En temel gereksinimlerden biri olan sosyalleşme, toplum ve bireyler ile kurulan bağların neticesinde gerçekleşir. Kurulan bu bağların niteliği ve niceliği, toplumsal bütünleşmenin oluşmasında belirleyici öğelerdendir. Nitelik ve niceliksel olarak yeterliliğin oluşmadığı durumlarda, “sosyal dışlanma” olarak adlandırılan bir durum ortaya çıkar. Kaynaklar ya da sosyal bağlar kurmaktan yoksun bırakılma olarak da tarif edilen bu durum, çok boyutlu, belirsiz ve dinamik bir süreçtir. Dayanışma, tekelleşme ve uzmanlaşma olarak isimlendirilen üç ayrı yaklaşımla sosyal dışlanma açıklanır. Birçok çalışmada ortaya çıkma biçimleri kategorik olarak oluşturulmuştur. Tüm toplumlarda aynı biçimde gerçekleşmeyen ve kategorik olarak kesinlik içermeyen bir yapıda olsa da; ekonomik, toplumsal ve siyasal alanlarda nasıl ortaya çıktığı ve kimleri kapsadığı sınıflandırılarak açıklanmıştır.
İnsanların bir arada yaşamaya başlamalarıyla birlikte oluşan topluluk ve toplum olma durumu beraberinde birçok olguyu açığa çıkarır. Bu olgulardan birisi olan toplumsallaşma/sosyalleşme ile birey diğer bireylerle, kurumlarla ve topluma hakim olan kural, norm ve değerlerle karşılıklı etkileşim halinde hem kendi gereksinimlerinden hem de toplumun ihtiyaçlarından dolayı birtakım seçimler sonucunda faaliyetler gerçekleştirir. Bu faaliyetlerin niteliği bireyin toplumdaki rolünü, statüsünü ve birlikte hareket ettiği grubunu ve sosyal çevresini belirler. Sosyalleşme ile birey kendini toplumun bir parçası gibi görerek uyum ve bağ oluşturduğu gibi aynı zamanda şartları ve nitelikleri doğrultusunda emek verip, ürünler ortaya çıkararak topluma katkı sunar. Bu durumun bireye ve topluma yansımasının dozu, etkisi ve sonucu farklılıklar gösterir. Sonucun, dozun ve etkinin aktörler açısından istenilen düzeyde gerçekleşmesiyle toplumsal bütünleşme sağlanmış olur. Böylece bireyler ya da haneler, gruplar ile toplum ve toplumu oluşturan öğeler arasında karşılıklı kaynaşma, uzlaşım, paylaşım ve alışveriş gerçekleşir. Ama bu bütünlük her zaman ideal bir düzeyde değildir. Toplumu oluşturan bireyler, haneler, gruplar arasında bütünleşme açısından dağılımın eşit olmaması ya da hiç olamaması durumunda “sosyal dışlanma” kavramıyla ifade edilen bir olgu ortaya çıkar. Bu yazıda, bu olgunun tanımsal çerçevesi, olguyu açıklamaya çalışan teorik yaklaşımlar ve toplumda ortaya çıkış biçimleri ele alınmaya çalışılacaktır.
Başlıklar
Sosyal Dışlanmanın Tanımı
Sosyal dışlanmanın tanımını yapmak, sosyal bilimlerdeki birçok kavram gibi belirli bazı güçlükleri beraberinde getirir. Her kavram, tanımlanırken herkesçe kabul edilen bir kesinlik barındırmaz. Zamanla anlamsal değişime uğrayıp, dünyada yaşanan gelişmelere ayak uydurarak içeriği farklılaşabilir. Sosyal dışlanma kavramı da tanımsal olarak, çok boyutlu, belirsiz ve dinamik yapısıyla genel geçer bir tanımlamaya izin vermemektedir. Toplumsal yapıyı oluşturan birçok unsurla ( ekonomi, hukuk, eğitim, sağlık, siyaset vb.) ilişki halinde olması, farklı, çoklu durumlarla ortaya çıkması ve birçok disiplinin (sosyoloji, psikoloji, siyasal bilimler, ekonomi vb.) çalışma alanına girmesi yönüyle çok boyutludur. Sosyal bilimlerde toplumu açıklayan birçok yaklaşımın kendi perspektifinden sosyal dışlanmaya yaklaşması ve farklı anlamlar yüklemesi ile oluş şeklinin aktif-pasif hallerde gerçekleşebilmesi kavramı belirsiz (muğlak, göreceli) kılmaktadır. Ayrıca, kavramsallaşmasının yakın dönemde gerçekleşmesine rağmen toplumların ortaya çıkışlarından itibaren farklı süreç ve boyutlarla kendini göstermesi, sürecin değişken, artan-azalan ve farklılaşabilen kategorilere açık halde olmasıyla dinamik bir yapıdadır ( Doğan 2014:130-131-132).
