METALAŞAN DİN
Dinin metalaşması kavramını açıklamadan önce yardımcı birkaç kavram üzerinde durmak iyi olacaktır. Toplumsal olarak değerler, toplumun dayanak noktalarını oluştururlar ve toplumsal olay ve olguların oluşmasında yeri büyüktür. Burada Weber’in dini değerlerin modern kapitalizmin ortaya çıkışında önemli bir rol oynadığı görüşünü hatırlamakta yarar var çünkü geçmişte ve şu anda bu, kapitalizmin gözünden kaçmamıştır. Metalaşan değer, üzerinden para kazanılmaya müsait bir zemin hazırlanırsa istismar edilir.
Ülke tarihinde belki de ilk defa 1990’lı yıllarda, özel televizyon kanallarının hayatımıza girmesiyle din yoğun olarak tartışılmaya başlandı ve tesettür giyime yapılan moda devrimi de -o güne kadar tesettür “kadınsılığı gizlemek ve dikkat çekmemek” gibi bir felsefeyle var olmuştur.- dinin popülerleşmesine olanak sağlamıştır. Dinin popülerleşmesinin iki önemli sonucu vardır. Birincisi dine ilgi artmıştır. Bu bazen merak bazen de Müslüman kimliğini asgari ölçüde yaşayabilme ya da özentilik sonucunu getirmiştir. İkinci önemli sonucu ise dine karşı bazı şüphelerin ortaya çıkmasıdır.
Film genel hatlarıyla bu kavramlar üzerinden metalaşan bir ürün olarak dini ele alıyor. Dinin kullanılması ve metalaşması iki şekilde oluyor. (1) Dine ait olmayan bir inancın, dine ait olduğu sanılması. (2) Dine ait bir öğretinin, bir dine ait olmadığı görüntüsü verilmesi veya görmezlikten gelinmesi ve zamanla metalaşan din ve ona uyumlanan hurafelerin doğruluğunun araştırılmadan kullanılması, dine karşı cephe alan bir grubu ortaya çıkartabiliyor. Nuh Tepesi 1. maddeyi kullanmıştır. Ağaç dine ait bir sembol değildir ama kutsal kabul edilmektedir.
Günümüz toplumları giderek tüketim toplumlarına dönüştükçe dini canlanmanın da arttığı tespiti yapılmaktadır. Bunun nedeninin modern toplumdaki insanın mutsuz olmasıdır. Yaşanılan dünya insan üzerinde kimlik kargaşası yaratır bununla birlikte manevi değerlerin günlük hayattaki yoksunluğu hissedilir ve insan; dini, postmodern tüketim kültürü içerisinde metalaştırır.
Kapitalizm, üretilen mal ve hizmetlerin metalaştırıldığı bir süreci içermektedir. Meta, “alınıp satılabilen her şey” olarak özetlense de; geniş anlamda meta, daha önce ekonominin dışında olup bir market değeri olmayan ürünün ekonomiye dahil edilmesi yani market değeri kazanması olarak açıklanmaktadır. Filmin ana konusu olan ağaçta bu açıklamaya örnektir.
Köyde İbrahim’in gömülmek istediği ağaç hakkında yaygın bir inanış hakim: O ağacın Nuh Peygamberin diktiği. Yerli halkın değerlerine son derece sahip çıktığını düşünürsek, hiçbir karşıt düşünce onlara engel olamıyor. Hatta köyün imamı “Geçen yaz çocuklara Nuh’un gemisi buraya hiç gelmedi dedim, yaz boyunca çocuklarını Kur’an kursuna yollamadılar.” der. Halk için bilmek inanmaktan daha az güçlüdür. Bununla alakalı “Dindar artık, dindarlığın temel göstergesi olan ibadetleriyle değil, aynı zamanda dindarlığını tamamlayan gündelik davranış biçimleriyle de farklılaşmış oluyordur.” (VEJDİ BİLGİN) alıntısı uygun olacaktır. Bunun hurafe olduğunu düşünen biz izleyicileri de film ilerleyen dakikalarda Ömer’in babasına dediği şu laflarla ikileme bırakıyor: “Bir kadın geldi… Hamileymiş. Ağaç sayesinde hamile kalmış.” Ona inanmayan babasına -ve belki de bizlere- “Kadın öğretmenmiş ama.” diyerek yanıt veriyor. Burada önemli olan bir kadının dilek dileyip hamile kalması değil, okumuş öğretmen olmuş, yani köye göre daha üst tabakadan birinin buna inanmasıdır çünkü o kadın üst tabakayı temsil eder.
Filmde bir başka dikkat çeken karakter ise Muhtar Cevdet’tir. Filmde kapitalizmi temsil eden Cevdet İbrahim’in gömülme isteğine son derece karşıdır çünkü kutsal sayılan ağaca çok fazla insan gelmekte çevresinde minik bir pazar oluşturmaktadır bu da köye gelir getirmektedir. Muhtarın arabasının plakası bile NUH’tur. Sıkı sıkıya bağlıdır ağaca hatta ağacın hesabındaki paranın yarısını Ömer’e vermekte -yüklü bir miktar olduğunu muhtardan duymaktayız- karşılığında ağacı rahat bırakmalarını istemektedir.
Muhtarı bir sahnede iş makineleriyle görürüz. Köyün imamına soran Ömer, muhtarın bunu, insanların ağaca kışın da gelebilmeleri için yaptığını öğrenir. “ Millet ağaca gelemiyor diye yol yaptırıyor da kepçeleri vuruyorlar ağaçların köklerine.” Bu söz ağacın öneminin ona verdiğimiz anlam olduğunu açıkça gösteriyor. Muhtar yolu ağacın kutsallığının önemi yüzünden mi yaptırıyor yoksa ağacın oluşturduğu pazar ve köye getirdiği ün yüzünden mi?
Filmde İbrahim ve imam arasında; “Ne geldi aklıma. Şu arşiv memurunun eline birkaç kuruş versek bizim tapu işini halletmez mi?” der bunun üzerine “Rüşvet haramdır İbrahim abi.” “ Yapma ya, herkes yapıyor.” “Herkesin yapması rüşveti helal kılar mı?” konuşması geçer. Bu konuşma, mevcut modern toplumda, inançları ve dinsel normları kutsal kitaplara göre değil, toplumun çoğunluğunun yapıp yapmamasına bağdaştırdığımızla alakalı güzel bir eleştiridir. Yani “Yeni toplumsal hayatta din, teolojik bir esas dayanak noktası olarak değil, toplumsal ve manevi ihtiyaçlar gereği vardır.” Hayatın her yönüne karışma gücü yoktur.
Filmde kalp inancı birçok noktada karşımıza çıkıyor. Örneğin, muhtarın mahalle bakkalında hemen girişin yanında, “kalbinizle düşünün kalbinizle alın.” ibaresi yer alıyor. Aynı zamanda dini motiflerde bakkalın neredeyse her yerinde hakim olarak kullanılmıştır. Buradan muhtarın dinine ne kadar bağlı olduğunu -ya da öyle göstererek insanları Nuh Ağacı konusunda ikna etmesi de olabilir- görmekteyiz. Yine imam ve İbrahim arasında geçen bir konuşmada imam, “Hem akıl hem kalple istenmeyen şeyden ben şüphe ederim.” der. Dünyevi konularda kalple inanmak önceliklidir. Bunun sonucu, köyde ağacın kutsallığından şüphe etmek son derece yanlıştır. Ağacın kutsal olmadığını söyleyen imama, Kur’an’ı kafana göre yorumlama denir. Dindar, hakim olanı değil, kendi çevresinin gerektiği biçimde davranır.
Film oluşturulmuş benlik kavramının sunumu için metaya (ağaç) başvurulmasını anlatıyor diyebiliriz. Ve bu olay sadece muhtar ve köylü arasında geçmez. Şikayet dilekçesi yazmak için oradan oraya yollanılan Ömer’e en sonunda polis: “ Köylülerinde kendilerine göre bir düzenleri var. Çok karışmamak lazım.” der. Tapunun su basması sonucu telef olması da yalandır. Evet arşivi su basmıştır ama o kadar zarar vermemiştir tapular da hala sağlamdır. Ömer bu bilgiyi kahvehanenin sahibinden öğrenir. Küçük bir para karşılığı tapuyu getirmesini istese de kahvehane sahibi bunu köylünün tepkisinden korktuğu için yapamaz. Toplum baskısından çekinildiği için yapılan davranışların sayısı şüphesiz fazladır.
Filmde bir başka dikkat çeken sahne de Ömer’in Budala (Dostoyevski) okumasıdır ve bu bir tesadüf değildir.
Budala sara hastası bir genç adamın dürüst ve açık bir insan olarak yaşamasının zorluklarına değinmekte ve toplumun ne kadar da iki yüzlü bir sistem olarak ayakta durduğunu anlatmaktadır. Böyle bir dünyada dürüst olmak “budala” olmaktır. Bu konuya da filmde bir hadisle değiniliyor. “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.” Aynı şekilde muhtar da iki yüzlüdür, köyün gençleri Ömer ve babasını döverken muhtar da oradadır ama bir şey yapmaz. Sonrasında ise Ömer’den özür dilemeye gider.
SONUÇ
Her ne kadar film üzerinde durmuş olsam da “dinin metalaşması” örneği günümüzde de çok fazladır. Kapitalizm, metalaştırmayı sever ve bunu çok iyi bir şekilde başarır. Günümüzde de kutsal kabul edilen, dilekleri gerçekleştirdiği sanılan birçok ağaç veya türbe vardır. Özellikle İslam dininde böyle hurafeler son derece yanlıştır. İbadette araya aracı koymak yapılacak en büyük günahlardan biridir. Bir yandan da adaletsizliğin çok fazla görüldüğü ülkelerde dine dönüşün çok fazla olduğunu biliyoruz. Maddi dünyada istediğini alamayan ya da haksızlığa uğrayan insan için böyle bir inanç iyi gelecek ve manevi olarak insanı rahatlatacaktır. Bunu bilen kapitalizm ise eskiden pazar değeri olmayan bir ürünü metalaştırır ve bunu pazara çevirir. Türkiye’de buna inanan insan sayısı ne yazık ki fazladır. Kırsal kesimde olduğu kadar kentsel kesimde de var olan bu insanlar şüphesiz kötü bir şey yapmak istemiyorlardır ama bunu kullanmak isteyen istismarcılara da malzeme vermekten geri kalmıyorlardır. Metalaştırma örneğini Türk sinemasında ilk kez görmeyiz. Örneğin ağaç sembolünün Türk kültürü açısından, sembolik ve kutsal bir öge olduğuna ve en genel anlamda Tanrı’yı sembolize ettiğine ilişkin pek çok kaynakta rastlanmaktadır. Tatlı Dillim (1972) filminde de Emine ve Ferit köyde gezerken ağaca mendil bağlayan bir kadına rastlarlar. Metalaştırılan dini incelerken kullandığım Nuh Tepesi filmindeki ağaçta böyle bir ağaçtır.
Kaynakça
- T.C. SAKARYA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ, 2019, Haziran, Modern Toplumda Batıl İnançlar ve New Age Akımı, HAZAL DEVELİ
- Türk Kültüründe Ağaç Sembolizmi ve Filmlere Yansıması, EDA TURNACI, ÖZLEN ÖZGEN
- T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ, Popüler Din, Çev. Mustafa Arslan, CHARLES H. LONG
- T.C. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKULTESİ, Cilt:12, Sayı:1, 2003, s. 193-214, Popüler Kültür ve Din: Dindarlığın Değişen Yüzü, VEJDİ BİLGİN
- Tüketim Toplumunda Metalaştırılan Dini Yeniden Okuma Önerisi: Bireyin Dine Yabancılaşması Üzerine Bir Giriş, Sayı:13, 2019, s. 141-167, BEKİR KOÇ
- T.C. İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ, Sosyoloji Konferansları, s. 149-168, Din ve Kapitalizm, HÜSNİYE CANBAY TATAR
- T.C. ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKULTESİ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ BÖLÜMÜ, Sayı:24, s. 13-31, 2004, Değer ve Din İstismarı, EJDER OKUMUŞ
- Tüketim Toplumu’nda Din ve Dini Değerler: Lüks Hac ve Umre Örnek Olayı, MÜCAHİD PİŞKİN