Başlıklar
- 1.Avrupa’da Müslüman Nüfusun Tarihi
- 2.Avrupa’da Müslümanların Yaşadıkları Zorluklar
- 2.1 Eğitim Problemleri
- 2.2 Ekonomik Zorluklar
- 3. Yoksulluk Kavramı
- 3.1 Mutlak Yoksulluk
- 3.2 Göreli Yoksulluk
- 3.3 İnsani Yoksulluk
- 3.4 Yeni Yoksulluk – Nöbetleşe Yoksulluk
- 4. Yoksulluğun Nedenleri
- 4.1. Yoksulluğun Makro Nedenleri
- 4.2. Dünyadaki Eşitsizlik ve Yoksulluk İlişkisi
- 4.3 Ekonomik Krizler
- 4.4 İşgücü Piyasasından Kaynaklanan Nedenler ve İşsizlik
- 5. Yoksulluğun Mikro Nedenleri
- 5.1. Hane halkı Özellikleri
- 5.2 Cinsiyet
- 5.3 Eğitim
- 5.4 Göç
1.Avrupa’da Müslüman Nüfusun Tarihi
Müslümanlar Avrupa’ya 8. Yüzyılda Araplar, 14.yüzyılda Türkler, 21. Yüzyılda ise; işçi göçleriyle yerleşmişlerdir ( Vatandaş, 2019: 1) 8 ve 14. Yüzyıldaki göçler daha çok fetih hareketleri ve ticari faaliyetlerle ilgiliyken, 2.yüzyıldaki göçler Avrupa’nın ihtiyacı olan işgücünü sağlamak için Ortadoğu ve Afrika Müslüman ülkelerden yapılan işçi ithalatıyla bağlantılıdır.
Üçüncü dalga göçle gelen Müslüman kitlesi makalemizin ana konusunu teşkil etmektedir. 1945 yılından sonra, ağır sanayide çalıştırılmak üzere Avrupa’ya davet edilen Müslümanlardan Pakistan, Keşmir ve Bangladeş’ten gelen ağırlıklı olarak İngiltere’ye, Kuzey Afrikalı Müslümanlar Fransa’ya, Türkler ise Almanya’ya yerleşmişlerdir. Müslüman işçi nüfusun Avrupa’da kalıcı olması planlanmadığı halde, işçiler aileleriyle birlikte yerleşerek zamanla vatandaşlık hakkı kazanmış ve Avrupa toplumlarının sanat, siyaset, medya ve iş dünyasına katılım göstermişlerdir. Müslümanlar bugün Avrupa nüfusunun yaklaşık %5’ni oluşturmaktadır. (Vatandaş, 2019: 2).
2.Avrupa’da Müslümanların Yaşadıkları Zorluklar
Kalkınma hedefleri için çeşitli bölgelerden Avrupa’ya getirilen Müslümanlar uzun süre “misafir işçi” kategorisinde değerlendirilmiş ve entegrasyon sürecine dahil edilmemişlerdir. Fakat işçilerin kalıcı hale gelmesiyle çeşitli problemler de ortaya çıkmıştır. Bunda Müslüman nüfusun sayısının hızla artış göstermesi, Avrupa’nın yerli halkı için bir popülasyon tehlikesi olarak algılanmaya başlanmasının etkisi büyüktür (Bakır, 2017: 1) Kamusal alanda Müslüman görünürlüğünün artması, bazı terörist grupların İslam adına düzenledikleri saldırılar da Batı’da Müslüman algısını zedelemiştir.
Dünya genelinde yaşanan ekonomik daralmalardan en çok etkilenen gruplardan biri Avrupa’daki Müslümanlar olmuştur. Çünkü; refah seviyesinin düşmesiyle birlikte “omuzlardaki yük” olarak görülmeye başlanmışlardır ( Bakır, 2017: 2). Avrupa şehirlerinde gettolara sıkışan Müslümanlar, buralarda akademik başarısı düşük okullarda eğitim görmekte ve azımsanmayacak bir oranda okuldan erken ayrılmaktadırlar. Bunda içinde yetiştiği ailenin sosyo-ekonomik durumunun da etkisi büyüktür ( Bakır, 2017: 3)
Bunun dışında Müslümanlar, inanç ve ibadet özgürlüğü, anadilde eğitim problemi, entegrasyon zorlukları gibi problemler yaşamaktadırlar.
2.1 Eğitim Problemleri
Fransa Ulusal Demografik Araştırmalar Enstitüsü’nün verilerine göre ülkede yaklaşık 7.5 milyon göçmen bulunmaktadır. Bu rakamın genel nüfusa oranı %11.6 dır. Bu sayının yarısından fazlasını ise Müslümanlar oluşturur. Fransa’daki Müslüman nüfus; Paris, Marsilya, Lyon kentlerindeki banliyölerde yoğunlaşmıştır. Fransa’daki Müslümanlar banliyölerde yaşadıkları için ikamet ettikleri yerlerde eğitimlerine devam etmekte ve diğer bölgelerde yaşayan Fransız öğrencilerle sosyalleşememektedir. Bu bölgelerdeki işsizlik oranlarının yüksekliği, akademik başarısızlık Müslümanların kaderini belirlemektedir (Albayrak, 2021: 6) Müslüman göçmenlerin çocukları yükseköğretime yönlendirilmemekte, kültürel farklılıklar görmezden gelinmekte, öğrenciler etnik-dini ayrımcılığa maruz kalmakta, bütün bunlar da çocukların okul başarısını olumsuz etkilemektedir. Örneğin; Fransa genelinde lise mezuniyeti oranı %80 iken, göçmenlerin daha yoğun bulunduğu Creteil bölgesinde lise mezuniyet oranı %70’in altındadır. Burada ve benzer özellikteki diğer bölgelerde liseden mezun olan öğrencilerin üniversite eğitimine devam etmesi için zorunlu olan bakolarya diplomasına hak kazanma oranları da oldukça düşüktür. 2014 yılı Ocak ayında Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi (CNRS) tarafından yayımlanan bir araştırmada, özel okullara kaydolmak için başvuru yapan Müslüman öğrencilerin başvurularının %67 oranında cevapsız kaldığı belirtilmektedir. İki farklı ad taşıyan aynı dilekçeyle yapılan başvurularda Müslüman ailelerin çocuklarına yönelik büyük bir ayrımcılık yapıldığı tespit edilmiştir (Albayrak, 2021:8 )
Belçika’daki eğitim sistemi dünyanın en iyi eğitim sistemleri arasında gösterilse de, sosyo-ekonomik durumu iyi olmayan göçmenleri kötü mahallelerin okullarında eğitim gören göçmen çocukların başarısı hiçbir zaman yerli halkın çocuklarla aynı seviyeye erişememektedir. 2015 OECD raporu iki grup arasındaki başarı grafiğindeki uçurumu doğrulamaktadır. Aynı rapora göre yerli çocuklarda başarısızlık oranı %10 civarındayken bu durum göçmen çocuklarda %37 civarındadır. Bununla birlikte Müslüman göçmenlerin eğitim gördüğü okullardaki altyapı ve eğitim araç-gereçleri yetersizdir. Eğitim kadroları da tecrübesiz öğretmenlerden oluştuğu tespit edilmiştir (Bakır, 2018: 11) Erken yaşta okuldan ayrılma yerli çocuklarda %7 civarındayken bu oran göçmenlerde %18 dolaylarındadır (Bakır, 2018: 12)
Almanya’da da yerli ve yabancı ailelerin çocukları eğitim imkanlarından istifade edememektedir. Düşük gelirli göçmen ailelerin çocukları işçi yetiştiren ya da öğrenim güçlüğü çeken öğrencilerin bulunduğu kurumlara ya da akademik başarının düşük olduğu okullara yönlendirilmekte ve buralarda eğitim görmektedirler. Tüm bu koşullar göz önüne alındığında, dar gelirli göçmen ailelerin çocukların, Alman eğitim sistemi içerisinde kendine yer edinebilmesi oldukça zor bir hal almaktadır. Göçmen Müslümanların okuldan erken ayrılma oranları yerlilerden üç kat daha fazladır (%23.2) Göçmen öğrenci başarısızlığı %42.2 oranla Almanların üç katıdır. İkinci kuşakla birlikte bu %31 seviyelerine düşse de bariz fark sistem tarafından sürdürülmektedir (Bakır, 2016: 12-15)
2.2 Ekonomik Zorluklar
Fransa’ya ilk Müslüman göçleri, 1960-70 li yıllarda gerçekleşmiş ve bunlar ağırlıklı olarak otomotiv, inşaat ve kimya sektörlerinde istihdam edilmişlerdir. 80 ‘li yıllardan itibaren de işten çıkarılmalar başlamış ve büyük bir işsizlik problemi oluşmuştur. Bugün Fransa’daki Müslümanların önemli bir bölümü işsizdir. Çalışan grup ise tam zamanlı ve kalifiye iş bulma konusunda sıkıntı yaşamaktadır. 2018 verilerine göre; göçmen kökenlilerin arasında işsizlik %15 seviyelerindedir. Bu oran yerli halkın işsizlik seviyesinin çok üzerindedir. INSELE’nin raporuna göre, ülkedeki Türklerin %58’i ağır iş kollarında ve kalifiye olmayan pozisyonlarda çalışmaktadırlar. Statista’nın 2018 verilerine göre, ülkede Fransız vatandaşlarının işsizlik oranı %8,3 iken, göçmen kökenlilerin işsizlik oranı bunun yaklaşık iki katı olarak %15,3’tür. (Albayrak, 2021: 8).
Fas, Türkiye, Cezayir, Tunus gibi ülkelerdeki Müslümanlar 1960’lı yıllarda Belçika’daki iş gücü açığını fırsat bilerek kitleler halinde göç etmişlerdir. OECD’nin Güncel verilere göre ülke nüfusunun yaklaşık %6’sını Müslümanlar oluşturmaktadır. Belçika’da yaşayan Müslümanlar, yerel halktan %10 oranında daha işsiz ve birkaç kat daha yoksuldur. Belçika’ Müslüman kökenli aileler, tecrit edilmiş, dezavantajlı bölgelerde oturmaktadırlar. Faslılar ve Türkler zengin şehirlerin varoşlarına sıkıştırılmışlardır. Konut sahibi olma oranı Türk göçmenler arasında %65 ’ le sınırlıyken bu oran Faslılarda %35tir. Bu evlerin büyük çoğunluğu 1940’lardan kalma ve Ulusal İstatistik Enstitüsünün “düşük kaliteli konut” statüsünde olan evlerdir (Bakır, 2018: 7)
İngiltere nüfusu genel bir refah seviyesi içinde yaşasa da ülke içerisinde yoksulluk tehditi altında kırılgan bir nüfus bulunmaktadır. İngiltere’de 2.7 milyon Müslüman yaşamaktadır. Müslümanların sosyo-ekonomik durumu diğer azınlıklara oranla daha düşüktür. İngiliz Müslümanları arasındaki işsizlik oranı ulusal ortalamanın iki katıdır. Müslümanların sadece % 6 sı yüksek ücretle çalışmaktadır. Müslümanların İngiltere’de yaşadığı sorunlar “Müslüman Penalty” veya “ Müslüman Effect” olarak adlandırılmaktadır. 2015 yılında yapılan bir çalışmaya göre, Müslümanların %50’si yoksulluk riskiyle yaşadığını göstermiştir ((Bakır, 2020:8)
Almanya’da genel olarak yüksek yaşam standartları, düşük gelir eşitsizliğinde iyi rakamlara sahiptir. Fakat vergi sistemlerinde tam gün çalışmaya yönelik engeller, çalışanları yarım gün çalışmaya zorlamakta bu da düşük gelire sahip olmalarına yol açmaktadır. Ülkedeki düşük gelire sahip aileler ülkenin yatırım ve gelişmişliğinden istifade edememektedir. Toplam işsizlik oranı 2017 yılında % 3.6 olarak ölçülmüştür. 2017 yılında hazırlanan rapora göre Almanya nüfusunun %19.7 si yani yaklaşık 16 milyon insan yoksulluk yaşamaktadır. Yoksulluğun en yoğun olduğu il ise Bremen’dir Almanya’daki Müslüman nüfusun yoğunluğu 20. Yüzyılda yapılan iş gücü ithalatıyla gerçekleşmiştir. Bu ithalat 1973 yılında durdurulmuştur. Müslümanlar ülkede 5 milyon civarındadır. Bu sayının %76sını ise Türkler teşkil etmektedir (Bakır, 2018: 7) Almanya’daki ile yoksulluktan en çok etkilenen gruplar %59 la işsizler, %33.7 ile yabancılar, % 27.7 ile göçmenler oluşturmaktadır. Yine OECD raporuna göre Almanya’daki yoksulluktan en çok etkilenen grup Almanya dışında bir kökene ait olanlar olduğu tespit edilmiştir (Bakır, 2018: 14)
Tüm bunlar, global dünyada artarak devam eden gelir dağılımı eşitsizliğini ve bunların sonucu olarak ortaya çıkan “yoksulluk” kavramını mercek altına almayı gerektirmektedir.
