Margaret Atwood tarafından yazılan ve Türkçeye “Damızlık Kızın Öyküsü” olarak çevrilen kitabın uyarlaması olan; dünyada çıkan bir hastalık sonucu doğum oranlarının düşmesi ve hükümetin bu konuda aldığı politikaların içinde sıkışıp kalan bir kadının hayatını ele alan The Handmaid’s Tale dizisi, kadın bedeninin biyo-politika kapsamında yeniden üretilmesini anlatıyor ve dizi iki tema üzerinde gerçekleşiyor. İlk temada Offred’in (June) alıkonulması ve damızlık kız olarak bir eve gönderilmesidir. İkinci tema ise Offred’in baskıya artık boyun eğmediği ve direniş başlatmasıdır.
Bir salgın/hastalık sonucu doğurma oranlarının düşmesiyle kendi ülkesinin geleceği için mevcut ABD hükümetini yıkıp yerine geçen yeni Hıristiyan Gilead Cumhuriyeti’nin bir planı vardır. Doğurgan kadınları zorla kaçırarak topladıkları yerde eğitiyor ve üst sınıf fakat çocuğu olmayan ailelere çocuk doğurmaları için gönderiliyorlardı. Farklı statülerdeki kadınların farklı renklerde kıyafetler giydiği, kitap okumanın yasak olduğu, damızlık bir kızın tek başına markete bile gidemediği bu yönetimde bir farklılık yaratmak isteyen Offred’in (June) hikayesini izliyoruz.
Dizi June karakterinin ülkesinden çocuğu ve eşiyle kaçmasını anlatarak başlıyor. Çocuğunun elinden zorla alınmasının ardından doğurgan kadınların eğitildiği yere götürülen June bir süre sonra bir komutanın evine gönderiliyor ve orada çocuk doğurması için komutanla “seremoni” denilen tecavüzlere maruz kalıyor. Bu seremonilere komutanın nikahlı eşinin de katıldığı, dokunmanın, çıplaklığın yasak olduğunu belirtmekte yarar var. Kadın sadece “doğurganlık” vasfıyla bulunuyor ve bunun için gönderildiği öğretiliyordur.
Kadın bedeni birçok kültür açısından erkek bedeniyle eşit değildir. Din, gelenek ve kültürel alanlarda da kadın bedeni yeniden yorumlanıp üretilir. Dizide de Gilead Cumhuriyeti, kadın bedeni üzerindeki haklarını dinle meşrulaştırmıştır. Tanrı, kadını doğurması ve insan ırkını devam ettirmesi için yaratmıştır. Kadının kitap okuması, sıradan bir kutu oyunu oynaması, konuşması ve tek başına dışarı çıkması yasaktır. Dizide ele alınması gereken detaylar çok olsa da ben devlet politikalarının kadın bedeni üzerindeki baskısına ve bunun günümüzdeki yankılarına değinmekteyim.
İlk olarak Foucault’un “biyopolitik” kavramına değinmekte yarar var. Biyopolitik bir iktidar biçimi olarak mevcut durumlarda devletlerin insan bedenine müdahale etme hakkının olduğunu savunur ve bu iki şekilde gerçekleşir: Birincisi kadın bedeninin üzerinde söz sahibi olmaktır buna örnek olarak, kadının doğurganlığı ve kaç çocuk doğuracağı üzerinde nüfus ve aile politikaları bağlamındadır. İkincisi biçim bedeni daha doğal bir tür olarak ele alsa her iki kavramında ortak noktası üreme ve özne arasındaki ilişkidir. Dizide iktidarın din kullanarak bu olayı meşrulaştığını dile getirmiştim. Aşırı dindar bir yönetim olan Gilead Cumhuriyetinde kadın kıyafetlerinin hiçbir kıvrımı göstermeyecek bollukta ve statülere göre kıyafetlerin renklerinin değiştiğini görmekteyiz. Örneğin; damızlık kızlar kırmızı bol bir elbise ve başlarına at gözlüklerine benzeyen ve sağını solunu görmesini engelleyen bir şapka takarlar. At gözlüklerine benzetmemin nedeni de bu gözlüklerin atların dikkatini dağıtmaması sadece kendi yoluna gitmesi için takıldığı bilgisidir. Statü olarak en alt basamakta olan damızlık kızların yürürken çevrelerine bakmaları engellenmiş ve “sadece sana söylenen yere git” denmiştir. Toplumdaki diğer kadınlarda da eşler sadece mavi, hizmetçiler gri giymektedir.
Dizide iktidar, cinselliği de kendine göre şekillendirir ve üretir. Evli çiftler arasında şehvet gibi duygular yasaktır. Kız çocuklarına küçük yaşlardan itibaren çıplaklığın, şehvetin yasak olduğu tek bir amaç olduğu ve bu amacın da çocuk doğurmak olduğu öğretilmiştir. Bu düşüncenin sadece diziye özgü olmadığını, Batı Hıristiyan Kilisesi’nin en önemli ilahiyatçısı olan Aziz Augustinus’un, cinsel arzuyu ilk insanlar Adem ile Havva’nın ilahi emirlere uymamalarının bir sonucu olarak gördüğünü ve cinsellikle günah arasında açıkça bağlantı kurduğunu belirtmek isterim. Augustinus’a göre bu günah çocuklara bile geçer ve “ilk günah” ile lekelenirler.
Günümüzden çok da uzağa gitmeden bu düşünceye örnekler bulabiliriz. 10-15 yıl önce de kadınların tek yapmaları gereken işin ev işleri ve çocuk bakmak olduğu inanışı hakimdi nitekim bu düşünce bugünlerde de varlığını sürdürmektedir. İzlenen devlet politikalarında da kadın istihdamına karşı olan siyasetçileri dünyanın her yerinde görmek mümkün. Butler’e göre, bu tarz politikalar kadın ve erkek farklılığını biyolojik olarak (sex) değil de toplumsal cinsiyet (gender) olarak daha çok olduğunu gözler önüne sermektedir. Farklılıklarımız biyolojik olarak değil daha çok toplumsal odaklıdır (BUTLER 1999).
Tekrar diziye dönecek olursak, çocuğun olmamasının tek sorumlusunun kadın olduğunu görülür. Erkeklerin kısır olma ihtimali hiç konuşulmaz ve kadınlarda bir sorun olduğu düşünülür. Offred’e zamanının azaldığını ve hala çocuğunun olmamasının kocasının suçu olduğunu düşünen evin hanımı, Offred’i şoförleri olan Nick’le birlikte olmaya zorlar. Sonrasında Offred hamile kalır Dizide bu sahneyi izlerken aklıma erkek çocuk doğuramadığı için üstüne kuma getirilen ya da boşanan kadınlar geldi. Bu çok yanlış bir bilgidir çünkü kadının genetik yapısı 46XX şeklindedir ve tüm hücrelerinde x kromozomu vardır. Bebeğin erkek olması için gereken Y kromozomunun babadan geldiği çoğu ailelerce bilinmemekte olup erkek olmayan bebek için anne suçlanmaktadır. Dizide de kısırlık bir tek kadına dayandırılıp kadın suçlanmaktadır. Bunun sebebi çocuklara küçük yaşlardan itibaren biyoloji, hormonlar, kromozomlar öğretilmek yerine toplumsal cinsiyet kalıpları öğretilmesidir.
Peki ataerkil sistemin kadın bedeni üzerindeki denetimi ne kadar eski?
Kadın bedeninin kontrol edilmesinin tarihsel kökenlerine inmek istediğimizde bu baskının insanlık tarihi kadar eski olduğunu görürüz. Ataerkil sistem her zaman kadınlar üzerinde bir denetim ve söz sahibi olmak istemiştir. Bunun en önemli sebeplerinden biri, kadının erkek çocuk doğurarak neslin devamını sağlaması. İkinci olarak ise kadının kocasının namusu olarak görülüp bedeninin sembolleştirilmesidir. “Namus” kavramı kadına yüklenerek bedeninin bir ürün olarak sunulmasına sebep olmuş ve rızaya dayalı bir birliktelik bile namusun yok sayılmasına, namus cinayetlerine kadar gitmiştir. Bu düşüncenin temeli Judith Butler’ın Cinsiyet Belası adlı kitabında dediği gibi “Değişken ve bağlamsal bir fenomen olarak toplumsal cinsiyet tözel bir varlığı değil, kültürel ve tarihsel açıdan özgül ilişki kümeleri arasındaki göreli yakınsama noktasını ifade eder.” Toplumsal cinsiyeti biyolojik olarak değil kültür olarak ele almakta fayda var. Günlük yaşamda kişiye uygulanan toplumsal cinsiyet hemen her yerde olmak üzere kültürel bir zemine dayandırılmıştır. Toplumsal cinsiyeti kültür inşa ediyorsa, yeni bir şekilde toplumsal cinsiyet inşa etmek mümkün müdür? Kendi fikrim bu değişimin çok zor olacağı yönünde çünkü mevcut ataerkil sistem üremeyi amaçlayan heteroseksüel ilişkiyi destekler. Eşcinsellik, kadın istihdamının artması gibi konular üreme hızını düşüreceğinden ataerkil sistem bunları son derece yanlış hatta “günah” bulur. Namus kavramı dizide de hakimdir. Damızlık olarak seçilen kızlar rejim değişikliğinden önce evlilik dışı cinsel ilişki yaşayan kadınlardan oluşur ve günahkarlardır. Günahlarını temizlemek için damızlık kız olmaya zorlanmış ve böylelikle “namus”larını temizleyeceklerdir.
