Taş Devrinden Jetgillere Kentsel Dönüşüm Üzerine Sosyolojik Bir Bakış

Taş Devrinden Jetgillere Kentsel Dönüşüm Üzerine Sosyolojik Bir Bakış
izgi film kentsel dönüşüm sosyoloji
0

90’lar ve unutulmayan çizgi filmleri. Sabahın köründe kalkıp izlemeye doyamadığınız capcanlı bir o kadar da heyecanlı geçen, yaklaşık 25-30 dakika süren tadına varamadığımız canlı resimler. 90’ların çocuğu olarak o zamanki hatıralarımı şu an hala hissettim diyebilirim. Takip ettiğim çizgi filmlerden birkaçını sıralayacak olursam şunları söyleyebilirim: Heidi , Scooby-doo, Casper , Red Kit, Şirinler, Ayı yogi, Jetgiller, Taş devri… sanırım hepsini söylemesem daha iyi olacak çünkü liste uzayacak gibi görünüyor. Tabi o vakitler küçüktüm daha çocuktum olaylara bakış açım ise  tamamen safiyane bir şekilde idi. Kimi zaman gülerdim, kimi zaman ağlardım, kimi zaman da ikisini birden yaşardım. Fark edebildiğim tek şey duygu değişimlerim olurdu.

Gelgelelim Duygu hocamızın verdiği ödev ile birlikte olaylara daha çok sosyolojik yaklaşmam gerektiğini biliyorum ki zaten nitekim anlatılmak istenen de buymuş. Verilmek istenen mesaj ben küçükken (ne kadar ben pembe gözlüklerim ile izlesem de) bana anlatılmış zaten. Ödevimizin sorusu ise şöyle: Jetgiller ve taş devri arasındaki temel fark nedir ve bunun üzerinden kentsel farklılıklar nelerdir? Her ne kadar önceden izlemiş olsam da yaklaşık bir saat önce yeniden üçer bölüm izledim ve sosyoloji 2. sınıf olmanın verdiği avantajla olaylara sosyolojik açıdan yaklaşma fırsatı yakaladım. Aralarındaki temel farkı söyleyecek olursam birisi tamamen kırsal hatta Taş Devri diğeri ise taş devrinin epeyce ilerlemiş teknolojik gelişmelerin hat safhada olduğu üstelik kentsel bile  diyemeyeceğim kent ötesi bir yaşam tabiri caizse uzay çağı. Temelde bu fark göze çarpıyor. Ancak bundan öte benim dikkatimi çeken uzay çağında yani Jetgiller de ilerleme bu kadar göze çarparken üstelik gündelik hayat işleyişlerinin çoğunu robotlar yaparken bu gelişmeler ile birlikte gelen birçok olumsuzluklar. Çünkü günümüz teknoloji çağında bile hayat bu kadar kolaylaşırken ya da en azından bize öyle gösterilirken uzay çağından beklentimiz büyük olur elbette. Gerçi kentleşmenin getirdiği olumsuzluklar bugün de hala varlığını sürdürmekte ve korumakta. George Jatson’ın ataerkil tavırları, Jane Jatson’ın ‘salak’ hatta ‘ahmak’ kadını oynaması deyim yerindeyse kentleşmedeki kırsallık diye adlandırabileceğimiz tavırlar ve davranışlar (kırsalın insanına atfedilen hareketler olduğu için bu ifadeyi kullandım).Biliyoruz ki kentleşmenin getirdiği farklılıklar bulunmuyor değil karmaşık hayat, makineleşme sanayileşme, otomatik tuşlar, kolay ulaşım, robotlar, uzmanlaşma, emek… Gibi gibi birçok gelişmelerin olduğu aşikar. Ve yine kentleşme ile birlikte ‘eve ekmek getirme’ zorunluluğu olan erkeğin saatlerce çalıştığı, evde yemek pişirmek zorunda kalan aynı zamanda kocasının parasını harcayan kadının  resmedildiği bir anlatım söz konusu. Üstelik Jane Jatson’un araba kullanmasına bile müsaade yoktu. Öğrenmek istediğinde de yine o ‘ahmak’ kadın profili çizildi. Açıkçası bana soğuk gelen tarafları fazlasıyla mevcut. Üstelik kent hayatında kadının yerinin evden daha çok ‘home-out’ olarak geliştiğini bildiğimiz halde bu çizgi filmde ise böyle bir anlatım yok. Şu an her ne kadar uzay çağı bize uzak görünse de teknolojinin gelişmesi ile birlikte yakında ulaşacağımız açık. Ancak bu ilerleme bize ne kadar mutluluk getirecek orası meçhul. Saatlerce çalışan çalışmaya mecbur bırakılan bizler tabiri caizse yaşayan zombileri döndük. Oysa taş devrinde öyle mi? Nerede o eski günler diye bir ah çektiğimiz zamanlar hepimizin oluyordur. Hatta günümüzden örnek verecek olursam kimi yemek yeme yerlerinde kullanılan ‘kendin pişir kendin ye’ cümlesinin bu ilkel zamanlardan kaldığını düşünüyorum hatta taş devri çizgi filmindeki de böyle olduğunu görüyoruz. O zamanlara dönmeyi kim istemezdi değil mi? Taş Devri çizgi filminde de yine keza bana farklı gelen tarafları oldukça fazla olmasına karşın dikkatimi en çok çeken kadınların araba kullanabilmesi olmuştu. Çünkü aynı şeyi Jetgiller de görememiştim. Burada kadınlar istediği gibi davranabiliyor tek başlarına bir eğlenceye gidebiliyorlardı. Kadınlara göre erkeklerin daha çok kullandığı klişeler arasında bulunan ‘sen bana aitsin’ cümlesini kadınların kullandığını görüyoruz.  Hatta bir bölümünde Vilma ve Beti ‘bize ait olanlar’ ifadesini sarf ediyorlardı. Barni moloztaş bateri çalıyor Fred Çakmaktaş ise şarkı söylüyordu. Burada da kırsalın içinde bir kentleşme görüyoruz. Fred Barni’ye göre ‘maço’ olsa da Vilma ve Beti’ye göre ‘kılıbık’ diye söyleyebileceğimiz konumda bulunuyordu. Tabi şiddetin her türlüsüne karşıyız ama taş devrinde dayak yiyenler erkek tarafı oluyordu. Feminist bir yaklaşım diyebilir miyim bilmiyorum ama jetgillerdeki ataerkilliğe karşı feminist ibaresini kullanabilirim sanırım. Çakmaktaş ve moloztaş ailesinin kırsal bir yaşam alanı ortada kültürel ve sanatsal açıdan oldukça zengin bir yaşayış tarzları olduğunu söyleyebilirim. Teknolojinin olmadığı apaçık ortada ancak sıcak mı sıcak bir hikayeleri var. Kırsal yaşamın özendirmiyor değiller. Gerçi günümüzde bu ‘moda’ oldu desem yalan söylemiş olmam sanırım. İnsanlar şehir hayatından kaçıp trafiğin, gürültünün, hava kirliliğinin olmadığı sade bir yaşamı tercih ediyorlar ve küçük köy yaşantısına bir özentililik hatta geçiş olduğunu gözlemliyoruz ve görüyoruz. Kırsaldan kente geçiş modern sayılırken şu an kentten kırsala geçiş modern hatta ‘entelektüel’ olarak görülüyor. 

     Sonuç olarak İlerleyen zamanlarda bizi nelerin beklediğini söylemek güç mü yoksa kolay mı bilemiyorum.  Ancak bilinen bir gerçek var ki o da şehir hayatı bizleri tüketiyor. Bir yerlere yetişmeye çalışırken geciktiğimiz birçok şeyler oluyor en çokta kendimiz, çevremiz, ailemiz değerlerimiz, düşüncelerimiz. Düşünce özgürlüğü ilerleme ile gelir diye diyoruz ancak görünen o ki düşüncelerimize pranga vurulduğu şu zamanlarda bunu söylemek ne kadar doğru olur?  Kapitalist devir diye harcadığınız şu günlerimizin bize yararı var mı zararı mı daha çok yoksa bunların hiçbiri mi değil? Para denen metanın olmadığı zaman kaideye alınmadığımız bu kentsel dönemde bilginin yüce ve hakim olduğunu söylemek komik olur sanırım. Çünkü bilginlerimizin değil metalaşmış zihinlerin daha çok alkışlandığı bu deviri nasıl ciddiye alabiliriz tartışılır. Cümlenin sonunu şöyle bitireyim : ‘kentleşmiş beyinlerin aşırılığı kalbe zarar , kırsallaşmış beyinlerin azlığı kalbe yarar.’

Kilis 7 Aralık Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji lisans öğrencisiyim. Sosyolojiyle alakam merakla başlayıp aşka doğru bir yol izledi. Amacım bu dalda bir yer edinip topluma yararlı olabilmek. Selver Kekeç 🖊

Yazarın Profili

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir