Tarihi Ortaçağ’a kadar dayanan avangard sözcüğü Fransızca avant ve garde sözcüklerinden oluşmuştur. Avant, Latince önce anlamına gelen ante kelimesinden; garde ise Fransızca bakmak, gözetmek, korumak anlamına gelen garder fiilinden türemiştir. Özellikle Fransızca’da askeri bir terim olarak kullanılan avangard, öncü birlik anlamına gelmektedir. Askeri anlamda avangard ordunun diğer bölümlerine öncü olması, arkadan büyük bir şeyler geleceğinin duyurusunu yapması, düşmanların alanında çalışması gibi özelliklerinin bulunması sebebiyle kültürel alanda ortaya çıkan şeylerle de ilişkilendirilebilir. Ortaya yeni çıkan akım, hareket, edebiyat gibi uygulamalar kendini önce siyasi ve kültürel alanda var olan eskiyle mücadele etmek zorunda bulurlar. Kısacası avangard kelimesinin en temel ve askeri anlamından ortaya çıkabilecek perspektifler avangardın anlamını da belli olgu ve fenomenlere indirgemiştir.
Fransız Devrimi’nin öne sürdüğü vaatlerin anlaşılmaya çalışıldığı dönemde Saint Simon’un da dahil olduğu bazı düşünürler, insanların düşlerini ve ulaşılmak istenen noktayı zihinlerinde canlandırarak modernliğinde fikir kuruluşunu gerçekleştirirler. Sosyalist ütopyalar, insanların sanat dünyasına ulaşacağını ve ulaşırken de rehberliğini yine sanatın üstleneceğini ileri sürerler. Burada karşımıza çıkan avangard, tam da bahsedilen bir tasarı içerisinde sanata verilen öncü rolü tasvir etmek üzere kullanılmaya başlanır. Bu şekilde ilk kullanımı ise sosyalist ütopyacı Saint Simon tarafından gerçekleşmiştir. Simon sanatçıların, sanayiciler ve bilim adamlarıyla birlikte topluma şekil vereceğini sanatçıların ise buna öncülük yapacağını söyler. 1830’da seçkin kesimlere seslenişinde şunları dile getirir: “Sizlerin avangardı biz sanatçılarız … en etkilisi ve hızlısı sanatın gücüdür: İnsanlar arasında yeni fikirler yaymak istediğimizde, onları biz tuvale veya mermere nakşederiz … Toplum üzerinde yapıcı bir iktidara sahip olmak, gerçek bir rahiplik görevi yürütmek ve sağlam adımlarla zihnin bütün melekelerinin önüne düşmek: İşte sanatın muhteşem kaderi” (Bürger, 2019, s.11). Ancak sanat, sanatçılar tarafından değil de siyasetçiler tarafından yüceltilmeye çalışılmıştır. Bu kavram 1830-1840’ların ütopyalar döneminde siyaset diline girmiş ve köklü dönüşümlerin bayraktarları anlamında kullanılmıştır (Bürger, 2019, s.10).
Saint Simon gibi düşünen sanatçılar başta sanatın özgürleştirici olduğuna inansa da burjuvazi ve işçinin monarşiyi yıkmasından çok kısa bir süre sonra işçi sınıfı şiddetli bir şekilde bastırılır. Bununla birlikte kanlı sınıf savaşları ortaya çıkar ve sanatçılar toplumsal ütopyalarıyla ilgilenmeyi bırakarak bu yaşanan duruma estetik bir tavır sergilerler. 1848’de yaşanan bu hayal kırıklığının sonucunda sanatta özerkleşme isteği ortaya çıkar. Sanat; gelenek, ahlak, siyaset ve bilim söylemlerinden kendini yalıtmaya çalışarak burjuvanın düşünce sistemine karşı çıkar. Olumlu olandan daha çok artık olumsuz olana yani kötüye, çirkine odaklanarak, karşı bir estetik ortaya koyar. Bunlara itiraz etmekle de kalmayıp ilerlemeci anlayışı tiye alır. Bu dogmanın yarattığı modernleşme karşısında kendi modernizmini kurar (Bürger, 2019, s.13). Sanat artık sanatçıyı dahi temsil etmeyen; hayattan kopmuş ve sadece kendini temsil eden, kendi iktidarı peşinde olan bir hal almıştır. Sanat kendini aristokrasiden kalma durumlardan, klasist zanaat geleneğinden uzaklaşarak düşünsel özerkleşmeye çalışır. Uzun yıllar boyunca sanat üzerindeki egemenliği bulunan Akademi bu yaşananlar sonucunda eski önemini yitirerek işlevselliğini serbest atölyelerle paylaşmak durumunda kalır. Akademi içerisinde yer alan Salon sergileri kamuoyuna sunulur ancak bununla birlikte sanatçının niteliğinde de zayıflamalar ortaya çıkar, sanatçı olmayan ancak sanatçı olduğunu iddia edenler bu salonlarda kendini göstermeye başlar. Tam da bu dönemde modern sanat piyasasına hızlı bir geçiş gerçekleşir. Modern Sanat, fotoğrafında ortaya çıkışıyla beraber geçirdiği modernist dönüşüm sayesinde kurumsallaşarak üniversitelerde yerini alır.
Avangard, sanatın özerkleşmesiyle birlikte modernizmle ortak bir evrim sürecine girer. Bu iki kavram aslında aynı ruh ve bilince sahiptir. Birbirinden ayrılması pek mümkün olmadığı gibi sanatçının kendisine özellikle de topluma yabancılaşmasıyla burjuva düşüncesine karşı sergiledikleri tavırları ortak bir hal almıştır. Habermas’da modernizmin zirvesinde avangardın yer aldığını düşünmektedir. Modernizm gelişir ve şiddetlenerek avangarda evrilir. Burjuvaziye karşı olmasına rağmen avangard aslında tam da bu sınıfa aittir.
Modernizm ve avangardı ortak oluşlarına göre ele alanlar olduğu gibi ikisi arasındaki farklılıklara odaklananlar da mevcuttur. Ortak oluş üzerine olan çalışmalar estetik konuları, farklılıklar üzerine olanlar ise ideolojiyi vurgulamaktadır. Modernizmin sanatla olan ilişkisi avangard ile benzerdir. Baudelaire de modernliği tanımlarken modernliğin yarısını sanat yarısını da ebedi ve değişmez olarak görmüştür. Modernliğin bir süre sonra yeni olanı tasvir etmesi, modernliğin gelişiminde de sanatın önemli bir yerinin bulunması, avangard kavramıyla ortak kesişen bir tarihi aşama ve durum içerisinde bulunmaları gibi birçok sebep aslında ortak oluşlarını işaret etmektedir.
KAYNAKÇA:
- Bürger, P. (2019). Avangard kuramı. İstanbul: İletişim Yayınları.
- Çimen, Ö. (2010). 1950’lerden günümüze sanatta avangard olgusu (Yüksek lisans tezi, Yıldız Teknik Üniversitesi). Erişim adresi: http://dspace.yildiz.edu.tr
- Sorguç, G. (2017). Sanata karşı başkaldırı: avangard. Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi, 24, 37-56. Erişim adresi: https://dergipark.org.tr/