesine karşı yapmıştır. Marcel Duchamp’ı, kar kürekleri, şişe rafları, taraklar ve pisuarlar gibi şeyleri bir fermanla güzel sanata dönüştürmekle Duchamp’ın güzel sanatı yerle bir ettiği ve sanatla gündelik hayat arasındaki ayrımın ortadan kalktığını ifade ederek eleştirmişlerdir.
Uzun zaman önce müzik, edebiyat, resim vb. alanlara sanat adını yakıştıramayan sanatçılar vardı. Daha sonra birçok malzeme, ses ya da faaliyet sanata dönüştü. Ayrıca günümüzde artık müzelerin içerisinde hediyelik eşya bölümleri, kafeler vb. birçok mekân ortaya çıkmaya başladı. Müzeler, ticarete ve popüler beğeniye hizmet etmeye başladı. Dolayısıyla müze ziyaretleri her ne kadar ücretsiz de olsa ziyaretçilere birtakım gelir masrafları ortaya çıkmaktadır.
Sonuç olarak sanat, bize gerçekliği değil tıpkı bir aynadaki görüntü gibi gerçekliğin kopyasını verir. Bir anlamda sanatçı, nesnelerin görüşlerinin kendi içsel duyguları doğrultusunda bir çeşit taklidini ortaya koyar. Sanat, bireylerin bakış açısıyla anlam kazanmaktadır. Sanat yapıtı soyuttur, düşüncemizde yer alır. Sandalyenin kendisi bir sanat eseri değildir fakat doğru bağlama yerleştirildiğinde sanat eseri olmaktadır. Bir sanat eseri iki defa üretilir; sanatçı ve izleyici tarafından. Bu nedenle sanat eserinin tamamlanması için mutlaka izleyiciyle buluşması gerekir.
KAYNAKÇA:
Shiner, L. (2013). “Sanatın İcadı”, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
İlgili İçerik: Sanat Sosyolojisi