ÖZ
Gözetim ve denetleme pratikleri insanlığın en eski tarihinden beri süregelmektedir. Gözetim ve iktidar biçimleri hakkında fikirleri literatüre damga vuran Michel Foucault, panoptikon metaforu bağlamında açıklamalar yapmıştır. Bu çalışmada Michel Foucault’un panoptikon metaforu bağlamında pandemi süresince ortaya çıkan kısıtlamaların gözetim toplumuna evrimine olan katkıları yorumlanacaktır. Dünyadan başka ülkelerin kısıtlamalarına değinilse de çalışma özellikle Türkiye’nin salgın yönetimine odaklanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Covid-19, pandemi, epidemi, kısıtlama, salgın, foucault, panoptikon, gözetim
Başlıklar
MICHEL FOUCAULT KİMDİR?
Michel Foucault, 15 Ekim 1926’da Fransa’nın Clain Nehri kuzeyinde doğmuştur. Cerrah bir babaya sahip olan Foucault’nun lise derslerinde başarısı çok yüksek değildir. Babası Foucault’nun da kendisi gibi cerrah olmasını istemiştir.
Akademik hayatında doktora tezini Uppsala Üniversitesi’nde yazmıştır. Fakat doktora tezi bilimsel olmadığı gerekçesiyle kabul edilmemiştir. Daha sonrasında Fransızca öğretmenliği yapan Foucault, 1960 yılında Fransa’da Clermont Ferrand Üniversitesi’nde felsefe bölüm başkanı olarak göreve başlamıştır. Görüşlerinde genellikle Heidegger ve Nietzsche’den etkilenen düşünür, Karl Marx ve Sigmund Freud’un öne sürdüklerine karşı çıkmıştır. Literatüre birden çok eser kazandıran Foucault, toplumsal cinsiyet, iktidar, sosyal haklar, cinsellik ve gözetim kavramları üzerinde çokça durmuştur. Fikirlerini öne sürdüğü en bilinen eserlerinden ikisi ilk cildini 1976’ da yayımladığı Cinselliğin Tarihi ve bu çalışmaya da yön verecek olan 1975’te yayımladığı Hapishanenin Doğuşu kitabıdır.
25 Haziran 1984’te Paris’te AIDS hastalığı sebebiyle yaşamını yitirdiği belirlenmiştir.
PANOPTİKON METAFORUNUN ORTAYA ÇIKIŞI VE MİCHEL FOUCAULT
Panoptikon kavramı ilk olarak 1785 yılında İngiliz toplum kuramcısı Jeremy Bentham tarafından ortaya atılmıştır. Panoptikon kavramında ‘’pan-‘’ bütünü, ‘’-opticon’’ gözlemlemek ifadesini belirtir. (Gölbaşı, 2011: 236).
Panoptikon, Jeremy Bentham’a göre bir tasarıdır ve bu tasarı hiçbir zaman somut olarak mimariye dökülmemiştir. Fakat soyut olarak ülkelerin politikalarına, insanların yaşam alanlarına büyük ölçüde iz bırakmaktadır. Panoptikon tasarısının mimarisi şu şekildedir; birkaç katlı odalar bulunur. Bina silindir şeklinde tasarlanmıştır. Silindir şeklinde tasarlanan binada odalar, sadece silindirin iç kısmına açılmaktadır. Bu durum sistem içerisindeki bireylere dışarıyla olan etkileşimlerine imkân tanımamaktadır. Ayrıca bir de nöbet kulesi bulunmaktadır. Nöbet kulesi, sistem içerisindeki bireylerin asla göremeyeceği bir yerdedir. Yapının aydınlanabileceği pencereler öyle bir ayarlanmıştır ki bu aydınlanma sistematiği sayesinde nöbet kulesindeki gözetimci hücrelerdeki bireylerin her hareketini gölgelerinden izleyebilmektedir. Fakat tahmin edileceği üzere hücredeki bireylerin, kendilerinin izlendiğinden haberi bile yoktur.
Jeremy Bentham’ın beynindeki bu tasarı, araştırmaları kapsamında Michel Foucault’ya içinde bulunulan toplumsal düzeni anımsatmış ve aslında böyle bir mimari tasarının hayatın, kurumların, devletlerin ve iktidarların ta kendisi olduğunu öne sürmesine sebebiyet vermiştir.
Foucault, toplumsal yaşamın iktidar mekanizmalarının, kurumlarının aslında bireyleri ‘’normal’’ adı altında sınırlandırdıklarını ve onlara göre normal kavramına uymayan bireylerin ise sistemde sınır dışı bırakıldıklarını düşünmektedir. Sınır dışı bırakılan bireylerin de, normal kabul edilen bireyler tarafından ötekileştirildiklerini öne sürer. Foucault, çalışmalarında panoptikon metaforu ve panoptisizm kavramlarından bahsederken aslında bu gözetim pratiklerinin yaşam alanlarımızın en ücra köşelerine kadar sızdıklarını söyler. Ona göre hastaneler, okullar, aile ve hapishaneler aslında önceden kendilerince belirledikleri ‘’normal’’ formuna bireyleri sokabilmek için imkân sağlayan yerlerdir. Panoptistik bir toplumun iktidarı en merkezi konuma güç olarak oturtacağını da belirtmiştir. Günlük yaşantıda güvenlik adı altında her yerde bulunan kameralar bu gözetim pratiklerinin en basit örneği olabilir. Foucault’ya göre bireyler yaşamlarının büyük bir kısmını normalleştirilme içerisinde geçirirler. Hapishanenin Doğuşu çalışmasında da Foucault bu görüşlerini açıkça belirtmiştir. Ona göre okullarda, hapishanelerde, psikiyatri hastanelerindeki bireyler üzerine uygulanan denetim aslında onların önceden oluşturulan kimliğe uyması ve hiç farkındalık yaratılmadan denetime izin veren idealize edilmiş kişilere dönüşümünü destekleme amacı gütmektedir. Normalize etme süreci sonunda farkındalığa sahip bireyler ortaya çıkar ise muhtemelen panoptisizm eğilimlerinden dolayı toplum tarafından ‘’anormal’’ olarak etiketleneceklerdir.
Bu denetim tekniğinde iktidarın nerden ve kimin tarafından icra edildiğinin önemi yoktur; çünkü bu iktidar ne tek kişi, ne birey, ne de tek bir kurumdur. Çok geniş bir alanı içine alan farklı kesimleri içeren bir iktidar türüdür. Öte yandan, aynı amaçlar etrafında türdeşleşmiş bir iktidardır (Tümurtürkan, 2010: 9).
Foucault’nun görüşleri bağlamında bir tasarıdan toplumsal kurama evrilen panoptikon metaforu, aslında günümüz modern toplumlarında büyük bir handikabıdır. Teknolojik gelişmelerin son hızda ilerlediği modern çağda, artık okul, hapishane, aile içerisinde otokontrolün kaybolup bir normalleştirme gözetimine girmeye gerek kalmadan teknoloji sayesinde gözetim pratiklerine uyurken bile maruz kalan toplumsal örüntüler görülmektedir.
COVİD-19 PANDEMİSİNDEN KAYNAKLI KAMU KISITLAMALARI VE PANOPTİKON METAFORU
İnsanlığın en eski zamanlarından bu yana yaşanan bulaşıcı hastalıklar, virüsler ve dahası insanlığın başa çıkması güç düşmanları olmuştur. 2019 yılının Aralık ayında Çin’in Hubei eyaletinin Wuhan kentinde ortaya çıktığı saptanan ve bulaşıcılığının gücü sayesinde dünyanın dört bir yanına yayılan Covid-19 virüsü, insan sağlığına olan tehditiyle Dünya Sağlık Örgütü liderliğinde tüm ülkelerde çeşitli virüs yayılımını önleyici toplumsal kısıtlamalar ve denetimlerin planlanması ile hala bulaşımın durması adına çalışmalar yapılan bir pandemi sürecinin başrol oyuncusudur.
Covid-19, yayılma ve insan yaşamını ölümle tehdit etme nitelikleriyle 11 Mart 2020 tarihinde Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandemi olarak ilan edilmiştir. Pandemi sürecine girilmesiyle beraber virüsün bulaş riskleri, belirtileri, ölüm oranları araştırılmış ve bu veriler dahilinde ülkeler toplumsal kısıtlamalara tabii tutulmuşlardır. Bir virüs salgınını yönetmenin bir yolu da epidemi eğrisini yassıltmaktır. Böylece epidemi zirvesini erteleyip zayıflatarak sağlık sisteminin aşırı yüklenmesi önlenmiş, bir aşı ve tedavinin geliştirilmesi için zaman kazanılmış olur (Aslan, 2020: 39).
Pandeminin başlamasıyla virüsün çıkış noktası olarak saptanan Çin’in Wuhan kentinde tam bir karantina düzenlenmiş ve kente giriş çıkışlar yasaklanmıştır. Singapur’da virüsün bulaşına maruz kalan bireylerin, kendilerini karantinaya almalarını desteklemek adına devlet tarafından maddi destekler sağlama politikası izlemiştir. İtalya ise ölüm sayılarının hızlı ve durdulamaz artışı nedeniyle Çin’i de geçen ve dünyada ölüm sayısı en çok olan ülke haline gelmiştir. Salgın yönetiminde de toplu etkinlikleri durdurarak önlem almaya çalışmıştır. Türkiye’deki salgın yönetimine gelindiğinde ise özellikle pandemi başında uluslararası düzlemde diğer ülkelere göre daha başarılı bir strateji izlendiği görülmektedir. İlk vakanın görülmesiyle beraber ülke çapında geniş kitleleri içine alan önlemler alınmaya başlamıştır. Yüz yüze eğitim-öğretim faaliyetleri durdurulmuş ve risk taşıyan yaş grupları için sokağa çıkma kısıtlamaları getirilmiştir. Şehirler arası seyahatler salgının seyrine göre şimdiye dek zaman zaman tamamen izine tabii tutulmuş ya da yolcu yoğunlukları yarı kapasiteye düşürülerek devam etmiştir. Kafeler, spor tesisleri ve hizmet sektörü bulaş riskini azaltmak için teması en aza indirecek şekilde düzenlenerek faaliyette kalmıştır. Bu çalışmanın da özellikle üzerinde yoğunlaşacağı ‘’Hayat Eve Sığar’’ uygulaması geliştirilmiş ve vatandaşlara çeşitli QR kodlar entegre edilmiştir.
Foucault’nun panoptikon metaforu bağlamında, bireylerin farkındalıkları olmadan onları gözetim altında tutmak günlük yaşantımıza son derece sızmakla beraber pandemi sürecinde de yerini sağlamlaştırmıştır. Foucault’ya göre iktidarların yerlerini sağlamlaştırarak kendi normlarını yansıtan bireyler üretme isteği tarihin en eski çağlarından bugüne değin artarak gelmiştir. Pandemi döneminde ülkelerde görülen bazı salgın yönetimi stratejilerinin, bireyleri ‘’normal’’ kalıbına sokmaya ittirdiğini gözlemlemek mümkün olmaktadır. Örneğin; Vakaların hastaneleri doldurup taşırmasıyla hastane çalışanların özellikle de doktor ve hemşirelerin iş yükünün bir bireyin kaldıramayacağı kadar ağırlaştığı bilinmektedir. Pandeminin ilerleyişiyle beraber sağlık kurumlarında iş yükünü mental ve fiziksel olarak kaldıramayan sağlık çalışanları istifa etmeye ya da emekli olmaya yeltenmiş ve bu girişimleri karşısında kurum düzenlemelerinin getirisi olan ‘’İkinci bir emre kadar sağlık çalışanlarının izinlerinin, emeklilik taleplerinin ve istifalarının kabul edilmemesi.’’ Hususunda bir yaptırımla karşılaşmışlardır. İstifa ve emeklilik için hala direten sağlık çalışanları ‘’anormal’’ olarak görülerek toplumdaki bireyler tarafından ‘’işini bile yapmadığı’’ gerekçesiyle dışlanmaya maruz kalmıştır. Üstelik bununla kalmayıp mesai saatlerinin de kartla geçiş ya da parmak izi ile geçiş teknolojileri ile daha da sıkı denetlendiği görülmüştür. Teknolojinin dinamik gelişimi denetim pratiklerini rahatlatmış ve arttırmıştır. Pandemi kısıtlamaları kapsamında çalışanların bu şekilde denetlenmesine gelmeden önce zaten Foucault’a göre hastanelerin yapısı da adeta bir panoptikon modelidir. Hastaların daha iyi gözetim altında tutulmalarına ve böylece tedavilerin daha iyi ayarlanmalarına izin verme durumundadır; binaların biçimi, hastaların titiz bir şekilde ayrılmalarıyla, hastalıkların yayılmalarını önlemek zorundadır; son olarak da havalandırma ve her yatağın etrafında dolaştırılan hava sağlığa zararlı buharların hastanın çevresinde kötü etkilerini yaymak üzere yoğunlaşmalarını engellemek zorundadırlar (Foucault, 1992: 216). Hastanelerin gözetim yuvaları olduğunu açıklayan Foucault, özellikle psikiyatri hastanelerine bu benzetmeyi yapmışsa da salgın ile mücadelede vazgeçilmez rol oynayan sağlık çalışanları iktidarın ve sürecin öne sürdüğü bu denetimlere tabii tutulmuşlar ve sektörlerindeki ‘’normal’’ in yeni inşasına şahit olmuşlardır.
Araştırmalar bağlamında gözetim toplumunun pratiklerini en iyi ve güçlü şekilde yansıtan, pandemi de tasarlanıp sunulan uygulama da esasen ‘’Hayat Eve Sığar’’ ismindeki teknolojik denetim kumandasıdır. ‘’Teknolojik denetim kumandası’’ tanımının yapılmasının sebebi uygulamanın ve zorunlu getirisi olan HES koduna sahip olma durumunun bireyleri her açıdan her yerde denetleyebilmesidir. Hayat Eve Sığar uygulaması, pandemi döneminde temaslıların takibinin yapılması ve vaka yoğunluklarının görüntülenmesi adına tasarlanmış bir uygulamadır. Salgın sürecinde alınması gereken risk azaltıcı bireysel önlemler adına yarar sağlasa da uygulamanın içerisindeki cihazın konum bilgisine ulaşmak bakımından bireylerin her an denetlenmeye tabii tutulduğunun önemli bir göstergesidir. Sürecin gidişatına örnek vermek gerekirse Türkiye’de alınan son önlemler kapsamında alışveriş merkezi, restoran, mağazalar ve güzellik salonları gibi yerlere girişlerde HES kodu zorunlu bir hal almıştır. Bireyleri an ve an takip edebilen bu uygulama şehirler arası yolculukta da otobüs, uçak bileti almak için zorunlu hale dönüşmüştür. Gittiği her yerde kendine bir kod atfedilmesiyle gözetlenen özne, salgın yönetimi için yarar sağlayacak bir hamle yaptığını düşünür -ki salgının seyrini düzeltmeye yarayan iyi yanları da bulunmaktadır- fakat gözetim pratiklerine maruz kaldığının farkında dahi olmaz. İşte toplumsal arenanın her yerine sızan iktidar biçimlerinin, bireylerin verilerini kendi karnını doyurmak adına yem ettiği nokta gözetimde başlamaktadır.
Pandemi dönemi kısıtlamalarının gözetim toplumuna evrimi için birkaç örnek daha verilebilmektedir. Dünyanın her yerinde salgın yönetimini sağlamak adına düzenlenen sokağa çıkma kısıtlamaları bireylerin bürokratik ve yaşamsal faaliyetlerinin birçoğunu çevrimiçi ortama aktarmalarını zorunlu tutmuştur. Şirketler stajyer ya da çalışan alımlarını online mülakat yoluyla yapmaya başlamıştır. Skype, zoom gibi çevrimiçi uygulamaları kullanmak adına bir hesabı olmayan kullanıcılar artık uygulamalara mecburi kaydolmuşlardır. Kişisel verilerini uygulamalarla paylaşarak gözetim pratiklerine bir bağlamdan daha nesne olarak dahil olmuşlardır.
GÖZETİM TOPLUMUNA BİR BAKIŞ
Foucault’nun da son derece çarpıcı bir biçimde ortaya koyduğu, “bir veya daha çok kişinin iletişim ya da eyleminin sistematik olarak araştırılması ya da izlenmesi” (Bogonikolos) olan gözetim kavramı son dönemde, internet gibi enformasyon teknolojilerinin gelişim sürecine paralel olarak özel bir önem kazanmıştır (Bozkurt, 2000: 77).
Medyatik araçların ve teknolojinin hızla gelişimiyle durdurulamaz bir hal alan sosyal medya ve internet ağı kullanımı aslında artık isteğe bağlı olarak değil mecburi bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkmaktadır. Çevrimiçi sosyal ağların yeni yeni geliştiği zamanlarda sosyal medyaya dahil olmak bireylerin elindeyken şimdilerde bu opsiyon durumu yok olmaktadır. Pandemi döneminin koşulları artık her şeyi çevrimiçi olarak teknolojik cihazlardan yapmamızı gerektirmektedir. Eğitim, market alışverişleri, çeşitli vergi ve fatura ödemeleri gibi gündelik yaşamımızın devamını sağlayacak tüm olayları bireylerin çevrimiçi gerçekleştirmesini zorunlu kılmıştır. Sosyal medyanın çok rağbet gören ayağı İnstagram’da bile kullanıcıların yaptığı ‘’maske, hastane, covid-19, pandemi’’ gibi kavramları içeren paylaşımlarda direkt olarak sağlık bakanlığına bağlı Covid-19 bilgilendirme web sayfasına kısayol oluşturulmaktadır. Bu durum ne kadar kamusal alandaki kirli bilgileri önleyip doğru olana yönlendirme amacı içerse de aslında özneye ait her verinin nasıl gözetim altında tutulduğunun su götürmez bir örneğidir.
Yaşama dair neredeyse her şeyi internet üzerinden yaptığımız için veri tabanlarına girdiğimiz bilgiler enformatik alanda çığ gibi büyümekte ve her türlü iktidar biçimlerine istedikleri gözetim avantajlarını sağlamaktadır. Dünya çapında yaşanan salgın sebebiyle de bu durumun öne geçilemez şekilde büyüdüğü görülmektedir. Modern hayat pratiklerinin insanlığı sürüklediği gözetim kavramı altında habersizce ezilerek yaşama devam etme biçimini, teknolojinin şu ana kadar en gelişkin seviyede olduğu bu yüzyılda salgın gibi toplumsal ve bireysel faaliyetleri engelleyen ve engellenmesini de büyük ölçüde meşrulaştıran bir olgu ile daha da ilerletmiş ve bireyleri, toplumları her açıdan gözetim ve kontrol altında tutan bir hükümdarlık yaratmıştır.
KAYNAKÇA
- Aslan, R. (2020). Tarihten Günümüze Epidemiler, Pandemiler ve Covid-19. Göller Bölgesi Aylık Ekonomi ve Kültür Dergisi, 35-41.
- Bozkurt, V. (2000). Gözetim ve İnternet: Özel Yaşamın Sonu Mu ? . Birikim Dergisi, 75-81.
- Foucault, M. (1992). Hapishanenin Doğuşu. Ankara: İmge Kitabevi
- Gölbaşı, Ş. (2012). Kronik. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 236.
- Tümurtürkan, M. (2010). Gündelik Hayatın Gözetimi: Panoptikon Toplumu. ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar, 9.