Her ne kadar genel-geçer kabul görmüş bir tanımlama olmasa da yine de sosyal dışlanmanın ne olduğunu belirleme çabaları mevcuttur. Sosyoloji Sözlüğü’nde, “Bireylerin ya da hanelerin, ya kaynaklardan ya da geniş bir ölçekte topluluk ve toplumla sosyal bağlar kurmaktan yoksun bırakılmaları sürecidir.” şeklinde bir açıklama vardır ( Marshall 2020:150). Giddens’ın bakış açısında, sosyal dışlanmanın başlangıcı düşünüldüğünde “…dışlanma terimi birinin ya da bir şeyin başkası tarafından dışarıda bırakılmasına işaret eder.” yaklaşımı vardır ( Giddens’dan alıntılayan Doğan 2014:130-131). Çakır’a göre ise, sosyal dışlanma “Toplumla bireyin sosyal bütünleşmesini sağlayan sosyal, ekonomik, politik ve kültürel sistemlerin tümünden, kısmen veya tamamen yoksun olma dinamik sürecidir.” ( Çakır 2002:84).
Sosyal dışlanmanın kavramsallaşma sürecine bakıldığında olgusal gerçekliğinin aksine yakın bir zamanda ortaya çıktığı görülür. İlk olarak 1974 yılında Fransa’da Rene Lenoir tarafından “dışlanma” sözcüğüyle dile getirilmiştir. Fransız toplumunun onda birinin toplumdan dışlanmış olduğuna dikkat çeken Lenoir, dışlananların sadece yoksul kişiler olmadığını söyleyerek günümüzde dezavantajlı gruplar olarak isimlendirilenlere benzer şekilde sıralama yapmıştır. Bu sıralamada, zihinsel ve fiziksel engelliler, intihara meyilli insanlar, yaşlı ve sakatlar, istismara uğrayan çocuklar, madde bağımlıları, mahkumlar, tek ebeveynli haneler, problemli aileler, marjinal ve a-sosyal kişiler yer almıştır. Terim, 1980’li yıllarda Fransa’da ekonomik sıkıntılar ve sosyal refah devletinin krizi ile birlikte öne çıkmış, işsizlik, yoksulluk, gecekondu gerçeği, hanelerdeki yapısal değişiklikler gibi yeni sosyal sorunlarla ilişkilendirilerek kapsamı genişletilmiştir. Daha sonra Avrupa Birliği kavramsal olarak sosyal dışlanmayı kabul etmiş, mücadele için politikalar geliştirmeye koyulmuş ve yoksullukla mücadele kavramı yerine sosyal dışlanma ile mücadele kavramını kullanmaya başlamıştır. Avrupa dışında sosyal dışlanma Amerika’da farklı bir kavramla “sınıfaltı” olarak ifade edilmiştir. Bu kavram, ABD’ye özgü şartlarla, büyük kentlerdeki işgücü piyasasında sürekli iş bulamayıp, çalışma fırsatlarından da yararlanamayan yetişkinlerin ekonomik sistemin dışında kalması ve beraberinde davranış bozuklukları, sosyal açıdan toplumdan geriye itilme, yasadışı eylemlere yönelme ve sosyal yardımlarla geçinme özelliklerine vurgu yapılarak kullanılmıştır. Günümüzde; eşitsizlik, işsizlik, yoksulluk ve yoksunlukla beraber dile getirilen sosyal dışlanma; görülme şiddeti, kapsam alanı, barındırdığı gruplar ve yapısal özellikleriyle toplumdan topluma farklılıklar göstermektedir ( Sapancalı 2005:13-29).
