Giriş
Orta çağ döneminin inanç eksenli skolastik felsefesine karşın, 17.yy düşünce temelinde rönesans ve reform hareketleri ortaya çıkmıştır. İnanç çeperinde düşünmek yerini insanı merkeze alan bir felsefe sistemine bırakmıştır. İnsanın evrendeki anlamı ve yeri daha farklı bir biçimde sorgulanmaya başlamıştır. Bu dönemde ortaya çıkan bilimsel gelişmeler açısından öncü isimler ; Galileo ,Kopernik , Kepler , Newton olarak örnek verilebilir. Yaşanan gelişmeler bizlere insanın doğa üzerindeki sahip olma güdümünü ve söz söyleme istencinin arayışını tezahür ettirmektedir. Felsefe tarihinde iki önemli isim olan Francis Bacon ve René Descartes bu gelişmelerin ileride sosyal bilimlere temel oluşturacak ‘yöntem’ tartışmaları odağında yer almaktadırlar. Bu çalışmada iki isim üzerinden epistemoloji anlayışlarına yönelik benzerlikler ve farklılıklarının neler olduğuna, yöntemsel bir karşılaştırma bakımından analiz yapmak amaçlanmıştır.
Başlıklar
1.Francis Bacon’un Episteme Anlayışı
Yeni çağ modern bilimin deneysel kulvardaki reformunu Sir Francis Bacon’ (1561-1626) düşününde görmekteyiz. Felsefe ve doğa bilimleri arasına bir köprü kurma gereksinimi taşıyan us odaklı bir bakış açısı geliştirmiştir. Bacon için bilim deneye dayanan us ile kavranabilen bilimdir. Us, gözlem ve deneyim ile tümevarma koşulu taşımaktadır.
Esasen insan anlığın içerisinde bu koşulu gerçekleştirebilmektedir. Bacon’un yöntem önerisine baktığımız zaman, empiristler ve dogmatiklere karşı sentezci bir duruş görürüz. Bacon episteme’nin felsefi olanaklarını, felsefecinin deney ve gözlem kabiliyetine bir de us ile kavramlaştırma kabiliyetini deneyimlemesi gerektiği bakışından yorumlamaktadır. Bacon’ın anlayışında empirizm, gözlem ile olguların nesnelliği üzerinde yoğunlaşarak tüme varılabileceği yönündedir. Salt tinsellik veya sağduyu tümelliği kavramamız önünde bir engeldir Bacon’a göre. Teori ve pratiğin eş zamanlı yürütülmesi ‘nesnellik’ ve ‘geçerlilik’ kapsamında bilgiyi bir güç olarak kullanabilmemizi sağlamaktadır. Bilgi’nin ortak fayda sağlaması bilginin gücünü göstermektedir. Esasen bilginin üreticileri slokastik dogmalardan arınarak bilgide yeni bir devrim yaratarak bilginin gücünü tadabilmektedir. Bacon doğanın hakimiyetini ve yaşamsal alanların anlaşılabilirliğini araçsal aklın deneyimlenmesi üzerinden önermektedir diyebiliriz. Tüm bu bahsedilenler ışığında, Bacon’un ‘Novum Organum’ eseri üzerinden İlkçağ felsefesinin birbirini tekrar eden yönsüzlüğünü eleştirmiş olduğunu söyleyebilmekteyiz. Bu kapsamda Aristoteles düşünü, Bacon çeperinden ‘dogmaları yeniden üreten hakikatsiz bir felsefe’ olarak eleştirilmiştir. Bacon, Aristoteles üzerinden Ortaçağ skolastik düşünce anlayışını eleştirmiş ve genel kabullerin bilgide fayda sağlamadığını, aksine ‘kendini tahakkümleştiren ideolojilerin aracı olarak felsefe’ yapıldığını söylemiştir. Ortaçağ bilimi sözde bir bilimdir Bacon için, çünkü olgular tümden gelinerek açıklanmak istenmekte, öznelliğin tüzelliği göz ardı edilmektedir. Bacon dogmalardan bilim üretilemeyeceğini ve tümdengelim yönteminin sorunlu bir yöntem olduğunu söyleyerek, yeni bir mantık sistemi, yani episteme oluşturulması gerektiğine karar kılmıştır. Yeni episteme anlayışının ancak insan zihninin aklını kullanma cesaretini kendisinde bulduğu zaman gerçekleştirebileceğini, insan zihninde ilerlemek adına her şey kendiliğinden mevcuttur diyerek, oluşabileceğini söyler. İnsanlar zihinlerini işgal eden kalıp yargılar ve kültleşmiş reçetelerle bilimsel gücün aydınlığına kavuşamayacaklardır. Bilimde devrim putlaştırılmış sözde hakikatlerin alacakaranlığından çıkabilmek ile gerçekleşecektir. Bacon , insani kavrayış ve aşkın kavrayış arasında tezatlık oluşturan bazı idollerden söz etmektedir. İnsani kavrayış gerçekliği, varoluş temelinde kurgusal bir gerçeklik olarak kavrayabilirken, öz gerçekliğe erişememektedir. Bu putlaşmış idoller, soy putları (idola tribus), mağara putları (idola specus), çarşı putları (idola fori) ve son olarak tiyatro putları ( idola theatri) olarak sayılabilmektedir. Soy putları, insan soyunun getirisi doğal ancak yanıltıcı olan putlardır. Örneğin her şeyi genelleme güdümü soy putlarına yönelik bir tutumdur. Mağara putları, bireylerin kişisel özelliklerinin kalıp yargılardan etkilenmesine yönelik putları ifade etmektedir. Çarşı putları, dilde başlayan tinsel ve anlam karışıklığına sebep olabilecek sözcüklerin putlaşması anlamına gelmektedir. Tiyatro putları ise, insan doğasından kaynaklanmayan, ayrıca an içinde zamansız zamanlı bir şekilde oluşmayan ağır aksak işleyen teorilerin yaratılmasında saklı putlardır. Bir bakıma tiyatro putlarının yaratımı ‘idealleştirme’ fenomenini içerisinde barındırır ve bilimsellik açısından kanıtlanabilirliği tasnife gider. Bacon bu idolleşmiş putları betimlerken yöntembilim sorununa atıf yapmış olup, tümdengelim putlarını esas almıştır diyebiliriz. İnsanın doğaya hükmedememesi yönteminin yanlış olmasındandır. Bacon’un önerdiği tümevarım yolu, var olanın oluşunu olduğu gibi kabul ederek incelemekten geçer. Tüm varlıklara yapı taşları olarak formel bir biçimde bakmak gerektiğini, her yapı taşının özselliğini kabul ederek, birden çok özsellik içerisinde genellemelere ( endüksiyon) ulaşabileceğimizi söyler. Novum organum adlı eserinde konuyu açımlamak adına ‘ısı örneğini’ vermiştir. Bir araştırmacı ısı’nın ortaya çıkışındaki etkili olan tüm fenomenleri kaydederek işe başlamalıdır. Bu sebeple ısı’nın her halini oluşturan yapı taşlarını betimleyebilecektir. Sonuçları düzenlemek ve tablolaştırmak gerektiği ve sonrasında ise, ısı deneyinde negatif, işe yaramaz formları da keşfederek kayıtlamak gerektiğinden bahseder. Bu bulguları da geçerli ölçekler nezdinde bir çerçeveye oturtarak sonuca gitme yolu oluşturulmuş olacaktır. Bu şekilde bilinmeyene bir anlam verebilme kabiliyeti bilimselleşecektir.
2.René Descartes’ın Episteme Anlayışı
17.yy Rönesans ve reform hareketlerinin sonucunda aklı merkeze alan bir diğer filozof Descartes (1596-1650) Orta Çağ skolastik düşünce yapısına karşı çıkmıştır. Descartes insan doğasında us ile nesnelerin öznelliğini kavrayabilecek bir nitelik olduğunu savunur. Bu niteliğin kullanılışı geometri ve matematik ile kendisini tümden gelimci bir yöntem ile tesir ettirmektedir. Öznenin özgürlüğüne yaptığı vurgular ile Kartezyen felsefenin kurucusu sayılmaktadır. Rasyonel us ile temeli matematiğe dayanan bilimsel bir felsefe kurmak amacındadır. Yöntemi metodik şüphe olmasına karşın, cogito ergo sum, düşünüyorum o halde varım felsefesi, matematiksel kesinlik gibi doğuştan insana verili olarak bulunan ideler, kesinliklerin idrakını ifade etmektedir. Descartes doğanın matematik ile gözlemsel bir şekilde kavranabileceğini ve bilimsel bir yol izlenebileceğini söylemektedir. Descartes’a göre kesin bilgiyi test edebilmek adına geçerli bir ölçüt modeli gerekmektedir. Metodik şüphe yöntemi bu noktada elzemdir. Çünkü kalıplaşmış yargılardan kurtulabilmek için mantık, matematik ve geometriye dayanan, başı-bozuk olmayan bir şüpheden bahsetmektedir. Ancak Descartes skolastik dönemin eğitim sisteminde bulunan mantık, matematik veya geometri’den farklı yeni bir eğitim temeli oluşturulması gerektiğini söyler. Descartes’ın yeni episteme sistemi üzerine dört ilkeden (apaçıklık, analiz , sentez , sayma ) bahsettiği bilinmektedir. Bunlar ; kesin olarak bilinmeyen hiçbir şeyi doğru kabul etmemek – kendilerinden şüphe edilemeyecek kadar açık ve seçik olarak kavranabilen şeyler bilginin temeline oturtulabilir, araştırma nesnesinin bölünebilecek en küçük yapılarına kadar ayrıştırılarak incelenmesi, tüm bu temellerden giderek yavaş yavaş bilginin somutlaştırılması ve yöntemin sürekli olarak kontrol edilmesi gerekmektedir. Ona göre açık – seçik bilgi gözlem yoluyla elde edilen bilgiden başka bir şey değildir. Onun metodunda şüphe’nin anlamı, ‘ben’ bilincidir. Şüphe duyumlar yoluyla ben’e karşı yanıltıcı olabilmektedir. Var iken bir varlığın yok olmadığını da bilemeyiz. Duyumlar hem içsel hem dışsal anlamda özneye yapılan bir istila olarak karşımıza çıkmaktadır. Esasen varlığından şüphe duyulan bir şey o halde mutlak varlıktır, Descartes’a göre. Öz bilinç , öz benliğin şüphesi , varlığa varmak demektir.
“İlkin doğası ve özü düşünmek olan bir varlık olduğumuzu ve sonra varlığımızı kendisine borçlu olduğumuz bir tanrı olduğunu öğreniyoruz.” (Descartes, 1992:107).
Descartes felsefesinin temelinde ‘öz’ yatar. Önce ben özü gelir sonra tanrı gelir. Tanrıdan bağımsız ben açıklanmaz, ben bilgisi önce kesinleştirilir ve var edilir. Tanrı düşüncesi ben var edildikten sonra bilinebilen bir ‘öz’dür. Descartes metodik şüphe ile nesnel bir öznellik olan ben varlığının bilgisine ulaşmayı amaçlamış ve episteme anlayışını bu temel üzerine inşa etmiştir. En genel tanımıyla doğuştan gelen verili düşünsel algılayışlarımız zihnimizde zaten bulunan Tanrı kavrayışına ulaşmamıza yönelik bir şüpheciliği anlamamızı sağlar. Tanrı özü ben özüne tekabül eder. Tanrının varlığının şüphe duyumu sonucu ile kanıtlanması demek bilginin öznesi ben kanıtına da ulaşmak demektir. Bu bilgi sağlam bir temele dayanır. Yani varlığın özündeki öz ‘Tanrı’ bilgisi kesinlik içerir. Bu bilgi dışında bizi yanıltabilecek olan dış algılayışlarımız yani hezeyanlar, rüyalar, bilinç altı çarpıklıkları gibi durumlar olmayan şeylere varlık atfetmemize sebep olmaktadır. Algılar belirsiz bir sistem olsa da belirsizliği aşan kesinlik düşünce dünyasının şüpheciliğidir. Descartes felsefesinde, bilmenin bilinci Tanrıya, Tanrının bilinci de cisme (varlığa) götürür. Esasen matematikte olduğu gibi Descartes felsefesi’nde de, hiçlikten hiçliğin doğacağı gibi , her şeyin de bir nedeni vardır diyebilmekteyiz. Matematiksel tümdengelim bu noktada Descartes felsefesinde matematiksel bir tümevarım yöntemine evrilmiş olmaktadır.
3.Bacon ve Descartes Epistemolojisi Üzerine Bir Tartışma
Bacon ve Descartes’ı bir arada ele aldığımız zaman her iki düşünürün de düşünce sistemlerinin oluşumunda Orta Çağ hükümlü eski felsefenin etkisi vardır diyebiliriz. Her iki filozof da, eskiden koparak yerine yeni bir modern felsefenin oluşturabileceğini savunmaktadır. Modern felsefe bilimsel yasalara dayanarak, yani ‘araçsal akıl’ aracılığı ile yasalaştırılan bir felsefe olacaktır. Bacon’un ‘Novum Organum’ adlı eserinde, eski yöntem ile kıyaslanarak yerine yeni bir ‘organum’, yani yöntem önerdiğini açıklamaktadır. Bu yöntem gözleme ve ussal aklın en iyi biçimini kullanmaya dayalı bir yöntemdir. Özneler aklı kullanmanın mahiyetine erişmelidir ve tüm skolastik dogmaların yerine aklı öncelenmelidir. Öznenin özerk aklına dayanan bu süreç, Descartes’ta ‘Yöntem Üzerine Konuşma’ adlı eserinde kendini daha da belirginleştirecektir. Ona göre bilgi yalnızca öznenin rasyonel akıl yoluyla elde edebileceği, öznenin araçsallaştırılmasına yönelik bir meşrulaştırmadır. Descartes’ta Bacon gibi geçmişten tamamen kopmak gerektiğini benimsemiştir. Descartes yöntemin önemine vurgu yaparken yöntemini, her şeyin bilgisinin aldatıcılığı ve öznenin aldanabilirliği üzerine kurarak öznel aklın kesinliğe ulaşabilmek için kendisini kurabileceği bir şekil üzerine kurmuştur. Geçmişin bilgisi bizleri kuşku içerisinde bırakır ve kuşku kesinliği ortadan kaldırmaktadır. O halde iki düşünür için de bilginin imkanlılığı yönteme sahip olmaktan geçmekte ve bu yöntemin uygulanabilir olması önem taşımaktadır diyebiliriz. Skolastik felsefe karşısında matematik anlayışını ön plana alan Descartes, ego merkezli biçimde varlığı, aklın kesin bilgiye ulaşabilme yetisiyle ilişkilendirir. Bacon ise, deney ve gözlemi başat sayarak tümevarım yöntemini öne çıkarmıştır. Bu anlamda bilim anlayışları Bacon’un deney-gözlem odaklılığı açısından ayrılmaktadır. Bacon için hakikate varmak nesnelliğin hakikatine sahip olmaktan geçer. Bilimsel bilgi ve bilimin olanaklılığı Bacon için, tüm insanların faydasına yönelik bir egemenlik biçimini taşıyabilmekten geçer. Bu noktada Descartes’ın ‘kesinlik’ istemi ve Bacon’ın ‘deney-gözlem’ vurgusu sadece doğa’nın hakimiyetine ulaşmak için değil tarihsel ve sosyal alanda da deney odaklı matematiksel kesinlik arayışının olduğunu görebilmemizi sağlamaktadır. Bacon ve Descartes’ın aralarındaki en büyük farklılaşma Bacon’un nesnelerin hükmünü olduğu gibi kabul etmeyi ve böylece gözlem yapılabileceğini öne sürmesi ve Descartes’ın her şeye şüphe ile analitik olarak yaklaşılması gerektiğini önermesidir diyebiliriz. Sonuç olarak Bacon’un empirist anlayışı duyulardan hakikatlere ulaşılabilineceğini söylerken Descartes’ın rasyonalist anlayışı akıl yolu ile varlığın bilgisine ulaşılabilineceğini söylemektedir. İki düşünürün de geçmişe yönelik reddi bir felsefe ile ortaya çıkmış olduklarını bilmekteyiz. Bacon açısından tamamen bir red söz konusu iken, Descartes’ın rasyonalist düşününde yeniden üretilebilen Platoncu bir anlayış vardır. Bu sayede Descartes analitik geometri ve şüpheci metodunu bir sentezin ürünü olarak ortaya koymuştur. Sonuç olarak iki düşünür için de ‘öznelliğe yapılan vurgu’ ön planda iken, yöntem ve kavrayış açısından farklı bir episteme söz konusudur diyebilmekteyiz.
KAYNAKÇA
- Bacon, F. (2012). Novum Organum. İstanbul: Say Yayınları. çev. Sema Önal.
- Cassirer, E. (2000). ‘Aydınlanma Çağının Düşünme Biçimi’. İstanbul: Toplumbilim-Aydınlanma Özel Sayısı, çev. D. Özlem, sayı 11.
- Descartes, R. (1992). Felsefenin İlkeleri. İstanbul: Say Yayınları. çev.Mesut Akın.
- Descartes, R. (2015). Yöntem Üzerine Konuşma. İstanbul: Alfa FELSEFE. çev.Çiğdem Dürüşken.
- Frolov, I. (1991). Felsefe Sözlüğü. İstanbul: Cem Yayınevi. çev. A. Çalışlar.
- Güzel, C. (2011). “Novum Organum” Versus Organon. KAYGI/11.
- Koyre, A. (1989). Yeniçağ Biliminin Doğuşu. İstanbul: Ara Yayınları. çev. K. Dinçer.
- Öztürk, D. D. (2019). NESNELLİĞİN YÜKSELİŞİ VE DÜŞÜŞÜ: NESNELLİĞİN NELİĞİ VE MAHİYETİ ÜZERİNE TARİHSEL BİR OKUMA. Tarih Okulu Dergisi (TOD), Yıl 12, Sayı XLI, ss.821-852.
- Touraine, A. (1992). Modernliğin Eleştirisi. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, çev. H. Tufan.
Tamda araştırdığım bir konuydu. Teşekkürler Dilara hanım.
Rica ederim faydalı olduysa ne mutlu :)