3. Yoksulluk Kavramı
Yoksulluğun tek ve geçerli bir tanımını yapmak zordur. Bu tanımlar dönemlerin şartlarına göre değişmiştir. Farklı ülkeler kendi kriterlerini belirlemişlerdir. Bu farklılıkları belirginleştirip kategorileştirmek için “mutlak yoksulluk”, “göreli yoksulluk” “insani yoksulluk gibi kategoriler yapılmıştır (Emin, 2018: 2). Avrupa’da yaşayan Müslüman göçmenlerin yaşam zorluklarını ve bunların ekonomik-siyasi alt yapısını analiz edebilmek için yoksulluk kavramı genişleterek işlenecektir.
3.1 Mutlak Yoksulluk
Bireyin sadece yaşamını sürdürebilmesi için gerekli en temel insani ihtiyaçlarını karşılayabilmesi durumudur. Mutlak yoksulluk kategorisindeki kişilere yardım edilmediğinde bu kişiler ölüm tehlikesiyle karşı karşıyadır. Dünya Bankası’nın (SAGP) kriterlerine göre 1.9 doların altında geliri olanlar açlık, 3.1 doların altında geliri olanlar ise; yoksulluk sınırı altında yaşamaktadırlar (Emin, 2018: 4). Mutlak yoksulluk, aynı zamanda insanların biyolojik olarak kendilerini üretebilmeleri için gerekli olan asgari gelir ve tüketim harcamalarıdır. Yaşamı idame ettirebilmek için gerekli asgari gıda ihtiyaçları ya da kaloriyi esas alması mutlak niteliğini kazandırmaktadır ((Aktan ve Vural, 2002: 5; Batrakova, 2011:118-119).
1990 yılında Dünya Bankası tarafından yapılan bir çalışmada insanların yaşamını sağlıklı bir biçimde devam ettirebilmeleri için günlük olarak 2400 kalorilik gıda sepetinin fiyatı, “mutlak yoksulluk” sınırı olarak belirlenmiştir. Fakat aynı yıl Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından yapılan araştırmada kişi başı kalori ihtiyacının sabit olmadığını ve ülkelerin gelişmişlik düzeylerine göre değişim gösterdiğini belirtmiştir. Bu araştırmaya göre gelişmiş ülkelerde günlük kalori 3390, gelişmekte olan ülkelerde ise 2480, gelişmekte olan ülkelerde yaşayan insanların günlük kalori ihtiyacı 2070 olarak belirlenmiştir. Yine UNDP, mutlak yoksulluk sınırını ABD doları üzerinden belirleyerek azgelişmiş ülkeler için kişi başı günlük 1 $, Latin Amerika ve Karayipler için 2 $, Türkiye ve Doğu Avrupa için 4 $ ve gelişmiş ülkeler için 14 $ olarak belirlenmiştir (Benli ve Yenihan, 2018: 5; Aksenova, 2014:3-4) Gelişmiş ülkelerde mutlak yoksulluk sınırı çok yaygın değildir. Buna rağmen ulusal yoksulluk standartları mevcuttur ve temel sosyal yardıma ihtiyaç duyan aileleri belirlemek için başvurulur (Gordon,1994: 18-19).
3.2 Göreli Yoksulluk
Göreli yoksulluk kategorisindeki kişiler günlük ihtiyaçlarını karşılayabilmelerine rağmen, refah seviyeleri satın alma güçleri bulundukları ülkelerin genel refahından aşağıdadır (Emin, 2018: 5) Göreceli yoksulluk çizgisi hesaplanırken ilk önce araştırmanın yapılacağı sosyal topluluğun ortalama refah seviyesi belirlenir ve refah ölçüsü olarak hem gelir düzeyi hem de tüketim düzeyi belirlenebilir. Daha sonra bu düzeyin belli bir oranı, yoksulluk çizgisini verir (Yıldırım, 2011: 63; Masleev, 2001: 6-7)
Göreli yoksulluk bir bireyin/grubun yaşam düzeyini kendisinden daha yüksek bir gelir grubu ile karşılaştırması sonucu ortaya çıkan bir olgudur. Aynı zamanda göreli yoksulluk, bireyin sosyal ve kültürel ihtiyaçlarıyla ilgili bir kavramdır. Göreli yoksulluk “bireyin insanca bir yaşam sürdürebilmesi için yaşadığı toplumsal çevredeki temel altyapısal, sosyal ve kültürel ihtiyaçlarını karşılayamamasını ve birçok şeyden yoksun olmayı ifade eder” (Topgül, 2013: 280).
Yukarıda zikrettiğimiz Avrupa’da yaşayan Müslümanların ekonomik ve refah seviyelerini bulundukları ülkelerin yerlilerinden daha alt seviyede olması, daha düşük ücretlerle çalışmaları gibi gerekçelerle Avrupalı Müslüman yoksulluğunun “göreli yoksulluk” kategorisine daha yakın olduğu görülebilmektedir.
3.3 İnsani Yoksulluk
İnsani yoksulluğun kapsamı okur-yazarlık, yetersiz beslenme, ana-çocuk sağlığını yetersizliği gibi temel hizmetlerdeki eksikliklerdir (Emin, 2018: 5) Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın (UNDP) 1997 yılında yayınlanan İnsani Gelişme Raporu’nda ilk defa “İnsani Yoksulluk” kavramı kullanılmıştır. İnsani yoksulluk kavramı insani gelişme ve insanca yaşam için parasal olanakların yanı sıra temel gereksinimlerin karşılanabilmesi için iktisadi, sosyal ve kültürel bazı olanaklara sahip olmanın gerekliliğine dayanmaktadır. Mutlak ve göreceli yoksulluk kavramlarını içermekle birlikte daha geniş ve kapsamlı bir kavram olarak ele alınmıştır. İki kavramı içeren, ama bunlardan daha kapsamlı olan insani yoksulluk kavramı insanın mal, hizmet ve altyapıya erişimini engelleyen ya da kısıtlayan yoksulluğun insani boyutu olarak nitelendirilmektedir. İnsani yoksulluğu ölçmek için geliştirilen İnsani Yoksulluk Endeksi (Human Poverty Index) 1)Yaşam süresinin kısalığı; 2)Temel eğitim hizmetlerinden mahrumiyet; 3)Kamusal ve özel kaynaklara erişememe gibi insani gelişim açısından ortaya çıkan mahrumiyetleri, yoksulluğun boyutlarını ve insani gelişim dışında kalmış kişilerin oranını ölçmektedir (Topgül, 2013: 282-283)
Müslümanların bulundukları ülkelerin refahından kısıtlı düzeyde faydalanabilmesi, gettolarda sürdürdükleri yaşam ve çocuklarının düşük kaliteli okullarda eğitim görmek zorunda olmaları, bulundukları ülkelerde “insani yoksulluk” sınırında olduklarını göstermektedir.
3.4 Yeni Yoksulluk – Nöbetleşe Yoksulluk
Yeni yoksulluk kronik işsizlikle karşı karşıya kalan, ekonomik, sosyal ve siyasal olarak dışlanan, yoksulluklarıyla baş etmek için hiçbir ümidi kalmayanlardır (Işık ve Pınarcıoğlu, 2015: 73). Yeni yoksulluk toplumsal dışlanma riski taşıyan, kenarda kalan, ekonomik ilişkiler açısından sistemle bütünleşmesi giderek zorlaşan bir tabakaya işaret etmektedir. Yeni yoksulluk kavramı, toplumsal dışlanma, alt sınıf ve kenardalık kavramlarıyla tanımlamaktadır. Örneğin Fransa’da yeni yoksulluk “dışlanma” söylemiyle açıklanırken, Amerika’da “sınıf altı” kavramı öne çıkmaktadır. Yeni yoksulluk “kentsel mekanların gökdelenleri altlarında ve metro banliyölerinde karton kutular üzerinde sürdürülen yaşamlarla sembolize edilmektedir” ve büyük kentlerin kenar mekanlarına yerleşerek kendi yaşam çerçevesinde bir kültür atmosferi oluşturmaktadırlar (Topgül, 2013:284; Karakaş, 2010: 9).
İngiltere! de Müslümanların yaşadığı genel dezavantajlı durumalr “Müslüman Penalty” veya “ Müslüman Effect” olarak adlandırılmaları, Fransa’daki banliyöler, göçle birlikte oluşan melez kültüründeki yoksulluk motifleri burada nöbetleşe yoksulluk kapsamına girdiğini göstermektedir.
Yoksulluğun türlerine ve bunların ülkeler arasındaki farklılıklarına değindikten sonra yoksulluğun nedenlerine ve bunların göç olgusuyla ilişkisine değinilecektir.
4. Yoksulluğun Nedenleri
Yoksulluk; ülkelere, bölgelere, cinsiyete, hane halkı özelliklerine göre değişkenlik gösterebilmektedir. Yoksulluğun nedenleri incelenirken genel olarak iki temel yaklaşım kullanılmaktadır. Bunlardan ilki yoksulluğun sosyo-ekonomik ve yapısal sorunlardan kaynaklandığını ileri süren yaklaşımdır. Küreselleşme sürecinde gelirin ülkeler arasında adil dağılmaması, gelişmekte olan ülkelerin tasarruf, yatırım, eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik harcamalarının yetersizliği sosyo-ekonomik ve yapısal nedenler içinde sıralanabilir. Bu kap-samda, yoksul kişilerin iradeleri dışında gelişen ekonomi politikaları, fırsat eşitsizliği ve işgücü piyasalarının yetersizliği gibi nedenler de yoksulluğun oluşumunda etkili faktörler olarak kabul edilebilir. İkinci yaklaşım ise, kişisel beceri ve yetenekler, çalışma azim ve disiplini, kişisel kararlar ve hatta şans faktörü gibi yoksul kişilerin kendisinden kaynaklanan nedenlerdir. Hangi nedenin daha önemli olduğu, ülkeye, döneme ve yoksul gruba göre değişiklik gösterebilir. Her iki yaklaşımın da kendi içinde tutarlı ve etkileşim içinde olduğu göz ardı edilmemelidir. Yoksulluğu oluşturan sosyo-ekonomik ve yapısal sorunlar yoksulluğun makro nedenlerini, kişilerin kendisinden kaynaklanan durumlar ise mikro nedenleri ifade eder. (Şenses; 2006: 145-6).
Müslümanların Avrupa’da yaşadığı ekonomik zorlukları ve Müslüman yoksulluğunun makro ve mikro nedenleri üzerinde durum tespitleri yapılacaktır.
4.1. Yoksulluğun Makro Nedenleri
Yoksulluğun makro nedenleri genellikle bireyin kontrolü dışındaki olaylar-dan kaynaklanmaktadır. Küreselleşmenin etkileri, nüfus artışı, enflasyon, ekonomik kriz ve büyüme hızları, tasarruf ve yatırım oranlarındaki yetersizlikler, düşük rekabet gücü, mali nedenler, kaynakların etkin kullanılmaması ve yolsuzluklar, sosyal güvenlik sistemlerinin yetersizliği, işgücü piyasasındaki yapısal bozukluklar ve işsizlik, doğal afetlere de neden olabilecek düzeyde coğrafi farklılıklardan kaynaklanan mekânsal nedenler ve en nihayetinde siyasi nedenler yoksulluğun başlıca makro nedenleri olarak sıralanabilir (Şenses; 2006: 143) Aşağıdaki başlıklarda bu kapsamda incelemeler yapılmıştır
4.2. Dünyadaki Eşitsizlik ve Yoksulluk İlişkisi
Dünya’da en zengin 42 kişinin mal varlığı, dünya nüfusunun % 50 sine tekabül eden 3.6 milyar insana eşittir. En zengin 10 ülkenin geliri en fakir ülkenin gelirinin tam 77 katıdır. Son 50 yıldır refah seviyesi sürekli artan dünyamızda yoksulluğun halen ciddi bir sorun teşkil etmesi, büyümeden elde edilen karların toplumlar arasında adaletsiz bir şekilde paylaşılması sebebiyledir. (Emin, 2016: 2) Kısacası yoksulluk bu gelir eşitsizliğinden kaynaklanmaktadır. Gelir eşitsizliği, hane halkı veya bireysel olarak- gelirin ekonomiye katılanlar arasında adil olmayan bir şekilde paylaştırılmasıdır. Söz konusu eşitsizlik, genellikle bir ülke yurttaşları arasındaki farklılıklara işaret etmekle birlikte küresel veya bölgesel boyutlarda da ifade edilebilmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, eşitsizlik ve yoksulluk arasında fark olduğudur. Eşitsizlik insanların yaşam standartları arasındaki farkları ortaya koyarken, yoksulluk, hayatlarını insanca koşulların altında yaşamak zorunda kalanları göstermektedir (Ar, 2015: 189).
Eşitsizlik sadece gelirin adaletsiz paylaştırılmasından ibaret değildir. Servetin adaletsiz paylaştırılması, sağlık ve eğitim hizmetlerine erişim imkânlarındaki farklılıklar; bölgelere, dinlere ve ırklara göre yapılan ayrımcılıklar da eşitsizlik kavramının bileşenlerini oluşturmaktadır. Gelir eşitsizliğinin yüksek olduğu bir ekonomide büyümede elde edilen karlar genellikle toplumun üst tabakaları arasında paylaşıldığı için toplumdaki yoksulluk azalmamaktadır. Aynı zamanda eşitsizlik, suç oranlarının artmasına, sosyal çalkantıların ve şiddetin tırmanmasına da neden olabilmektedir (Emin, 2016: 3) Sosyal ve ekonomik sorunlar dışında, zengin ve fakirler arasındaki gelir farkının son yıllarda katlanarak artması, ahlaki açıdan da kabul edilemez boyutlarda olduğu için, eşitsizlik konusu dünyanın geleceği açısından büyük önem arz etmektedir.
İNSAMER’in Avrupa Müslümanları yaptığı araştırmada, Müslümanların yerel halka göre çok daha düşük kaliteli konutlarda yaşadığı, ikamet ettikleri mahallelerde altyapı sorunlarının bulunduğu, kalifiye olmayan işlerde ve düşük ücretlerde çalıştıkları ve Avrupa’nın refahından yerel halk düzeyinde istifade edemedikleri tespit edilmiştir (Albayrak 2021, Bakır 2017-2018). Avrupa Devletlerinin vatandaş veya göçmen durumundaki Müslümanlara çifte standart uygulayarak gelir adaletsizliği yaratacak politikalar uygulamaktadır.
4.3 Ekonomik Krizler
Bazı krizler ülke ya da bölge bazında yaşanırken bazı krizler ise küresel çapta yaşanmaktadır. Farklı nedenlerle çıkan ekonomik krizler sonucunda mal ve hizmet talebi düşmekte, üretim azalmakta ve iş yerleri işçi çıkarmakta hatta kapanabilmektedir. 2008 küresel ekonomik krizi, dünya çapında kayıtlı işsiz sayısını 27 milyonun üzerinde artırmıştır. Bu rakamın kayıtlanmayan büyüklüğünün 50 milyonu aştığı da ifade edilmektedir. (Tikhonova, 2011). İşsizliğin artmasıyla gelir yoksulluğu yaşanmaktadır. İşsizlik ödenekleri yeterli değil ise, işsizlik sigortasından yararlanmanın şartları ağır ise, ekonomik kriz yoksul-luğun şiddetini arttırmaktadır. İnsani ve Sosyal Araştırma Merkezi’nin (İNSAMER) Almanya, Belçika, İsveç İsviçre, İngiltere, Fransa gibi ülkelerde yürüttüğü çalışmalarda (Bakır 2017, 2018, 2020), ( Emin, 2018) Müslüman göçmenlerin yaşadıkları ülkelerde bir yük olarak algılanmalarının, dışlanmalarının ve ekonomik zorluğa düşmelerinin en büyük sebeplerinden biri 2008 ekonomik krizidir. Raporlara göre; daralan Avrupa ekonomilerinin ilk gözden çıkarmak istedikleri gruplar Müslüman işçilerdir. Süreç içerisinde, statülerini, işlerini kaybeden Müslümanlar gözden düşmüşlerdir.
4.4 İşgücü Piyasasından Kaynaklanan Nedenler ve İşsizlik
İşsizlik; bireyin cari ücret düzeyinden çalışmaya razı olmasına rağmen iş arayıp bulamaması nedeniyle çalışmamasıdır. Yaşamak için alternatif geliri olan ve yeni bir gelir elde etmek amacıyla iş aramayan ve çalışmayan kişiler bu anlamda işsiz sayılmaz. Belirli bir gelir elde etmek amacıyla ekonomik faaliyette bulunmak isteyen kişi bunu başaramazsa gelir yetersizliği ile karşı karşıya kalır ve bu durum yoksulluğu getirir.
İşsizliğin en önemli nedenlerinden biri de yapısal problemlerdir. Ekonomik büyümenin yeterli iş yaratamaması, bireylerin iş bulamamasına ve dolayısıyla gelir elde edemeyip yoksullaşmasına neden olabilir. Sendikalaşmanın yetersiz olması da çalışanların milli gelirden yeterli payı alamamalarına neden olabilir. Günlük, geçici, kısmi ya da belirli süreli çalışanlar büyük ölçüde eğreti ve güvencesiz istihdamın içinde yer alırlar. Çalışma hayatındaki eğretilik beraberinde çalışan yoksullar sorununu getirir. Günde birkaç saat ya da yılda iki üç ay çalı-şanlar, iş sözleşmesi belirli süreli olanlar, evlerde fason üretim yapanlar büyük ölçüde gelir yetersizliği ve Dünya genelinde istihdam edilenlerin yaklaşık 1,5 milyarı kendi hesabına çalışma, ücretsiz aile işçiliği gibi tipik olmayan güvencesiz ve eğreti işlerde çalışmaktadır. Söz konusu sayı, dünya genelinde istihdam edilenlerin yaklaşık %46’sını oluşturmaktadır (ILO, 2016).
Belirtilen durum çalışan yoksulların da ortaya çıkmasına yol açmaktadır. 2015 itibariyle dünya genelinde yaklaşık 327 milyon kişinin günlük 1 A.B.D. doların altında 967 milyon kişinin ise günlük 1,90 ile 5 A.B.D. dolan arasında gelir elde ettiği tahmin edilmektedir. 2000’den bu yana çalışan yoksul sayısındaki artış sadece dünya genelinde değil Avrupa’da da artış göstermektedir yoksulluk ile karşı karşıyadır.
Bakır’ın 2017 yılında Avrupa Müslümanlarının ekonomik durumları üzerine yaptığı araştırmaya göre; Avrupa’da yaşayan Müslümanların %50si işsizlikle karşı karşıyadır. Yine Bakır’ın yaptığı araştırmaya göre; Müslümanlar iş görüşmelerine çağrılmamakta ya da başvuruların büyük bölümü yanıtsız bırakılmaktadır (Bakır, 2017: 3). Avrupa’daki Müslüman yoksulluğunun en büyük sebeplerinden biri Müslümanların iş sahalarının daralması, geçici işlerde çalıştırılmaları, iş ücretlerinin yerli halka oranla düşüklüğü olarak karşımıza çıkmaktadır.
5. Yoksulluğun Mikro Nedenleri
Yoksulluğun mikro nedenleri aşağıda hane halkı özellikleri, cinsiyet eğitim ve göç başlıkları altında incelenmektedir.