Sosyal Dışlanma ile İlgili Teorik Yaklaşımlar
a)Dayanışma
Bu paradigma, cumhuriyetçilikle ve ulus bütünlüğü anlayışıyla oluşmuş ideolojik felsefi bir kökene sahiptir. Daha çok Fransa’da egemen bir düşüncedir. Toplumun bütünlüğüne vurgu ile öne çıkan, homojen yapıdaki ortak tek tip değerler kümesine odaklanılan, ulus-devletlerin toplumlarına yerleştirmeye çalıştığı bir yaklaşımdır. Toplumsal bağların zayıflamasının ve birey-toplum arasındaki ilişkinin bozulmasının sonucunda dışlanmanın ortaya çıktığına dikkat çeker. Toplumda ortak paylaşılan değerlerin/doğruların sosyal düzeni oluşturduğu, bu düzendeki aksama ve bozuklukların toplumsal bütünleşme-katılım-eklenmeyi bozucu etkisiyle dışlanmaya sebebiyet verdiği öne sürülür. Rosseau ve Durkheim’ın düşüncelerinin izlerini barındırır (Sapancalı 2005:50). Birey değil, toplum ve onu oluşturan yapılar önceliklidir.
Bu yaklaşımın bazı sıkıntıları da vardır. Zira, ırk, etnisite ve kültür olarak çeşitlilik barındıran toplumlarda her topluluk kendi bütünlüğü içinde dışlanmadan kaçınabilirken, aynı zamanda karşıt topluluğun dışlanmasına da yol açabilir. Aynı zamanda alt kültüre mensup bireylerin ve grupların üst kültürle bütünleşmesi ulusal yurttaşlığı sağlar fakat kendi kültür ve kimliklerinin erimesi veya yitimine de yol açabilir. Tersi durumda ise kendi kültürel bağlarını korumaları/bütünleşmeleri halinde ulusal bütünlükle bağ kurmalarını zorlaştırabilir. O yüzden bu yaklaşımın heterojen toplumlarda yer bulması dışlanmanın ortaya çıkmasına neden olabilir.
b)Uzmanlaşma
Liberalizm düşüncesinin etkisinde oluşan bu yaklaşımda serbest piyasa, fırsat eşitliği, demokrasi, eşitlikçi hak ve hürriyetler ve bireysel girişimcilik ön plandadır. İngiliz geleneksel liberal düşüncesiyle yakın ilişkili görülür. Toplumda uzmanlaşma ile iş bölümü gerçekleşir. Bireyler ve ait oldukları gruplar ekonomik ve toplumsal alanda karşılıklı rekabet içerisinde etkileşim kurarak hareket ederler. Bireysel yetenek ve çıkarların piyasa ve sosyal gruplarla rekabetleri ve iş birlikleri toplumsal yapıyı belirleyen faktörlerdir. Bu yapının işleyişindeki aksaklıklar ya da bozulmaların dışlanmaya neden olduğunu kabul etseler de asıl dışlanmaya sebep olan faktörün bireylerin kendi hatalarında olduğunu düşünürler (Sapancalı 2005:51-52). Piyasa koşullarının işleyişi ya da bireysel tercihlerin niteliklerinin dışlanmaya yol açtığı anlayışı; dışlanmanın öneminin anlaşılması ve mücadele edilmesinin gerekliliğini kabul etmede zayıf kalmaktadır. Liberalizmin temel argümanlarından olan “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” anlayışı ile sisteme ve piyasaya müdahale etmenin hoş karşılanmaması, dışlanmanın derinlemesine analizini ve mücadele yöntemlerinin oluşmasını zorlaştırmaktadır.
C)Tekelci yaklaşım
Kuzey Avrupa ülkelerinde etkili olan bu yaklaşım, sosyal demokrasi düşüncesine dayanmaktadır. Weber’in çalışmalarından izler vardır. Toplumda var olan sınıf/statü farklılığı sonucunda çıkar grupları ekonomik sömürü temelli dışlanma, eşitsizlik ve işsizlik oluşturarak tekelleşme meydana getirirler. Toplum hiyerarşik yapıdadır. Bu durum doğal olarak eşitsizliği doğurur. Eşitsizlikle birlikte güçlü grupların baskın çıkmasıyla tekelleşme oluşur ve dışlanma kaçınılmaz bir hal alır (Sapancalı 2005.53). Bunu en aza indirmek için sosyal demokrat anlayışı ile oluşmuş yurttaşlık ve dayanışma modellerine katılımın gerekliliği üzerinde durulur. Bu yaklaşımda toplumdaki hiyerarşik yapılanmanın doğal olarak görülmesi örtülü biçimde dışlanmayı da doğal sonuç olarak kabul etme zorunluğunu doğurur. Dışlanmanın hafifletilmesinde öne çıkarılan yurttaşlık haklarının güçlendirilmesi, sosyal demokrasi vurgusu ve dayanışma mekanizmasının etkili kılınması anlayışının çıkar gruplarının tekelini hangi ölçüde etkileyeceği belirsizlik barındırır niteliktedir.
Sosyal Dışlanmanın Biçimleri
Sosyal dışlanmanın tanımsal muğlaklığı ve çok yönlülüğü, farklı biçimlerde ortaya çıkmasına ve standart kategorilerle incelenmesinin zorluğuna neden olur. Bu farklı biçimlerin kategorilere ayrılmasında tam uzlaşma olmamasının nedenleri arasında birbiriyle etkileşimleri ve sebep-sonuç ilişkisi içindeki görünümleri de etkilidir. Mesela ekonomi temelli bir dışlanmanın toplumsal dışlanmayı da beraberinde getirdiği bir durum söz konusu olabilir. Ya da tam tersi bir durumda ekonomik dışlanma olsa da, bunun toplumsal bütünleşmenin devreye girmesi veya ekonomi piyasası dışında bir gelirin olmasıyla dışlananın bu durumdan etkilenmemesi sonucu oluşabilir. Veya siyasal alandan dışlanma sebebiyle sosyal bütünleşmenin tüm alanlarının kapalı hale gelmesi sonucunda hem toplumsal hem de ekonomik alandan dışlanmanın gerçekleşmesi örnek olarak verilebilir. Yine de tüm bu zorluklara rağmen sosyal dışlanma biçimleri sosyal bilimler literatüründe birçok araştırmada arada farklar olsa da genel kategoriler halinde oluşturulmuştur. Bu yazıda sosyal dışlanma biçimleri Faruk Sapancalı’nın kategorilerinden faydalanılarak verilecektir.
A)Ekonomik alandan dışlanma
Bu biçimdeki dışlanmada, ürün, hizmet ve işgücü piyasasının dışında kalarak; gelir yoksulluğu, işsizlik, gayrı-resmi istihdam, tüketim toplumundan geri kalma gibi çok yönlü sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Ürün ve hizmetlerden dışlanma, asgari düzeyde yeterli gelire sahip olamayıp, temel ihtiyaç mallarına ve hizmetlerine (sağlık, eğitim, barınma vb.) erişimden yoksun kalmaya işaret eder. Bu yoksunluk kapitalist ekonomik faaliyetler ve neo-liberal uygulamaların tüketim endeksli topluma yol açmasıyla artarak genişlemiş ve yoksulluk-yoksunluk tanımlamalarında da farklılığa/çeşitliğe neden olmuştur. İşgücü piyasasından dışlanma ise; mevcut piyasada istihdam olanaklarından hiç yararlanamama ya da güvencesiz, düşük ücretli ve piyasa dışı/yasal olmayan istihdama mecbur bırakılma şeklinde ortaya çıkabilen bir durumdur (Sapancalı 2005:127-167).
Ekonomik temelli dışlanma, işsizlik ve yoksullukla ilişkisel düşünülerek dışlanma ile en çok bağlantı kurulan alandır. Dışlanma ile ilgili yapılan çalışmalarda, ekonomik boyuta vurgu yapılırken, dünya nüfusunun gelir düzeyinin ve hizmetlere erişiminin istatistiki veriler ışığında geniş ölçekli yoksulluk/yoksunluk ve dışlanma tehlikesinin olduğu istenmeyen bir tablodan söz edilir. Yine bu çalışmalarda, ülkelerin gelişmişlik düzeyi, uygulanan ekonomi ve sosyal politikalarının niteliği ve toplumların kendilerine özgü koşullarının çeşitliliği gibi faktörlerin tablodaki sosyal dışlanma tehlikesinin ülkeden ülkeye farklılıklar gösterebileceğine değinilmiştir. Ayrıca, günümüzde, yakın tarihte ortaya çıkan küreselleşme olgusunun, bazı yönlerden insanlık adına olumlu gelişmelere neden olsa da, ekonomik temelli değişimlerde, zenginin daha zengin, yoksulun ise daha yoksul olduğu bir dünya düzenini ortaya çıkardığından söz eden çalışmalarda vardır.
B)Toplumsal alandan dışlanma
Toplumsal alandan dışlanma, mülkiyet/konut temelli yoksunluk ve sosyal güvenlik hizmetlerinden yoksunluğun sonucunda toplumsal bütünleşmeden pay alamayan bireyler ve grupları barındırır. Mülkiyet ve konut temelli yoksunluk/dışlanma içerisinde kırsal kesimlerde tarımsal arazi yoksunluğu ile üretime katılamayanlar, çeşitli nedenlerle sokakta yaşayanlar (evsizler) ve kentlerin kenar mahallelerinde altyapı olmayan gecekondularda ikamet edenler vardır. Sosyal güvenlik hizmetlerinden yoksunluk/dışlanma da ise; ekonomik temelli imkânsızlıklarla birlikte, bireysel farklılık (fiziksel-ruhsal-sosyal engel durumu), güçsüzlük ( çocuk-yaşlı-engelli) ve yetersizlik nedeniyle eğitim, sağlık ve sosyal güvenceden mahrum olan birey ve gruplar vardır (Sapancalı 2005:168-194).
Toplum temelli dışlanma, görülme sıklığı ve niteliği olarak toplumdan topluma farklılıklar gösterse de içerisinde birbirinden bağımsız ve karşıt birçok unsuru birleştirir. Kır için mülksüzlük üretime katılamama iken, kentte mülksüzlük sokaklarda ya da yetersiz ve zor koşulların olduğu kenar mahallelerde yaşamaya denk gelir. Yine sosyal güvenlik ve hizmetlerden mahrum olma ya da yeterince faydalanamama toplumda normal olarak nitelendirilen çocuk ve yaşlıları kapsadığı gibi, anormal ve öteki olarak görülen engelli bireyleri de kapsamaktadır. Öyle ki, tüm bu birey ve gruplar kendi aralarında bile birbirlerini dışlayıcı davranış ve söylemlere yönelebilmektedirler. Yani, dışlanan aynı zamanda dışlayanda olabilir. Ayrıca yukarıda sınıflandırılanlar dışında dezavantajlı gruplar arasında yer alan madde bağımlıları, eski mahkûmlar, cinsel kimlik farklılığı olan gruplar vb. gibi birçok ayrı sınıflandırma yapılabilir. Kısacası, toplumsal alandan dışlanma, farklı açılardan heterojen yapılarla kendini gösterebilir.
C)Siyasal alandan dışlanma
Siyasal alandan dışlanma demokrasinin varlığı ya da niteliğini, hak/ hürriyetlerin kapsamının ne olduğunu, hükumet politikalarının içeriğini, fırsat eşitliği sağlamayı ve göçmenler ile azınlıkların hukuksal/siyasal konum ve koşullarını içine alır ( Sapancalı 2005:195-207). Demokrasi anlayışı ve uygulamasının toplumun tüm kesimlerini içine alan bir nitelikte sürdürülememesi ayrımcılığa sebebiyet verebilir. Ayrımcılık ise dışlanmanın yaşanmasına neden olan unsurlardandır. Yurttaşlık haklarının nelerden oluştuğunun, kimleri kapsadığının, neleri içerdiğinin ve en önemlisi toplumsal bütünleşmeye katkısının, belirsizlikler barındırması, dar bir çerçevede düşünülmesi, uygulamadaki etkisinin istenilen düzeyde olamaması ve yurttaşlar arasında eşitlik/adalet dengesini sağlayamaması gibi özellikler içermesi yine dışlanmanın ortaya çıkmasındaki faktörlerden olabilir. Göçmen ve azınlıkların yürürlükte olan haklardan yararlanamaması veya yeterli düzeyde korumaya imkân vermemesi durumunda ise toplumsal yapıda çok yönlü (ekonomik, kültürel, siyasal) çatışmaları, kırılmaları ve kutuplaşmaları beraberinde getirebilir. Bu durumda, sosyal dışlanmaya yönelik zeminin oluştuğunu ve uyum politikalarının etkili olmamasıyla da kendini göstereceğini söylemek yanlış olmaz.
Siyasal alan ile ilgili dışlanmanın dozu ve içerikleri diğer alanlarda olduğu gibi her toplumda aynı şekilde olmayabilir. Toplumların etnik yapısı (homojen-heterojen), kültürü (kültürel monizm-çok kültürlülük), ekonomik gelişimi (gelişmiş-gelişmekte olan-az gelişmiş), yönetim biçimleri (demokratik cumhuriyet-teokratik-monarşik-askeri dikta-oligarşik) ve hukuksal yapısı (hak ve hürriyetlerin ne ölçüde yer aldığı) niteliksel olarak farklı sonuçlar doğurabilir.
SONUÇ
Yukarıda yer verilen tüm bilgilerden yola çıkarak, sosyal dışlanmanın kavramsallaşması yakın dönemde gerçekleşen, herkesçe kabul gören bir tanımlamaya sahip olmayan ve içerik, yaklaşım olarak çeşitlilik gösteren bir olgu olduğundan bahsedilebilir. Bu olguyu çalışan yaklaşımlar konuyu farklı perspektiflerden ele alarak açıklamaya çalışmışlardır. Dayanışma yaklaşımı toplumsal bütünlüğe dikkat çekerken, uzmanlaşma yaklaşımı demokrasi, piyasa ve birey tercihlerine odaklı tanımlamalar yapmıştır. Tekelci yaklaşım ise sınıf/statü, sosyal demokrasi ve yurttaşlık üzerinden söylemler geliştirmiştir. Sosyal dışlanmanın görülme biçimlerinde ilişkili olunan alanlarla kategorik bir sınıflama yapılmıştır. Ekonomik, toplumsal ve siyasi alan olarak ayrılan bölümlerde çeşitli boyutlarda görülen dışlanmalardan bahsedilmiştir. Sonuç olarak dışlanmanın insan ve toplumla ilişkili çok sayıda alanlarda, boyutlarda, sebeplerle ve sonuçlarla kendini gösteren geniş ölçekli bir olgusal gerçeklik olduğu söylenebilir.
KAYNAKÇA
- Çakır, Ö. (2002). Sosyal Dışlanma. Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt:4, Sayı:3:83-104.
- Doğan, İ. (2014). Sosyal Dışlanmanın Anlaşılması: Muğlaklık Ve Çok Boyutluluk. Sosyal Siyaset Konferansları, Sayı:66-67:127-157. Http://Dergipark.Gov.Tr/İusskd
- Marshall, G. (2020). Sosyoloji Sözlüğü. (Çev. Osman Akınhay-Derya Kömürcü). Ankara: Bilim Ve Sanat Yayınları, 4. Basım.
- Sapancalı, F. (2005). Sosyal Dışlanma. İzmir: Dokuz Eylül Yayınları.