Günümüzde kadın bedeni üzerindeki denetim ve hakimiyet ataerkil sistem tarafından devam ettirilmektedir: Mayıs 2022’nin başında ABD kürtaj hakkının kısıtlanacağı haberi bölge kadınlarını tedirgin etmiş ve günlerce eylem yapılmıştır. Kürtaj hakkının kısıtlanması şüphesiz kadın bedeni üzerindeki en kötü baskıdır. İstenilmeyen gebeliklerde kadınlar kürtaj hakkına ulaşamayınca merdiven altı kürtaj salonlarında kürtaj yaptırırken çok ciddi hasarlar alabilmektedir. İstemsiz gebeliklerde oluşan çevre baskısıyla da kadının kürtaj yapılması son derece ayıplandığından kadın sağlıksız ortamlarda ve ilkel yöntemlerle kürtaj olmaktadır.
SONUÇ
The Handmaid’s Tale dizisi feminist bir ütopya sunsa da günümüzde de örnekler bulmak zor değil. Offred’in kaçırılıp alı konmasından sonrasında damızlık olarak bir eve gönderilmesinde başlayan ve sonunda feminist bir devrimle sonlanan dizi şüphesiz alanında çok iyi bir eleştiriye sahiptir. Günümüzde ise kadın bedeninin özgürleşmesi ve bireyin kendi bedeni hakkında söz sahibi olması maalesef ki engellenmektedir. Bugün kadın dayanışma ve kadın hakları örgütleri ve bilinçli insanlar sayesinde bu algıları yıkılabilse de hala bu tarz düşünen insanların var olduğu şüphesizdir. Genç bireylere verilecek doğru bir eğitimle bu algının kırılacağına inancım tamdır. Dizide yaşanan çoğu olayın gerçekle birebir örtüşmemekle birlikte yaşandığını söyleyebiliriz. Özellikle Doğu ve Arabistan’da kadın hakları günümüzde dahi sınırlıdır. Kız çocuklarına küçük yaşlardan itibaren çeyiz hazırlayan aile üyeleri, kız çocuğunu “evlilik” için hazırlamakta ve daha o yaşlardan bu bilinci çocuğa aşılamaktadır. Anne ve baba adayları, çocuklarının cinsiyete bakmaksızın ne “ilerde aile idare edeceksin” ne de “ilerde kocan yemek yapmanı ister” gibi yargıları bir kenara bırakıp, kendi ayakları üstünde duran bireyler yetiştirmelidir.
Kaynakça
- Handan KARAKAYA, Ümran CİHAN, “Toplumsal Yapı, İktidar ve Bedenin Kurgulanışı”
- Judith BUTLER, “Cinsiyet Belası”, Metis Yayınları, 8. Basım, Kasım 2020
- Merve Deniz PAK, “Feminist Distopyada İktidar, Baskı ve Direniş: Damızlık Kızın Öyküsü”
- Mehmet BAYIR, “Michel Foucault’da Biyoiktidar ve Benlik Teknikleri”
- Merry E. WIESNER-HANKS, “Tarihte Toplumsal Cinsiyet”, İş Bankası Yayınları, 1. Basım, Şubat 2020
- https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-61314532
- Özlem Aydoğmuş ÖRDEM, “Kadın Bedeni ve Biyo-iktidar/Biyo-politika Söylem Düzeni” Fe Dergi 12, no. 2 (2020), 32-44
Sevgili Tuana yazını büyük bir ilgiyle okudum. Nasıl başlasam :) Evett, dizi temalarını ve bu temaların günümüz toplumundaki yankılarını ele alışın etkileyici. Ayrıca kitap ve dizideki kadın bedeni, toplumsal cinsiyet ve biyo-politika gibi konular üzerindeki derin etkileri anlatmanı sevdim. Foucault’un biyopolitik kavramı üzerinden değerlendirmen, kadın bedeninin tarihsel olarak nasıl denetlendiği ve ataerkil sistemin bu denetimi nasıl sürdürdüğüne dair örnekleri çok iyi bağlamlandırmışsın. Kürtaj hakkının kısıtlanması gibi günümüzde yaşanan olayları ve kadın bedeni üzerindeki baskıları ele alman tam tadında. Kadın bedeninin özgürlüğü ve haklarına dikkat çekerek, genç nesillerin doğru eğitimle bu algıları değiştirebileceğine vurgu yapman kıymetli. Analiz yeteneğin güçlü, argümanların sağlam. Umarım okuyucun bol olur 🙏🏻 Çünkü bu yazı, okuyanları düşünmeye ve konuşmaya teşvik eder. 👏🏻 Sevgilerimle.
Beğenmeniz ve ilgiyle okumanız beni çok mutlu etti. Yorunlarınız için çok teşekkür ederim ♡