Göç olgusu tarihsel sürecinde daha çok göç eden erkekler üzerinden kabul edilen bir olgu olmuştur. Geçmişte Avrupa’da yapılan göç kayıtlarında da görüldüğü üzere , erkek göçmenlerin kayıtları titizlikle yapılmışken kadın göçmenler neredeyse yok sayılmıştır. Bu nedendendir ki göç olgusunun kadınları ilgilendiren tarafında yeterli derecede bir istatistiki değerlere ulaşılamamıştır. Bugün dünyadaki göçmenlerin yarısını kadınlar oluşturmaktadır. 2017’de yayınlanan BM göç raporuna göre toplam 258 milyon göçmen bulunmaktadır. Bu rakamın % 48’i, yani 123.84 milyonunun kadın olduğu bilinmektedir (BM, 2017, s. 15).
Feminist hareketlerinin artmasıyla birlikte kadın göçmenlerin varlığının 1970-1980 yılları süresince kayıtlara dahil edildiğini söyleyebiliriz. Bunun nedeni normalde göçmen olan erkeğe bağımlı olarak yaşayan göçmen kadınların , zamanla iş gücü piyasasına katılması ve burada görünür hale gelmesidir. (Morokvasic’ten aktaran Taştan, 2019, s. 555) ‘e göre kadın ne kadar iş piyasasına girerse girsin , ne kadar gelir getirirse getirsin , bu hep onun ikincil rolü olacaktır ve ‘ev hanımı/anne’ olan rolleri sebebiyle , ev dışında ki tüm işleri yan işler ve kazandıkları ücretler tamamlayıcı ücret olarak kabul edilecektir. Bu durum genel itibariyle nasıl bir erkek egemen anlayışın hakim olduğunu göstermektedir.
Göçün kadınlaşmasıyla ilgili en önemli faktörlerden biri küreselleşmedir. Küreselleşmenin bütün dünyada hızla yayılmasıyla birlikte 2000’li yıllarda kadın göçünde önemli bir artış olması , göçün kadınlaşması için önemli bir olaydır. Bunun sebeplerinden biri kadınların ucuz emeğin kaynağı olarak görülerek düşük ücretlerde çalıştırılmaları ve başka ülkelerde kimsenin yapmak istemediği işleri yapmak durumunda kalmalarıdır. (Mısırlı , 2019)
Kadınlara özgü göç nedenleri incelendiğinde daha çok bağlantılı göçün kadınlara özgü bir göç nedeni olduğu görülse de buna ek olarak evlilik göçü , emek göçü , çalışma yaşamına geçiş , kent ortamı ve zorunlu göç olarak da gruplandırılabilir. (Rittersberger , 2010 , s. 19) Her ne kadar Rittersberger , emek göçü , çalışma yaşamına geçiş , kent ortamı ve zorunlu göç başlıklarını kadına özgü olarak değerlendirse de esasında bu başlıklar hem kadına hem erkeğe özgü olarak ele alınabilecek başlıklardır. Ancak bağlantılı göçler ve evlilik göçleri çok az istisnalar olmakla birlikte , tamamıyla kadına özgü olarak ele alınabilir.(Taştan , 2021, s. 178) Genellikle bir ülkeden diğer bir ülkeye iş göçü akımı başladığında , buna kadınların katılımı ilk dönemde düşüktür. Bu akım daha sonraki aşamalarda bir yandan kadınların kendi istekleri , diğer yandan evlilik bağları nedeni ile artmaktadır. Ne var ki , kadınların göçü, her iki durumda kabul eden ülkenin uygulamakta olduğu göç politikası tarafından denetlenmektedir. . (Abadan-Unat , 2017 , s. 177)
