Kant insan eylemlerinde önemli bir ayrıma dikkat çeker; kategorik ve hipotetik imperatif. Kategorik imperatifin koşulsuz bir buyruk olduğunu, hipotetik imperatifin ise koşullu buyruk olduğunu söyler. Bu ayrımı örneklerle desteklemek yerinde olacaktır. Biz eylemlerimizi gerçekleştirirken arzularımız ve inançlarımızın etkisinde kalabiliriz. Örneğin; kilo vermek istiyorum ve kilo vermek için yapabileceğim en iyi şey evimin karşısındaki spor salonuna yazılmaktır. Eğer ben o spor salonuna yazılırsam zayıflayabilirim. O halde o spor salonuna yazılmalıyım. Bu bir rasyonel yani koşullu buyruktur. Yapmam gereken bir olayı bir nedene bağlıyorum. Bir de eylemlerimizin yalnızca arzu ve inançlarımıza bağlı olmadığı bölümü de olabilir ve hatta arzu ve inançlarımıza ters giden bir eylem türü de olabilir. Örneğin, bugün hiç ders çalışmak istemiyorum fakat yarın matematik sınavım var. O halde ben her şeye rağmen ders çalışmalıyım. Kendi isteğim belki de dışarıya çıkıp arkadaşlarımla bir kahve içmekken ben ders çalışıyorum yani kendi isteğimi yok sayıyorum. Bu durumu ise koşulsuz buyruk olarak adlandırıyor Kant. Görülene göre kişisel beklenti ve çıkarlarımızla ahlaki ödevlerimiz arasında bir ayrımın olduğunu dile getiriyor. Kant’a kadar gelinen döneme kadar ahlak anlayışı mutluluk ahlakıydı. İlk olarak Kant, eylemlerin amacının mutluluk olmadığını ifade etmiştir. Ahlaki bir davranıştan söz edebilmek için birey o eylemden alabileceği çıkarı düşünmeden eylemlerini gerçekleştirmesi gerekir. Yarar ve haz üzerine kurulu ahlak felsefelerine bu yüzden karşıdır. Yararcı bir ahlak felsefesine karşı bir ödev ahlakı tanımlar. Ona göre ahlaki eylem, bütün hissi ve amaçsal etkenlerden arındırılarak, onu sadece ahlak yasasına olan saygıdan doğan ödev bilinciyle yerine getirilmesi suretiyle gerçekleştirilebilir”(Duran,2017:57). İnsanın ahlaklı olması onun bir ödevidir. Örneğin; X kişisi arkadaşının okul ödevlerini yapması konusunda ona yardım etmektedir. Bu durum ödev ahlakına uygun bir davranıştır fakat X kişisinin bunu yapmaktaki niyeti kendisinin olası bir ödevi olması durumunda ondan karşılık alabilme inancı nedeniyle olabilir. Yani kişinin iyilik yapıyor olmasından daha önemli olan şey bu iyiliği hangi niyetle yapıyor olmasıdır.
“Bir fiilin ahlaki olması için sadece vazifeye uygun (pflichtmäßig) şekilde gerçekleşmesi yeterli değildir, aynı zamanda vazife bilincinden (aus Pflicht) dolayı yerine getirilmesi gerekir. Davranışların ahlaki kıstaslara uygun olması ve dışsal şartlara riayet edilmesi hukuki meşruiyet için yeterli olsa da, ahlaki meşruiyet için içsel şartların da yerine getirilmesi iktiza eder” (Duran, 2017: 72).
Kant’a göre bir davranışın ahlaki olup olmadığını söyleyebilmek için ödeve uygun olan davranışların hangi niyetle yapıldığını bilmek gerekir. O kişiyi veya durumu kurtaramamamız ödev ahlakı için sorun değildir çünkü önemli olan niyettir. Ahlak ilkelerini koyan ve uygulayabilecek olan yine insandır. Bu durumda karşımıza irade çıkar. Kant diyor ki, koşulsuz bir iyiden bahsetmek gerekirse bu sadece ‘irade’ olabilir. Bu durumda insanlara yardım etmenin ilke olarak doğruluğunu kabul eden iki insan olsun. Bu insanlardan birine X diğerine ise Y diyelim. X kişisi, içinde insan sevgisini barındırırken Y kişisi insanları sevmiyor ama ikisinin ortak yönü insanlara yardım ediyor olmalarıdır. O halde Kant’a göre hangisinin ahlaki yönden eylemi daha değerlidir? Kant’a göre eylemi ahlaki anlamda değerli olabilecek kişi kesinlikle Y kişisidir çünkü Kant bize diyor ki, kişinin inançlarına, istek ve arzularına ters düşmesine rağmen hiç düşünmeden bir insana yardım etmesi onu ahlaklı kılar. Y kişisi insanları sevmiyor bu durumda insanlara yardım etme gibi bir zorunluluğu da yok ama buna rağmen insanlara yardım ediyor oluşu onu Kant’ın ahlak anlayışına göre ahlaklı kılar.
Aristoteles ise, insanın asıl iyisinin yani doğasına en uygun iyinin mutluluk olduğunu söyler ama burada bir parantez açmak yerinde olacaktır. Mutluluk kelimesi Aristoteles’in anlatmak istediği şeyi tam olarak karşılamamaktadır. Mutluluk genel bir terimdir yani ucu açık bir kelimedir. Bu açıdan bakıldığında herkesin mutluluk tanımı farklıdır ve mutluluğun iyisi, kötüsü veya ahlakı tartışılmaz. Örneğin; seri bir katilin her insan öldürdüğünde mutluluk duyuyor olması da olağandır fakat Aristoteles bu tür bir mutluluktan bahsetmez. Onun mutluluk tanımı daha çok kendini gerçekleştirme üzerinedir. Mutluluğu hazza bağlamaz. Ona göre haz hayvanlarda da olabilen bir şeydir. Bu durumda insanın bir farkı kalmaz. İnsanı hayvandan ayıran en önemli şey zekadır. Tüm canlıların nihai amacı yaşamaktır ama insana özgü olan şey aklını kullanabilme yetisidir. Aristoteles kendini gerçekleştirme hususunda bir takım mesajlar verir:
“insanın kendini gerçekleştirmesi aktivite, yani yalnızca pasif keyif ve zevk değil faaliyetlerimizin kullanılmasını içerir; bu kendine özgü bir biçimde insana ait olan rasyonel kapasitenin kullanımını kapsar; bu aktivite ‘iyi ve düzgün’ bir biçimde gerçekleştirilerek fazilet veya erdemin en iyi, en eksiksiz halini sergilemelidir ve bu bir ömür boyu sürmelidir” (Stevenson vd., 2020:144).
İnsanın insan olarak işlevlerini yerine getirmesi erdeme uygunluktur ve dolayısıyla insanın erdeme uygun davranışlar sergilemesi mutluluğun erdemle bir ilişkisi olduğunu gösterir. Aristoteles, erdemi ikiye ayırır; zeka veya düşünce faziletleri ve karakter faziletleri. Zeka faziletlerini ise kendi içerisinde ikiye böler; teorik ve pratik. Teorik faziletler; entelektüel başarı, bilgi, felsefe… Pratik faziletler ise adından da anlaşılacağı üzere pratikliktir. Gündelik hayatta karşılaşılan sorunları aşabilen, hızlı karar alabilen ve bu kararları bilgece olan kişilerdir. Karakter erdemleri ise alışkanlıkla birlikte ortaya çıkan yani hayatımızda yer verdikçe ortaya çıkan durumlardır. Buna cömertliği ve dürüstlüğü örnek olarak verebiliriz. Yunan felsefesinde pratik bilgelikten ayrı olarak üç erdem daha kabul edilir; ölçülülük, cesaret ve adalet. Aristoteles bu konu hakkında da görüşlerini sunarak, bu üç erdemin sınırlarının çizilmesi gerektiğini ifade eder. Ona göre, cesaret denilen şey korkaklık ve düşünmeden hareket etmenin yani gözü karalığın arasında yer alır. Ölçülü olmak, karşıdakine aşırı hoşgörü göstermekle sofuluk arasındaki bir araçtır. Bir bakıma denge sağlamaktan bahseder Aristoteles. Bilindiği üzere her şeyin aşırısı bireye zarar verir fakat adalet erdemi iki uçluluğa uymaz çünkü aşırı adaletli olmak diye bir şeyin olabilmesi pek mümkün değildir. Aristoteles; kötülük, otokontrol eksikliği ve yabanilik hakkında konuşur. Ona göre, kötülük bir ahlak bozukluğudur yani kötülük doğuştan gelen bir şey değildir. Kişinin yanlış tercihleri, aileden aldığı kötü eğitim veya yanlış arkadaş seçimi gibi durumlarda ortaya çıkan bir durumdur. Kişi bunun gibi sebeplerden ötürü kötü biri olmaya eğilimli hale gelir. Yabanilik, insana dair özelliklerden uzak olan ve tamir edilebilmesi zor olan yatkınlık türüdür. Otokontrol eksikliği ise, kişi kendini kontrol edemez bu yüzden büyük ölçüde kötü olan birinden ayrı tutulmalıdır. Şimdi buna göre, bir tarafta kişi kötü olan bir şey üzerinde otokontrolünü sağlayarak kendisini engeller ve iyiye yönelim gösterir diğer tarafta ise erdemlilik açısından kendisini geliştirebilmiş kişinin kötü arzuları hissetmemesi ve böylece doğru olanı en kolay yoldan gerçekleştirebilmesi durumu vardır. Aristoteles bu ikisi arasında ayrım olduğunu dile getirir. Bu konuyu biraz daha açacak olursak eğer, erdemli insan ile kendine hakim olan insan aynı tartıda yer almaz ona göre. İkisi de doğru olan şeyi yapıyor. Ortada yanlış olarak nitelendirilebilecek herhangi bir şey söz konusu değil. Örneğin; biriyle kavga ettiğinizi varsayalım ve bu kavga o kadar çok büyüdü ki karşınızdaki insanı boğarak öldürmek istediniz fakat bunu yapmadınız yani kendinize hakim oldunuz. Diğer taraftan başka biri aynı kavganın bir benzerini yaşamış, kavga saygı boyutunu aşmış fakat o birey karşısındaki insanı öldürme ihtimalini bile aklına getirmemiş. Bu durumda ikisi de doğru olanı yapmakta ama sizin arzularınız onu öldürmek isterken mantığınız bunu engelledi. Erdemli insanın ise mantığı da arzuları da aynı şeyi söyledi. Bunu kendine hakim olamayan ve kötü insan üzerinde de yapabiliriz. Yani, kendine hakim olamayan bireyin mantığı onu doğru olana yöneltmek isterken birey arzularına yenik düşer. Oysa kötü birey için böyle bir şey söz konusu değildir. Onun mantığı da arzusu da yanlış olanda yani o insanı öldürmek üzerine kuruludur. Yani kötü insanın doğrusu o insanı öldürmektir. Bu durumda Kant’ta verdiğimiz örnekte yer alan X ve Y kişilerine geri dönelim. X kişisi de Y kişisi de insanlara yardım etmektedir fakat X kişisi insanları severken Y kişisi insanları sevmiyor. Bu durumda Aristoteles’e göre, X kişisi erdemli olandır. Y kişisi ise kendine hakim olabilen tarafta yer alır çünkü X kişisi insanları hem sevmekte hem de onlara yardım etmektedir. Yani arzusu ve mantığı birbiriyle çelişmemektedir. Y kişisi ise insanları sevmemesine rağmen onlara yardım etmektedir. Bu hususta onun arzularını yok sayıp mantığıyla hareket ettiğini yani kendisine hakim olduğunu söyleyebiliriz.
Bu verdiğimiz örnek üzerinde Kant ve Aristoteles bağlamında yoğunlaşmak yerinde olacaktır. Kant bize Y kişisinin ahlaki anlamda değerli olduğunu dile getirmişti fakat Aristoteles erdemli olanın X kişisi olduğu yönünde ısrarcıdır. Kant’ın görüşleri doğrultusunda Y kişisinin ahlaklı olduğunu dile getirmesinin nedeni; kişi insanları sevmiyor ve insanlardan herhangi bir beklentisi de yok. Yani herhangi bir çıkar veya istek peşinde de değil ve insanları sevmiyor oluşuyla insanlara kötülük yapmadığı gibi iyilik de yapmayabilir. Sonuç olarak, bir zorunluluğu olmadığı gibi ‘ istek, arzu ve çıkarlarına’ ters düşmesine rağmen o insanı kurtarıyor. Söylemiştik ki, Kant için asıl iyi koşulsuz bir iradedir. Kişinin yaptığı iyilikten çok o iyiliği yapmasının ardında yatan niyet önemlidir. Bu hususta Kant’ın ahlak anlayışı içerisinde Y kişinin ahlaklı olma durumu gayet olağan gözükmektedir. Aristoteles ise burada Kant ile uyuşmaz. Aristoteles Kant ile karşılaşsaydı, “Kant erdem ile kendine hakim olabilen insanı karıştırmaktadır” derdi. Aristoteles’in görüşleri doğrultusunda Y kişisi ancak ve ancak kendine hakim olabilen tarafta yer alır çünkü insanları sevmiyor ama bu sevmeme duygusunu bastırarak insanlara yardım etmektedir. Bu durumda o insan erdemli olamaz olsa olsa kendine hakim olan, otokontrole sahip bir insan olabilir. X kişisi ise içinde bir çelişki barındırmıyor. İnsanları sevdiği için onlara yardım ediyor. Duyguları ve mantığı aynı yönde olduğu için bu insanın erdemli oluşundan bahsedebiliriz.
Kant açısından ahlak, duygulanımlardan gelmez ona göre bu tamamen ‘us’un bir işlevidir. Kant felsefesinde, ahlak anlayışı mutluluğa dayalı değildir. Ona göre, yapılan bir iyilikten çıkar veya haz beklemek yanlıştır. Çıkarsız yapılan bir iyilik ahlaklı olandır. Yapılan iyilik işe yaramasa dahi önemli olan niyettir ona göre. Kant der ki, hiç kimse sizi görmese, yaptıklarınızı bilmese siz yine de iyi olmaya devam eder misiniz? Eğer bu soruya cevabınız evet ise siz ahlaklısınız Kant’a göre. Örneğin, sokakta yürürken bir kadının kapkaççılığa maruz kaldığını gördünüz ve sizi tanık olarak sorguya çektiler. Siz doğru bir ifade vererek oradan ayrıldınız. Doğru ifade vermek ödeve uygun bir davranıştır fakat siz doğru ifadeyi yalnızca korktuğunuz için verdiyseniz bu durumda ahlaklı bir davranışta bulunduğunuzu söylemek Kant’a göre pek mümkün değil. Yani Kant için bir eyleme başlarken niyetinizin ne olduğu önem teşkil eder çünkü insan niyetlerinden sorumludur. Aristoteles’in felsefesi ise mutluluğa ulaşmak üzerinedir:
“Aristoteles’in ahlak felsefesi teleolojik, yani gayeci bir felsefedir. Bu, filozofun ahlak ile ulaşılacak bir gayenin varlığını benimsediği, ahlaki eylemlerin belli bir gayeye matfıf olarak gerçekleştirildiğini ifade ettiği anlamına gelmektedir. Aristoteles’e göre iyi davranışlar nihai olarak tek bir gayeye ulaşmak içindir: mutluluk”( Durak: 2015).
Bu da bana göre Kant’ın koşullu buyruk olarak adlandırdığı durum oluyor. Yani kişinin gayesine ulaşabilmek için iyi davranışlarda bulunması durumu. Bu Kant için doğru değildir.
Aristoteles mantık ve arzular ayrımını yapar. Bir insanın mantığı da arzuları da aynı şeyi diyorsa o kişinin ahlakından söz edebiliriz diyor. Başka türlüsü ancak ve ancak kendine hakim olabilen insan olabilir. Otokontrole sahip olabilen insan ile erdemli insan arasındaki bu ince çizgiye dikkat çeker Aristoteles. Oysa Kant için durum hiç de böyle değil ki aksine bir insan diğerinden hiçbir çıkarı, isteği yoksa veya arzularına hitap etmiyorsa bile yardım ediyorsa bu kişinin ahlakından söz edebiliriz diyordu.
Bana göre, Kant’ın görüşleri daha doğrudur çünkü iyilik denilen şey koşulsuz, şartsız yapılabilendir. Birey, bir başkasına yardım etmeye yeltendiğinde buradan çıkarının ne olacağını düşünmemelidir çünkü bu iyiliğin doğasına aykırıdır. İyilik sadece içten geldiği için yapılmalıdır. Günümüz toplumlarında böyle bir iyilik türü pek kalmamıştır. İnsanlar kendilerine iyilik yapmak için bile bir koşul aramaktadır. Bir şeyler öğreniyorsam o halde bu sınavı yüksek notla geçmeliyim gibi. Oysa bir şeyler öğrenmek kendini her gün yeniden yaratmaktır ve bu kendine yapabileceğin en güzel iyiliktir. Bir şeyler öğrenmek için karşılığında alınacak bir ödül, not veya kriter belirlemek kendine yapacağın en büyük kötülüktür. Günümüzün iyilikleri daha çok ticarete benzemektedir. İnsanlar birisine yardım ettiğinde bunu herkes duysun istiyor ve hatta meşhur olabilmek, haberlere çıkabilmek için iyilik yapıyor. Hiçbir koşul buyurmadan, saf iyilik yapabilmeyi becerebilmek ahlaklı olmaktır bana ve Kant’a göre. Aristoteles’in görüşlerine taban tabana zıt olmadığımı belirterek o, kendine hakim olabilen ile erdemi birbirinden ayırmıştır. Bu ayrımı tamamen yok saymak yanlış olacaktır fakat ben içinde adam öldürmeyi arzulayan biri olsam ama buna rağmen doktor olmayı seçip insanları iyileştirsem… Bu durumda ben arzularımı bastırmış oluyorum. İyiye yönelmiş ve kendimi kontrol edebilen biriyim fakat erdemli olmadığımı söylemek içimde ki o arzuya rağmen insanları kurtarıyor oluşumu görmezden gelmek insanın iyiye olan yönelişini yok eder çünkü insanlar melek değildir. Hiç kimse sadece iyilikle donanmamıştır. Bizler her şeye rağmen, hiçbir çıkar gözetmeksizin sadece iyilik yapmak için iyiliğe yönelirsek o zaman insan oluşumuzdan söz edebiliriz. Sonuç olarak, hangi birimiz sinirlendiğinde karşısındakine vurmak istemedi? Hangimiz sinirlendiğinde kırıcı sözler sarf etmek istemedi? Bizi bu kötülüğe yönlendirmek isteyen gücümüze rağmen biz sırf iyi olanı yapmak istediğimiz için iyi olana yöneliyorsak o zaman bir ahlaktan bahsedebiliriz.
Keşfedin: Orta Çağ Felsefesinin Özellikleri
KAYNAKÇA
- Durak, Nejdet. (2015). “Aristoteles’in Ahlak Anlayışı”, Doğu’dan Batı’ya Düşüncenin Serüveni Antikçağ Yunan & Ortaçağ Düşüncesi, Prof. Dr. Celal TÜRER, Doç. Dr. Hakan OLGUN, İnsan Yayınları, İstanbul.
- Duran, Muhammet. (2017). “Kant’ın Ödev Ahlakı Üzerine”, Temaşa Erciyes Üniversitesi Felsefe Bölümü Dergisi, Cilt: 6, Sayı: 1
- Stevenson, L., David, H., Peter, W., Charlotte ,W. (2020). İnsan Doğası Üzerine On Üç Teori. The Kitap Yayınları. İstanbul.