Eğitim, ortaya çıktığı zamandan bu yana bir çok farklı cümle ile tanımlanmış ve bir çok farklı yöntem ile uygulanmıştır.
Durup dururken aklımızdan geçen eğitim kelimesinin, bir zamanlar sosyalizm ile dünya sahnesinde yer almış olan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinde, halkın devlete karşı yükümlülüklerini ve onlara niçin çalışmaları gerektiğini, nasıl çalışmaları gerektiğini öğretmek için kullandığı şeyin ve Amerika Birleşik Devletlerinde, olmayan bir Amerikan milliyetçiliğinin aşılanması için , kapitalist düzenin adımlarını öğretmek için kullanılan şeyin, karşılığı olduğunu görürüz. Yani eğitim diye dile getirip geçtiğimiz bu kelime, insanların ağzında sakız olan bu söylem, iki zıt düşüncenin ortak noktası, bir parçası olabiliyorken, neden her gün Müslümanlığını, özgür olduğunu, tam bağımsız olduğunu iddia eden Türkiye Cumhuriyeti’nin bir parçası olamıyor?
Tabii, başka bir açıdan baktığımız zaman eğitim tabii ki ülkemizin bir parçası ama sadece olması gereken amacına uygun olmayan bir vaziyet ile bir parçası, “çıkar” için. Bir önceki paragrafın son cümlesindeki soru elbet yanıtlanır zaten yanıtı sayfalarca yazılacak bir şey değil. Her şeyden önce eğitimin nasıl bir şekilde Türkiye Cumhuriyeti’nde “çıkar” olarak kullanıldığına değinmem gerekiyor.
Eğitim kelimesinin daha doğrusu her ne olarak görülüyor ise, içi bomboş bir hale getirildiği için, ve bu bomboş bir şekilde kullanılan eğitim, kendisi ile ilgilenmesi gerekenleri yanlış şekilde yetiştirdiği için insanlar eğitim ne olduğunu bilmiyor, nasıl olması gerektiğini bilmiyor. Ve bu kadar eğitimci, öğretmen, eğitim fakültesi mezunu ve öğrencisi olduğu için insanlar mevcut olan eğitim sistemine maalesef güveniyorlar. Tabii ki akla “ama herkes eleştiriyor.” söylemi gelebilir. Lakin bu söylem sadece sıradan bir sohbetin geçiştirme cümlesi.
Bir anne, baba çocuğunu güvenmediği bir parka gönderir mi? Açmak gerekirse etrafı korkunç varlıklarla çevrilmiş parka sizler çocuklarınızı gönderir misiniz? Göndermezsiniz ve buna ek olarak bu durumun düzelmesi için çeşitli çabalar sarf edersiniz. Ama çocuklarımızı okula yolluyoruz, eğitim sisteminin düzelmesi için hiçbir çaba da sarf etmiyoruz. İşte bu örnek olduğu gibi Türk Eğitim Sistemi abluka altındadır. Ablukaya alan Amerika olabilir, Almanya olabilir ya da kendi kendine yetmeye çalışan başka bir ülke de olabilir, kimin olduğu fark etmez. Kim kontrol ediyorsa , doğru bilgi vermek, bir şeyler öğretmek ya da gerçekten eğitmek için kontrol etmiyor, tam aksine, çıkar sağlamak için kontrol ediyor. Örnek olarak Amerika’nın desteklediği bir örgüt sizin askerinizi şehit ediyor ve siz bunu haberlerde izlerken “tüh” deyip kanalı değiştiriyorsanız ve hiçbir şey olmamışçasına yaşamaya devam ediyorsanız birileri amaçlarına ulaşmış demektir. Çünkü eğitim olması gerektiği gibi olsa idi ve kullanılması gereken amaç doğrultusunda kullanılsa idi ne bir ülke bu ülkedeki bir örgütü kontrol edebilirdi ne de insanımız böylesine umursamaz olurdu. Oysa kendine dayatılan bu eğitim sisteminin farkına varan bir kişi, bir şehit haberi gördükten sonra, üstüne düşen emanetin değerini bilir ve gerçekleştirdiği çalışmanın, eylemin iki katını gerçekleştirmeye çalışırdı. Çünkü bunu yapmak demek, bir şeylerin farkına varmak demektir. Eğer bisikletin ön tekerinin, doğru yöne çevrilmesini istiyorsak, herkesin yapması gereken, kendi ayağımızın altında olan pedala asılmaktır, ki zincirleri kontrol edelim. Zincirleri kontrol ediyorsak direksiyonu da kolaylıkla kontrol edebiliriz.
Yazının başlarında sorduğumuz soruya gelecek olursak, eğitim, ülkemizin bir parçası değildir. Eğer öyle olsaydı mutlak bir şekilde kendi ülkemizin eğitim sistemini bildiğimiz gibi başka ülkelerin de eğitim sisteminden haberdar olurduk.
Sizin araba almaya niyetiniz yok ise çocuğunuza Rolls-Royce reklamı izletir misiniz?
12.09.2019
Gebze, Kocaeli