5.1. Hane halkı Özellikleri
Ailede çocuk sayısı arttıkça yoksul olma ihtimali artmaktadır. Gelir seviye-si düşük olan aileler geleceklerini garanti altına alabilmek için daha çok çocuk yapmakta ve yoksulluk zincirinden kurtulamamaktadır. Yoksul ailelerin bir kısmı, çocuklarının eğitimlerine önem vermektense küçük yaşta işe girmelerini yeğleyebilmektedir. Oysa gelir seviyesi yüksek olan aileler çocuklarına daha iyi eğitim verebilmek için çocuk sayılarını düşük tutmaktadır (Özçelik ve Önder, 2016: 35)
Vatandaş’ın 2019 yılında yaptığı araştırmaya göre Rakamsal olarak; Avrupa’da Müslümanların nüfusu yükseliş eğilimdeyken yerleşik Avrupalıların nüfusu ise %1,6 olan doğurganlık oranı nedeni ile giderek düşmektedir. Belirli sınırlardaki bir coğrafyanın nüfusunun göç almaksızın tazelenebilmesi için doğurganlık oranının en az %2,1 olması gerekmektedir. Avrupa’daki Müslümanların doğurganlık oranı ise %2,6’dır (Vatandaş, 2019: 5) Özetle; Avrupalılar yüksek doğurganlık oranlarına sahiptir. Yerli halka göre kalabalık ailelerde yaşadıkları için harcamaları artmakta ve gelir- gider dengesinin bozulduğu durumlarda yoksulluğa düşmektedirler.
5.2 Cinsiyet
Toplumsal cinsiyet eşitsizliği yoksulluğun bir nedeni olarak ortaya çıkabilmektedir. Kadınlar geleneksel cinsiyete dayalı iş bölümü, ev işleri çocuk ve yaşlı bakımı gibi işleri üstlendikleri için işgücüne katılamamaktadır. Yetersiz eğitim, kadının çalışmasına ilişkin olumsuz tutumlar kadını çalışma hayatından uzaklaştırmakta ve gelir elde etmesini engellemektedir. 28 AB üye ülkesini inceleyen bir çalışmada kadınların istihdam artışı için uygulanan teşvik politikalarına rağmen kadınlarda yoksulluk riski daha yüksek olduğu tespit edilmiştir. Çünkü kadınlar, düzensiz işlerde, düşük ücrette çalışma olasılığı erkeklere oran-la daha fazladır (Kiausien e, 2015: 100).
Cinsiyet meselesinin Avrupa’lı Müslüman kadınların yoksulluğuyla ilişkisi onların iş yaşamına ve eğitim hayatına katılmalarına engel faktörlerden biri olan ve kanunlarca yaptırımlar uygulanan “başörtüsü” mesesiyle ilişkilidir. Müslüman bir “kadın”, inancının ve kimliğinin bir parçası olarak örtünmekte bu da Avrupa ülkelerinde çeşitli yaptırımlarla karşılanmaktadır. Bu yaptırımların Müslüman kadınların iş ve eğitim hayatını doğrudan, onların yoksulluğunu isse dolaylı yollarla etkileyebileceği çok açıktır.
Başörtüsü meselesinin en hararetli biçimde kamuoyunda tartışıldığı ülkelerinde başında Fransa gelmektedir. Fransa’da başörtüsü sorunu 1989 yılında Creil’de üç Müslüman kız öğrencinin başörtülü olarak derslere katılmayı talep etmesiyle ortaya çıkmıştır. Kamuoyunda “Başörtü Vakası” (l’affaire du foulard de Creil) olarak bilinen olay, bu üç öğrencinin baş örtülerini çıkartıp derslere girmesiyle geçici olarak çözülmüş görünse de aslında günümüze kadar devam eden başörtüsü tartışmalarının fitilini ateşlemiştir. 1994 yılı Eylül ayı itibarıyla Fransa’da başörtüsü takan kız öğrenci sayısı 700’e ulaşmış ve benzer vakalar sıklıkla yaşanır olmuştur. Siyasilerin hem de medyanın desteğiyle eğitimde başörtüsüne karşı kampanya başlatılmış ve nihayetinde dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’a bu konu hakkında sunulan raporun da etkisiyle 15 Mart 2004’te ilk ve orta dereceli okullarda dinî sembollerin kullanılması Ulusal Meclis’in aldığı kararla yasaklanmıştır. (Albayrak, 2021: 5)
Emmanuel Macron’dan önceki Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy döneminde de kamuoyunun “Burka Yasası” olarak nitelendirdiği kararla 2010 yılında kamuya açık alanlarda yüzü kapatan giysiler giyilmesi yasaklanmıştır. Söz konusu yasa, insan haklarını ihlal ettiği gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşınmış ancak AİHM yasanın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne uygun olduğuna hükmetmiştir (Albayrak, 2021: 6)
Son olarak öğrenci velilerinin okul gezilerine başörtülü şekilde katılmalarını yasaklayacak bir düzenleme yapılması konusu gündeme gelmiş ve Ekim 2020’de Fransız Senatosu’nda yapılan oylamayla 114 hayır oyuna karşılık 163 evet oyuyla söz konusu yasaklamanın da önünü açılmıştır.
Bugün Fransa’da başörtülü kadınlar hem 1989 yılında Creil’de başlayan süreç sonunda alınan karar sebebiyle hem de politikacıların ve medyanın yönlendirmeleriyle yoğun bir taciz, saldırı ve aşağılamaya maruz kalmaktadır. Bu tacizler çoğunlukla kamusal alanlarda yaşanmasına rağmen Müslüman kadınlar alışveriş merkezi, metro, otobüs, spor salonu, park gibi gündelik yaşam içindeki sıradan mekanlarda dahi sözlü ve fiziksel tacize ve şiddete maruz kalabilmektedir. 2014 yılında yayımlanan CCIF raporuna göre, Fransa’daki İslamofobik davranışların %80’i ayırt edici unsur da çoğunlukla başörtüsüdür (Albayrak, 2021 : 7)
Müslüman kadınların, kamusal alanda dinsel kimlikleriyle görünümleri cezayi müeyyediler, sözlü tacizler, psikolojik yıpratmalarla baskı altına alınmakta ve istedikleri şekilde iş ve eğitim hayatında var olmaları engellenmektedir. Bu engellemelerin akademik hayatındaki başarısızlığına ve akabinde iş hayatındaki başarısızlığa yol açabileceği açıktır. Bu durum Avrupa’daki Müslüman yoksulluğunu besleyen “farkedilmeyen” faktörlerden sadece biridir.
5.3 Eğitim
Geliri yüksek aileler eğitime gelir seviyesi düşük ailelere göre daha çok önem vermektedir ve nispeten daha çok eğitim harcaması yapmaktadır. Çocuklarının eğitimlerini özel okullarda ya da daha merkezi devlet okullarında sürdürmelerini sağlamaktadır. Daha donanımlı, yabancı dile ağırlık veren, sosyal aktiviteleri zengin programlarla donatılmış okullardaki eğitim ile kalabalık sınıflarda yeterli donanıma sahip olmayan kırsaldaki ve şehirlerdeki kenar mahalle okullarındaki eğitim birbirinden farklıdır. Eğitim seviyesi yüksek olan ailelerin çocukları hem iyi eğitim almakta hem de ebeveynleri rol model alabilmektedir. Hane reisinin işsiz olması, evin gelir ihtiyacı gibi nedenlerle çocuklar, ilköğretimi terk etmekte ve aileye gelir getirmek için çalışma hayatına atılmaktadır. Okulu terk eden çocukların annelerinin eğitim seviyesi çoğunlukla düşüktür, meslekleri yoktur ve ev hanımıdırlar (Özdemir, 2010: 90-92).
Yine İNSAMER’in güncel verilerine göre, istisnasız tüm Avrupa ülkelerinde Müslüman ailelerin çocukları, yerel ailelerin çocuklarından daha başarısız, oransal olarak daha erken okuldan ayrılmakta, üniversiteye ise oransal anlamda daha düşük sayılarla devam etmektedir. Bu durumda; Müslümanların gettolara sıkıştırılması, sadece işçi yetiştiren okullara yönlendirilmesi, dil ve kültür farklılıklarının eğitim politikalarına dahil edilmemesi, okullarda yaşadıkları ayrımcılıkların büyük önemi vardır (Albayrak; 2021: 5-8)
Meseleye Almanya özelinde göz atacak olursak; Almanya’da okuldan erken ayrılma oranı %10,2’dir. Yerli çocuklarda bu oran %8,2 iken göçmenlerde yaklaşık üç katı artarak %23,2’ye çıkmaktadır. Başarı ortalaması önceki yıllara nazaran %5 oranında artan Almanya’da matematikte, okuduğunu anlamada yerli çocukların başarı oranları ile göçmen çocukların başarı oranları arasında uçurum vardır. Yerli çocukların %11,8’i eğitim alanında genele kıyasla yetersiz kalırken bu oran göçmen çocuklar için %42,2’dir (Bakır, 2018: 14)
Belçika’daki veriler ise; göçmen kökenli çocukların yalnızca %2,9’unun eğitimde başarı gösterebildiğini ifade etmiştir. Yerli çocukların yalnızca %10,5’i eğitimde başarısız olarak kaydedilirken, bu oran yabancı çocuklarda %36,9’dur. Belçika’da erken dönemlerde okuldan ayrılan öğrencilerin oranı %8,8’dir. Bu oran göçmen çocuklarda %17,8 iken yerli çocuklarda %7,6 olarak kaydedilmiştir. Belçika’da göçmen çocukların yükseköğrenime katılım oranı da yerli çocuklarla kıyaslandığında düşük bir görünüm sergilemektedir. Bunun da temelinde ailelerin mensup oldukları sosyoekonomik sınıf yatmaktadır (Bakır, 2018: 13) Eğitim hususunda yapılan bir araştırmaya göre, önümüzdeki süreçte göçmenlerin ülke içerisinde maruz kaldığı eşitsizlikler iyileşmekten ziyade daha da artacaktır. Çünkü, ülke içerisinde göçmen nüfusun oranı her geçen gün artmaktadır.
Avrupa’daki Müslüman yoksulluğuna etki eden en önemli faktörlerden biri olarak karşımıza eğitim imkanları çıkmaktadır. Yaşadıkları ülkelerin eğitim imkanlarından yeterince istifade edemeyen Müslüman gençler, tıpkı ebeveynleri gibi kendilerine çizilen görünmez bir dairenin içerisine sıkıştırılmakta, sınırlı imkanlara hapsedilerek kendilerini gerçekleştirmeleri desteklenmemektedir.
5.4 Göç
Göç en genel tanımı ile bireylerin ekonomik, sosyal, siyasal nedenlere bağlı olarak yaşadıkları yeri değiştirmesi olarak tanımlanabilir. Göçler ülke içinde olabileceği gibi (iç göç) ülkeler arasında da gerçekleşebilir (uluslararası göç). Dış göçler sadece göç alan ülkeleri değil aynı zamanda dünyadaki tüm ülkeler etkilenmektedir. Modern ulaşım araçları insanların bir yerden diğer yere göçünü ucuz, kolay ve hızlı hale getirmiştir. Çatışmalar, yoksulluk, insan onuruna yakışır işlere sahip olmama, insanların kendilerinin ve ailelerinin geleceği için arayış içinde olmaları göçü tetiklemektedir. Göç ve yoksulluk birbiriyle yakın ilişki içerisindedir ve küreselleşmeyle birlikte neo-liberal politikalar uygulanmakta ve artan hareket serbestisi bulunmaktadır. Mekânsal olarak dünyanın farklı bölgelerinde, sosyo-ekonomik zorluklar, savaşlar, terör ve doğal afetler gibi nedenlerle insanlar göç etmektedir. Bazen yoksulluktan dolayı göç olgusu yaşanırken bazen de göçten dolayı yoksulluk yaşanmaktadır (Tümtaş ve Ergun, 2014: 2).
Modern kentlere göç eden yoksullar, kente adapte olamamakta, kent fırsatlarından yararlanamamakta ve izole edilmiş hayatlarını sürmektedir. Yoksulluk yüzünden kente göç eden bireyler, ekonomik yetersizlikleri nedeniyle yaşamlarını sürdürebilmek için kente özgün kültürel kalıplar üzerinden hayat tarzı seçerken, sefaletten çıkmaları güçleşmektedir (Aytaç, 2016: 144).
Müslümanların tarih sürecinde Avrupa’ya göçü, entegrasyonda yaşanan zorluklar, krizlerin yarattığı ekonomik daralmalar, kültürel ve ideolojik çatışmalar, kamusal alanda yaşanan ihtilaflar beraberinde Müslüman yoksulluğunu da getirmiştir. Göç başlı başına bir olgu olarak yoksulluk faktörüdür.
Göçün bölgesel yoğunluğu da Avrupalı Müslümanların kaderini etkilemektedir. Pew araştırmasında, Avrupa’da Müslümanların az olduğu coğrafyalarda Müslümanlara karşı bakış daha olumsuzken, Müslümanların yoğun olarak yaşadığı coğrafyalardaki bakışın daha olumlu olduğu görülmektedir. Araştırmada özellikle Doğu ve Güney Avrupa ülkeleri olan Macaristan, İtalya, Polonya ve Yunanistan’da, yani Müslümanların görece az olduğu coğrafyalarda, Müslümanlara yönelik olumsuz bir algının söz konusu olduğu gözlemlenmektedir. Avrupa’da en çok Müslüman’ın yaşadığı Fransa ve Almanya’da ise, her ne kadar çeşitli radikal olaylarla karşılaşılsa da Müslümanları hedef alan olumsuz bakışın daha düşük olduğu görülmektedir (Vatandaş, 2018: 3)
Avrupa’da Müslümanlara Olumsuz Bakış (Kaynak; Pew Research Center)
SONUÇ
Müslümanlar Avrupa’da çok uzun bir süredir yaşamakta ve orada kendilerine ait habitus oluşturmaktadır. Avrupa’daki Müslüman nüfusun yoğunluğu ve İslam dininin Avrupa’da kurumsallaşması özellikle 20.yüzyılda Müslüman ülkelerden yapılan işçi ithalatlarıyla gerçekleşmiştir. Geçici işçi statüsünde konuşlandırılan ve Avrupalı değerlerle buluşturulmayan işçiler, onlardan beklenildiği gibi geri dönüş yapmamış ve zamanla aileleriyle birlikte Avrupalı olmaya karar vermişlerdir. İşçilerin verdikleri kararlar, Avrupa’da kriz etkisi yaratmıştır. Müslümanlar varlığının ülkede kalıcı hale gelmesine hazır olmayan hükümetler, bu durumu dolaylı olarak çözmeye çalışmış ve Müslümanlara caydırıcı olabilecek politikalar uygulamıştır. Entegrasyonlarının geciktirilmesi, asimilasyon çalışmaları ve en önemlisi de küresel veya ulusal çapta yaşanan krizlerde Müslümanların hedef tahtasına konularak günah keçisi ilan edilmelerin sebep olmuştur.
Müslümanların günah keçisi ilan edilmelerinde, tarihi yüzyıllara dayanan doğu-batı çatışmasının yansımalarının etkisi kaçınılmazdır. Müslümanlar artık Avrupa’da omuzlardaki yük olarak görüldükleri için, Avrupa’nın refah dairesinin olabildiğince dışında tutulmaya çalışmakta, belli mekanlara hapsedilerek olası Müslüman etkisinin önüne geçilmeye çalışılmaktadır. Tüm bu politikalar Avrupa’da Müslüman yoksulluğuna sebep olmaktadır. Gerçekleştirilmek istenen şeyler; Müslümanların bağımlı, zayıf ve dejenere olmuş kişiler haline dönüşmeleridir.
Müslüman yoksulluğu, yalnızca dramatize edilmiş bir varsayım değildir. Rakamlarca ve objektif araştırmacıların doğruladığı bir realitedir. Avrupalı Müslümanlar, Avrupa’nın ekonomisine her anlamda katkıda bulunup üretim zincirinde var olmaya devam etse de, hiçbir zaman “öteki” olmaktan öteye geçemeyeceği için, bir Avrupa’nın erişeceği maddi ve psikolojik refaha ulaşamamıştır.
KAYNAKÇA
- AKTAN, C.Coşkun (2003), “Yoksulluk Sorunlarının Nedenleri ve Yoksullukla Mücadele Stratejileri, Ankara Hak-İş Konfederasyonu Yayınları
- BAKIR, Zeynep Zülfiye ( 2018) “ Birleşik Krallık ve Müslümanlar” İHH İnsani ve Sosyal Araştırmalar Merkezi, İstanbul.
- BAKIR, Zeynep Zülfiye (2018) “ Almanya’da Müslümanlar” İHH İnsani ve Sosyal Araştırmalar Merkezi, İstanbul.
- BAKIR, Zeynep Zülfiye (2018) “ Belçika’da Müslümanlar” İHH İnsani ve Sosyal Araştırmalar Merkezi, İstanbul.
- BAKIR, Zeynep Zülfiye (2017) “ Batı’nın Krizleri ” İHH İnsani ve Sosyal Araştırmalar Merkezi, İstanbul
- BAKIR, Zeynep Zülfiye (2016) “ Batı’da İnsanı Yardım” İHH İnsani ve Sosyal Araştırmalar Merkezi, İstanbul
- ALBAYRAK, Ayşenır (2021) “ Fransa Müslümanları” İHH İnsani ve Sosyal Araştırmalar Merkezi, İstanbul.
- EMİN, Emin (2016) “ Dünya Eşitsizlik ve Yoksulluk Raporu” İHH İnsani ve Sosyal Araştırmalar Merkezi, İstanbul.
- Ertekin, M. Faruk (2015) “ Norveç ve İslamiyet” İHH İnsani ve Sosyal Araştırmalar Merkezi, İstanbul.
- GORDON , D., Spicker,P., (1999), “The International Glossary on Poverty”, London and NewYork, IPSR Book
- İNSEL A., (2001), “İki Yoksulluk Tanımı ve Bir Öneri” Toplum ve Bilim, (sayı: 89).
- ŞENSES, Fikret (2006), “Küreselleşmenin Öteki Yüzü Yoksulluk”, 2.Basım,İletişim Yayınları, İstanbul.
- OECD (2008), Ekonomik Gelişme Raporu.
- TOPGÜL, S. (2013). Türkiye’de Yoksulluk ve Yoksulluğun Kadınlaşması. Cumhuriyet Üniversitesi. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi.
- VATANDAŞ, Selim (2019) “ Avrupa’da Müslüman Nüfusun Yükselişi Üzerine” İHH İnsani ve Sosyal Araştırmalar Merkezi, İstanbul.
- WORLD B, (1991). Poverty Reduction Handbook, Washington.
- World Bank, World Development Report 2000/2001: Attacking Poverty, New York
Akademik alt yapının verdiği katkı ile Türkiye’deki dini hayatın siyasal ve sosyal boyutunu iktisadi yada sosyolojik bağlamda değerlendirmem mümkünken, Avrupa bağlamında o kadar da iddialı değilim. İşte bu noktada çalışmanız Avrupa’da yaşayan Müslüman nüfusun yoksulluğunu ele alan analizi ile bilgilendirici bir içerik olmuş. Benim anladığım, Müslümanların karşılaştığı zorluklar ve yoksulluk, sosyal ve ekonomik faktörlerin yanı sıra, dışlanma, ayrımcılık ve tarihsel çatışmaların bir sonucu olarak ortaya çıkmakta ve bu noktada Müslümanların toplumsal entegrasyonu ve refahı için daha adil ve kapsayıcı politikaların uygulanmasının ne kadar önemli olduğu görünen o ki argümanlarla da desteklenmekte. Umarım olumlu güncel gelişmeleri en kısa zamanda duyar ve belki de sonraki çalışmalarınızda okuma fırsatı buluruz. Kolaylıklar dilerim.