Almanya’da yaşayan Türklere “Almancı/Alamancı” sıfatı takılmıştır. Seksenli yıllarda misafir işçileri tanımlamak için kullanılan “Almancı” ifadesinin olumlu ve olumsuz anlamları bulunmaktadır. Olumlu anlamına baktığımız zaman; dost ve arkadaşların şakası, gazetecilerin bazı müjdeli haberleri verirken söylemek için kullandıkları başlıklar arasında yer almaktadır. Olumsuz yönüne baktığımız da ise yaşama dair tüm güzellik ve zevkleri bir kenara bırakarak, tasarruf yapabilmek için kötü evlerde yaşayan, çocuklarının eğitimine önem vermeyen, okumayarak kendini geliştirmeyen, yıllardır dolandırıldığı halde hala dolandırıldığının farkında olmayan, her daim Türkiye sevdası olan, gitmek isteyen ama bir türlü gidemeyen gibi anlamlar yüklenmiştir. (Kömürcü’den aktaran Gayırnal, 2011, s. 18-19). Nitekim 1960’ta Türkiye’nin imzalamış olduğu ilk ikili anlaşmadan önce , Almanya’da çalışma iznine sahip kadın işçilerin sayısı sadece 173’tü. Bu sayı 1974’te 159.984’e kadar yükselmiştir. Önemli bir kısmı kırsal kökenli olan bu kadınlar , başlangıçta yurtdışına gitmeyi tasarlamamışlardı. Böyle olmakla beraber bunların önemli bir kısmı aileleri tarafından göç etmeye zorlanmış ya da özendirilmişlerdi. (Abadan-Unat , 2017 , s. 177)
Türk kadın işçileri mensucat , terzilik , elektronik , gıda paketlemesi gibi belli alanlarda yoğunlaşmışlardır. Bu endüstrilerdeki gelişme koşulları , fiziksel açıdan bakılınca , fazla yorucu değildir. 1963 tarihli Abadan araştırmasının gösterdiği gibi , Federal Almanya’daki kadın işçilerin %74,5’i üretim süreci sırasında işlerini oturarak sürdürüyordu. Endüstri kaza oranı da kadınlarda , erkeklere kıyasla çok daha düşüktü. Bir erkeğe üç kaza düşmesine karşın bir kadına sadece bir kaza düşmüştü. (Abadan-Unat , 2017 , s. 182)
Kadın işçiler arasındaki en önemli memnuniyetsizlik nedeni , ücretler arasındaki açık farklılıktı. Abadan araştırmasına göre , kadınların yalnız %30’u ücretlerinden memnundu. Hoşnutsuzluk , eğitim düzeyinin yükselmesi ile birlikte artıyordu. İlkokul mezunları arasında sadece %44’ü eleştirici tutumlar benimserken , bu oran ortaokul mezunları arasında %58’e yükselmiştir. (Abadan-Unat , 2017 , s. 182) Türk kadın işçilerinin , fiziksel gerilimden çok psikolojik baskıya maruz kaldıkları , yalnızlıkla ilgili tüm durumlarda kendini göstermektedir. Erkeklere kıyasla hemen hemen iki misli kadın işçi amirleri ile konuşmak ve görüş alışverişinde bulunma dileğini açığa vurmuşlardır. Eldeki veriler kadınların , endüstri alanına girmesi ile birçok yeni bilgiler edinmiş olduğunu kanıtlamaktadır. Bu durum , kendini her şeyden önce yabancı dil öğrenme konusunda göstermektedir. (Abadan-Unat , 2017 , s. 184)
Orta Doğu ve Arap dünyası için Suriye, stratejik değeri oldukça yüksek bir ülke durumundadır. Lübnan, Irak, İsrail, Türkiye, Ürdün ve Doğu Akdeniz’e sınırının olması sebep olarak gösterilebilir. Bununla birlikte iç içe girmiş birçok farklı etnik ve mezhebe sahip olması, mücadele içinde olduğu bölgede bulunması, var olan ehemmiyetini daha da arttırmaktadır. Bulunduğu bölgede konumu itibariyle birçok açıdan mühim olan Suriye’nin, komşusu olduğu diğer ülkelerin dış politika ve güvenlik konularında da mühim derecede etkisinin olduğunu söylemek mümkündür (Kalyoncu’dan aktaran Kuralay, 2018, s. 64).
Türkiye tarihini incelediğimizde Suriye’den Türkiye’ye gerçekleştirilen göç, en yoğun göç dalgalarından birisidir. Bu göç ile birlikte Türkiye dünyada en fazla sığınmacıyı barındıran ülke konumuna gelmiştir (Şahankaya Adar’dan aktaran Kuralay, 2018, s. 15). 2011 yılında Suriye’de yaşanan huzursuzluklar, kısa sürede çatışmalara beraberinde de iç savaşa dönüşmüştür. Etkisini sürdürmeye devam eden bu olay Suriye ve çevre ülkelerde kısa ve orta vadede çeşitli etkiler yaratabilmektedir (Tunca ve Karadağ, 2018, s. 49). 29 Nisan 2011 tarihinde Suriye’den Türkiye’ye gerçekleştirilen ilk toplu göç hareketi Hatay’ın Yayladağı ilçesinde Cilvegözü sınır kapısından 252 Suriyeli vatandaşın içeri alınmasıyla başlamıştır. Türkiye “Açık Kapı” politikasıyla kapılarını açmış, Suriyeli vatandaşın sayısı günümüzde üç buçuk milyonu aşan sayılara ulaşmıştır (AFAD, 2017, s. 12).
Suriye’de yaşanan protestolar ve gösteriler ile birlikte taraflar arasındaki durum bir iç savaş haline dönüşmüştür. Bu iç savaş ise kayıpların meydana geldiği çeşitli toplumsal travmalara sebep olmuştur. Ancak yaşanan bu durum kadın ve erkek açısından farklı şekillerde deneyimlenmiştir. Erkekler savaş anında ölümle yüzleşirken, kadınların yüzleştikleri ise cinsiyete bağlı, çok daha farklı durumlar olarak ortaya çıkan gerçeklerdir. (Taşçı , 2023)
Pınar Yeli’nin ‘Göçmen Kadınların Toplumsal Entegrasyona Dair Deneyimleri ve Ayrımcılık Sorunu’ adlı yüksek lisans araştırmasında ; görüşmeye katılan göçmen kadınların Türkiye’ye göç etme sebebini Suriye’de yaşanan iç karışıklık olarak beyan etmişlerdir. Görüşmecilerin göç ederken ki ilk motivasyonlarının yaşamlarını devam ettirebilecekleri güvenli bir ortam arayışı olduğu görülmüştür. Katılımcıların öncelikli beklentileri yaşamlarını sürdürebilecekleri, güvenli bir yer arayışı olsa da göç ettikleri yerin Türkiye olması konusunda eğitim, din, kültür, sağlık gibi sebeplerin de ülke seçiminde alt motivasyon olduğu gözlemlenmiştir. Katılımcı kadınların göç sonrası deneyimlerine bakıldığında bir kısmı yaşadıkları en büyük zorluğun hedef ülkenin dilini bilmeme olarak belirtmişlerdir. Bir diğer zorlayıcı konu ise temel hak olan barınma olarak ifade edilmiştir. Söylemlerine bakıldığında, bu konuda zorlanma sebeplerinin yerel halkın kendilerine güven duymaması ve evlerini kiraya vermek istememeleri olarak belirtilmiştir. Buradan yola çıkarak barınma konusunda zorluk çeken katılımcı kadınların ve ailelerinin kimlik kökenli ayrımcılığa maruz kaldıkları görülmektedir. Katılımcı kadınlar göç sonrasında zorlandıkları bir diğer konu sosyo-ekonomik düzeyde düşüş yaşamış olmalarıdır. Yapılan görüşmelerde kadınlar ülkelerinde aile genelinde ekonomik durumlarının iyi düzeyde olduğunu fakat göç sonrası ekonomik refah seviyelerinin düştüğünü ifade etmişlerdir. Katılımcı kadınların sorun olarak belirttiği bir diğer konu ise yalnızlaşma, yalnız hissetme olarak belirtilmiştir. Bu noktada yalnızlaşma olarak bahsedilen durum geniş ailelerinden koparak çekirdek aile yaşantısına geçiş, çekirdek aileden başka sosyal çevrenin olmaması olarak ifade edilmektedir. (Yeli , 2024)
Aşkın Taştan’ın Suriyeli Göçmen Kadınlarla olan röportajında , katılımcı kadınlar için genel olarak dikkat çeken unsur , çok azının kendi ülkelerinde kendi gelirlerine sahip kadınlar olmaları ; diğer kadınların tamamının eşlerinin gelirlerini kendi gelirleri olarak görmeleridir. Bu kadınların Türkiye’ye geldikten sonra çalışamadıkları , dolayısıyla da herhangi bir gelire sahip olmadıkları görülmektedir. (Taştan ; 2021 , s. 206) Kendi ülkelerinde gelir sahibi olup Türkiye’ye göçmen olarak gelen kadınların , gelir sahibi olmaya devam edemedikleri için ekonomik anlamda sıkıntı çektiklerini söyleyebiliriz. Bunun yanında kendi ülkesinde de gelir sahibi olmayan kadınların göç sonrası ekonomik anlamda ekstra bir sorun yaşadıkları gözlemlenmemiştir. Geliri olmayan göçmen kadınlar , SUY yardımı ve sivil toplum örgütlerinden aldıkları destekler ile hayatlarına devam etmektedirler. Göç kararı verilirken kadının etkinliği incelendiğinde , kadınlardan birkaç istisna dışında hepsinin karar alıcı taraf oldukları görülmüştür. 24 katılımcı birlikte karar verdiklerini beyan etmiş , 11 katılımcı kendisinin karar verdiğini beyan etmiştir. 7 katılımcı ise göç etmeyi hiç istemediklerini ancak aileleri veya eşleri sebebiyle gelmek zorunda kaldıklarını ifade etmiştir. Göç kararı alınmasında , 42 katılımcı kadınsan 35’i karar verici durumda olduğunu beyan etmiştir. (Taştan ; 2021 , s. 227)
KAYNAKÇA
- Abadan-Unat , N. (2017) Bitmeyen Göç : Konuk İşçilikten Ulus-Ötesi Yurttaşlığa (3.Baskı) İstanbul : İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
- Gayırnal , A. (2021) 1961-2020 Yılları Arasında Almanya’da Yaşayan Türkiyeli Göçmen Kadınların Kimlik Dönüşümleri. Şırnak Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Siyaset Ekonomisi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans.
- Kalyoncu, Ş. (2018). Suriye İç Savaşı Sonrası Avrupa Birliği Güvenlik Denkleminde Mülteci Krizi, Yüksek Lisans Tezi. T.C. Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Isparta.
- Kuralay , A. (2021) Türkiye’deki Suriyeli Kadınların İstihdamı : İstanbul Esenyurt Örneği. Yüksek Lisans, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri.
- Mısırlı , S. M. (2019) Göçün Kadınlaşması Bağlamında Uluslararası Göç Hareketleri : Avrupa Birliği’ne Etkileri ve Kadın Mültecilerin Entegrasyon Politikası. Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı
- Rittersberger H. (2010) Göç Dinamikleri ve Kadın. Orta Doğu Teknik Üniversitesi.
- Taşçı , K. (2023) Suriyeli Savaş Mağduru Göçmen Kadınlarda Dine Ve Toplumsal Cinsiyet Algısı : Ankara Örneği.
- Taştan , A. (2021). Göç ve Kadın. Toplumsal Göç Bağlamında Uluslararası Göç ve Kadın : Kırıkkale Örneği. Net Kitaplık Yayınları.
- Tunca , H. Ö. Ve Karadağ , A. (2018) Suriye’den Türkiye’ye Göç : Theditler ve Fırsatlar. Kara Harp Okulu Bilim Dergisi. Science Journal of Turkish Military Academy.
- Yeli , P. (2024) Göçmen Kadınların Toplumsal Entegrasyona Dair Deneyimleri Ve Ayrımcılık Sorunu : Samsun Örneği. Yüksek Lisans Tezi. Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı.