Sosyal hareketler, sosyoloji başta olmak üzere siyasal bilimler, uluslararası ilişkiler, iletişim bilimleri ve psikoloji gibi birçok disiplin tarafından incelenmektedir. Birey ve grup ilişkisinin oldukça görünür olduğu sosyal hareketlerde, özellikle bireyin merkeze alındığı bakış açıları daha psikoloji temelledir. Bireyin grup içerisinde nasıl hareket ettiği, gruba nasıl dâhil olduğu ve onu içselleştirdiği sosyal hareketlerin anlaşılmasında önemli bir detaydır. Bu çalışma kapsamında sosyal hareketleri incelemek ve anlamak için kullanılan eski paradigmalardan biri olan “Kalabalıklar Kuramı” ve bu kuramın inşasında kurucu bir rol üstlenen Gustave Le Bon’un düşünceleri aktarılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Sosyal Hareket, Kalabalıklar Kuramı, Gustave Le Bon, Kitle Psikolojisi
Sosyal Hareketler Sosyolojisinin Tarihsel Gelişimi
Sosyal hareketler, toplumların gelişiminde oldukça önemli bir oluşumdur. Toplumun canlılığını, devingenliğini gösteren bir unsurdur. Toplumların ilk oluşumundan itibaren daha küçük çaplı ayaklanmalar olsa da kapsamlı ve sistematik bir şekilde sosyal hareketleri ilk olarak Endüstri Devrimi’nde işçi hareketlerinde görmekteyiz. İşçi hareketleri, küresel sermayenin ekonomik sömürü ve siyasal baskılarına karşı, emekten yana olan toplumsal güçlerin geliştirdikleri örgütlü mücadeleler sürecidir. Emek hareketleri olarak ele alabileceğimiz bu hareketler işçileri, kamu çalışanlarını, köylüleri, esnafları yani toplumun ezilen kısmı olarak görülen kesimi de kapsamaktadır.
Disiplinlerarası bir olgu olan sosyal hareketler, özelikle sosyoloji disiplini içerisinde oldukça önemli ama bir o kadar da yeni gelişen bir çalışma alanıdır. Sosyoloji disiplininin ele aldığı sosyal hareketlerin incelenmesi genel olarak iki hat üzerinden ilerlemektedir. İlk olarak eski paradigma olarak adlandırılan ve daha çok işçi hareketleri, köylü hareketleri olarak şekillenen, şiddetin ağırlıklı olarak rol aldığı hareketleri incelemede kullanılan hat vardır. İkincisi ise daha çok birey temelli, hak ve talep amacıyla oluşan ve mekân olarak sınırsızlığa sahip olan kadın, çevre, kent, LGBT gibi sosyal hareketleri ele alan yeni paradigmadır.
Sosyal hareketler sadece çatışma üzerinden ele alınması yanıltıcı olabilir. Çünkü sosyal hareketler aynı zamanda toplum içerisinde kolektif yapıyı da tahsis etmektedir. Toplum gerçekleri ile bireylerin istekleri arasındaki dengesizliklerin sonucu olarak beliren farklılaşmalar sosyal hareketlerin sadece bir yönünü verir. Bu da genellikle toplum kurallarına karşı başkaldırma, protesto ve ajitasyon biçimde ortaya çıkar (Türkdoğan, 2013: 25).Sosyal hareketlerin diğer boyutu ise kolektif davranışların etkisidir. Smelser, kolektif davranış sahasına giren olayları şöyle sıralar; panik tepkisi, çılgınlık tepkisi, düşmanlık tohumlarının yayılması, sosyal ıslahat hareketleri de olmak üzere çeşitli norm- yönelimli hareketler ve son olarak siyasi ve dini ayaklanmalardır (Türkdoğan, 2013: 26). Ancak bu duruma Killian bir eleştiri getirir ve kolektif davranış alanının göz önünde bulundurulmasının sosyal değişmenin kendisinin ihmal edildiğini iddia eder. Killian, sosyal hareketleri sosyal davranışın bir özelliği olarak görmektedir. Buna karşılık sosyal hareketler, aynı zamanda sosyal değişme biçimi olarak da düşünülmektedir (Türkdoğan, 2013: 26).
Sosyal hareketlerin incelenmesi sadece değişen değerler ve normlar kadar, sosyal düzen ve kültürel değişmeyi de kapsamaktadır. Heberle sosyal hareketleri, sosyal düzendeki temel değişimleri kapsadığını ifade ederken Turner ve Killian ise sosyal hareketleri bir grup veya toplumun bir kesiminde değişmeye karşı koyma ve tahrik türü eylem biçimini kolektif olarak yürütme eğilimi olarak tanımlar (Türkdoğan, 2013: 27). Genel olarak bakıldığında sosyal hareketlerin bir ucunda, sosyal hareketlerin hepsinde merkezi bir rol oynayan insanların sosyal ve kültürel değişme sürecine engel olma çabası vardır. Bu çabalar, yeni sosyal ve kültürel biçimlerin meydana gelmesini temel amaç olarak kabul eder. Sosyal hareketlerin diğer ucunda ise bireye yönelik davranış biçimleri rol oynar.
Sosyal hareketlerin bu iki türlü boyutlanması bu hareketlerin incelenmesine de yansımıştır. Birey ve grup arasındaki karşılaşmalar, çatışmalar sosyal hareketleri inceleyen kuramlarda kendini göstermektedir. Eski paradigma olarak görülen süreçte daha çok grup temelli bir bakış söz konusudur. İşçi hareketleri ve köylü hareketleri gibi daha şiddet içerikli, gücü ele geçirme amaçlı ve sadece içinde bulunulan durumdan etkilenen bireylerin katıldığı sosyal hareketler eski paradigma çerçevesinde analiz edilmektedir. Bu tür sosyal hareketler yapısal gerginliğe, ekonomik krize ve modernleşmeye tepki olarak ortaya çıkar. Ancak modernleşme tamamlandığında sosyal hareketlere toplumda daha gerek duyulmayacağını ifade edenler de bulunmaktadır (Çayır, 2016:7).
Eski paradigma kapsamında ele alınan sosyal hareketler incelenirken işlevselcilik, çatışma kuramı, kitle toplumu kuramı ve kalabalıklar kuramı kullanılır. Bu çalışma kapsamında Kalabalıklar Kuramı’ndan detaylı bir şekilde bahsedilecektir. Bu kuramların yetersiz kaldığı düşünülmeye başlanıldığında sosyal hareketlere yönelik olarak yeni bakış açıları da ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu durumu Gençoğlu (2014: 306-307) şöyle ifade etmiştir; klasik sosyal hareketler olarak nitelenen işlevselci ve çatışmacı açıklama modelleri hem eski hem de yeni olarak nitelenen sosyal hareketlerin ortaya çıkış nedenlerine ve süreçlerine ilişkin bir bakış açısı geliştirebilmektedir ancak sosyal hareketlerin işleyişi, değişimi ve özelliklerini aydınlatmada yetersiz kalmaktadır.
Modernleşme, toplumsal yaşamdaki değişimler gibi gelişmelerle sosyal hareketlerin kökeni, işleyişi ve biçimi de değişmiştir. Daha az şiddet içeren, daha çok hak ve talep üzerine inşa edilen ve bireyin merkeze alındığı hareketlerdir. Kent, çevre, kadın ve LGBT hareketleri yeni sosyal hareketler ya da yeni paradigma olarak ele alınabilir. Gerek küreselleşme gerek sosyal medyanın gelişmesi ile doğru orantılı olarak yeni sosyal hareketler daha geniş kapsamlara ulaşmış ve katılımcıları çeşitlilik kazanmıştır. Bu hareketler genellikle Kaynak Mobilizasyonu Kuramı ve Yeni Sosyal Hareketler Kuramı çerçevesinde ele alınır. Bu hareketler yukarıda da ifade edildiği gibi daha çok bireyin merkeze alındığı hareketlerdir.
Gustave Le Bon ve Kabalıklar Kuramı
Antropolog, tıp doktoru ve sosyolog olan Le Bon (1841-1931) 1895’te yayınlanan çalışması ile “Kitleler Psikolojisi” kavramının kurucusu olmuştur. Le Bon, Fransız Devrimi dâhil her türlü devrime ve sosyalizme karşı derin şüpheleri ile tanınır. Kolektif bilinci küçümseyerek, kitleler ile bireyler arasındaki derin ayrılıklara dikkat çeker (Bayındır, 2022: 114). Le Bon’un eserleri Theodore Roosevelt, Benito Mussolini, Sigmund Freud, Adolf Hitler ve Vladimir Lenin gibi isimlerce takip edildiği bilinmektedir.
Özellikle sosyoloji ve antropoloji ile ilgilenerek kavramların anlamlarını farklı toplumların farklı algıladıklarını ortaya koyduklarını gözlemleyerek ırksal bilinçdışı (racial unconscious) kavramını ortaya atan Le Bon, bu yönü ile Herbert Spencer’ın fikirlerinden etkilendiği görülebilmektedir. Spencer’ın sosyal darwinizm söylemindeki güçlü milletlerin hayatta kaldığı iddiasındaki doğal seleksiyon kavramını Le Bon, sosyal psikoloji üzerinden kurmaya çalışarak milletlerin farklı psikolojik zemin yapıları olduğunu savunmuştur. 1895 tarihinde kendisine ün kazandıran Kitlelerin Psikolojisi kitabını yayımlayan Le Bon, kitlenin siyasi sonuçlara etki eden psikolojik boyutları ile ilgilenerek 1912 yılında Devrim Psikolojisi kitabını yayınlamıştır. Dolayısıyla hayatının geri kalanında kitle psikolojisinin siyasi olaylara tesirini değerlendirerek hep bu zeminden açıklamaya çalışmıştır (Aktürkoğlu, 2021: 343-344).
“Kitleler Psikolojisi” adlı eserinde dünyada kitle hareketlerinin giderek artan önemine vurgu yapıp, bireysel bilincin kitle bilinci içinde kaybolduğundan kitle bilincinin kişiliksiz, duygusal ve entelektüel açıdan zayıf olduğunu ortaya koymaktadır. Kitlelere ve dolayısıyla insan aklına duyulan güvensizliğin temsilcisi olarak karşımıza çıkan Le Bon, kolektif bilinçteki zekâ ve ahlak düzeyinin düşüklüğüne vurgu yaparak, halk egemenliği düşüncesine kökten karşı çıkmıştır. Bu düşünceler Le Bon’u entelektüel elitizme götürmüş, hatta ırkçılığa ve faşizme giden yolu açmasını sağlamıştır (Polat ve Durmuş, 2015: 313).
Gustave Le Bon’a göre kitle, ulusları, cinsiyetleri, meslekleri ve kendilerini bir araya toplayan rastgele oluşan bireyler topluluğudur. Ayrıca Le Bon, sadece belli durumlarda insanlar topluluğunun yani kitlelerin bünyesinde bulunan her bir bireyin sahip olduğu özelliklerden farklı yeni niteliklere sahip olduğunu iddia etmektedir. Kitlelerin oluşmasıyla bilinçli kişilik yok olmaya başlar ve bünyesindeki tüm bireylerin düşünceleri ve duyguları sadece tek bir yöne doğru gelişir. Bunun sonucunda ise kolektif bir şuur, bilinç ortaya çıkar. Le Bon bu kolektif bilince “psikolojik kitle” demektedir ( Le Bon, 1997: 19-20).
Le Bon’a (1997: 23-28) göre psikolojik kitlenin en çok göze çarpan özelliği “Kitleyi meydana getiren bireyler kimler olursa olsun; yaşama biçimleri, işgüçleri, karakterleri yahut zekâları ister benzer, ister ayrı olsun, kalabalık haline gelmiş olmalarının onlara aşıladığı kolektif ruhtur. Le Bon’a göre, kitleler halinde olan bireylerde bilinçli şekilde hareket eden kişilik yok olur, bununla birlikte, bilinçaltı ile hareket eden kişiliğin hâkimiyeti ortaya çıkar. Düşünce ve duyguların sirayet yolu ile aynı yöne doğru yönelmesi ve telkin edilen düşünce ve duyguların uygulamasına hemen başlamak istemeleri de kitle psikolojisi içindeki bireyin özelliklerindendir.
İradesine hâkim olamayan bireyler kitleye bağlandığında medeniyet basamaklarında gerilemeye başlar. Le Bon, bireylerin, kendi başlarına iken terbiyeli ve aydın bir kişiliğe büründüklerini ancak kitle halinde olduklarında ise aklın devreden çıktığı, içgüdüleriyle hareket eden vahşi bir yaratığa döndüklerini iddia etmektedir. Çocuk ve olgun olmayan bireylerde görebileceğimiz “hemen kışkırtılmak, kızgınlık, muhakeme yeteneksizlikleri, hüküm verme ve eleştiri yeteneklerinin olmaması, duygulardaki mübalağa” gibi özellikler kitlelerde gözlemlenebilmektedir (Polat ve Durmuş, 2015: 313). Le Bon bu durumu şöyle örneklendirmektedir; tek başına olan biri sarayı ateşe vermeye ya da mağazayı yağmalamayı cesaret edemezken, bireylerin bağlı oldukları kitlelerin ise çokluğun kendisine verdiği güçle bir sarayı ateşe de verebilir ya da mağazayı da yağmalayabilir hatta kitleye yöneltilen ilk telkine kanabilir (Le Bon, 1997: 34). Kitleye dâhil olma aynı zamanda verilen kararlarda da farklılık gösterir. Bireysel olarak verilen kararın tam tersi kitlenin parçası olunca alınabilmektedir. Bu durumu bir nevi hipnotizmaya benzeten Le Bon bunu kitlede bilinçli kişiliğin yitip, irade ile farkındalığın yok olmasına bağlar (Bahadır, 2022: 115).
Le Bon, kalabalığı ilkel, alçak ve korkunç olarak görmektedir. Le Bon, kitleyi yaratan bireylerin daha önce kendilerinde bulunmayan kimi özellikler kazandığını düşünür ve bunu üç nedene bağlar. İlk olarak, bir kalabalık ortasından yaşanmasından dolayı kitle içerisinde bireyin karşı konulmaz bir güce sahip olduğu yolunda bir duyguya kapılması ve bu duyguyla kendini birtakım içgüdüsel isteklerin eline teslim etmesidir. Oysa normalde frenleyebileceği içgüdülerdir bunlar (bağırmak gibi). İkincisi, bulaşım (sirayet), kalabalıkta her duygu, her davranış bulaşıcıdır hem de ileri derecede bulaşıcıdır. Öyle ki bireyin kendi kişisel çıkarını kitle çıkarına feda ettiği görülür. Üçüncü ve son olarak telkinsel yatkınlık, hipnotize edilme. Birey artık davranışlarının bilincinde değildir. Hipnotize edilen kişideki gibi bazı yeteneklerinin silinip gitmesine karşılık bazıları alabildiğince güçlülük kazanır (Freud, 1975: 8-10).
Le Bon’un yaklaşımı, dünyada kitle toplumunun ortaya çıkışıyla karşılaştığı meşruiyet krizine yönelik okunabilir. Le Bon ve bir o kadar Frédéric Le Play sosyolojileri, devrimci çıkışların, ulusal iradenin sosyoloji temaları olarak da giderek güçlendirilmesi uğruna gösterilen çabaların arttığı bir çağda, karşı temalarıyla –kalabalıkların bireysel hallerden farklı olarak nasıl davrandıkları- kendilerine daha rahat yer edinebiliyorlardı. Fakat tabii bu yaklaşım tüm dünyadaki toplumsal olayları ele alış biçimlerine büyük etkide bulunmuştur. Le Bon’un etkide bulunduğu seçkinler ve liderler, Le Bon’un tarif ettiği “aşağı sınıftan” korkuyor ve nefret ediyordu. Buna sebep olan belki de Le Bon’un bu kalabalıklara dair altını çizdiği, kalabalıkların yalnızca “yıkıcı” bir eylemde bulunabileceği, “yaratıcı” bir edim gerçekleştiremeyeceği görüşüdür (Derkuş, 2018: 5).
Le Bon’un bu düşünceleri etrafında “Kalabalıklar Kuramı” inşa edilmiştir. Bu teori de gerçekte rasyonel davranışlar sergileyen bir bireyin, böylesi kolektif ve kitlesel bir eylemin içinde yer aldığı zaman, içinde bulunduğu topluluğun rasyonel olmayan davranış kalıplarını benimseyebileceği düşünülür. Bu uzmanların inanışı, sosyal hareketleri demokratik bir talebin ya da tepkinin kolektif bir dışavurumu olarak değil, toplumsal yapıya zararlı, içinde yıkım ve şiddet eğilimleri barındıran ve önlenmesi gereken bir sosyal problem olarak algılamak yönündedir (Jasper, 2002: 52 akt. Aldemir, 2010: 5). Le Bon’a göre eylem halinde olan kitleleri yönlendiren bir sürü içgüdüsü vardır. Kitleye dâhil olan birey, tek başınayken hissedeceği ve davranacağından farklı hisseder, farklı düşünür ve farklı davranır. Kitle içerisinde bireyin, kendine özgü karakteri silinir (Le Bon, 1997).
Le Bon’a göre eylem halindeki kitleleri yönlendiren güdü, sürü içgüdüsüdür. Kitleler kendilerine özgü bilinçleri olan vahşi organizmalardır. Bu bilinç modern yaşamın baskıladığı ne kadar zararlı içgüdü varsa onu ortaya çıkaran, eylem halindeki bireylerin bilinçli bir şekilde değil, içgüdüsel bir şekilde, daha çok baskıladıkları bilinçaltına dayanarak hareket etmelerine neden olan kontrolsüz bir bilinç durumudur (Çetinkaya, 2008, s. 18-20). Le Bon, sosyal kontrol altındaki uygar bireylerin, kitle içerisinde tek vücut halinde bir canavara dönüşebileceğini vurgulayarak sosyal hareketlerin yıkıcı boyutlarına dikkat çekmektedir. Ona göre, tek başına bir birey ne kadar zararlı olursa olsun toplumsal sistem içerisinde yıkıcı bir etki yaratamazken, kitlesel bir eylemin içerisinde en aklı başında bireyler bile kolektif hareketin etkisiyle kitlesel çılgınlığa katılabilmektedir (Aldemir, 2010: 6).
Genel olarak bakıldığında Kalabalıklar Kuramı ve Gustave Le Bon, sosyal hareketlerin incelenmesinde önemli bir uğraktır. Harekete katılan bireyin içerisinde bulunduğu psikolojik durum hareketin gidişatını hareket açısından olumlu şekilde etkilemekte ve hareketin amacına ulaşmasına destek olmaktadır.
Sonuç
Toplumun canlılığının bir göstergesi olarak sosyal hareketler sosyoloji disiplini içerisinde ihmal edilen önemli bir çalışma alanıdır. Her toplumda geniş ya da dar kapsamlı sosyal hareketler görülmektedir. Bu hareketlerin daha çok görünürlük kazanması ve kapsamının geniş olması Endüstri Devrimi ile bağlantılıdır. İşçi hareketlerin doğuşu ve Fransız Devrimi ile eşitlik ve özgürlük temelli hareketler, sosyal hareketlerin gelişmesinde önemli iki unsurdur. Bu hareketlerin teorik olarak incelenmesinde temel olarak iki hat üzerinden gidilmektedir. İlk olarak eski paradigma adı altında ele alınan işlevselci, çatışmacı, kalabalıklar ve kitle toplumu kuramları kullanılmaktadır. İkinci hatta ise kaynakların mobilizasyonu ve yeni sosyal hareketler kuramı yer almaktadır.
Sosyal hareketler geçmişten bugüne kolektif bir yapıdan birey temelli bir yapıya doğru evrilmiştir. İşçi hareketleri, köylü hareketleri gibi daha çok var olan hoşnutsuzluğun toplu olarak dile getirilmesi ve düzenin tamamen değiştirilmesi düşüncesi ile ortaya çıkan hareketler kolektif bir yapı içindedir. Küreselleşme ve sosyal medyanın etkisi ile bağlantılı olarak sosyal hareketler daha geniş bir kapsama ulaşmış, var olan hoşnutsuzluktan etkilenmeyenlerin de dâhil olduğu bir sosyal hareket biçimleri doğmuştur.
Bu çalışma kapsamında incelenen Kalabalıklar Kuramı, eski paradigma olarak ele alınır ve bu kuramın temelinde kolektif olma vardır. Gustave Le Bon’un düşünceleri üzerine inşa edilen bu kurama göre bir hoşnutsuzluğa dair var olan harekete dâhil olan bireyler bir kitle oluştururlar. Bu kitleye dâhil olan bireylerin tek başına hareket etme, içinde bulunulan durumu sorgulama gibi yetilerinin kaybedildiği ve kitle içerinde ve kitleye göre hareket edildiği vurgulanır. Le Bon bu durumu ‘sürü içgüdüsü’ olarak görür ve kitlenin sahip oluğu bu sürü içgüdüsüyle harekete katılan bireylerin düşünme ve farkındalık yetenekleri kaybolur, birey kitle içerisinde erir.
Le Bon bireyin tek başına yapamayacağı şeylerin kitle içerisinde rahatlıkla yapabileceğini ve bir nevi hipnoz altında olduğunu ifade eder. Sosyal hareketler açısından bu kuram düşünüldüğünde özellikle işçi ve köylü hareketleri göz önüne alındığında kuramın işlevsel olduğu düşünülebilir. Eylemde bulunma, protestoya katılma gibi kitle içerindeki oluşumlara bu kuram çerçevesinde katılan birey bu oluşumlara hiç düşünmeden katılır. Bu durumda sosyal hareketin başarılı olmasında oldukça önemlidir. Birey ne kadar kitleye ya da harekete sadık olursa hareketin başarılı olmasında etkisi artmaktadır.
Kalabalıklar kuramı, yeni sosyal hareketler açısından düşünüldüğünde de anlamlı olabilir ve bir sosyal harekete katılan bireyler hareket içerisinde her şeyi yapabilir. Yürüyüşlerde bulunabilir, boykot yapabilir, sosyal medya üzerinden harekete destekte bulunabilir. Her ne kadar sosyal hareketlerin içeriği ve biçimi değişmiş olsa da sosyal harekete dâhil olan bir bireyler bir şekilde kendisini içinde var olduğu kitle ile özdeşleştirecektir. Bu açıdan sosyal hareketlere bakıldığında Kalabalıklar Kuramı’nın işlevselliğinin sürdüğü düşünülebilir.
KAYNAKÇA
- Aktürkoğlu, M. E.(2021) “Gustave Le Bon’un Kitleler Psikolojisi ve Devrim Psikolojisi Eserlerinden Hareketle Fikri Yapısının İncelenmesi”. Bülent Ecevit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 8/1, 339-354.
- Aldemir, N.C. (2010). “Küreselleşme Karşıtı Sosyal Hareketler”, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Boğaziçi Üniversitesi, Sosyoloji Anabilim Dalı, İstanbul
- Bayındır, O. (2022). Gustave Le Bon ve Kitleler Psikolojisi, Medya ve Kültür, 2(1) 114-118
- Çayır, K.(2016). “Toplumsal Sahnenin Yeni Aktörleri: Yeni Sosyal Hareketler”, Yeni Sosyal Hareketler, Haz: Kenan Çayır, Kaknüs Yayınları; İstanbul
- Çetinkaya Y. D.(2008). “Tarih ve Kuram Arasında Toplumsal Hareketler”, Toplumsal Hareketler, Der: Çetinkaya Y. D., 15-61, İletişim Yayınları, İstanbul
- Derkuş, A.(2018). “Toplumsal Hareketleri Duygu Sosyolojisiyle Yeniden Düşünmek: Temsil Açmazında Yas Ve Melankolinin Siyasal İmkânları”, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Yıldız Teknik Üniversitesi, Siyaset Bilimi Anabilim Dalı, İstanbul
- Freud, S.(1975), Kitle Psikolojisi, Bozak Yayınları, İstanbul
- Gençoğlu, A. Y. (2014). Eski Ve Yeni Paradigmalar Açısından Sosyal Hareketler, Itobiad: Journal of the Human & Social Science Researches, 3(2).
- Le Bon, G.(1997). “Kitleler Psikolojisi”, Çev: Yunus Erder, Hayat Yayıncılık, İstanbul
- Polat, F. Durmuş, A. (2015). Türk Siyasi Düşüncesinde Gustave Le Bon Etkisi: Abdullah Cevdet Örneği. MANAS Sosyal Araştırmalar Dergisi, 4 (5) , 310-328
- Türkdoğan, O.(2013), “Sosyal Hareketlerin Sosyolojisi”, Bilge Kültür Sanat Yayınları, İstanbul