Distopya kitapları arasında bulunan Cesur Yeni Dünya, Fahrenheit 451 ve 1984 adlı kitaplar üzerinden distopya kavramını ele almaya çalışacağız. İlk olarak belirtilmesi gereken melese kitapların konu işleyişi veya anlatmak istediği mesaj değil, farklı şekillerde algılanan distopik toplum kavramının 3 kitap özelinde benzerlikleri üzerinden distopya kavramını nasıl algılamamız gerektiğini tartışacağız.
Distopya kavramı kendi başına bir anlam oluşturmazken, genellikle ütopya kavramı üzerinden tanımlanır. Ütopya ise istenilen, arzulanan, herkesin mutlu olduğu ve bütün güzelliklerin bir arada olduğu bir toplum tasavvurudur. Distopya ise ütopya kavramının tam tersi anlamında kullanılan bir kavramdır. Baskıcı, totaliter, monarşik bir yapıyı ve toplum düzenini anlatmak için kullanılır. Ama temel mesele kime göre distopya kavramının kullanılacağıdır. Kim distopik bir toplum olduğu belirteceği ve belirleyeceği meselesidir. Bu sorular üzerinden başta belirttiğim 3 kitap özelinden bu kavramı anlamaya çalışacağız.
İlk olarak kısaca kitapların distopya olarak belirtilen toplum modellerine bakmak olacak. Cesur Yeni Dünya’da insan üretiminin sistemli hale gelmesi, endüstrileşmesi ve buna bağlı olarak toplumsal sınıfların oluşması üzerine bir toplum tasavvuru yapılır. Ve bu toplum dışında kalan ayrık bölge olarak belirtilen başka bir toplum ile arasındaki çatışma ele alınır. Buradaki temel mesele ise bu farklılaşmanın farkına varan kişi, üretim hatası olarak belirtilen Bernard’dır. Aynı zamanda başka üretim hataları dışında bu toplum yapısından mutsuz olan kimse yoktur. Buradaki soru şu olması gerek, bu yapı ütopya mı distopya mı? Bir ve birkaç kişinin yapıdan mutsuz olması bütün sistem yapısının ortadan kaldırılmasına yeterli midir?
İkinci olarak Fahrenheit 451’e bakacak olursak buradaki temel mesele ise kitapların yakılıp yok edilmesi üzerine bir toplum inşa edilir. Bunun yerini tele ekranların geçmesi ile birlikte temel aile bağlarının kopması ve bireylerin kendisiyle ve toplumla yabancılaşması üzerine kurulur. Ana karakter olan Montag ise itfaiyeci olarak çalışmakta olup kitap yakma görevi sırasında bir kadının evde bulunması sonucu, kitaplarla beraber kadınında ölmesine göz yumulması üzerine sistemi sorgular hale gelir. Bu olayla beraber hikâye başlar. Buradaki temel soru ise kadının neden evde bulunduğu ve evde olmasa hikâye nasıl devam ederdi.
Üçüncü olarak 1984’e bakarsak buradaki mesele ise Winston’un yaptığı iş gereğince geçmiş haberlerin farklı şekillerde algılanmasını sağlamak ve olmamış gibi yeni hikâyeler üretmek üzerine kurgulanmıştır. Bu olayların sık sık yaşanması üzerine sistemin işleyişi hakkında düşünmeye başlar ve geçmiş hatıralarıyla bağ kurup sistem karşıtı olmak üzerine kurgulanır. Buradaki soru ise geçmişinin tam olarak silinmiş olsa veya bu işi yapanların sık sık değiştiğini düşünsek böyle bir sonuç ortaya çıkar mıydı?
Burada bakılması gereken temel mesele sistemin işleyişi üzerine olması gereklidir. Çünkü bu 3 kitabın ana meselesi ‘sistem hatası’ olarak karşımıza çıkmaktadır. Sistem tam şekilde hatasız olarak işlemiş olsa kimse bu toplum ve iktidar yapısından olumsuz şekilde söz edemez. Cesur Yeni Dünya’da bulunan herkesin üretim sürecinde oluşturulan insan tipolojisi gereği mutlu insanlardır. Bu mutlu toplum içinde sistem hatası olan bir kişi yüzünden distopik bir yapı demenin manası yoktur. Asıl durum ütopik bir durumun sekteye uğramasıdır, distopik bir durumun değil. Aynı şekilde Fahrenheit’da evde kadının bulunması yine sistem hatası bir durumdur. Temel sorun distopya demeden önce toplumsal reaksiyona bakılması gereklidir. Sistemin işleyiş sürecinde ne kadar sekteye uğradığı meselesidir. Distopya anca bir toplum yapısı veya iktidarın baskıcı yapısı olarak değil de sistem hatası olarak bakmak ve öyle okumakta da fayda olacağını düşünmekteyim.
Ütopyaların sistem hatasıyla distopik hale dönüşmesi detayını yakalamanız, farklılıklar değil benzerliklere odaklanmanız farklı bir bakış açısı kazandırdı teşekkürler