Oryantalizm nedir? Kapitalizm nedir? Sorularının yanıtları verilerek ve bu kavramlar değerlendirilerek, İslam ile olan bağlantıları ortaya konulmaya çalışılmıştır. Konu; Oryantalizm, kapitalizm ve İslam. İyi okumalar.
20. yy tarihinin ana teması sarih ve aşikârdır. Kuzey Atlantik dünyası olarak adlandırılan sanayi bilim toplumları dünyanın geriye kalan bölümlerine yayılmıştır. Geleneksel tarım toplumlarının çözülmesinin büyük ölçüde tamamlanabilir olarak ön görülmektedir. Bu süreç, tarım toplumlarının yerini sanayi veya sanayileşmekte olan toplumlar almasıdır. Tarım toplumları, tarımsal üretim yapanları ve durağan bir teknoloji hâkimdir. Bilişsel ve teknik yenileme zordur. Genel olarak otoriter, dogmatik ve istikrara yöneliktirler. Bu bağlam çerçevesinde inanç sistemleri vardır. Sanayi toplumları sürekli büyüyen ve sürekli güçlü hale gelen teknik donanıma sahiptir. Tarımda çalışmayan nüfusu istihdam ederler. Siyasi ve kültürel yapıları homojen değildir. Toplumsal hareketlilik ve sekülerleşme yolunda hareket ederler. Tarım toplumları ve sanayi toplumları arasında farklar vardır. Marksizim bu süreç içinde büyük gözlemcidir. Onun için önemli aktör inanç sistemidir. Marksizimde iki ana düşünce şüpheye düşürür. Feodalizm, sosyalizm ve kapitalizm kavramları üretim biçimleri üzerinden adlandırılmasıdır. Üretim biçimlerine göre üst yapıyı belirlerler. Bunlar sorunları belirleyebilir ancak çözümleri belirleyemez. Sadece sanayi formuna öğretisel bir formül önerebilirler. Değişme sebepleri sanayi toplumlarının iktisadi ve askeri üstünlükleridir. Bu toplumlarda gelişip zengin ve güçlü olmak istiyorlar. Batılılaşma ile eş değer ideolojidedir. Bu açmazdan kurtulmuş görünen bir kesimi vardır, İslam toplumları. Bunlar tarım toplumudur. Ancak bunlar zayıflamak yerine daha da güçlenmiştir. Modernizim çeşitli karışımlar karşısında geri çekilmek zorunda kaldı ancak İslamiyet kendi canlılığını korumaya devam etti. Her hangi bir siyasi rejime bağlı değildir. İlke olarak tüm toplumu kucaklayan, Allah’a ulaşımı eşit ölçüde sayan bir öğretiyi ihtiva ediyordu. Modern dünyayı doğurmamasına rağmen büyük ölçüde uyum sağladı. Hurafelerden ve hiyerarşiden ayrıştırabildi. Tek bir bayrak altında geçmiş ve geleceği, sürekliliği ve dönüşümü sağladı. Bunlar İslam ülkelerini milliyetçilikten ve sosyalistlikten kurtarıp homojen bir yapıya soktu.
İslamiyet’in farklı açılardan incelenmesine oryantalizm adı verilir. Oryantalizm, kuramları ve yaklaşımları belirleyen problematiktir. Marksizm, oryantalist geleneği takip etmiştir. Oryantalizm birkaç önermeye dayanır. Birincisi Hristiyanlığın önce dinamik sonra statik olduğudur. İkincisi ise İslam’ın durağanlığını açıklayan nedenler listesi sunmasıdır. Tipik olarak despotik olduğu, özel mülkiyet olmadığı ve köleci yapısının olmasına bağlamaktadır. Üçüncü büyük sorun Müslüman psikolojisidir. Boyun eğme formu, kaderciliği desteklemektedir. Bu var olan forma İslamiyet hiç karşı koymamıştır. Yeniliği engelleyici, despotik, hareketsiz oluşu sanayi toplumu olmasını engellemiştir. Hristiyanlık dinamik, İslamiyet atıl olarak tanımlanmıştır. Monarşinin arkasındaki düşünce saygı, despotizmin arkasındaki düşünce korkudur. Montesquie, despotizm de özellikle Türkiye’yi göstermiştir. Böylece despotizm, yönetimin doğal biçimini oluşturur. İlahi derebeyi özelliği despotik bir yönetici özelliğini gösterir. İslamiyet ve ekonomik durağanlık arasındaki ilişki, Türkiye’nin de kişinin güvenliği ve özel mülkiyet olmadığı için kapitalist bir ekonomiye uymadığı söylenebilir. Müslümanların, hayatın masallarıyla eğlenen mazlum kişiler olduğunu söyler. Köylü topluluklar, Pazar güçlerine karşı koyarlar. İslami loncalarda devlet yönetimin altındaydı, özel mülk oluşmuyordu sadece