Tarihsel sürece ve eski dinlere baktığımızda doğanın, hayvanların ve özellikle toprağın ne büyük bir öneme sahip olduğunu gözlemlemek mümkündür. Özellikle tarımın hâkim olduğu toplumsal süreçte insan ve doğa arasında çok daha kuvvetli ve bağlayıcı bir ilişki vardır. Bu durumun en temel nedeni o dönemde insanların geçimlerini sağlayabilmek için birinci elden doğaya muhtaç olmalarıdır. Bu nedenle doğanın kutsallığı ve önemi hem dinlere hem de hukuka yansımış, kültürel kodlar bu şekilde oluşmuştur. Doğa ve insan arasındaki dengenin esas bozuluşun sanayi devrimine tekabül eden süreçte yaşandığını söyleyebiliriz. Endüstrileşmeyle birlikte eskiden geçim kaynağı olan doğal kaynaklar artık ekonomik büyüme aracı haline gelmiş, aslında diğer pek çok şey gibi metalaşmıştır. Dolayısıyla bu durum insan ve doğa arasındaki bağı da değiştirmiştir. Doğanın kutsallığı fikri yavaş yavaş evrilmiş ve doğal kaynakların aslında kuvvetli bir sermaye olduğu düşüncesi kabul görmüştür. Bu nedenle sürecin bir devamı olarak eskiden büyük suç sayılabilecek bazı şeyler günümüzde görünmez hale gelmiştir. Çünkü öncelikler, amaçlar ve araçlar tamamen değişmiş, doğal kaynaklar artık yalnızca bir araç haline gelmiştir. Ancak doğal denge dediğimiz şey elbette tüm bu amaçların çok daha ötesinde ve engellenemez bir durumdur. Bu nedenle doğaya, çevreye karşı hassasiyetimizin insanlık ilerledikçe gelişmek yerine gerilemiş olması fazlasıyla tuhaftır. İnsanoğlu doğayı dönüştürmeye başladıkça daha hassas olması gerekirken aslında gittikçe hoyratlaşmıştır. Öyle ki günümüzde çevreye karşı gerçekleştirdiğimiz birtakım eylemlerin suç olduğunun dahi ayırımında olmadığımız bir durum söz konusudur.
“Genel kurallara göre, suçun başlıca üç öğesi vardır. Bunlar, a) Nesnel (maddi) öğe, b) Öznel (manevi) öğe ve c) Yasal öge olarak bilinir. Birincisi, suç işleyen kişinin, çevresinde, belirli bir sonuç doğuran eylemini anlatır. İkinci öge ile, eylem sahibinin kastı anlatılmak istenir. Ama; kimi zaman, savsaklama (ihmal) derecesinde kusur da yeterli sayılabilmektedir. Son olarak, yukarıda da belirtildiği gibi, yasanın, eylemi suç olarak nitelemesi zorunludur. Son zamanlarda sık sık duymağa başladığınız “kent suçu” ya da “kente karşı suç” kavramı, işte bu son ögenin eksik olması nedeniyle, öteki suçlardan ayrılmakta ve teknik anlamda bir suç olmadığı izlenimini vermektedir.” Çevre suçları aslında herkes tarafından işlenebilir ve çoğunlukla işlenmekte olan bir suç türüdür. Firmaların yanı sıra günlük hayatta bireyler de çevre suçlarının kolaylıkla bir paçası haline gelebilmektedirler. Piknik yaparken yangına sebep olmak, yasa dışı avlanmak, nesli tükenmekte olan bir hayvanın ya da bitkinin koleksiyonculuğunu yapmak gibi daha pek çok şey gündelik hayatta sürekli tekrar edilmekte ve aslında toplumdaki pek çok kişi ve gruplar çevre suçu işlemektedir. Üstelik bu suçtan zarar görecek olan kendileri de dahil olmak üzere tüm canlılar ve doğal dengedir. Dolayısıyla burada ironik bir durum söz konusudur. Çevre suçları tüm toplumu, tüm canlıları ve henüz daha doğmamış olan gelecek kuşakları dahi etkileyebilecek kadar kritik, kapsama alanı geniş bir suç türüdür. Ancak bu konudaki cezalar ne yazık ki caydırıcı olmaktan olabildiğince uzaktır. Genellikle çoğu zaman para cezası olarak karşılık bulduğundan özellikle en çok zarara sebep olan firmalar için herhangi bir caydırıcılığı ya da önleyiciliği yoktur. Öte yandan çevre suçlarının bir o kadar da görünmez olması hukuki süreçteki eksikliklerin bir diğer nedeni olarak görülebilir. Çevre suçlarında ortada direkt olarak bir mağdur bulunmadığından özellikle bireysel bağlamda işlenen suçlar çoğu zaman gündelik hayatın bir parçası haline gelmiş durumdadır. Ayrıca bu konuda tam bir tanımlama ve tarifin olmayışı tüm bu muğlaklığın en önemli sebeplerinden biridir. Aslında oldukça önemsiz sayılabilecek bir davranışımız bile çevreyi olumsuz anlamda etkileyecek değere sahiptir. Suçun özüne baktığımızda bir şeye zarar veriyor olmak “suçlu” olmak durumunu ortaya çıkarmaktadır. Ancak burada belki de bu davranışın artık sapma olmayışı aslında suç sayılabilecek bazı davranışları görünmez kılıyor olabilir. Örneğin yere çöp atmak hoş karşılanmaz ancak çoğu kişi çöpü yere atma davranışını bir suç olarak tanımlamayacaktır. Oysa herhangi bir atığın toprakta çözülme süreci oldukça uzundur. Bu açıdan baktığımızda yere çöp atmak suçtur çünkü bu doğal dengeye zarar verecek, toprağı yoracak bir eylemdir. Üstelik tüm canlıların yaşam kalitesini etkileyecek bir durum olduğundan çevre suçlarının kapsamı ve etki alanı oldukça geniştir. Çevre suçlarının büyük bir kısmı da imar kirliliğinden kaynaklanmaktadır. Ancak bu da ne yazık ki fazlasıyla ihmal edilen alanlardan biridir. Bu konuda ne yazık ki çok fazla göz ardı etme durumu söz konusudur. Bir bölgenin imarı yasaklanmış olsa dahi çeşitli yollarla bölge istismar edilmekte ve sonuç olarak imar edilmektedir. Hukuk toplumla birlikte değişen ve şekillenen bir alandır. Dolayısıyla günümüzde çeşitli kurum ve şirketlerin çıkarı doğrultusunda çevreye karşı pek çok suç işlenmekte ancak bütün bunlara göz yumulmaktadır. Çünkü çevre suçları günümüzde belirli kesimlerce ne kadar vurgulanıyor olursa olsun, kapitalist ilkelerle oluşmuş sistem içerisinde göz ardı edilmektedir. Dolayısıyla bu bir düzen haline geldiği için sistem içerisinde çevre suçları gittikçe görünmez hale gelmiştir. İhbar edilen ya da büyük bir etki yarattığı için açığa çıkan olaylarsa genellikle para cezası şeklinde karşılık bulmaktadır. Bu nedenle cezaların da herhangi bir caydırıcılığı yoktur. Fakat tüm bunlar ne kadar göz ardı edilirse edilsin doğal dengeyi ve toplumu oldukça olumsuz etkileyecektir. Özellikle ülkemizde imar konusunda büyük ihmaller söz konusudur. Pek çok verimli tarım toprakları yanlış imar sonucunda ziyan edilmiştir. Ülkede mutlaka belirli bir yeşillendirme çabası vardır ancak var olan ormanların sürekli yok edilmesi gibi bir durum da söz konusudur. Bu nedenle herhangi bir ilerlemeden söz etmek oldukça güçtür.
Son yıllarda uluslararası örgütlerin de etkisiyle aslında doğaya karşı belirli bir algı ve hassasiyet oluşmaya başlamıştır. Geri dönüşüm kutuları ve belirli markalarca yürütülen dönüşümü destekleyen kampanyalar, çevreci hareketler toplumun algısını mutlaka olumlu etkilemektedir. Ancak bu yine de yeterli seviyede değildir ve etki alanı kısıtlıdır. Bu hassasiyetin hukuk dünyasında tam anlamıyla bir karşılığının olmayışı çevreci hareketi yarım bırakmaktadır. Çevre suçlarının azaltılması için toplumun bilinçlendirilmesinin yanı sıra yasalar ve hukuki süreç yeniden düzenlenmelidir. Toplum bu konuda daha çok bilinçlendirilmeli ve en önemlisi “çevre suçları” tam anlamıyla tanımlanmalıdır. Çünkü bu noktada en büyük problemlerden biri bu suçların aslında tam olarak tanımlanmamış olmasıdır. Çoğu kişi çevre suçu olarak nitelendirilebilecek eylemleri suç olarak görmemektedir. Toplumda çevre suçlarına karşı böyle bir hassasiyet ya da tepki yoktur. Bu nedenle çevre suçları hem hukuki bağlamda hem de toplumsal hayatın içerisinde tam bir karşılık bulmamaktadır. Her iki bağlamda da yeni politika ve uygulamalar geliştirilmeli, çevreyi korumak ve çevre suçlarına karşı durmak bir kültür haline gelmelidir. Ancak bu şekilde çevre suçlarının tam bir tanımı ve toplumsal bir karşılığı olacaktır.
CENNET GÖKTEPE – ANKARA YILDIRIM BEYAZIT ÜNİVERSİTESİ
Bilgilendirici bir çalışma. Ellerinize sağlık