Richard Sennett’in Toplumsal Değişme Anlayışı

Bu çalışmada Richard Sennett'in toplumsal değişme anlayışı çözümlenmiştir. Bu amaçla Sennett'in bazı eserleri üzerinde daha fazla zaman harcanmış ve bunu yaparken de Sennett'in kamusal alan yorumuna da değinilmiştir.

Richard Sennett’in Toplumsal Değişme Anlayışı
0

GİRİŞ

Richard Sennett 1943 yılında ABD’nin Chicago kentinde doğmuştur. Harvard Üniversitesi ve Chicago Üniversitesi mezunu olan Sennett, New York Üniversitesi’nde Sosyal Bilimler profesörü olarak görev yapmaktadır. Aynı zamanda da Birleşmiş Milletler içerisinde İklim Göçü çalışmalarında yer almaktadır.

Umut Osmanlı’ya göre, Sennett’in karmaşık bir hayatı vardır. Sennett’in çocukluğu “Cabrini Green” toplu konutlarında geçmiştir. Osmanlı’ya göre, Sennett’in çocukluğu esnasında toplu konutlardaki yaşam tarzı vasıtasıyla deneyimlediği sınıf ayrımı, ırkçılık tartışmaları ve devletin yoksullar üzerine kurduğu otorite örnekleri onun daha sonra ilgileneceği konuların temelini oluşturmuştur (Osmanlı, 2017: 6).

Müziğe ilgi duyan ve bunu eserlerine de yansıtan Sennett, müzik aracılığıyla David Riesman ile tanışır ve onun aracılığıyla akademiye girer. Özellikle de “Kamusal İnsanın Çöküşü”nde Riesman’ın “Yalnız Kalabalık” eserine referanslar yapar. Bu anlamda Sennett’in Riesman’dan etkilendiğini görüyoruz. Osmanlı’ya göre, Hannah Arednt de Sennett üzerinde etkili olmuştur (Osmanlı, 2017: 6).

Sennett’in araştırma alanı da çeşitlilik gösterir. Kent üzerine kafa yorduğu kadar çalışma biçimine de kafa yormuştur. Bir tarafta kent analizi yaparken bir tarafta da kapitalizm analizi yaptığı görülebilir. Aynı şekilde iş birliği, otorite, saygı vb. gibi çeşitli mikro alanlarda çalışmalar yapmış olsa da tüm bu konuların odak noktası “Kamusal Alan ve Kamusal İnsan” merkezli de-sosyalleşme analizidir. Ölü kamusal alanın yaratılması ve boşaltılan bu kamusal alanın mahrem duygularla idame edilmesi sonucunda; bireylerin kamusal alanda yabancılarla bir araya geldiği ve iş birliği içinde gündelik hayatlarını sürdürdüğü mekanların lağvedilmesi, sosyalleşmenin önüne geçerek kamusal aktörü aşındırmaktadır. Diğer bir ifadeyle kamusal alan, bireylerin yabancılarla beraber iş birliği içinde sosyalliklerini inşa ettiği alandır. Dolayısıyla kamusal alanın ölmesi, de-sosyalleşmeye hizmet ederek, kamusal aktörü icracı konumundan izleyici konumuna getirmiştir.

Pek çok eseri olan Sennett, eserlerinde ele aldığı konularda psikolojik çözümlemeler kullandığı yönünde eleştiriler almış olsa da sosyal-psikolojiden yararlandığı bir gerçektir. Çünkü ele aldığı konular üzerinden toplumsal değişmesini çözümlerken, ele aldığı temalardaki dinamiklerin bireyler üzerindeki yansımasını bizlere aktarır. Dolayısıyla Sennett bunu yaparken psikolojik çözümlemelerden yararlanır.

1.Richard Sennett’in Toplumsal Değişme Dinamiği

Sennett, kamusal ve özel alan arasındaki dengenin yitirildiğini ve içi boşalmış kamusal yaşamın yerini psişik benliğimizin almasıyla beraber mahrem topluma evrildiğimizi ve kamusal aktör olarak insanın, ölü kamusal alanda sessizlik ilkesini benimseyerek geri çekildiğini ve izleyici konumuna düştüğünü iddia eder. 

Sennett’in özlemini çektiği dönem, “Ancien Regime” dediği dönemdir. Literatürde bu dönem daha çok feodal dönemle eş tutulur. Ancak Sennett’e göre bu dönem, 1740 ila 1840 arası dönemi kapsar. Diğer bir ifadeyle “Ancien Regime” dönemi, ticari burjuvazinin ortaya çıktığı ve kamusal-özel alan arasında net bir çizginin çekildiği dönemdir.

Sennett’in özlemini çektiği dönemin düzenleniş kodlarını diğer başlıklar altında ele aldım. Bu başlık atında, kısaca, Sennett’in değişme dinamiğinin altını çizeceğim.

Sennett’e göre, kamusal-özel alan arasındaki dengeyi bozan şey “yeni kapitalist-seküler-kentli kültür”dür. Bu yeni kültür, Sennett’in değişim dinamiğini oluşturur. Bir sonraki başlık altında detaylıca “yeni kapitalist çalışma kültürüne” değindim. Bu değişim dinamiğinin kent saçağını ise, ölü kamusal alan başlığı altında ele aldım. Bu başlık altında değişim dinamiğinin seküler saçağını açıklayacağım ve bu saçakların birbiri ile olan ilişkisine değineceğim.

Sennett’e göre, sekülerliğin en iyi tanımı şudur: “Sekülerlik, hayatta olduğumu süre içinde, her şeyin neden böyle olduğu hakkındaki inancızdır; biz öldükten sonra kendisi de sorun olmaktan çıkacak olan inançtır” (Sennett, 2016: 38). Sekülerlik, kutsalın karşısına profanlığı koyar. Sennett’e göre, 19. yüzyılda gelişen Sekülerlik aşkınlıktan ziyade içkinliğe dayanır (2016: 39). Diğer başlıklar altında değerlendirdiğimiz narsist kişilik, psişe, psikoloji ve mahrem toplum gibi olguların sekülerlik ile ortaya çıktığını veya önem kazandığını görmekteyiz.

Sennett’e göre, içkinliğin, seküler bilginin ilkesi olduğu dünyada her şey önemlidir; ayrıca fiziksel veya materyal nesnelerin psikolojik boyutları olduğuna ilişkin inançların ardında bu seküler, içkin ölçüt vardır (Sennett, 2016: 39). Dolayısıyla sekülerliğin kamusal yaşam üzerinde yıpratıcı bir etkisi olmuştur.

Seküler inanç veya seküler paradigma, kapitalist kültür ile biçimlenince kamusal yaşam üzerindeki nüfuzunu daha da arttırmıştır. Sennett’e göre, meta fetişizminin ardındaki inanç kökleri sekülerizme dayanır. Yine aynı şekilde günümüz dünyasının başarı, yetenek, rekabet, iş birliği, otorite, saygı vb. gibi pek çok olgusu bireyin içkin duygusuyla yani seküler inanç kodlarıyla tanımlanmış ve biçimlenmiştir. Kısacası seküler inanç kodlarıyla biçimlenmiş yeni kapitalist-kentli kültür, bireyin kamusal alandaki icracı rolünü bırakmasına ve izleyici konumuna çekilmesine yol açmıştır.

2.Richard Sennett’in “theatrum mundi” Anlayışı

“theatrum mundi” toplumun bir tiyatro sahnesi olarak görülmesidir (Sennett, 2016: 56). Yani toplumla tiyatronun özdeşleştirilmesidir.

“18. yüzyılda, dünyadan tiyatro sahnesi olarak söz edilmeye başlandığında, insanlar takındıkları tavılar için yeni bir seyirci düşünmeye başladırlar. Bu seyirci artık Tanrı değil; birbirleriydi…” (Sennett, 2016: 57).

Sokak ile tiyatro arasında analoji kuran Sennett, bu başlık altında Erving Goffman’a referans yapar. Goffman, bireylerin gündelik hayatta pek çok rol yaptığını ve bunların kabaca “arka” ve “ön” bahçelerine tekabül eden davranışlar olduğunu söyler. Dolayısıyla konu bağlamında düşünüldüğünde, bireylerin sokakta sergiledikleri davranış onların “ön bahçelerine”, evde dergiledikleri davranış ise “arka bahçelerine” tekabül etmektedir.

Sennett’e göre sokak ve tiyatro arasında benzerlik vardır. Yine ona göre, kamusal alandaki eylemlerimiz birer oyundur; bizler yani kamusal insan/aktör ise bu oyunları oynar veya rollerini icra eder. Dolayısıyla kamusal alanda düzenin sağlanması rollerin belli kodlarla icra edilmesi gerekir. Bunu da Sennett’in mekân analizlerinde net bir biçimde görebiliriz.

thumbnail
Önerilen Yazı
Pilli Bebeklerin Aktör İlişkilerağı Kuramı Üzerinden Betimlenmesi

Tiyatro ve sokak arasındaki benzerlik, bedenin giyimi ve dilin terbiyesi üzerinden işlemiştir. Sennett’e göre, “beden mankendi, konuşma ise bir simgeden çok işaret olarak görülüyordu” (2016: 96). 1750’lerin (2016: 97) Paris ve Londra sokaklarında dış görünüşler sosyal konumun kesin göstergeleri olarak cisimleşmiştir. “Ancien regime’nin kamusal düzeni bu şekilde sağlanmaya çalışılıyordu.

Ön bahçe/arka bahçe olarak da tekabül eden kamusal/özel alan dikotomisi, giyim temelinde de yansımasını bulmuştur. Sennett’e göre, evde ve sokakta giyilen giysilerin amaçsal farklılığı da söz konusudur. Örneğin evdeki giyim, bedenin ihtiyaçlarına yanıt verirken; sokakta ötekilerin sizi biliyormuşçasına giyinmesi söz konusudur (Sennett, 2016: 100).

Dilin terbiyesini Sennett’in mekân analizlerinde daha net görebiliriz. Bundan ötürü bir sonraki başlıkta bir enformasyon merkezi olarak kahvehanenin ele alınışı, dilin terbiye edildiği bir alan olarak görülebilir.

3.Richard Sennett’in Kapitalist Çalışma Kültürü Anlayışı

Marksist perspektiften bakıldığında alt yapının üst yapıyı belirlediği görülür. Bu anlamda Sennett’in kapitalist kültür çözümlemesinin Marksist perspektiften de yorumlanabileceği açıktır. Sennett’e göre, çalışma biçimlerindeki davranış kodları bireylerin gündelik hayatlarına da nüfuz eder.

Sennett’in kapitalist çalışma kültürüne kafa yorduğu eserler “Zanaatkâr, Yeni Kapitalizm Kültürü ve Karakter Aşınması”dır. Zanaatkâr eserinde Sennett, sanayi kapitalizmi ile birlikte gelen makineleşme, fabrikalaşma ve tektipleşme olgularına bakarak bir kapitalizm kültürü analizi yapar. Yeni Kapitalizm Kültürü’nde ise, fordist üretim ve post-fordist üretim çözümlemeleri yaptığını görmekteyiz. Özellikle de içinde bulunduğumuz kapitalizm çalışma mantığının “esnek çalışma” ile biçimlendiğini ve bununla birlikte sadece işlerin değil; bireylerin de hayatlarının esnekleştiğini vurgular. Her iki eserde de incelediği kapitalizmin çalışma kültürünün bireyler üzerindeki yansımasını ise, Karakter Aşınması üzerinden çözümler.

Marx, kapitalizmin doğasında olan ve olması muhtemel krizlerin; kapitalizmi çökerteceğini düşünüyordu. Fakat kapitalizmin tarihsel seyrine bakıldığında, kapitalizmin sürekli olarak kendini güncellediğini görmekteyiz. Dolayısıyla kapitalizm kendi tarihini yazmaya devam etmektedir. Bu noktadan bakıldığında, Sennett’in aynı zamanda bir kapitalizm tarihsel seyir analizi yaptığı da görülebilir.

Kısaca kapitalizmin tarihine göz atmak gerekirse, 18. yüzyılın ortalarıyla başlayan ve 19. yüzyılın ilk çeyreğine kadar uzanan bir Sanayi Devrimi süreci vardır. Bu dönemle birlikte başlayan fabrikalaşma ve makineleşme Sanayi Kapitalizmi’nin dinamiğini oluşturmaktadır. 20. yüzyılın ilk çeyreğine geldiğimizde kapitalist çalışma mantığının fordist biçimde güncellendiğini görmekteyiz. Fordist üretim, işin küçük parçalara ayrılması gün içinde daha fazla parça üretiminin sağlanmasına ve buna bağlı olarak da daha fazla ürün ortaya çıkmasına olanak sağlıyordu (Küçükislamoğlu, 2018: 39). Fordist üretimle biçimlenen kapitalizmin 2. Dünya savaşı sonrasında, özellikle de ABD bazında Tekelci mantıkla ivme kazandığını görmekteyiz. Taa ki, 1973 Krizi’ne kadar.

“Kısaca özetlemek gerekirse, fordizmin yeni çalışma ve üretim yaklaşımı herkese eşit şartları sağlamaktan uzaktı ve verimliliğin artırılmasına, üretimin ciddi anlamda yükseltilmesine, belli bir refah dönemine imkân sağlamasına rağmen işçilerin yararına olacak şekilde düzenlemeler yapıldığını söylemek kolay değildi” (Küçükislamoğlu, 2018: 43).

Guy Standing’e göre, 1970’li yıllarda ön plana çıkan neoliberal düzen, büyüme ve kalkınmanın ancak rekabetin artırılması ve piyasa kurallarının sadece ekonomi alanında değil hayatın her alanında etkin rol oynaması ile mümkün olabileceği düşüncesi üzerine kurulmuştur (Standing, 2017: 10-12). Dolayısıyla kapitalizm bir kez daha kendini güncelleyerek krizini aşmıştır.

“Esnekliğin ön plana çıkması ile çalışanlarla ilgili değerlendirme anlayışında büyük dönüşüm yaşanmış; çalışanlar esnek koşullar altında çalışabildikleri ölçüde değerli görülür olmuşlardır. Esnekleşme ile birlikte çalışanlardan beklenenler; yeni koşullara hızlıca ayak uydurabilme, sıklıkla görev ve iş değiştirmeye hazırlıklı olma ve bu durumlarla karşılaşıldığında hızlıca uyum sağlayabilme olarak ortaya çıkmaktadır” (Küçükislamoğlu, 2018: 48).

Tüm bu çalışma paradigmalarının dönüşümü, bireylerin gündelik hayatına da yansımıştır. Örneğin esnekleşme ile sadece şirketler bölünmemiştir veya sadece işler bölünmemiştir; bireylerin yaşam öyküleri de bölünmüştür. Küçükislamoğlu’na göre, fordist üretimde modern hayatta yerleşmiş belli değerlerin varlığı söz konusuyken, esnek üretimle birlikte yerleşik değerlerin terk edildiği ve bunların yerini gelip geçici, anlık alışkanlıkların aldığı görülmektedir (2018, 51).

Standing (2017), yeni çalışma kültürü ile birlikte Marksist sınıf anlayışının geçersiz olduğunu ve yeni bir heterojen sınıfın doğduğun iddia eder. Hem içinde bulunduğu durumun- hem çalışma hem de gündelik hayatı- hem de geleceğinin istikrarsız, a-poria ve süreksiz olması; yeni bir güvencesiz (prekarya) heterojen sınıf yaratmıştır.

Yukarda bahsedilen yansımaları, Sennett, eserlerinde çözümlemiştir.

Sennett’e göre, zanaatkârlık tamamen yüksek derecede gelişmiş bir beceri üzerine kuruludur. Bilinen bir ölçüme göre, usta bir marangozun ya da müzisyenin ortaya çıkması için takriben on bin saatlik bir tecrübe gereklidir (Sennett, 2013: 33). Dolayısıyla esnekleşme birlikte gelen çalışma mantığı, sizin bir işte tecrübelenmenize olanak sağlamaz. Çünkü istikrarlı bir geleceğiniz söz konusu değil. Bundan ötürü de yaşam öykünüz güvencesizdir. Bu durum iş birliği ve beraberlik duygusunu da engeller. Çünkü kısa vadeli iş hayatınızda dayanışma gerektiren sosyalleşme imkânınız yoktur. Yeni kapitalizm kültüründe sizden beklenen rekabete dayalı bireyselliktir. 19. yüzyılla gelen fabrikalaşma, zanaatkârlığı gözden düşürmüştür. Önemli olan kısa sürede fazla ürün çıkarmaktır. Loncalara bağlı bir şekilde atölyelerde beraberce ve iş birliği içinde çalışan deneyimli usta-çıraklar, sanayileşme ile birlikte fabrikalarda işçi konumuna gelmiştir. Sennett için zanaatkârın yeteneği tekrara ve tecrübeye dayalıdır. Ancak bu aşınmıştır.

Sennett’e göre, yeni kapitalizm kültüründe bireyler ancak üç yolu izlerse ayakta kalabilir. Çünkü esnekleşme hayatın her alanına nüfuz etmiştir. İlk olarak bireyler kısa vadeli planlar yapmaya ve hayatlarında sürekli değişiklik yapmaya hazır olmalıdır. Bunun için de değişime ayak uydurmak ve sürekli olarak kapasitenin güncellenmesi gerekir. Dolayısıyla ikinci olarak, bireyler kendilerinde piyasa koşullarına uygun yetenek keşfetmelidir. Son olarak ise, geçmiş değer ve tecrübelere bel bağlamanın sonuçsuz kaldığını ve bu yeni şartlara alışmak gerektiğini vurgular (Sennett, 2011: 10-13).

Yeni kapitalist kültürde bireylerin daha da özgürleşeceği fikri, Sennett’e göre yanılgıdır. Örneğin esnekleşme ile birlikte otorite cep telefonlarımıza kadar inmiştir. Herhangi bir noktadan yapabileceğiniz işler aynı zamanda sizin otorite ile olan sınırınızı belirsizleştirmiştir. Hayatınızın her alanında otoriteye açık hale gelmişlik söz konusudur.

thumbnail
Önerilen Yazı
Prekarya: Yeni Tehlikeli Sınıf Analizi

Sennett sıkıcı ve kısıtlayıcı denen Weber’in “Demir Kafesi”ne yeni bir yorum getirir. Ona göre Weber’in idealize ettiği bürokratik örgütlenme modeli, zamanın daha kontrollü ve uzun vadeye yayılmış olması hem de kurallarının daha net ve herkes için sabit bir şekilde yorumlanabilir olması, esnekleşmenin savunucularının aksine bireyin hem iş hem de diğer gündelik yaşamının istikrarı ve güvencesi için kıymetlidir (Sennett, 2011: 29-33). Dolayısıyla Sennett’e göre, esnekleşme kültürünü savunanların iddia ettiği özgürlük, “Demir Kafes”in kırılmasıyla daha çok güvencesizleşmiştir.

Bürokratik Demir Kafes, esnekleşme paradigması ile parçalanırken, Sennett, bu durumun kurumlarda üç toplumsal eksiklik çıkarmış olduğunu fark etti ve bu üç toplumsal eksikliği “düşük kurumsal sadakat, işçiler arasında enformel güvenin azalması ve kurumsal bilginin zayıflaması” olarak tasniflemiştir (Sennett, 2011: 44). Şirketlerin işçi sirkülâsyonu ultra dinamik olduğunda ters orantılı olarak o işe bağlılık da azalır. Bunun da en temel sebebi hem işverenin hem de işçinin her daim değişen ve geçici olana piyasa koşullarına ayak uydurmasıdır. Bürokratik örgütlenmenin temeli yazılı kurallara dayanır. Dolayısıyla lağvedilen bürokratik örgütlenme ile birlikte hem formel güvence hem de yazılı kurallar tasfiye edilmiş olur. Son olarak enformel güvenin azalması ise, işçinin aynı işte iş sürekliliğinin olmamasından kaynaklanır. Bireyin iş hayatı süreksizlik üzerine kurulu olduğunda, o sahada dayanışma ve beraberlik duygusu gelişmez. Dolayısıyla birey iş hayatında enformel güven ağları oluşturacak vakti bulamaz.

Sennett, Karakter Aşınması (2017) eserinde ise, tüm bu bahsedilen dönüşümlerin bireylerin hayatındaki yansımasına odaklanır. Enrico ve Rico üzerinden bizlere esnekleşmenin getirdiği süreksizliğin ve bunla birlikte de güvencesiz hayatın koşullarını analiz eder.

Enrico fırıncılık yapmasına rağmen işinin uzun vadeli bir planlamaya ve sürekliliğe uygun olması, onun için en büyük avantajdır. Oğlu Rico ve onun eşi ise, daha iyi maddi koşullarda iş hayatına sahip olsa da işlerinin süreksizliği ve bundan ötürü de sürekli iş ve iş için şehir değiştirmesi, onların hayatları üzerinde kontrollerinin olmamasına sebebiyet vermiştir. Örneğin Rico ve eşi, çocuklarının geleceğinde rol oynayan okul için karar verirken zorlanmaktadır; çünkü hayatlarındaki konumunda köksüzlük söz konusudur

4.Kamusal Alan

Kamusal ve özel alan tartışmaları, toplumsal yaşamın veya gündelik pratiklerin nasıl bölüneceğine ve şekilleneceğine dair tartışmalardan doğmuştur. Dolayısıyla bu başlık altında kamusal alan kavramı açıklanacaktır.

Latince’de kamu, Publicus’dur. Publicus, devlete ait, halka ait, umuma ait, genel, yaygın, kamu görevlisi anlamlarına gelmektedir (Osmanlı, 2017: 69). Kamu, etimolojik olarak ergen, erişkin olmayla, aynı zamanda açıklıkla, açık olmayla, herkesin önünde olmayla da ilişkilendirilmektedir” (Yükselbaba, 2008: 55; Karaağaç&Alova: 2001; akt. Osmanlı, 2017: 69). Bu noktada Sennett, 17. yüzyılın sonlarından itibaren çocukların kamusal alandan uzak tutulduğunu söyler. Ona göre bu zaman diliminden sonra çocuklar ve erişkinler arasında daha önce görülmedik sınırlar çizilmiştir. Örneğin 18. yüzyılın ortalarına gelindiğinde, otoriteler şans oyunlarının ancak dünyadaki sınırsız kötülüklerin bilincinde olanlara uygun olabileceğine inandıkları için bu oyunlar çocuklara yasaklanmıştır (Sennett, 2016: 131). Özel kelimesinin Latince anlamı ise: “Privatim: kişisel, bireysel olarak, özel olarak, resmi olmadan; evde; privatus: resmi olmayan, kişi için özelliği olan, bireysel, kişisel, özel, hususi, mahrem; resmi olmayandır” (Yükselbaba, 2008: 47; Karaağaç&Alova, 2001; akt. Osmanlı, 2017: 69).

Kamusal ve özel kavramları sosyal bilimlerde kuramsal yaklaşımlar ve ampirik yaklaşımlar bağlamında iki farklı alanda irdelenmiştir (Dacheux, 2012; akt. Osmanlı, 2017: 70). Dacheux’a göre kuramsal yaklaşımlar kategorisi kamusal alan kavramının gövdesel olarak teorik çerçevelerde ele alınmasını ifade etmektedir.

Bu kategoride Habermas, Arendt ve Sennett tarafından savunulan dünyasal kamusal alanının varlığının olabilirliği üzerine sorgulamalardan, demokratik kamusal alanın (medyatik ve kurumsal) işlevsizliği ya da sanal bir kamusal alanın varlığının teorik olanaklılığı hakkındaki kuşkulara kadar pek çok sorgulama mevcuttur (Dacheux, 2012: 23; akt. Osmanlı, 2017: 70).

Habermas’a göre, kamusal ve öze alan karşıtlığı ilk kez burjuva toplumunda doğmuştur. Yani kamusal alan çalışmasını burjuva toplumunun doğuşu ile ilişkilendirir ve sürdürür. Ona göre Ortaçağ’daki kamusal alan temsili bir kamusal alandır; bu temsili kamusal alan doğrudan bir yöneticinin varlığına dayanır (Habermas, 2004: 97; akt. Olgun, 2017: 46). Habermas’a göre kamusal alan, bireylerin iletişimsel eylem modeli kullanarak bir araya geldiği ve düşüncelerin geleneksel ve sosyal medya araçlarını da kullanarak özgürce ifade ettiği alandır. Habermas’a göre iletişimsel eylem, tarafların bir dünyayla ilişki kurarak karşılıklı kabul edilebilir ya da tartışılabilir gerçeklik iddialarında bulunduğu anlaşma süreçleri içinde dili, araç olarak önceler (Habermas, 2001: 127; akt. Olgun, 2017: 47).

Arendt kamusal-özel alan tartışmalarını Antik Yunan’a kadar götürür. Arendt’e göre, kamusal ve özel alanı haricinde bir de toplumsal alan vardır ve bu alan diğer iki alanın sınırını silikleştirmiştir. Dolayısıyla modern toplumda her iki alan birbirine karışmıştır (Arendt, 2012: 71; akt. Olgun: 2017: 49).

Arendt’e göre, sadece kendine ait bir yaşamı olan ve yaşamı fakirleşmiş olan insan idiottur (Olgun, 2017: 49). İdiot, Antik Yunan’da siyasetin dışında kalan ve siyasetle ilgilenmeyen insandır (Kerestecioğlu, 2011: 159; akt. Olgun, 2017: 49).  Dolayısıyla günümüzde idiot, kamusal alanın dışında kalmış ve özel alana hapsolmuş insandır.

Sennett’e göre, kamu sözcüğünün İngilizce’de bilinen ilk kullanımı, kamuyu toplumun ortak çıkarı ile bir tutmaktır (Sennett, 2016: 32). Bu kullanım daha çok temsili kamusal alana tekabül etmektedir. Ona göre 17. yüzyılın sonlarına gelindiğinde, “kamu” ve “özel” karşıtlığının bugünkü kullanımlarına benzer olduğunu görüyoruz.

Kamusal sözcüğü herkesin denetimine açık anlamına gelirken; özel sözcüğü kişinin ailesi ve arkadaşları ile sınırlanan mahfuz bir yaşam bölgesidir (Sennett, 2016: 32). Ona göre, kamusal alan insan yaratımıdır; özel alan ise insanlık durumudur (Sennett, 2016: 138). Yine aynı şekilde ona göre, kamusal alan kültüre, özel alan ise doğal olana tekabül etmektedir. Bu sınırın çizilmesinde de modern insan hakları nosyonu vardır. Çünkü bu nosyona göre, bireyin kültürel alana karşı hak iddiası vardır (Sennett, 2016: 127-128). Ancak Sennett için her iki alan birbirinin zıddı değil; alternatifi veya tamamlayıcısıdır.

“Özel alan kamusal alanı, göreneksel ve keyfi ifade kodlarının bir bütün olarak kişinin gerçeklik anlayışını ne ölçüde etkilediğini denetlerdi. (…) Fakat kamusal alan özel alan karşısında düzeltici konumdadır; doğal insan bir hayvandı…” (Sennett, 2016: 129).

5.Richard Sennett’in Kamusal Alan Çözümlemesi

Sennett’e göre günümüzün kamusal yaşamı, Augustus sonrası Roma’nın “res publica” kurallarına boyun eğen edilgen ruh haliyle biçimlenmiş ve pasifleşmiş kamusal yaşama katılım ile aynı paralelliktedir. Ona göre bu paralellik kamusal yaşam ile özel yaşam arasındaki dengeyle ilintilidir (Sennett, 2016: 15-16).

Res publica, aralarında aile bağı ya da kan bağı olmayan insanlar arasındaki birliktelik ve karşılıklı taahhüt bağlarını temsil eder; bu bağlardan öte bir kitleye, halka veya bir politik uygulamaya ilişkin bağdır (Sennett, 2016: 16). Dolayısıyla o dönemin bireyleri formel yükümlülüklerden ötürü kamusal alana katılır. Diğer türlü günümüz kamusal insanı yoktur. Sennett’e göre Roma ile günümüzün en önemli farkı, özel yaşama verilen anlamdaki farklılıktır. Sennett farkı şu şekilde anlatır;

“Romalı birey, özel yaşamında kamunun karşısına koyabilmek için bir başka ilke, dünyanın dinsel bakımdan anlaşılmasını sağlayan bir ilke arayışına gitmiştir. Bizim aradığımız ise bir ilke değil; psişemizin ne olduğuna, duygularımızda neyin sahici olduğuna ilişkin düşünümdür” (Sennett, 2016: 16).

Yukarda görüldüğü üzere Romalı birey, kamusal alandaki cansızlığı özel alanında yeni bir ilke ile dengelemeye çalışmasıdır. Dolayısıyla kamusal ve özel alanın dengesi Sennett için önem arz eder. Bu durumda Sennett’e göre her iki alan salt bir dikotomi ekseninde ele alınmaz. Aslında her iki alan birbirini tamamlayıcı ve dengeleyicidir.

Psişe dediğimiz bireysel veya duygusal yaşam ön plana çıktıkça; mahrem toplum dediğimiz tasavvur önem kazanmaktadır. Sennett’e göre mahremiyet, duyguların açıkça ifade edilmesine dayanır (2016: 18). Bireyler günümüz toplumunda açıkça duygularıyla hareket etmektedir. Birey, içe dönük benliğiyle hareket etmektedir.

Sennett, Kamusal İnsanın Çöküşü’nde Riesman’ın “Yalnız Kalabalık” eserine referanslar yaparak tezini güçlendirmeye çalışır. Onlardan en önemlisi Riesman’ın içe yönelik ve öteki yönelik toplum karşıtlığı modelidir.

Riesman, insanların kendi içlerinde hissettikleri amaçlara ve duygulara dayanan eylemlere giriştikleri ve taahhütlerde bulundukları iç yönelimli bir toplumla, bu duygu ve taahhütlerin öncelikle başkalarının ne hissettiklerine bağlı olduğu öteki yönelimli bir toplumu karşılaştırmıştır (Sennett, 2016: 18).

Riesman bunu Amerika toplumu için, içe yönelik toplumdan öteki yönelik topluma evrilen bir süreç olarak analiz etmiştir. Ancak Sennett’e göre günümüz insanları, yalnızca kişisel olmayan anlamlama kodlarıyla çözebilecekleri kamusal sorunları, kişisel duygularla çözmeye çalışır (2016: 18). Dolayısıyla mahrem duygular, artık kamusal ilkeler ile sınırlandırılmamaktadır. Günümüzün yeni kapitalist-seküler-kentli kültürü ile bunlar iç içe geçmiştir.

Kamusal alanın boşalması ile birlikte gelen psişik benlik, mahrem toplumun ölçütü olarak narsist kişiliği yaratmıştır. Sennett’e göre, karakteri bozulmuş olan narsist birey, kendine dönmüş benliğinden ötürü dışarıya yani kamusal alanın sosyalleşme yönüne kapalıdır. Dolayısıyla narsist karakterin doğurduğu benlik sorunlarına ilgi arttıkça, belli toplumsal amaçlar için yabancılarla bir araya geliş azaldı (Sennett, 2016: 26); yani psişik sorunlar veya ihtiyaçlar, kamusal alana çıkışı azalttı.

6.Ölü Kamusal Alan

“Kamusal alan boşaltılıp terk edildiği oranda, mahrem ilişkileri temel alan bakış açısının çekim gücü artmaktadır” (Sennett, 2016: 27). Mekân bu anlamda kamusal alanın odak noktasıdır. Ancak Sennett, mekân analizinde sadece büyük şehirleri değil; mikro alandaki mekânları da incelemiştir.

Sennett mekân analizlerini “yalıtım” kavramıyla ele almıştır. Ona göre üç tür yalıtım biçimi vardır:

“Birincisi, yalıtım kentin kalabalık nüfuslu yüksek binalarında oturanların ya da çalışanların bu binaların kurulu olduğu çevreyle ilişkilerinin kesilmesi anlamına gelir. İkincisi, kişi, hareket özgürlüğü adına kendini özel otosu içinde yalıttıkça, kendi hareket amacına hizmet eden bir araç olmak dışında çevresinin bir anlamı olabileceğini düşünmeyecektir. Kamusal alanlardaki toplumsal yalıtımın biraz daha acımasız bir üçüncü anlamı daha vardır: Doğrudan doğruya kişinin başkaları karşısındaki görünürlüğünden kaynaklanan yalıtımdır” (Sennett, 2016: 30).

18. yüzyılda şehirler büyüdükçe krallığın doğrudan denetiminden bağımsız sosyallik ağları ve yabancıların düzenli olarak buluşabilecekleri yerler de genişledi (Sennett, 2016: 34). Aynı zamanda 18. yüzyıl ortaları burjuvazinin çıkışına ve bu anlamda da kamusal alanın modern anlamının doğuşuna tekabül eder. 18. yüzyılın ortalarından itibaren görünürlük kazanan burjuvazi, kamusal alanın yeni misafiridir. Sennett’e göre kamu, sadece aile ve yakın arkadaşlardan ayrı kesimi kapsayan alan değil; görece çok çeşitli insanları içine alan, tanıdıkların ve yabancıların oluşturduğu alandır (Sennett, 2016: 33).

Sennett’e göre 18. yüzyılın ortalarından itibaren şehirlerde görünmeye başlayan ticari burjuvazi veya merkantilist burjuvazi, beraberinde kamusal düzen kodları da getirmiştir veya yaratmıştır. Aynı zamanda bu dönem ona göre, “Ancien Regime” dönemidir. Yani 18. yüzyılın ortalarından başlayan ve 19. yüzyılın ortalarına kadar olan dönemi kapsar. Bu dönemde daha önce olmadığı kadar kamusal ve özel alan arasında çizgi çekilmiştir. Sennett’e göre bu dönemde kamusal ve özel alanın talepleri dengededir.

Sennett’e göre, kamusal alanın cisimleştiği kahvehaneler, hamamlar; kafe, tiyatro ve balo salonları; aynı zamanda da seyahat ve çalışma ofisleri yabancıların bir araya geldiği, sorunlarını çözdüğü ve fikir alışverişi yaptığı sosyalleşme mekânlarıdır.

Sennett, “Ten ve Taş: Batı Uygarlığında Beden ve Şehir” adlı eserinde Roma’nın hamamlarını genişçe ele alır. Ona göre Roma hamamları, Roma’nın bir özetidir.

“Sennett’e göre, günümüz hamamlarına nazaran çok daha büyük olan bu hamamlar, içerisinde egzersiz odaları, oyun odaları, kütüphaneler, sıcak ve soğuk banyo odalarının olduğu vakit harcamak ve yemek yemenin farklı odalarda gerçekleştirildiği devasa büyüklükteki yapılardır” (2014: 122).

Dolayısıyla hamamların Roma döneminde olduğu gibi pek çok sosyalleşme işlevi olmuştur. İnsanlar bir şekilde hamam taşında veya havuz başında bir araya gelmiş ve herhangi bir alışverişte bulunmuştur. Bu hamamlar tıpkı günümüz halka açık havuzları gibi insanların birlikte vakit geçirdiği, flört ettiği ve gösteriş yaptığı mekânlardır (Osmanlı, 2017: 77). Hamamlar yalnızca dinlenmek ve keyif almanın dışında ticari ve siyasi görüşmelerin yapıldığı bir alan olarak da işlev görmüştür (Sennett, 2014: 123). Örneğin Sennett’in örneklediği üzere, Romalı bir siyasetçi için herhangi bir hamamda yıkanmak önemli bir politik sermayedir. Son olarak özellikle sıcak su teknolojisinin gelişmesiyle, hamamların sosyalleşme ve enformasyon özelliği ivme kaybetmiştir.

Sennett için bir diğer önemli mekân kahvehanelerdir. Sennett’e göre kahvehane, 17. yüzyıl sonlarında ve 18. yüzyıl başlarında gerek Londra Gerekse Paris için ortak bir buluşma yeriydi (Sennett, 2016: 116). Gazetelerin yayımlandığı, okunduğu ve tartışıldığı en önemli enformasyon merkezlerinden biridir; kahvehaneler.

Doğallıkla sohbetin geliştiği bir enformasyon merkezi olan kahvehane temel bir konuşma kuralına tabidir.

“Enformasyonun mümkün olduğunca eksiksiz olması için, mevkii ayrımları geçici olarak askıya alınır. (…) Kahvehanede konuşurken karşındaki insanın toplumsal kökenine değinmek dahi çirkindi, çünkü sohbetin akışı engellenebilirdi.” (Sennett, 2016: 117).

İnsanlar duygularını, kişisel geçmişlerini ve mevkilerini ele vermeden (2016: 118) enformasyon ağına katılır ve bir kamusal alan yaratır. 18. yüzyıl ortalarında yaratılan bu kamusal alanlar, ölü mekânlar tasarımlar ile sosyalleşme özelliğini yitirdi. Örneğin kahvehanelerin masa-sandalye düzeninin oyun oynama biçimine göre tasarlanması ve düzenlenmesi oyunda rekabeti arttırmış ve bilgi akışını ikinci konuma itmiştir.

Sennett, seyahatlerdeki dönüşümü de analiz etmiştir. Örneğin ona göre kompartımanı olan vagonlu trenler sosyalleşmeyi arttırır. “On dokuzuncu yüzyıl Avrupa trenleri altı ila sekiz yolcuyu aynı kompartımana, yüzleri birbirlerine bakacak şekilde yerleştiriyordu; bu oturma planı daha eski dönemlerin büyük atlı arabalarından alınmıştı” (Sennett, 2014: 309). Uzun tren yolculuklarında yüz yüze bakmak zorunda kalan yolcular, bir süre sonra birbirini tanıyor, maceralarını birbiriyle paylaşıyor ve gitmekte oldukları yer hakkında sohbetler gerçekleştiriyordu (Osmanlı, 2017: 82). Günümüz seyahatlerinde bırakın yüz yüze konuşmayı, insanlar telefonla bile rahatça konuşamıyor. Dolayısıyla bu sessizlik hali bir norm halini almıştır.

Sennett’e göre 1840’lı yıllara gelindiğinde, “geliştirilen Amerikan tren vagonu yolcuları sessizlikleri içinde rahat bırakılına arzusunu neredeyse garanti altına alan bir konumda yerleştiriyordu. Kompartımanları olmayan Amerikan vagonunda bütün yolcular ileriye, birbirlerinin yüzlerine değil enselerine bakacak şekilde oturuyorlardı” (Sennett, 2014: 309). Bu anlamda ölü bir kompartıman, bireyler arası iş birliğini ve bundan ötürü de sosyalleşmeye hizmet etmemektedir.

Otomobiller de aynı sessizlik ilkesine hizmet etmektedir. Bireysel seyahat daha güvenli ve konforlu olmasına rağmen kamusal alanın boşaltılmasına ve ölmesine yol açmaktadır.

Sennett’e göre, mağazaların karşılıklı etkileşime izin vermemesi de ölü kamusal alana hizmet eder. Ona göre,

“Mağazaların doğuşu her ne kadar sıradan bir olay gibi görülse de, aslında bu, aktif bir alışveriş alanı olarak kamusal alanın yerini nasıl insan yaşamında daha yoğun fakat daha az sosyal bir kamusal deneyime bıraktığı paradigmasının özüydü” (Sennett, 2016: 190).

Zanaatkârlığın görünür olduğu 18. yüzyıl satış paradigmasında, alışveriş mantığı karşılıklı pazarlığa dayanır. 19. yüzyıla gelindiğinde fabrikalaşma ve makineleşme ile birlikte malların tektip ve değişim değerlerinin de sabit olduğunu görüyoruz. Sennett’e göre,

“Pazar yerlerinde bir ürünün iyi bir fiyata satılması ya da ürünün değerinin altına düşmemesi adını yapılan güzelleyici açıklamalar, elem ve esef gösterileri ya da heyecanlı, öfkeli bağrışmalar satış işleminin ayrılmaz parçasıdır” (2016: 190-191).

Bu anlamda mağazaların satış paradigmasının değişmesi, bireylerin etkileşimini minimum düzeye indirdiği gibi satın alma biçimini de değiştirmiştir. Sennett’e göre kişisel duygulara yatırım ve pasiflik bir aradadır.

“Ticaretteki yeni düşünce kodu kamusal alan anlayışında daha geniş bir değişimin işaretiydi: Kişisel duygulara yatırım ve pasif gözlem birleşiyordu; kamusal alana çıkmak hem kişisel hem de pasif bir deneyimdi” (Sennett, 2013: 194).

Yukarda ele alınan mekân analizleri daha çok ilk iki yalıtıma örnek teşkil etmektedir. Sennett için en acımasız olan yalıtım Goffman’ın “uygar kayıtsızlık” kavramına karşılık gelmektedir. Bireyler gündelik hayatlarındaki etkileşiminde göz göze gelmeyi bile tercih etmemesi ve bundan ötürü de temasın minimum düzeyde olduğu etkileşim biçimidir. Sennett’e göre yeni tip ofis planlamaları bireylerin yüz yüze gelip dedikodu yapmasına müsaade etmez. Çünkü çalışanlar arasında engeller kaldırılmıştır. Dolayısıyla ona göre, herkes birbirinin gözetimi altında olursa sosyalleşme azalır ve sessizlik bir savunma halini alır (Sennett, 2016: 30-31).

Ölü kamusal alanı yaratan şey sadece mekânsal deformasyon değil; çünkü yeri geldiğinde mekân sosyalleşmeye, iş birliğine ve beraberliğe hizmet eder. Yani bu noktada mekân bir nevi aracıdır ve ilişkilerin cisimleştiği, tezahür ettiği alandır. Dolayısıyla kamusal alanın asıl ölümü ve bundan dolayı da kamusal insanın asıl çöküşü, yeni kapitalist-seküler kültürden kaynaklıdır.

thumbnail
Önerilen Yazı
Pandemi Süreci Hane İçi İlişkisellikte, Emek ve İşbölümü Ekseninde Kadının Görünürlüğü
7.Tartışma ve Sonuç

Sennett, eserlerinde şehir, mekân, çalışma biçimi, kamusal alan, iş birliği, beraberlik, saygı, otorite, sosyalleşme vb. gibi pek çok çeşitli meseleye değinmiştir. Görebildiğimiz kadarıyla onun temel derdi, kamusal insanın veya aktörün nasıl çöktüğünü ve bunun nelere yol açtığının analizidir.

Sennett’e göre, içinde bulunduğumuz günümüz toplumunun temel sorunu mahrem topluma dönüşmemizdir. Sennett’e göre, “ancien regime” dönemindeki kamusal-özel alan diyalektiği günümüz toplumunda geçerli değildir.  Çünkü o dönemde kesin sınırlarla çizilmiş ve iki alan arasındaki dengeyi kuran ve dengeyi sağlayan unsurların veya davranış kodlarının geçerli olmadığını; bundan ötürü de 19. yüzyılın ortalarından itibaren başlayan ve günümüze uzanan süreçte, kamusal-özel alan arasındaki denge bozulmuştur. Denge kavramı bu noktada önemlidir. Çünkü Sennett’e göre denge, kamusal-özel alan arasındaki ilişkinin tamamlayıcılığına ve birbirinin alternatifliğine vurgu yapar. Böylelikle Sennett, her iki alandan birini olumsuzlamadan çözümlemesini yapmış olur.

Sennett’e göre, kamusal alan (kültürel) insan yaratımıdır; özel alan (doğal) ise, insanlık durumudur. Bu anlamda kamusal alanı inşa eden şey, icracıların (aktör) seyirciler (yabancılar) karşısında sergiledikleri performanstır. İnsanlar sokakta veya şehrin herhangi bir mekânında belli amaçlarla yabancılarla bir araya gelir ve herhangi bir anlamda yaptıkları alışverişler ile kamusal alanı inşa ederler. İnsan, kamusal alanın kodlarıyla sosyalleşmeye girdiği sürece, kamusal aktördür. Dolayısıyla Sennett’in derdi, kamusal insan dediği aktörün nasıl çöktüğünü çözümleyebilmektir.

Sennett’in toplumsal değişme tezine değinmeden önce, onun kamusal-özel alan alternatifliğine değinmek yerinde olacaktır. Sennett’e göre, aileye tekabül eden özel alan, insanlığın doğal durumudur. Örneğin Sennett’e göre, insanlar ev içinde rahat ettikleri ölçüde giyinirlerken; kamusal alanda sizin kimliğinizi ön plana çıkaracak giyim ve süsleme pratikleri söz konusudur. Hatta Sennett için özel alanda insan bir hayvandır ve onun kamusal alanda terbiye edilmesi gerekir. Örneğin kamusal alan erişkinler içinken; çocuklar özel alanda adabı muaşeret kurallarıyla terbiye edilmelidir. Yine Sennett, “Kamusal İnsanın Çöküşü” eserinde, Roma’nın özel alanı ile günümüzün özel alanı arasındaki farkına değinir. Ona göre Roma özel alanı, kamusal alana alternatif bir aşkın bir ilke bulmuştur. Günümüz özel alanı ise, psişik benlik dediğimiz sekülerist içkin duygularına dönmüştür. Bu durum bir ilke değil; arzudur. Yani günümüzde bireyin en temel arzusu duygusal doyum olmuştur ki buna en bariz örnek, tüketim işçiliğidir.

Kısacası Sennett’in altını çizdiği narsist karakter bozukluğunun ortaya çıkması, bireyleri, günümüzde kamusal aktörden ziyade izleyici ve pasif konuma getirmiştir.  Artık insanlar kamusal mekânlarda yüz yüze bir araya gelerek sosyalleşmiyor. Yine aynı şekilde günümüzün kamusal alanını düzenleyen, giyim ve konuşma adabı gibi, davranış kodlarının olmaması; bireylerin röntgencilik veya Balzac’ın dediği gibi, gözün gastronomisiyle iletişim kurmasına ve sosyalleşmesine olanak sağlıyor. Diğer bir ifadeyle, bireyler yüz yüze gelerek doğrudan alışverişte bulunmuyor. Peki, bu duruma yol açan dinamik nedir?

De-sosyalleşmeyi sağlan şeyin, ölü kamusal alan olduğunu düşünüyorum. Bu noktada Sennett’e göre, ölü kamusal alanı sağlayan şeyin yani onun için bu anlamda toplumsal değişmeyi sağlayan dinamiğin ne olduğuna bakmak yerinde olacaktır.

Sennett için toplumsal değişmenin dinamiği lineer olmayan bir güzergâha sahiptir. Yani onun için doğrusal bir değişme modeli söz konusu değildir. Bundan ötürü de tarihsel perspektif ile teoriyi birleştirdiğini düşünüyorum. Ancak Sennett’in Riesman’a atıf yaparak, onun kullandığı içe-ötekine yönelik toplum modelini tersinden benimsediğini görürüz. Yani Riesman, ABD toplumunun içe yönelikten öteki yöneliğe geçtiğini vurgularken; Sennett bunun tam tersinin olduğunu ve bunun da pek çok ülkeyi kapsadığını iddia eder. Dolayısıyla bu durumda Sennett’in evrimci olduğu düşünülebilir. Hatta Sennett’e göre içinde bulunduğumuz mahrem toplum, toplumların “A” halinden “B” haline geçilmiş halidir.

Mahrem toplum, duyguların açıkça ifade edildiği ve kişiliklere yatırım yapıldığı toplum halidir. Alain Touraine’e (2020) göre içinde bulunduğumuz çağ, post-psikanalitik çağdır. Yani ona göre de duyguların ön planda olduğu ve bireysel kişilik değerlerine önem verildiği dönemde yaşıyoruz. Çok geride kalmış sorumuza cevap vermek gerekirse, ölü kamusal alanı yaratan en temel unsur deforme edilmiş mekândır. Çünkü mekân, kamusal alanın odak noktasıdır. Ayrıca tüm değişimler ve dönüşümler mekân üzerinde cisimleşir. Dolayısıyla Sennett için değişimin dinamiği, yeni kapitalist-seküler kültürdür. Kapitalizmin temel unsurlarından olan tüketim sekülerist kodlarla biçimlenince ve kapitalizmin en güncel evresi olan esneklik paradigması hayatın her alanına nüfuz edince; ölü kamusal alanı yaratan kültürün temel motivasyonu olmuştur. Mahrem toplumda bireyler tükettikleri üzerinden ne hissediyorsa o şekilde öznelliklerini inşa etmiştir. Diğer bir ifadeyle bireyler duygusal arzularına yatırım yaparak özneleşmekte ve bireyselleşmektedir. Bunun altında yatan en temel motivasyon ise, meta fetişizmi ile gelen tüketim işçiliğidir. Bireyler sadece tüketim arzuları için mekânlara uğrayarak ve minimum düzeyde yabancılarla iş birliğine girerek benliklerinin doyumunu sağlamaktadır.

Bir diğer unsur ise, esnekliğin getirdiği çalışma biçiminin hayatın her alanına nüfuz etmesidir. Yine aynı şekilde esneklik paradigmasının da sekülerist inanç kodlarıyla biçimlendiğini görüyoruz. Örneğin bireylerin başarı veya başarısızlık durumlarının her halükarda bireyin kendine döndüğünü ve çalışanın her zaman işveren karşısından kendi üzerine refleksif tutum sergilediğini görmekteyiz. Yine aynı şekilde esnekliğin biçimlendirdiği süreksiz sosyallik, güven duygusunu da aşındırmıştır. Güven için en temel mobilizasyon, karşılıklı saygı ve tanışıklıktır. Bunun için de sürekliliğe ve istikrara ihtiyaç vardır. Fakat esnekliğin yaşam mottosu haline geldiği bir toplumda buna ulaşmak imkânsızdır.

Sennett’in “Otorite” eserinde de bahsettiği gibi bu ölü kamusal alan ya da de-sosyalizasyon, bireyin otorite algısını da bozmuştur. Çünkü Sennett’e göre otorite, yüz yüze gelinmesi gereken bir sosyalizasyon aracıdır. Diğer bir ifadeyle birey, kamusal alanda otorite ile iş birliği yapabilmeli; hatta üstün ast ile iş birliği yapması gerekir. Sennett bu noktada özellikle de sosyal refah devleti politikalarının inşasında astların da sürece dâhil olması gerektiğini söyler. Bunun için de karşılıklı saygıya ihtiyaç vardır. Diğer bir ifadeyle üstün astın istek ve taleplerine kulak vermesi gerekir. Aksi halde, “hükümet bir planım var dediğinde “şehir” ölmeye başlar” (Sennett, 2020).

Son olarak söyleyebileceğimiz şey, Sennett’in (2020) “anarko-sosyalist” bir anlayışı savunduğudur. Yani birlikte ve sağlıklı yaşamaya dair pek çok çözümün birbirini tanıdığı ve herhangi bir meselede totalitarist tek bir modelinin benimsenmediği beraberlik halidir. 

Kaynakça

  • Küçükislamoğlu, M. (2018). Richard sennett’in eserlerinde kapitalist kültürün dönüşümü ve insan. Yayımlanmış yüksek lisans tezi, Yıldız Teknik Üniversitesi, İstanbul.
  • Olgun, H. B. (2017). Jürgen habermas, hannah arednt ve richard sennett’i kamusal alan yaklaşımları. Sosyolojik Düşün, 2 (1) , 45-54.
  • Osmanlı, U. (2017). Endüstri, kent ve kamusal alan bağlamında richard sennett üzerine bir inceleme. Yayımlanmış yüksek lisans tezi, Sakarya Üniversitesi, Sakarya.
  • Sennett, R. (2011). Yeni kapitalizmin kültürü (A. Onacak, Çev). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
  • Sennett, R. (2013). Zanaatkâr (M. Pekdemir, Çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
  • Sennett, R. (2014). Ten ve taş: batı uygarlığında beden ve şehir (T. Birkan, Çev.). İstanbul: Metis Yayınları.
  • Sennett, R. (2016). Kamusal insanın çöküşü (S. Durak ve A. Yılmaz, Çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
  • Sennett, R. (2017). Karakter aşınması: yeni kapitalizmde işin kişilik üzerine etkileri. (B. Yıldırım, Çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
  • Sennett, R. (14 Şubat 2020). Duvar özel… richard sennett: hükümet ‘planım var’ dediğinde şehir ölmeye başlar. Erişim adresi: https://www.youtube.com/watch?v=4QeFxx9-Zrc
  • Standing, G. (2017). Prekarya: yeni tehlikeli sınıf (E. Bulut, Çev.). İstanbul: İletişim Yayınları.
  • Touraine, A. (24 Aralık 2020). Hocaların hocası Alain Touraine’le dünyaya ve siyasete dair her şey. Erişim adresi: https://www.youtube.com/watch?v=MRm5DEqEbsA

Merhaba ben Mustafa, Mersin Üniversitesi Sosyoloji Yüksek Lisans öğrencisiyim. Dolayısıyla bu süreçte yazdığım yazıları sizinle de paylaşmak için buradayım. Mail Adresi: mstfdnmzz5@gmail.com

Yazarın Profili

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir