İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde yetişmiş en önemli çağdaş Fransız sosyologlardan birisi olan Pierre Bourdieu kendinden önce var olan sosyoloji literatüründeki birikimini kendi tarzında analiz ederek ilişkisel bağ kurmuş ve görüşlerini bu yapı içerisinde topluma sunmuştur. Emile Durkheim, Karl Marx, Max Weber gibi üç büyük klasik dönem düşünürlerinin kuramlarını sentez edip eksik yanlarını bularak birleştirmiştir. Tasvir etmek gerekirse, birbirinden ayrı alanlar gibi gözüken kavramları adeta bir üçgenin parçaları gibi bir araya getirerek harmanlamıştır. Bu manada kendi bulduğu kavramları da ,habitus, alan ya da sermaye gibi, klasik dönemdeki öncülerinden etkilenerek ortaya koymuştur. Aynı zamanda fenomonoloji, yapısalcılık gibi akımları takip etmiş ve akımlarda eksik kalan parçaları birbirleri ile tamamlamak istemiştir. Yazdığı Sosyoloji Meseleleri kitabı ile de birçok alanda verdiği röportajları okuyucusu ile paylaşmış ve spor, müzik, siyaset ya da sosyal yaşamda hem sosyolog olan hem de sosyolog olmayan kişilerle geçen konuşmalarıyla genel manada birçok konuda sahip olduğu düşüncesinin altyapısını okuyucuya aktarmıştır. Yani kitabı kariyeri boyunca ilgilendiği birçok alan hakkında yaptığı izlenimlerin temeline ev sahipliği yapar. Sosyolojiyi sadece uzmanlara yönelik bir alan olarak görmemesi, sosyolojinin toplumsal menfaatleri düşünmesi gereken yönü, sosyologların savaştığı kesim gibi konulara yer vererek sosyolojik birikimini aktarmıştır. Bu yazıda ben de sizlere Pierre Bourdieu’nun Sosyoloji Meseleleri kitabında yer alan düşüncelerinden yola çıkarak onun kuramının temel niteliklerini analiz etmeye çalışarak Bourdieu’nun ortaya koyduğu ana düşünceleri açıklayacağım.
Bourdieu’a göre sosyoloji ile uğraşan kişilere sosyoloji katı gerçekleri gösterir ve şeylerin büyüsünü bozar. Kitabın ilk bölümlerinde de bu konuya değinir. Rahatsız edici bir bilim tanımlamasını yaptığı bölümde sosyolojinin bir bilim olup olmadığı tartışmasına yer verir. Kendi fikrine göre sosyolojinin tüm bilimsel özelliklere sahip olduğunu söyler. Ortak sahip olunan bilimsel miras sayesinde birikimli olarak büyüyen sosyolojinin genel manada rahatsızlık veren bir bölüm olduğundan bahseder. Esas sorun sosyolojinin bilim olup olmaması değildir, ona göre esas problem insanlara neden bir rahatsızlık verdiğidir ve özellikle hangi kesimi rahatsız ettiğidir. Kitapta bunun sebebinin gizlenmiş ve gözler önüne serilmek istenmeyen konuların sosyologlar tarafından ortaya çıkarılması olduğunu söyler. Bu sebeple de sosyoloji politikacılar gibi üst tabakaları rahatsız eder. Özellikle bu tarz kesimler tarafından saldırgan görülür. Özellikle sosyal dünyanın anlaşılması aşamasında sosyologların iktidardakileri sorgulaması sosyologların görevidir. Kitapta bu nedenle sosyolojinin bilimsel görevini ne kadar çok yaparsa o kadar iktidarı rahatsız edeceğinden bahsedilir. Bence günümüz Türkiye’sini örnek aldığımızda, sosyologların değerlerinin yeteri kadar anlaşılmaması da toplumsal olarak yansıtılan bu algıdan kaynaklı olup olmadığı sorgulanmalıdır. Gerek medya baskısı gerekse bu bilimin önüne koyulan engeller olayların belki de sosyologlar tarafından yeterince iyi şekilde analiz edilememesine sebep olur. Bourdieu tarafından anlatılan ve çok önemli bir vizyona sahip olan sosyologların etki alanı ne kadar çok arttırılırsa belki de gelişmişlik düzeyi o kadar artabilir. Ayrıca sosyolojinin taraflı ya da tarafsız bir durumda olmadığını da belirterek bu bilimin üniversite gibi yerlerde kendine özerklik sağlaması gerektiğini söylemiştir.
Bourdieu aynı zamanda Sosyoloji Meseleleri kitabında Cezayir’de yaptığı çalışmalardan baz alarak oluşturduğu habitus, alan ve sermaye kavramlarını da kullanır. Sosyolojinin klasik dönemden bu yana birikimli olarak ilerlediğini savunduğu için bu kavramların çıkarımında klasik dönem sosyologlarının görüşlerinden de faydalanmıştır. Habitus kavramı Durkheim ve Weber’ de de vardı ama onunla birlikte daha belirleyici bir rol biçilerek anlatıldı. İnsanların yaşadıkları kültürler ya da alt kültürler arasında yaşamaları sonucu sahip oldukları bilgi birikimini anlatır. Bu birikimde içinde yaşadığı topluluk ile arasındaki ilişkiyi belirler. Net bir tanımı olmasa da habitus toplumsal kurallarla şekillenir, doğuştan gelmeyen alışkanlıklar gibi algılanabilir. Doğumundan beri ait olduğu yapı içinde yetişen bireye bu eylemlerin dayanağını habitus verir. Alan ise sosyolojik bir inceleme yöntemidir. Alan içindeki olaylar ekonomik ve kültürel yapıyla şekillenir. Bir nevi alan oyunun gerçekleştiği yerdir yani sermayenin sahasıdır. Sermaye terimine ise Marx ile birlikte aşina olunan bir terimdir. Bourdieu de bu aşinalığı kullanır ve kültürel, ekonomik, sosyal ve simgesel olarak değişik başlıklarla kavramın içeriğini genişletir. Görüldüğü üzere var olan kavramlar üzerinde esasında derinlemesine bir çalışma yaparak kavramların kapsama alanını geliştirmiş ve çalışmalarına bunu yansıtmıştır.
Kitapta aynı zamanda dil ve sembolik güç konusuna da odaklanılır. Yazar dilin sosyolojik çerçevede yapısına odaklanarak dili bir habitus olarak görür. Sosyal düzende tahakküm ve sansür gibi özellikleri dile atfeder. Konuştuğumuz dilin beynimizde şekillenişi ve davranışlarımız istemeden biz algısı ile yapılarak toplumsal kurallara uyması bunun en büyük kanıtıdır. İnsanların geçmiş olduğu eğitim süreçlerinin bu aşamada belirleyici olduğunu ve okul ya da aile gibi kurumların bizin oluşma sürecinde bize yardım ettiğini söyler. Sosyologların da bu ortak iletişim ortamında yapmaya çalıştığı şey bu durumun anlamlarını kavramaktır. Dilin kültür ile ilişkisi de bu durumda bireysel tercihlerin oluşmasını sağlar.
Diğer düşünürlerden farklı değişik konsepte kavramları bir araya getirmesi ve incelemesi olan Bourdieu kitabında da bu geniş çeşitlilikten faydalanır. Görüldüğü üzere kitapta spor, moda, beğeni, müzik, dil gibi birçok konu sermaye, alan ya da habitus gibi geliştirdiği temel kavramlarla açıklanır. Aynı zamanda siyaset ve kültür ilişkisini kamuoyu ve grev kavramlarıyla nitelendirir. Ona göre kendi zevkine uygun bir şeyi keşfetmek kendi kendini keşfetmektir. Genel manda ise sosyolojiye kitabında vermeye çalıştığı anlam, sosyoloji biliminin insanların duymak istediklerini değil her alanda olanı belirten bir bilim olduğudur. Herkes sosyolojiyi anlamak ister bu da onun diğer bilimlerden ayrıldığı en önemli noktasıdır. Kitapta açıklanan tüm kavramlar köklerinin klasik dönemden alarak çağdaş sosyolojiye bir dinamizm katar. Birey ve yapı karşılıklı olarak ilişkisel şekilde açıklanır ve bu nedenle sebep ve sonuç yönünden toplum döngüsel bir çembere benzetilir. Klasik düşünürlerden tamamen farklı şeyler söylemez fakat kapsamı genişletip eksik yönlerini bularak kavramları ilişkilendirip bir düzen sağlamaya yardımcı olmuştur.
Sonuç olarak, Pierre Bourdieu farklı kuramların eksik yanlarını birleştirerek kendi kuramını geliştirmiştir ve bu da Sosyoloji Meseleleri kitabında açıkça gözükmektedir. Özellikle bahsettiği habitus, alan ve sermaye kavramlarında klasik dönem düşünürlerinin izlerini görmek mümkündür. Ayrıca kitapta bir sosyolog için en önemli meselelerden olan sosyoloji biliminin niteliği ve önemi açıkça belirtilmiştir. Sosyologlara atfedilen gerçeği gözler önüne serme görevi ve bu uğurda rahatsızlık verse dahi vazgeçmemesi gerektiği inancı kitapta açık bir şekilde belirtilmiştir. Yani bir nevi Bourdieu için, sosyoloji kendi toplumuyla dahi mücadele eden bir yapıda yaşamını sürdüren bir bilimdir. İnsanlara gösterilenden çok gerçekte var olanı vererek sosyolojinin bilimsel yönünü vurguluyor. Kitap kısaca kariyeri boyunca Bourdieu’nun ilgilendiği birçok alanın özetini taşıyan bir nitelikte. Bu nedenle de çağdaş sosyoloji kuramlarının önemli isimlerinden olan Pierre Bourdieu’nun düşüncesini kavramak için yol gösterici ve okunması gereken bir kaynak.
Kaynakça
- Pierre Bourdieu, Sosyoloji Meseleleri, Heretik Yayınevi, 2019, 303 Sayfa.
Faydalı Olabilir: Pierre Bourdieu Sosyolojisi