kiralanma vardı. Weber’in dini değerlere dayanarak ekonomik durağanlığı açıklaması içsel kuramın örneğidir. Müslüman girişimcilerin ekonomik beklentileri dar görüşlüdür ve gelecekteki kardan ziyade şimdiki karı düşünürler. Bu da İslam’da hiçbir zaman güçlü bir orta sınıfın gelişmediğini gösterir. İçe yönelik açıklamalar Weberci, dışa yönelik açıklamalar Marksist kökenlidir. Osmanlı imparatorluğunda toplumsal ilişkilerin feodalleşmesine yol açan prebendalizmin iç bunalımı toprak sahipleriyle ilgili olarak, loncaları yoluyla ihracatı kontrol ediyordu. Zamanla Osmanlı İmparatorluğu’nun dışındaki önemli gelişmelerle tamamıyla değişti. Coğrafi keşiflerin olması transit yollarının önemini azalttı. Osmanlı Devleti’nin mahalli gelir bunalımı gerçekleşti. Dünya içerisinde Osmanlı bölgelerinin ticarileşme süreci 19. yy’da tamamlandı. Avrupa ithalatı, lonca sistemini ve kırsal zanaati bozdu. Osmanlı yapısının iç değişmeleri, açıkça dış değişmeler kaynaklıdır.Oryantalistler, inanç ve kapitalist faaliyetler arasındaki ilişkiye, toplumsal ilişkilerin doğasını yansıtan, toplumsal etkilenmenin önemli olduğunu söyler. Oryantalizmi bir sorun olarak da ele almamak gerekir. Rodison bununla ilgili olarak, İslam’ın girişimi engellemediğini. Eleştirilmesi gereken noktanın burjuva girişimciliği ve İslam şehirlerinin, durağan ve kendiliğinden gelişen toplumlar hakkında yanlış görüş olmasıdır.
Sanayileşme bozucu yan etkilerine rağmen ilerlemeye neden oldu. Teknolojik devrim, sivil toplumların temelini oluşturdu. İslam, geleneğe uygun bir yapıya karşıt örnek oluşturmuştur. Orta Doğu da bu modernliğin gerekli üst yapısı olmamasına rağmen girdiği ileri sürer. Devrimin tanımı ve açıklaması siyaset biliminde önemli anahtar konudur. Devrim toplum biliminde, normal bir toplumun toplum yapısının değişmesi demektir. Marksist kuram, devrimci değişim sorununu farklı bir yaklaşımla irdelediği görülebilir ancak geleneksel olan toplum bilim yaklaşımına benzerlik gösterir. Marksın sınıf mücadelesini yapısal devrimlerin temeli olarak analiz eder. Manifesto kitabında bunu görebiliriz.
Orta Doğu tarihinin ve toplumun devrimci olmayan özelliğini izleyen bir çaba olduğu görüşü vardır. Osmanlının çöküşü ve Avrupa güçlerinin geri çekilmesiyle, eski tarz siyaset bozulmuştur. Çünkü artık yabancı uyruklu yönetici vardı. Bu soylular hükümetin yıkılması için dışsal bir muhalefet uyguluyorlardı. İncelenen bu makalelerde İslam örneğinde bulunmayan kötü yönetime karşı koyma içeriğine dayanır. Orta çağ döneminin bu iki karşıt ilkeyi barındırdığı söylenebilir. Hoobes’in mutlak kişisel özgürlüğün bulunduğu doğa durumu, onun oryantalizm tezi için stratejik bir alettir. Sonuç ise toplumsal bir sözleşmenin yararına haklarından vazgeçmeleridir. Rousseau’nun ki ise tamamıyla insanın özgürleşmesi için bir çabadır. Neticede batıya özgü bir doktrin olarak hiçbir kavram yoktur. Böylece Devrimlerin Yokluğu Tezi bizi Orta Doğu da devrimlerin olmadığını düşünmeye çağırır. Birkaç ülkenin yorumlamasına göre vurgulanmak istenen nokta şiddete dayanan devrimsel gelişme ile diğer yandan kapitalist gelişme arasında gerekli bir bağın olmadığıdır. Devrimlerin yokluğu, Orta Doğu’nun özel gelişmesinde, ekonomik temelinde veya kapitalist ilişkilerin uluslararası ağın değil, basit bir şekilde İslam ideolojisinin fiili yönetimle uzlaşmasında aranır. Bu nedenle Doğu despotizm geleneği, Orta Doğu’nun siyasal tarihinin, ekonomik temelin doğasına değinmeksizin, temelinde hükümetler, anayasalar ve elitler tarihidir görüşünü yeniden teyit eder. Devrimlerin Yokluğu Tezi, ikinci derecede oluşturulan memurların değişiklikleri olarak üst yapısal düzeyle bir yere yerleştirmesinden dolayı, despotizmi farklı kıyafetle sunmasından dolayı da eleştirilebilir.
Başından beri tüm toplumların tarihi, sınıf mücadelesi tarihidir önermesi, toplumların devrimci yeniden yapılanmasıyla ve mücadele eden sınıfların iflasıyla sonuçlanabilir. Orta Doğu’nun yapısı sınıfsal gönderme yapılarak açıklanabilir. Devrimleri sonuçlarının ele alınmasından ziyade, devrimleri, siyasi etkilerin tarzların dönüşümü olarak ele alabiliriz. Devrimler, üretim tarzlarının direk sonuçları değildir. Bunlar karşıtlıkların gerekli sonuçlarıdır. Toplumsal oluşumda tarz her zaman egemendir. Bu nedenle KÜT toplumsal oluşumda egemen tarzdır. Tarzların dönüşümü, sınıfların bir gecede dönüşümüne sebep olmaz. Marx’ın ortaya koyduğu şey KÜT’ün genel bunalımıdır. Avrupa toplumunun dönüşümü, KÜT’ün egemenliğine doğru bir değişmeyle sonuçlandı. Bu yıkımlarla değil, muhafazalarla sonuçlandı. Çoğunluğun despotizme karşı olduğu ya da Batı’nın başarılı devrimleri ve Doğu’nun başarısız devrimlerinden farklı bir düşünce değildir. Marx burjuva kapitalizminin eski ve kutsal önyargılarla olan ilişkilerinin pre-kapitalist üretim tarzlarının fosilleştirdiğini söylemiştir. Özgürlük getirir düşüncesiyle, toplumsal değişmenin iyimser bir amaç görüşüne bağlı olan Marksistlerdir.
Son yıllarda analize dayanan Weberci bilim anlayışı gelişti. Weber’in İslam’ı göz ardı etmesinin sebeplerinden biri sosyolojik geleneğin sonucu oldu. İslam’ın bir kurtuluş dini olmadığına dair çeşitli yorumları mevcuttur. Bu nedenle İslam Weberci teoriyle karşılaştırılamaz. Weber’in inançların eylemlere ve eylemlerin inançlara neden olduğu kolay bir etkileşimcilik düşer. Bu sebeple Weber’in din sosyolojisine ait dört değişik tez gösterilebilir. Weber’in bilim felsefesindeki anlama kavramının önemi üzerine geniş bir görüş içerir. İnançları biçimlendirdiğine sürekli olarak dikkat çektiğini göstererek Marx Weber arasındaki sürekliliğin öneminin altını çizer. İslamiyet kurumların uzun bir tarih boyunca patrimonyalizm ile kapitalizmin uyuşmadığını göstermiştir. İslami inançlar kesinlikle etkilidir fakat patrimonyal şartlara göre ikincildir. Weber’in fikirlerin çoğu kez nedensel olarak önemli olduğunu düşündüğünü gösterebileceği halde bunlarla birlikte ortaya çıkan temel sorun Weber’in kalvinizin hakkında kendisinin bir Kuram oluşturduğunu inkâr etmesidir. Rasyonel kapitalizm gerekli ve yeterli bir şarttır fakat bir diğer dizi anahtar değişkenlerle yerleştirilmesi gereklidir Bu yüzden Weber’in modern kapitalizm ve kapitalist mülkiyet tarzı Özgür pazar hareketlerine dâhil ettiği tarihlerine başvurur. Protestan ahlakı tezinin Weber’in sonraki sosyolojisinde sürekli ve merkezi olduğunu var saymasıdır. Weber’in Asya toplumuna ilişkin analizinde yüzeysel kalmıştır. Weber’in temel ilgisini oluşturduğunu ileri sürenler değerlerin nedensel önceliğini göstermeye çalıştığı görüşünü kabul etmezler. Weber fazla basitleştirilmiş herhangi bir nedensel zincir aramaktan ziyade toplumsal anlamlar arasındaki karmaşık yakınlaşmaya da uygunlukları açıklamakla ilgilenmiştir. Weber’in yorumlamayı açıklaması bir eylemde bulunan kimsenin kavramlar ve terimlerin filolojik açıdan yorumlanmasını gerektirir. Ancak Weber İslam gibi karmaşık bir anlam sisteminin din olarak ele alınıp alınmayacağı sorunuyla hiçbir zaman karşılaşmamıştır. Weber’in sadece seçmeci yakınlaşmanın nasıl geliştiğini göstererek u sorunları göz önüne aldığı ileri sürülebilir. Weber’in içkin olan ve Mills tarafından açıklanan motiv kuramı marksizmin düşünce ve ideoloji ele alış tarzı ile uygunluk arz eder. Seküler bir ortamda motivlerin dini bir kelime grubu ya uygun değildir ya da mevcut değildir. Dini elitlerin toplumsal gücünün düşüşüyle birlikte toplumsal eylemleri tanımlayan ve etkileyen geleneksel dini dillerin eski diye bir durumu düşünmek zor değildir. Weber böylece eylemleri açıklamak için toplumsal eylemlerin öznel anlamlarını anlamak gerektiğini fakat eylemleri tanımlayan ve açıklayan dillerin sosyo ekonomik ortamları tarafından belirlendiğini ifade eder. Weber İslam hakkındaki incelemesine Mekke İslam’ın büyü reddeden ahlaki bir kehaneti dayanan tektanrıcılık bir din olduğunu söyleyerek başlar. Weber’e göre Allah’ın Kadir ve her yerde hazır kurtulma endişesine bir çözüm olarak ortaya çıkabilirdi.
Fakat iki önemli toplumsal grup tarafından engellendiğini öne sürer. Eski İslam kendisini üyeliğin temel olarak birkaç pratik ve birincil ritüel emirlerle birlikte iyiye vekalete bağlanıp kabul edilmesi tatmin etti der. İslam’ın hiçbir zaman gerçekten Kurtuluş dini olmadığı sonucuna varır Weber. Ancak İslam nihai dini amaçlarla gerçek bir Kurtuluş yolu gerçekleştirmişti fakat bu Kurtuluş mistik ve öte dünyaya aitti. İslami büyüsel öğelerin yerleştirilmesi ile birlikte tevhid inancının bozulmasına neden olmuştu. Savaşçı bir cinselliğin dünyayı mistik bir algılayış bileşimi ürettiğini söyler. Hukuk konusunda Weber, rasyonel kapitalizmin gerekli bir ön şartıydı ve sonuç olarak ekonomik açıklamaları yetersizdi. İslam topraklarının yabancı askerler tarafından kontrol edilen bir bürokratik sistemin egemenliği altında bulunduğundan dolayı kapitalist sanayileşmeyi başaramadığını savunur. Weber bu siyasi şartları yöneticinin keyfi kararları demek olan sultanlık adı altında özetlemiştir. Şehirlerin patrimonyal askerler için askeri kamplar olarak kullanılması ve patrimonyal müdahale edilmesi İslam’da burcu ve bir hayat tarzı ve ahlakının gelişmediğini söyler. Bu yüzden emperyal İslam’ın ticari faydacılığın doğallıkla hor görür. Diğer halklar hakkında konuştuğumuz yöntem insan etkileşiminin merkezi bir sorundur. Yabancı grup ve kültürlere ait halkları gerçekten anlayıp anlamayacağınız konusunda şüpheler barındıran büyük felsefi sorunlar vardır. Toplumsal yapıların geniş bir karşılaştırması olmadıkça bir dil anlaşılabilir bir şekilde diğerine çevrilemezdi. Çevirinin pratik olması başka bir dilde yeterli oluşun zor olmasıdır. Çeviri sorunu kültürel göreceliği daha genel sorunu ele alır. Eğer tüm bilgi ve inançlar kültürel olarak Özgürse o zaman toplumsal pratikler karşılaştırılabilir. Ama bir dizi zorluk da vardır çünkü dünya hakkındaki bilgimiz öznel bir tercih olduğunu gösterir. Bu da demektir ki toplumlar arasında nesnel ve geçerli karşılaştırmalar yapılamaz. Diğer dinler kategorisi içerisinde İslam en azından iki ayırt edici özelliğe sahipti. Peygamberi tek tanrılı bir din olarak İslam teolojik olarak Hristiyanlıkla yakın bağlara da sahiptir. Doğunun inlerinden farklı olarak İslam Avrupa’da sömürgeci güce sahipti ve Akdeniz toplumlarında egemen kültür ortamını sağlamıştı. Hristiyanlık ve İslam gibi iki farklı dinin karşılaştırılmasında çeviri ve görecelik sorunları ile karşılaşırlar. Peygamber Muhammed dini bir ebedilik için Hristiyanlık ve İslam arasında sürekli bir ayrılık noktası olarak kabul edilir. Bununla beraber İslam için sorun olan bir durum Hristiyanlık teolojisinde bir sorun değildir. Ancak İslam gücün seküler dünyasına radikal hiçbir meydan okuma ortaya koyamadığından insanları dünya efendisi gibi bir konuma getirecek rasyonel teoloji geliştirmiştir. Temel yöntemleri geliştiren bir yolla toplumsal yapısına hiçbir zaman meydan okumamıştır.
Marx ve Weber batıda tarihin varlığını ve doğudaki yokluğunu açıklamak için başka bir benzer değerlendirme düzleminde buluşurlar. Bu nakil sistemine göre mülkiyetin toplumsal sınıfların üretim tarzlarında değişmelerinin listesidir. Buna göre sınıf mücadelesi devletin varoluşunun bir şartıdır. Asya tipi üretim tarzında sınıflar olmadığından devletin varlığını iklim ve bölgeye muğlâk göndermeler yapmaktan başka bir şekilde açıklamak zordur. Marx Weber’in değerlendirme düzleminin arkasında yatan soru Batı toplumunda kapitalizmin toplumsal kökenleri ve Doğu toplumunda ise bunların olmayışına yoğunlaşmaktadır. Kapitalizm sadece batıda ortaya çıkmıştı. Batı toplumlarında kapitalizmi açıklayan sosyoekonomik nedenlerin herhangi bir listesi başka bir yerde yoktu. Ayrıca azgelişmişlik düşüncesi Avrupa dışında kapitalist gelişmenin yokluğunu açıklayacağım meçhuldür. Her iki durumda da sonuç kapitalizmin sadece şarta bağlı bir gelişme olduğu sanası olabilir. Ancak Marksizm oryantalizmi değerlendirme yöntemlerinin tamamına Yeterli cevap vermemiştir. Sayıda göre ise oryantalizm dünyayı muğlâk olmayan bir biçimde Batı ve Doğu olmak üzere ikiye böler. Doğu’yu potansiyel olarak tehlikeli bulur. Oryantalizmin görevi ise doğulu toplumların şaşırtıcı karmaşıklığını yönetebilmek ve anlaşılabilir bir düzeye indirgemektir. Oryantalizm eleştirisi olarak Foucault’un söylem hakkındaki perspektifinin kabul edilmesi olumsuz ve kötümser sonuçlar ortaya çıkartır. İslam ve Hıristiyanlık sadece ortak olan dinsel ve coğrafi özelliklere sahip değildir, aynı zamanda felsefi bilim ve tıpta da ortak çerçeveler paylaşırlar. Oryantalizmin genel yönü, farklılıklar ve ayrılıklar konusuna önem vermektedir. Batı felsefe tarihi bu eğilimlerin ilginç bir örneğini ortaya koyar. Batı düşüncesinin temel katkısı tartışma ve araştırmanın sistematik değişmesine imkân sağlayan muhakemenin mantıksal ve hitabet ile ilgili tarzıdır. İslam ve Asya toplumları çalışmalarında başat değerlendirme prosedürü olumsuzlama ile İslam kültürünün doğasını açıklamaya çalışan çaba oryantalizmdir. Müslümanlık yokluklar tarafından oluşturulur. Oryantalizmin eleştirisi geniş bir oranda Doğu hakkındaki geleneksel söylemeni dışında iki olası yolu ihmal etmiştir. İslami Hristiyan inançların saçmalığını göstermek için bir aynı olarak kullanılan rasyonalitesi hakkında olumlu görüşleri de vardır. Bu düzlemde teolojik budunbencil bir çözüm birlikte kültürümüzün temellerini oluşturan Hristiyan, Yahudi ve İslami gelenekleri dini bir temanın sadece varyasyonlarından birleştiren ilişki ve benzerlikleri üzerine vurgu yapmak olacaktır.