Alwin W. Gouldner’in ve Pierre Bourdieu’nun Sınıf Yaklaşımlarında “Kültürel Sermaye” Kavramı

Alwin W. Gouldner’in ve Pierre Bourdieu’nun Sınıf Yaklaşımlarında “Kültürel Sermaye” Kavramı
0

Yeni orta sınıf tartışması, Marx’ın ve Weber’in sınıf teorilerinde bulunan eski, orta sınıflardan farklı bir sınıfsallığa işaret etmesiyle başlayıp 1960’larla birlikte farklı kavramsal çerçeveler geliştirmiştir. Piyasanın yeni türden katmanlara açılması, yani gerek devletle gerek piyasadaki yeni gelişmeler sonucunda yeni bir orta sınıf doğmaktadır. Bu oldukça büyük, kitlesel ve aynı zamanda çeşitlilik içeren bir sınıftır. Gouldner, bu sınıfın üniversite eğitiminden geçmiş olmasını ve üniversiteli grupları, üniversite içinde edindikleri kültürün  sınıfın belirleyici sermayesi olduğunu anlatmıştır. Bunu eleştirel söylem kültürü olarak da tanımlamaktadır. Kamu kaynaklarıyla finanse edilen okullarda bu eğitim sisteminden geçen gençler, sistemin önemli özelliklerine maruz kalmaktadır. Bunlardan birincisi, kamu okullarının evden, anne babanın denetiminden uzak olması, ikincisi yeni sınıfın özel bir grubu olan öğretmenlerin söylemin değeri değil bizzat argümana dayalı olduğunun fikrinin aşılanması, üçüncüsü ise kamu okulları, öğrencileri kendi günlük hayatlarında kullandıkları sıradan dillerinden uzaklaştırıp, doğru bir dil değişimi gerçekleştirmeleridir. Önemli bir konu olan dil değişimi, aynı zamanda öğrencinin aile içerisindeki edindiği ideolojiyle de aralarına mesafe koyma sonucu doğurmaktadır. O halde ayrıcalıkların kaldırıldığı eleştirel söylem kültüründe, her toplumsal sınıfın ve bütün iktidar seçkinlerinin eylemleri ve iddiaları hakkında da bir yargılamaya gidilebilir (Gouldner, 1993; aktaran Sam, 2017: 341).

Üniversiteler, yeni sınıfın eski sınıfa direnişinin kalelerini oluşturur. Dolayısıyla Gouldner, Marksist sınıf tartışmaları içerisinde bir tartışmayı da öne çıkarmaktadır. Peki bir devlet kurumunun eski topluma direnişin kalesi olması nasıl mümkün olmaktadır? Gouldner şöyle cevaplamaktadır: “Evet, işin böyle tarafı var yani üniversiteler tıpkı diğer devlet kurumları gibi toplumun egemen mekanizmalarını eğitimli iş gücü sağlayan ve buna uygun bir ideolojik ve değersel donanım kazandıran bir yanı vardır.” Üniversite kurumu, toplumu dönüştürecek toplumu tahrip edecek bir şekil olarak kurulmaz fakat belli türden diyalektik işleyerek içinden edinilen kültür, üniversiteye böyle bir özellik sağlar. 1960’larla birlikte üniversite eğitimine ulaşmanın ayrıcalıklı sınıflara özgü bir durumdan çıkıp geniş halk kesimlerine yayıldığını, dar gelirli sınıf çocuklarının bu dönemlerde kitlesel bir üniversite formuna bürünmesi ve yeni bölümlerin kendini oluşturmasıyla, büyük bir insan grubunun içinde yer aldığı sisteme dönüşmektedir. Bu kadar büyük kitle söz konusu olduğunda insan grubunun içinde yer aldığı kurumda pek çok sorunun çıkması da kaçınılmazdır. İnsan toplulukları büyüdükçe planlamalarda sapmalar doğallaşacaktır. Dolayısıyla bu eğitimle birlikte Gouldner, parasal klasik sermayeden ayrı bir kültürel sermayenin oluştuğunu görmektedir. Bu kültürel sermayenin birikim ve dağılımı artık parasal sermayenin üreminden çıkmaktadır. Kültürel olarak avantajlı, özerk bir yeni sınıf oluşur ve bu sınıfın yeniden üretimdeki denetim yeni sınıfın elindedir. Dolayısıyla kendi mensuplarını da kendi eğiten ve böylelikle kendi değer sistemi ve evrenselci değer sistemiyle donanmış sınıfsal kapasite söz konusudur. Artık yeni sınıf-orta sınıf olmaksızın üretim araçlarının çalışamayacağı bir durum oluşur. Yani toplumun idari ve üretimsel mekanizmalarının sırrı bu sınıfın elinde olup ellerinde büyük bir denetim gücü birikir.

Kültürel üretimle idari ve üretimsel bir girişim arasında ayrım bulunur. Nitekim buna uygun olarak Gouldner, yeni sınıfın iki temel bileşene ayrıldığından söz eder. Bunlardan ilki, “Hümanist Aydınlar” olarak tanımlanır. Düşünce üretimini kendi içinde ayrı bir amaç olarak benimseyen bu grup, düşünceyi düşünmek için bir değer olarak görür ve buna uygun olarak ürünler veren aydınlar grubudur. Üniversite yapılanması içinde daha çok Edebiyat, Fen fakülteleri gibi yerlerde bunların eğitimi görülmektedir. Bir de ikinci bir aydın grup vardır. Daha büyük bir kısmı oluşturan, Gouldner’in “Teknik Entelijansiya” olarak tanımladığı kısım oluşturmaktadır. Bu teknik entelijansiya, yeni türden eğitim araçlarını ve idari mekanizmaları denetleyebildiği için elinde ciddi bir toplumsal güç biriktirir. Üniversite sistemi içerisinde daha çok Mühendislik, Tıp gibi fakültelerde güç biriktirirler. Hümanist aydınlarla teknik entelijansiyalar arasında içsel bir çelişki vardır. Teknik Entelijansiya’nın bilgiyle kurduğu araçsal ilişkiyi, hümanist aydınlar içten içe küçümsemektedir. Diğer taraftan teknik enteliyansiya’ya mensup bir mühendisle, sosyal bilimcinin bilgiyle kurduğu ilişkiyi naif bularak küçümsemektedir. Gouldner, kapitalist hayatın yeniden üretiminde elinde büyük bir güç olduğunu ve bunu sağlayan kültürel sermayeyle bu sınıfın güç ve bağımsızlık kazandığını söyler. Çünkü toplum içerisinde üretilen, bütün toplumun işleyişini sağlayan her türden üretimin başında bu sınıf vardır.

Gouldner, “kültürel sermaye” kavramını daha sonrasında “kültürel burjuvazi” olarak da bu sınıfı tanımlamakta kullanır. Peki bu çerçevenin teorik çıktıları nelerdir? İlk olarak yeni sınıfın ontolojisi kültürel sermaye ile tanımlanır dolayısıyla Marksist değil Weberci bir çerçevedir. İkinci olarak kültürel burjuvazi ayrı bir sınıftır çünkü diğer sınıflarla gerilimli bir çıkar karşıtlığı içindedir. Bu sınıfın amacı, toplumsal değerden aldığı parayı arttırmaktır. Demek ki bir yandan kültürel ve ahlaki üstünlük iddiasıyla burjuvaziden kendini ayırırken diğer taraftan ücret sistemiyle bir sorunu olması anlamında kendini işçi sınıfından ayırır. Sonuç olarak Gouldner’e göre kültürel burjuvazi diye isimlendirdiği yeni sınıf, ikili bir seçkinciliğin temsilcisidir. Durumu bu şekilde gördüğümüzde kendini diğer sınıflardan ayırma biçimlerini ve bu yönde geliştirdiği kültürel, ideolojik ve politik taktikleri  Bourdieu’nün sınıf teorisinde karşımıza çıkmaktadır.

thumbnail
Önerilen Yazı
Pierre Bourdieu Sosyolojisi

Sınıf araştırmalarına 20.yy’ın son dönemlerinde başlayıp etkisi devam eden Bourdieu’nün özgünlüğü, kendisinden önceki sınıf teorilerinin olumlu yanlarını alarak sentez geliştirmesi önemli kılmaktadır. Bourdieu’nün sınıf anlayışında Marx, Weber ve Durkheim gibi birçok kuramcının etkisini görmek olanaklıdır (Yanıklar, 2010: 123). Fakat Bourdieu, ne Marksist, ne Weberci, ne de Durkheim’cıdır. Bunlardan sadece sınıf meselesinde ihtiyaç duyduğu kadarını alır. Bu da Bourdieu’nün literatürünü  anlaşılmasını zor hale getirir. Bourdieu geleneksel sosyolojide karşımıza çıkanın aksine teori ile araştırma arasında derin bir ayrım olduğu fikrine karşıdır. Sosyolojide görülen saha araştırmacısı ve teorisyen ayrımının aksine, teori ve araştırmanın bir arada olması gerektiğini söyler. Hem nitel hem nicel araştırma yöntemlerini araştırmalarında kullanan Bourdieu, rasyonel eylem teorilerine karşı da kendini geliştirmiştir. Bourdieu’nün iktisadi sınıf analizlerinde yaygın olan bireyci, faydacı ve rasyonel birey varsayımına karşı, kendi kavramlarını tam da buna karşı geliştirmiştir. Tam da burada 1958-1966 yılları arasında yaptığı yedi empirik araştırmanın rolü vardır.

Cezayir Araştırması: Bu araştırmada, kabil köylü hayatını ve onların kendi hayat tarzlarını tehdit eden, değiştiren yeni bir para ekonomisine nasıl katıldıklarını araştırmıştır. Felsefeci Bourdieu, Cezayir’e geldiğinde kendi kendini yetiştirerek bir antropologa ya da bir etnografa dönüşmüştür. Bu etnografi damarı, daha sonrasında da onun nitel araştırma yöntemlerini kendine has oluşturmasında kritik bir önem taşımıştır. Cezayir çalışmalarının ana meselesi rasyonel eylem teorisine karşı Cezayir’in yerli topluluklarında kapitalizm öncesi İslam ve gelenek yönelimli değiş tokuşlardaki ortaya çıkan araçsal rasyonalitenin olmadığı, farklı türden birbirine alternatif rasyonalitelerin bir arada bulunduğunu söyler. Sonuç olarak, kendi geleneksel, iktisadi yöntemleriyle ve bunların içerdiği rasyonaliteyle kapitalizmin dayattığı rasyonalite biçimi arasındaki ilişkiyi araştırır.

Bekarlar Balosu Araştırması: Fransa’nın güneyinde gerçekleşen araştırmada Bourdieu’nün fark ettiği şey Bern köyünde bekar erkek sayısının bekar kadınlardan daha fazla olmasıdır. Kadın erkek sayısının birbirine yakın olduğu köyde belli dönemlerde bekarların toplanıp bir araya geldiği kaynaşma ortamı vardır. Köyün kızlarının genelde köyün erkekleriyle değil dışarıdaki erkeklerle evlenmesi ve erkeklerin toprağa bağlı oldukları için modern toplum açısından cazip olmayan durumla karşı karşıya kalmalarıdır. Bu çalışmada ana mesele iktisadi eşitsizliklerin yeniden üretiminde empirik yoluyla sermayenin dolaşımı meselesidir. Burada ilk kez mirasın iktisadi değerini keşfeder. İnsanlar kendilerine kalan miraslarla iktisadi etkinliğe girerler. Bu önemlidir çünkü veraseti ilk kez ekonomik bir kategori olarak keşfedilmesi bunu daha sonrasında, ailelerin sadece iktisadi değil aynı zamanda kültürel bir miras bıraktıkları temasına doğru geliştirir.

Mevduat Bankası: Bu araştırmada, mevduat bankası üzerine çeşitli sosyal özelliklere sahip bireylerin kredi talep etme ve tedarik etme biçimleri üzerine bir ivme gelişiyor. Kredi çekme iktisadi davranışının sosyal belirleyenler tarafından belirlendiğini anlatır. Farklı türden sosyal özelliklere sahip bireylerin kredi çekme davranışları burada önem kazanır. Dolayısıyla bankadan kredi çektiğinizde borç paraya karşılık kendi itibarınızı koyuyorsunuz demektir. Burada en genel olarak para ve finans çevrelerine dönük bir eleştiri geliştirir ve mesleki pazarlama söylemleri, yönetim konularına giriş yapar.

Varisler Araştırması: Bourdieu’nün ilk kez eğitim alanına yöneldiği ve eğitim alanında özellikle üniversitelerde eşitsizliğin ekonomik ve sosyal belirlenimleri üzerine çalışmasıdır. Bourdieu, sınav kağıtlarını inceler ve öğretim üyelerinin, sınav kağıtlarını okurken kenarlarına aldıkları notlar üzerinden öğretim üyesinin farkında olmadan belirli öğrencilere dönük bir yatkınlık geliştirdiklerini görür. Bunu benzer kültürel ortamdan gelmelerine bağlar. Burada ilk kez kültürel sermaye kavramını geliştirir. Aileler çocuklarına sadece iktisadi miras bırakmazlar. Bunun sonunda statü, sınıfsal değerler, kültürel hiyerarşiler aktarırlar. Bunlar belirli sınıfsal pozisyonlardaki insanların benzer pozisyondaki insanlarla, daha hızlı, yakın ve başarılı ilişkiler kurduklarını gösterir.

Kodak Araştırması: Bir fotoğraf firması olan Kodak, Bourdieu’dan müşteri memnuniyeti araştırması yapması için yardım ister. Bourdieu bunu fırsat bilerek Kodak’ın müşteri memnuniyeti araştırması anketi içerisinde kendi sorularını sıkıştırarak fotoğrafçılık kültürel pratiğin belirlenmesi üzerine gider. Bu çalışmasının temel meselesi, kültürel pratiklerin, mirasın oluşumu ve toplumsal düzeni yeniden üretimindeki rolüdür.

Sanat Sevdası: Fotoğraf çalışmasına benzer şekilde burada müzeciler üzerinden kültürel sermayenin/ pratiklerin nasıl sınıfsal değere dönüştürüldüğünü inceler. Bu anlamıyla Kodak araştırmasına benzer. Tek fark ilk kez nitel araştırma yöntemlerinin yanı sıra istatistikçi modeller kullanmaya başlamasıdır.

Yeniden Üretim:  Bu çalışmadan hareketle daha makro bir analize giden Bourdieu iyice ünlendiği  araştırmayla geniş bir araştırma ekibi kurar. Fransa’da 2. Dünya Savaşı’ndan sonra küresel iktisadi dönüşümlerin sosyal boyutlarını ve büyüyen eşitsizlik üzerine bir inceleme yapar. Çalışmanın ana meselesi ekonomik ve kültürel mirasın aktarılma mekanizmalarının eşitsizliğin yeniden üretimindeki rolüdür.

Pierre Bourdieu, ortaya attığı kavramlarla sosyal bilimlerin her alanında kullanılabilecek bir çerçeve çizmiştir. Kendisinin de ifade ettiği gibi bu kavramların hepsi, yaptığı saha araştırmaları sırasında, araştırma kendisine dayattığı için doğmuş kavramlardır (Ersöz, 2007: 20). Bu yedi çalışma Bourdieu’nün 1958-1966 yılları arasında yaptığı çalışmalar olup daha sonrasında bunlara  Ayrım çalışmasını ekler.

Ayrım Çalışması: Ayrım, tam da bütün bu kültürel beğeni üzerine, Fransa ölçeğinde binlerce kişiyle yapılan, yıllarca süren saha çalışmasının sonucudur. Ayrım’da, kültürel sermaye, kültürel pratikler ve beğeni üzerindeki analizleri üzerinden oldukça ayrıntılı sınıfsal bir analize gider. Bourdieu’da bu analiz oldukça kapsamlı, sınıfsal setlerle hem nicel hem de nitel modelleri kullanarak burjuva, küçük burjuva ve işçi sınıfı konumlarının beğeni kalıpları üzerine büyük etkiler yaratan bir çalışma olarak kendisini gösterir.

Bourdieu’nün sınıf yaklaşımının üç bileşeni vardır: Bir yandan üretim araçlarıyla ilişkili Marksist nesnel konumlar teorisini içeri alır. Weberci statü grupları üzerindeki vurguyu alır. Üçüncü olarak sınıfsal kültürü hakim kılmaya yönelik  politika analizleri vardır. Bourdieu’nün sınıf analizi aynı zamanda politik bir muhtevaya sahiptir. Bu politik muhteva, sembolik gücün dağılımı üzerinde kendini geliştirir. Marx’taki sermaye üstündeki vurguyu alarak iktisadi ve maddi kaynakları aşan bir tanıma dönüştürür. Dört tip sermaye vardır: İktisadi Sermaye, mal ve hizmetlerin üretiminde kullanılabilecek, Marksizmin vurguladığı sermaye türüdür. Tek başına toplumlarımızın sınıfsal yapısını kavramada yetersiz olduğu için ikinci bir kavram geliştirir. Kültürel Sermaye, sembolik ve kültürel değerlerin birikimi olarak tanımlanabilir. Kültürel sermaye edinmenin ilk yolu, ailenin de içine girdiği sosyalleşmedir. İkincisi ise aile sonrasında kişinin girdiği sosyal çevreler ve buradaki kültürlenme öğeleridir. O halde Bourdieu kültürel sermayeyi iki başlık halinde ele alır. Biri formel olarak karşımıza çıkan “okul sermayesi”dir. Kültürel sermaye’nin bu versiyonu, formel resmi versiyonunda diplomalar, sertifika gibi belgelerle kanıtlanmış bir sermeye biçimidir. Diğer taraftan bunun tamamlayıcısı olan, aileden kaynaklı ve miras yoluyla elde edilen “kültürel sermaye” formu  vardır. Miras yoluyla aileden gelen kültürel sermaye, okul sermayesinin de çapını belirler. Sosyal Sermaye, kişilerim/grupların farklı sermayeleri dolaşıma sokma ve dönüştürmede kullanabileceği sosyal ilişki ağlarıdır (Bourdieu, 1986’dan aktaran Öğütle ve Çeğin, 2013: 74). