Pınar Kür’ün “Asılacak Kadın” romanı; “Yalı Cinayeti Sanıkları Mahkûm Oldu” ifadesi ile başlamaktadır. Bu ifadede anlatılan ise sanıklardan Melek Ebruzade ve suç ortağı Yalçın Özveren’in ömür boyu hapse mahkûm olmasıdır. Bu roman, kadının ezilmişliğine, hor görülüşüne, çaresizliğine, aşağılanmasına, erkeğin baskısı altında sömürülüşüne dikkat çekmektedir. Bu kitap ilk kez 1979 yılında basılmıştır. Ayrıca Müjde Ar’ın başrolünde olduğu bir filme dahi uyarlanmıştır. Eser hakkında dava açıldığı bilinmektedir. Bunun nedeni ise gerçek bir olaydan esinlenerek yazılmış olmasıdır. Pınar Kür, 1988 yılında İstanbul İkinci Asliye Ceza Mahkemesi’ne bir savunma metni sunmuş ve bu metin kitabın son sayfalarında yerini almıştır.
Kitap üç bölümden oluşmaktadır. İlk bölüm, Yargıç Faik İrfan Elverir’in düşüncelerinden oluşmaktadır. İkinci bölüm, Sanık Melek’in bakış açısından yazılmaktadır. En son bölümde ise, Sanık Yalçın’ın bakış açısından ele alınmaktadır.
FAİK İRFAN ELVERİR’İN GECE YARISI DÜŞÜNMELERİ
Yargıç, kadın düşmanı olarak yerini almıştır. Fakat bunun nedenin yaşadığı travmalardan ileri geldiği de göz önünde bulundurulmalıdır. Okurken bir kurban mı yoksa bir düşman mı olduğu kafalarda soru işaretini bırakmaktadır. Faik, İstanbul’da gecekonduda büyümüştür. Yoksulluk içerisinde yaşamış ve sevgi nedir bilmeyen biri olarak yetişmiştir. Faik, yaşadıklarından dolayı bütün kadınları ahlaksız ve seks düşkünü olarak nitelendirmektedir. Bu nitelendirmenin içerisine kız kardeşi ve hoşlandığı kadınlar da girmektedir. Babası vefat ettikten sonra babasının çalıştığı inşaatın müteahhitinden zorla para almış ve kimseye söylememiştir. Annesi, bütün gün başkalarının evinde temizlik yapmaktadır. Kız kardeşleri fabrikada çalışmaktadır. Ailesi için “ne halleri varsa” görsünler ifadesini kullanmıştır. Aldığı parayı eğitiminde kullanmış ve yargıç olmuştur.
Yazar kitapta bir kokudan bahseder. Bu koku Faik’in üzerindeki kötü kokudur. Aslında bu koku, nefretin en büyük kaynağıdır. Faik, nefretini kötü kokularla etrafa yaymak istemektedir.
Faik, mahkemede Yalçın’ın kadına âşık olduğu için suçu üstlendiğini düşünmektedir. Ayrıca bunu solculukla da bağdaştırmaktadır. Kitapta şu ifadeler yer almaktadır: “ O Melek olacak kadın çıldırtmış zavallı çocuğu. Ayrıca tetiği de kadının çekmiş olması daha akla yakın. Tabancanın yerini ondan başkası biliyor olabilir mi. Çocuk evde oturmuyor.” (Kür,1975;41) Yargıç Faik, mahkemede bulunan kadın hâkime de küçümseyici nitelendirmeleri bulunmaktadır. “Sırf kadın olduğu için işte. Hemcinsini koruma arzusundan.” Yine başka bir ifadesinde; “Kadından hâkim olmaz. Olamaz.” (Kür,1979;43) Burada kadının ikincil konumda oluşunu görmekteyiz.
Toplumun kadın veya erkek olmaya yüklediği anlam, kimi toplumlarda daha belirginken, kimi toplumlarda ise daha yüzeysel olmaktadır. Toplum içerisinde kadın ve erkekten beklenen kalıplaşmış roller vardır ve bu roller bir örgü gibi ilmek ilmek örülmektedir. Örneğin; ev işleri kadın işi olarak görülürken kamusal işler erkek işi olarak görülmektedir.
Tıpkı bir ağacın toprağına kök salması gibi toplumsal cinsiyet rolleri de içerisinde yaşadığımız toplumsal yapıya kök salmaktadır. Toplum içerisinde güç, erk sahibi erkekler, güce dayalı işlerle özdeşleştirilirken kadınlar ise duygusal varlıklar olarak özdeşleştirilmektedirler. Bu nedenle kadınlar, daha naif, kırılgan olarak görülmekte ve statü bakımından yükselmeleri de engellenmektedir.
MELEK’E HÜCREDE GELENLER
Bu bölüm, Melek isimli sanığın bakış açısından kaleme alınmaktadır. Melek, mahkeme boyunca ağzını açmamıştır. Çünkü gözler Melek’in üzerindeydi ve ne söyleyeceğini bilememişti. Melek, hayatı boyunca hep susturulmaya çalışılmış, boyun eğmek zorunda kalmıştır. Bu şekilde yetişen biri nasıl kendini savunabilirdi ki? Melek, korunmasız, güvencesiz, çaresiz, zavallı bir kadın olarak bir sapığın hayatında ezilmiş, sömürülmüş, eziyet görmüştür. Onu bu hayattan kurtarmak isteyen Yalçın isimli genç başarılı olamamıştır. Adeta bir üçgen oluşmuş. Bir köşede ezen, diğer köşede ezilen ve en son dâhil olan köşede ise kurtarıcı vardır.
Yazar, Melek’in doğduğu yöredeki dili kullanarak anlatmıştır. Yazar bu konuda aylarca uğraştığını belirtmektedir. Çünkü hangi sözcükler köyünden gelen, hangileri kapıcı kızı olarak kaldığı daireden ve hangileri köşke geldikten sonra kullandığı sözcüklerdi bilmesi gerekiyordu. Romandaki her sözcüğü uzun uzun düşünülerek yazıldığını ifade etmektedir. Kitabın bu bölümde ara ara Fransızca sözcüklerden geçmektedir. Bunun nedeni Hüsrev Bey’in Fransızca biliyor oluşudur.
Melek, yalıya Hüsrev’in annesi olan yaşlı kadına bakmak üzere gelmişken daha sonra yaşlı kadın vefat edince Hüsrev ile evlenmiştir. Melek’in üvey babası, Hüsrev Bey’den para almaktadır. Melek’in annesi de yaşamı boyunca aşağılanmış, cinsel obje olarak görülmüştür. Melek de aşağılanmayı, şiddete boyun eğmeyi annesinden öğrenmiştir. Melek, annesi gibi zalim bir erkek olan Hüsrev’e boyun eğmiştir. Melek hiç kendi hayatını yaşamamıştır, kim ne derse onu yapmış bu şekilde yaşamıştır.
Ataerkil sistem içerisinde, kadın, erkeğin tahakkümü altında olmaktadır. Kadın, başta cinselliği ve üretkenliği olmak üzere birçok konuda erkek tarafından kontrol edilmektedir. Bu roman da bunu görmekteyiz.
Romanda Melek, Neriman hanımın kedi yavrularını kovanın içinde boğuverdiğini hatta kimi zaman yaşlı kadını boğmanın fikrini kurduğunu belirtmektedir. Fakat Hüsrev Bey için “büyük adam” sözünden çıkacak olsam beni boğuverir diye belirtmektedir.
Kitaptaki olay gecesinde yaşananlar ise Emsal kalfanın oğlu Yalçın, Hüsrev’i yatağının kenarında bulunun çekmecesinde ki kendi silahı ile öldürmüştür. Yalçın, Melek’inde şahit olmasını istemiştir. Yalçın, Melek’e “seni kölelikten kurtaracağım, özgür olacaksın” dediyse de başarılı olamamıştır. Fakat Melek, Yalçın için diğerlerinden farkının olmadığını düşünmektedir. Melek, “sevmek buysa eksik olsun başımdan” ifadesini kullanmaktadır.
Roman bir taraftan okurken düşündürmektedir. Gerçekten Melek kurtulamaz mıydı? Köşkte çalışanlardan yardım isteyemez miydi ya da polise gidemez miydi? Melek’in onunla birlikte olan erkeklere direnmeyişi, şikâyet etmeyişi onun aleyhinde olmuştur.
YALÇIN’IN YAZDIKLARI
Yalçın yalıdaki Emsal kalfa ve bahçıvanın oğludur. Eğitim aldığı için her zaman yalıda olmayan Yalçın, 14 yaşındayken bir gün bahçede manolya ağacının altında Melek’i görür. Melek gün içerisinde bahçede öylece o ağacın altında oturur. Yalçın ilk başlarda kendini göstermemiş, Melek’in kim olduğunu öğrenmemişti. Yalçın, Melek’i bir kadın olarak görmeye başlamış ve duygularını tarif edememişti. Yalçın, Melek’i ak bir zambağa benzetiyordu. Zaman geçtikçe annesinden Melek’in orada yaşadığını ve daha önceden öğrendiği yaşlı kadının bakıcısı olduğunu anlamıştır. Bir yaz yalıya geldiğinde Hüsrev ve Melek’in evlendiğini duymuştur. Yalçın bu evliliğe baştan beri inanmamıştır. Hüsrev’in yaşına bakmadan küçük bir kıza göz koyduğunu düşünmektedir. Yalçın, mahallede gezerken eski dostlarının ona eskisi gibi davranmadıklarını farkeder. Bir gün her akşam gittiği kahvede her şeyi öğrenmiştir. Çünkü o akşam garip bir şey olmuş, Hüsrev kahveye gelmişti. Recep, Yalçın’a yalıda olanları anlatmıştır. Yalçın’a en çok korkunç gelen Melek’e yapılanlardan ziyade bunun birçok kişinin yapabilmesidir ve birçok kişinin de buna göz yummasıdır. Genç bir kızın böyle bir sapıklığa maruz kalmasına insanlar nasıl izin verebiliyordu? Yalçın’ın aklı duracak gibi olmuştu. Hemen aklına Melek’i kurtarmak gelmemişti. Yalçın, gerçeği kendi gözleriyle görmek ister ve o da yalıya gider. Çünkü Hüsrev Bey onu uzun zamandır görmediği için tanımıyordu. Yalçın, Melek’i kurtarmaya karar verdiğinde yağmurlu bir gecede Melek’in gözleri önünde Hüsrev’i göğsünden vurdu. Hüsrev’i manolya ağacının altına gömdü. Yalçın cinayet işlediğini düşünmemektedir. Sadece Melek’i kurtarmaya çalıştığını düşünmektedir.
Kitabın son cümlelerinde Yalçın, baskıyı erkeklerin kurduğunu, güçlü olanın hep erkekler olduğunu vurgulamaktadır. Yalçın, kendisinin de onlardan biri olduğunu fakat daha genç ve beceriksiz olduğunu ifade etmektedir.
Toplumdaki algı şudur ki: “Bir erkek, nikâhlı karısını istediği gibi kullanabilir. Kadın eğer sesini çıkarmazsa, karşı çıkmazsa kimsenin yasal olarak karışmaya hakkı yoktur.” Bu zihniyet, birçok kadının sonu olabilmektedir. Kür’de okuru sarsmak, bilinçlendirmek istemektedir.
Son olarak şunu belirtmek isterim ki suçlu birey yoktur, suçlu toplum vardır.
KAYNAKÇA
Kür, P. (1979): Asılacak Kadın, İstanbul: Can Sanat Yayınları.