Fransız sosyolog Bourdieu Fransa toplum yapısından hareketle kendi sosyoloji çizgisini şekillendirmiştir. Bourdieu toplumsal yapıyı habitus, sermaye, alan gibi temel kavramlardan yararlanarak açıklar. Toplumsallaşma kavramından hareketle bu süreçte toplumsal statülerimiz oluştuğunu ve değişmeler sonucu toplumsal hareketliliğin oluştuğunu söyler. Toplumsal hareketlilik sonucu bireylerin ekonomik ve sosyal statülerinin değiştiğini, bunun bazen aynı seviyede olduğunu bazen de yükselme veya daha alt seviyeye düşme şeklinde olduğunu söyler. Bu statü kazanma sürecinde oluşan toplumsal tabakalar toplumsal hareketliliği engelleyerek eşitsizlik yaratabilir. Bu eşitsizlik ise daha çok eğitim alanında ortaya çıkar ve kültürel sermayeden etkilenir.
Giriş
Bourdieu sosyolojisini açıklarken Karl Marx gibi toplumsal düzenin sınıflar arası çatışmayla açıklanabileceği görüşünü reddeder. Çünkü artık modern toplumda sınıflar eskisi gibi belirgin değildir. Ancak Bourdieu Marksistleri reddettiği halde Marksist bir hareket noktasıyla kendi sosyolojisini oluşturur.
Modernite ile birlikte zamanla farklı meslek grupları ve farklı kültürel alanlar ortaya çıkmıştır ve artık alt yapı üst yapıyı belirler anlayışında alt yapı olan ekonominin yanı sıra sosyal ve kültürel etkiler de belirleyici olmuştur. Toplumsal sınıfların oluşumunda bireyin ekonomik zenginliğinin yanı sıra yaşam tarzı, alışkanlıkları, tüketimi, sosyal çevresi gibi etkenler belirleyicidir. Bu toplumsal sınıflar topluma hükmedenler ve onlar tarafından hükmedilenler olarak ikiye ayırır. Weber tarzı yaklaşımla kültürel ve sosyal etkenlerin sınıfların belirlenmesinde etkili olduğunu savunur. Sınıfı belirleyen etken sadece ekonomik değil aynı zamanda kültürdür.
Bourdieu’nun Genel Sosyoloji Anlayışı:
Bourdieu birey ve toplum arasındaki saçma karşıtlığın üstesinden gelmek için çalışmıştır. Nesnel yapılar üzerine odaklananları yani nesnelcileri faili, eylemi ve toplumsal inşa sürecini göz ardı etmekle suçlar. Aynı şekilde fail üzerine odaklanan öznelcileri de yapıyı göz ardı etmekle suçlar. Bu ikilemden uzak kalmak gerektiğini söyler ve pratikler üzerine odaklanır. Pratikler sadece nesnelcilik ya da sadece öznelcilikle ilişkilendirilemez. Bu yaklaşımını ise inşacı yapısalcılık veya yapısalcı inşacılık olarak nitelendirir. Toplumsal dünyanın kendisinde de yapıların var olduğunu söyler. Nesnel yapıları faillerin pratiklerini yönlendiren ve kısıtlayan olarak tanımlarken nesnel yapıları faillerin bilinç ve isteklerinden bağımsız olarak görür. Hem toplumsal yapılara hem de zihinsel eylemlere ve davranışlara önem verir. Yapısalcılık ve inşacılık arasında bağ kurmaya çalışmıştır ancak çoğu zaman postyapısalcı olarak anılmıştır.
Sartre ve Strauss’tan etkilenmiştir. Sartre’ın varoluşçuluğundan etkilenmekle birlikte onun yapıyı göz ardı edip eyleyenleri güçlendirdiğini söyler ve bu görüşünde Sartre’dan ayrılır. Strauss’un yapısalcılığından ise insanın iradesi dışında bir dünyada var olamayacağı görüşüyle ayrılır. Böylece kendine özgü bir özümseme ile Sartre’ın varoluşçuluğunun bir kısmı ile Strauss’un yapısalcılığının bir kısmını birleştirir. İnsanların dünyayı algılamalarını toplumsal konumlarına göre değerlendirmek gerektiğini söyler. Yapı mı faili etkiler fail mi yapıyı sorusunu sorar. Yani birey yalnızca kendi yapıp etmeleri ile mi sermayeye sahip olur, yoksa içinde bulunduğu toplumsal yapı daha mı önemlidir sorusu. Bu soruya ikisinin bir alanda karşılıklı etkileşimi ve hareketi ile olur der.
Öznellik ve nesnellik ilişkisini habitus ve alan kavramları ile açıklar. Habitus faillerin zihninde mevcuttur ancak alan zihin dışında varlığını devam ettirir.
Habitus; bireylerin alan içinde edindikleri konuşma, giyim tarzı, tercihler veya statü gibi edimlerdir. Bunlar tekrar ede ede yapı haline gelmiştir ve davranış kalıbı olmuştur. Bunlar insanın benliğini, bilincini, estetik kaygılarını ve yaşama tarzını oluşturur. Özel bir zihniyet alanı, belirli bir toplumsal grubun veya sınıfın kültürüdür. Bireylerin toplumsallaşma sayesinde kendi dünyalarının ve şartlarının oluşmasıdır.
Habitusta insanların dünyayı algılamalarına yardım eden şemalar vardır ve onlar bu şemalar aracılığıyla kendi pratiklerini üretirler. Habitus tarihin ürünüdür ve tarihi yeniden üretir. Habitus hem sağlam ve dayanıklıdır hem de başka alana aktarılabilir. Bireyin bulunduğu ortama göre yetersiz habitusun olmasını hysteresis olarak adlandırır. Habitus hem toplumsal dünya tarafından işlenir hem de toplumsal dünyayı etkiler.
Ona göre pratik, habitus ve toplumsal dünya arasında aracılık eder. Pratikler habitusu şekillendirir, habitus ise pratiği oluşturur. Habitus bireylerin seçim yapmaları gerektiğini ve seçim ilkelerini belirler. İnsanlar akla dayalı eylemlerde bulunurlar ve bu pratiğin mantığıdır. Habitus kendini pratikte gösterirken her türlü eylem ve davranışımızda, seçimimizde hatta refleksleri bile nasıl yaptığımızda kendini belli eder.
Kültürel sermaye içeren habituslar bireyin davranışlarını ve belirli becerilerini geliştirir. Bireyler sosyalleşirken “kalıcı yatkınlıklar sistemi” dediği habituslar onları şekillendirir. Bireyin bulunduğu konum içinde sahip olduğu ekonomik sosyal veya kültürel durumlardır. Böylece sosyal yapı ve sosyal eylem arasında bağ kurma işlevi görür. Kısacası zihinsel ve bilişsel becerileri ile dünyayı anlama biçimleridir.
Alan; bireyin isteği dışında var olan toplumsal dünyada var olan konumlardır. Bireyin sahip olmak istediği ve bunun için mücadele ettiği, ekonomik, siyasi, dini veya sanat alanlarıdır, ilişkiler ağıdır. Eylemde bulunanlar alan tarafından kısıtlanır. Toplumsal dünyada birçok alan vardır ve bu alanlar bireyler üzerinde bir inanç sistemi kurarlar. Alan mücadele edilen yerdir. Mücadele edilirken sermaye çeşitleri kullanılarak çeşitli hiyerarşiler oluşturulur. Bu hiyerarşiyi belirleyen alan iktidarın alanıdır ve iktidar alanı diğer alanların yapı haline gelmesinde belirleyicidir.
Alanın çözümlemesinde 3 aşama vardır. İlk olarak bir alanın iktidar alanıyla ilişkisi belirlenir. Sonra alan içindeki konumlardaki ilişkilerin yapısı belirlenir. Daha sonra ise farklı konumlardaki eyleyicilerin habitusu belirlenir. Eyleyicilerin habitusu aracılığıyla alan içinde mücadele etmelerinde en etkili faktör sermayeleridir. Böylelikle failler sermayelerinin getirdiği konumları korumak için strateji geliştirirler ve hiyerarşi yoluyla diğerlerine dayatmaya çalışırlar.
Devlet sembolik şiddetin uygulandığı yerdir. Bu şiddet doğrudan değil dolaylı yoldan uygulanır ve çeşitli kültür mekanizmaları ile dayatılır. Bu kültür mekanizmalarından en önemlisi eğitimdir. İktidarın kültürel yapısını ve tercihlerini tahakküm edilenlere dayatır ve tahakküm altında olanların bu durumun farkında olmamalarını sağlar. Örnek olarak işçi sınıfının sembolik şiddete uğramasını bu sınıfın kültürel sermayeden yoksun olması nedeniyle üst sınıfın kendi kültürünü dayatmasından kaynaklı olduğunu söyler. Tahakküm eden sınıfın diğer sınıflara kendi kültürünü ve dünya görüşünü dayatmaya çalışır. Bu kültür her zaman kabul edilmesi gereken kültürdür ve tartışılmaması gerekir.
İktidarda olanın dilini, anlamlarını, sembolik sistemlerini nüfusun geri kalanına dayatır. (Ritzer, 2012)
Distinction adlı eserinde kültürün bilimselliğin nesnesi olduğunu göstermiştir. Ayrılan üst kültür ve alt kültürü yeniden bir araya getirmeye çalışır. Bireyler bazı nesneleri sınıflandırır ve buna ilgi duyanlar benzer gruplarda olurken bundan farklı şeye ilgi duyanlar farklı grupta bulunur ve onlardan ayrılır. Toplumsal hayat içindeki tüm tercihler bu sınıflandırma ile ilişkilendirilir. Mesela arabesk müzik dinleyenler ile klasik müzik dinleyenler farklı sınıflandırılır. Veya lüks kabul edilen yemek çeşitlerini tüketen kısım ile bu yemeklerin ismini dahi duymayanlar farklıdır. Tercih edilen telefon markası, araba markası, kıyafetler, saç tarzı, yaşanılan semt, tercih edilen hastane hatta kalem markası bile bu duruma örnek verilebilir. Bu alanlar birçok oyunun yürütüldüğü yerdir ve bireyler bu oyunda galip gelmek için stratejiler geliştirirler. Ve genellikle üst sınıfın tercihleri kabul görür ve hep yeniden üretilir.
Üst sınıftakilerin tatlarını kabul ettirmesi kolayken ve bunu becerebilirlerken alt sınıftakiler bunu yapamaz bu yüzden kültürel seçimlerden oluşan alanlar hiyerarşiktir ve sınıfları hiyerarşikleştirir. Bu tat bireyin habitusu tarafından şekillendirilir. İnsanlar daha çok kültürü kullanarak dayatır ve güç sahibi olurlar. Tüketimi veya zevkleri kullanarak ayrı kültürler yaratırlar ve bunları yararlı ve zararlı olarak sınıflandırırlar. Zararlı olarak gösterilen tercihler sembolik şiddettir. Bu mücadele toplumsal sınıf içinde olur.
Sermaye ise toplumsal alan içinde bireye ayrıcalık veren kozlardır. Yani kişinin toplumsal alan içinde faydalandığı rollerdir. Kişilerin toplumsallaşmaları sayesinde elde ettikleri nitelikleri ve bu özelliklerin diğerleriyle ilişkisidir. Kişinim eğitimi, dili, zevkleri ve ekonomik gücünden oluşur.
Dağıtılan 4 sermaye çeşidi vardır bunlar:
1-Sosyal sermaye bireyin bir gruba aidiyeti sonucu gelir, aileden gelen eğitim gibi sosyalleşme gibi eylemlerden oluşur. Toplumsal alana katıldıktan sonra bireyler sosyal sermayeleri ile mücadele ederler. İlgi çekmek ve insanları etki altına almak için çeşitli sosyal sermayeler kullanılır. İnsana fayda sağlayan sermayedir.
2-Kültürel sermaye zekâ, aile yapısı veya fiziki şartlarla kendini belli eder. Bireyin eğitim sayesinde veya sosyalleşme sürecinde elde ettiği entelektüel birikimini gösterir. Toplumun erişilmesi zor kabul ettiği kıymetli şeyler hakkında bilgili olmaktır.
Kültürel sermaye üç şekilde var olur: Kalıcı eğilim olarak bedene bağlı bir durumda (dil gibi), kültürel meta olarak nesnel bir durum(tablo veya kitap) ve kurumsallaştırılmış olarak(eğitim), yani kurumlar tarafından toplumsal olarak onaylanmış durumda. (Ünal, 2018)
3-Ekonomik sermaye bireyin zenginliğidir, maddi varlığıdır ve temel belirleyicidir.
4-Simgesel sermaye bireyin konumunu gösteren ün, şöhret, ödül veya diploma gibi belirleyicilerdir.
Bourdieu ’ya göre ekonomik sermaye kültürel sermayeden etkilendiği gibi kültürel sermaye de ekonomik sermayeden etkilenir. Kültürel sermayeyi daha çok eğitim alanı ve bu alandaki eşitsizlik ile ilişkilendirir. Eğitim alanındaki eşitsizliğin bu sermayelere ve öğrencinin habitusuna bağlı olduğunu söyler. Kültürel sermayeye sahip olmayan öğrenci okulda uyum sorunu yaşar ve akademik başarı sağlamada geç kalır veya başarısız olur. Çünkü okuldaki başarı geçmiş başarı ve birikimine bağlıdır. Geçmişte elde edilen kültürel ve ekonomik sermaye az olduğundan öğrencinin bunları artırmasına izin verilmez. Bu durum ekonomik sermayeyi etkiler ve ekonomik sermayesi düşük olan insanın kültürel sermayeyi yükseltmesine engel olur. Yani orta sınıf ailenin çocuğu eğitim alıp kendini geliştirebilirken işçi sınıfından gelen ailenin çocuğu yeterli eğitim alamaz. Böylece eğitim alanındaki eşitsizlik durumu sürekli kendini yeniler. Zaten eğitimin işlevini egemen kültürün dayatmaları ve kendi kültürünü yeniden üretmesi olarak nitelendirir.
Bir sınıf veya tabaka içinde habituslar şekillenir ve eğitim yoluyla bu habituslar yeniden üretilir. Bu yeniden üretmeyi toplumsal farklılıkları akademik farklılıklara dönüştürerek meşrulaştırır. Toplumsal tabakalar da bu sayede yeniden üretilmiş olur. Yani birey belirli bir kültürel sermayesi varsa bunu değiştirmez ve geliştirmesine izin verilmez. Zaten genelde tahakküm eden sınıfın kültürel sermayesi kabul gören sermaye olur. Ev ortamı ile okul ortamı arasında uyum sağlayamayan öğrenciler yani kültürel sermayesi bulunduğu okula uygun olmayan öğrenciler başarısız olur. Sosyoekonomik durum öğrenci başarısını olumsuz etkiler. Okullar eşitsizlikleri bir kuşaktan diğerine aktarır.
Toplumsal sınıfları incelerken üç çeşit sınıf olduğunu savunur. Bunlardan üst sınıf tahakküm eden sınıftır. Yeterli sınıf bilincine sahiptir ve bunu hükmetmede istediği gibi kullanır. Bu sınıfta tüm sermaye çeşitleri yeteri kadar mevcuttur. Bu sınıfın habitusu ayrım kavramına dayanır. Bu sınıf içindeki daha üstte olanların ekonomik sermayesi yüksekken kültürel sermayesi daha azdır. Daha ortada olanların ve kültürel meslekleri olanların ise ekonomik sermayesi azken kültürel sermayesi çoktur.
Diğer sınıf küçük burjuvazidir bu sınıf üst sınıfı taklit eder ve habitusu üst sınıfa geçip sosyal yükselme yaşamak üzerinedir. Kültürel ve ekonomik sermaye eşit düzeydedir.
Halk sınıfının ise sınıf bilinci zayıftır ve sermayeleri güçlü değildir. Bu sınıfın habitusu fiziksel gücün nasıl değerlendirildiği ile ilişkilidir. Kültürel sermaye de ekonomik sermaye de azdır.
Sonuç
Sonuç olarak Bourdieu inşacı bir yaklaşım sergileyerek pratikler üzerine odaklanır. Klasik sosyologların kutuplaşmalarının aksine her zaman öznel ve nesnel yapıları birleştirmeye çalışır. Kültürel sermayeyi sosyolojiye kazandırarak kültürel alanda yapılan çalışmaların artmasına katkı sağlamıştır. Kültür ve toplumsal hayat bütün bir şekilde inceleme alanı sunmuştur. Onun temel kavramları alan habitus ve sermayedir ancak bu kavramlar birbirinden ayrı biçimde incelenemezler. Onun habitusu alan ile ilişkilidir. Aynı zamanda sermaye kavramı sembolik şiddetle ve habitusla, dolayısıyla alan ile ilgilidir ve bu sayede onun sosyolojisine bütün bir perspektifle bakılabilir. O sosyolojisini genel kabullerden uzaklaştırıp eleştirel bir bakış açısıyla sosyolojiye yeni alanlar açmıştır. Yeniden üretimi başarılı bir şekilde açığa çıkarmış ve genel kabullere karşı çıkan açık bir sosyoloji tarzı kurmuştur.
Kaynakça:
- Palabıyık, A. (2010). Pierre Bourdieu Sosyolojisinde “Habitus”, “Sermaye” ve “Alan” Üzerine. Liberal Düşünce dergisi, Kış-Bahar 2010,(61-62), 121 – 141.
- Ritzer, G. (2012). Modern Sosyoloji Kuramları. (7.baskı). (H. Hülür, çev.) Ankara: De Ki Yayınları. (orijinal çalışma basım tarihi 2008).
- Tezcan, M. (1993). Eğitim Sosyolojisinde Çağdaş Kuramlar ve Türkiye. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Yayınları, (170), 28-31.
- Ünal, A. (2018). Toplumda Tabakalaşma ve Hareketlilik (Olgular, Kavramlar, Kuramlar) (4.baskı). Ankara: Atıf Yayınları.