Birçok batılı akademisyen dini özel ve işlevsel olmak üzere genel olarak iki kategoride tanımlamayı ya da tasvir etme eğilimindedir. Buna son yıllarda politik tanımlamalarında ilave edildiği görülmektedir. Özsel tanımlar: Kutsal, aşkın, ilahi ve tabiat üstü gibi gerçeküstü ve içeriği açısından yapılan din tanımlarına özsel tanımlar denir. Bu tanıma odaklananlara göre din bütünüyle özle ilgilidir. Tanrıya manevi güçleri ya da kutsal olan olarak bilinen şeyleri iman edenlerin bir dini vardır, inanmayan ise yoktur. Dinin özsel bir tanımını kabul etmek tanrı, kutsal, tabiatüstü, müteal ve gerçek gibi aşkın biri varlığa işaret eden inançlar sistemini kabul etmek demektir. Dolayısıyla bu tür tanımlar tebliğci ya da misyoner dinler için kabul edilebilirlikten uzaktır. Zira kutsal olan ile gerçekleştiren nitelikli bir tecrübe sadece insanın kendisi ile sınırlı kalmaz, mutlaka diğer insanlar da sirayet eder. İnsanların birbirini etkilemesi ile bu tecrübeler objektifleşir ve bireyler üzerinde hakimiyet kuran bir olgu haline gelir. Sadece bireylerce hissedilen subjektif bir tecrübe olarak kaldığı ve somutlaşıp objektifleşmediği sürece hiçbir din toplum üzerinde etkili olmaz.
Din her zaman insanların işlerini çoğunun arkasında itici güç olay gelmiştir. Din özsel ve kendisi ile birlikte insan ve toplum için bir hayat rehberi ve toplumsal ilişkileri düzenleyen bir deniz feneri gibidir. Fayda sağlamayacağını bile bile birileri tecrübe etmek zorunda kaldı bir olgu değildir.
Dinin İşlevsel Tanımları
Odaklananlara göre din dünyevi görüşlerine insan ve toplum üzerindeki sosyal ve psikolojik etkilerine göre tanımlanır. İnsanın inanç sistemi hem toplumsal yaşantısında hem de psikolojik yaşantısında biriyle bir rol oynuyorsa o bir dindir, böyle bir etkisi yoksa başka bir şey -felsefe gibi- olarak görülür. Din bize hem toplumsal olarak birimize bağlayarak hem de psikolojik ve duygusal olarak destek direk hayatımızı sürdürmek yardım etmek için vardır. Sosyolojinin doğuşu döneminde birçok sosyolog dine karşı pragmatist bir tutum benimsemiştir. Şayet din, bireyler için bir destek bir güç ve bir rahatlama, bir güven veriyorsa yaşam için yararlı insanlara saldırgan duyguların önlüyor ve sosyalleşme yerine olumlu katkısı alıyorsa bu durumda din gereklidir. Köklerini Durkheim’da bulan Parson ve Merton gibi sosyologların geliştirdiği yapısal işlevsellik kuramcılarda göze çarpan özellik daha çok sosyal düzen, sosyal bütünleşme ve sosyal çatışma, sosyal değişme gibi toplumsal farklılaşmaya dinin katkısı meselesi ön planda olmasıdır. İşlevselci yaklaşım dini pragmatik dil işlevleri açısından ele aldığında indirgemeci olma eğilimindedir. Bu dinin doğasını ve kaynağını radikal sosyolojik anlamı olarak anlama demektir. Burada din, doğaüstü, müteal bir uluhiyet kavramı taşımaktan çok işlevsel bir güvenlik mekanizması; toplumsal düzen dayanışma ve değişmesi sağlama ve gerilimi hafifletme aracıdır. Din bireyleri sağladığı psikolojik desteğin yanı sıra toplumun düzenini birliğine sürekliliğine ve değişimine yardımcı olduğu için değerlidir sosyalleştirme, meşrulaştırmak, anlamlandırma gibi bütünleştirici işlevi sayesinde insanın hayal kırıklığının dışında, çatışma ve engellemelerin üstesinden gelmesine yardımcı olur.
Din “ortak hafıza”dır dağınık kitleleri ortak bir bilinç içerisine bir araya toplar ve kimliklerini dışarıda bilecekleri bir referans kaynağı sağlar. Toplumsal düzen ve bütünleşme faktörü olmasının yanı sıra kimi durumlarda toplumsal farklılaşma ve ayrışma nedeni de olabilir. Bir dine ait inanç ve tasavvurlar bir taraftan o dinin müminlerin birleştirici bir rol oynarken, diğer taraftan aynı mekân, ocağı paylaşan insanların inanç farklılıklarından dolayı karşı karşıya gelmelerinin yol açabilir. Bununla birlikte dinlerim bütünleştirici niteliği daha belirgindir.
Çok yönlü kapsayıcı politetik tanımlar: Politetik din tanımı, konusunda yetersiz kalan özsel ve işlevsel tanımlarını alternatif olarak çıkmıştır. Gerçekte politetik anlayış, bir sistemin tanımını yapmaktan çok o sistemin din olup olmadığını anlamak için bir kriterin ortaya konulmasıdır. Buna göre neyin dini olup olmadığına karar verir.
Sözgelimi;
Tanrı vb. kutsallarla yönelik merkezi ilgi ve inançlar
Bu tür daha inançlara dayanan ahlaki kodların ihlali durumda doğaüstü müeyyideler
Dünyevi unsurlarını kutsal ya da profan dikotomik ayrışması
Dünyevi varlığın sıralandığında kurtuluşa doğru bir yönelim dini pratikler
Bir kutsal metin ya da aynı şekilde yüceltilen sözlük gelenekler
Ruhbanlık ya da uzman dini elit
Manevi bir toplulukta bütünleşme aidiyet hissi gibi unsurların tamamı olmasa bile bir kısmı din kabul edilebilecek bir sistem de görülebilir.
Özetlersek, işlevsel tanımlamalar dinin fertlere ya da topluma sağladığı farz edilen yararları tasvir eder ve dinin ne yaptığı ya da ne işe yaradığı; özsel tanımlama ise dinin içeriği ya da özüyle ilgili karakteri içerir ve dinin ne olduğu üzerine yoğunlaşır. Ancak her iki tanım da monotetik ve birbirini dışlayıcıdır.
Dinin sırf işlevsel açıklaması dine dışarıdan bakanların görüşünü yansıtırken, dinin içinde olanlarınkini ihmal eder. Toplumsal niteliğini dikkate almaksızın dini sadece kutsal ile bireysel tecrübe ile sınırlı görsel tanımlamalarda yetersizdir. Sadece sübjektif bir tecrübe olarak hissedilen ama dış dünyada somutlaşıp objektifleşmeyen bir din neredeyse imkansızdır. Bu iki tanıma alternatif olarak beliren çok yönlü ve kapsayıcı politetik anlayışın en büyük eksiği ise kutsal ya da seküler dinî olarak değerlendirilebilecek her fenomenin olabileceğini kabul etmesidir. Bize göre bir din sosyolojik bakış açısından üç karakteristiği itibarıyla teşhis edilebilir: Bunlardan birisi “inançlar ve inanılan alanın ya da imanın niteliğidir” ikincisi “ibadet, ayin ve ritüellerdir”, üçüncü unsur ise “aynı inanç topluluğundan mensup olma duygusudur.” Din olarak sunulan sistem, bu maddelerden birisine sahip olmadığından muğlak bir görünüm sergileyecek ve büyük ölçüde din olma niteliğini elde edemeyecektir.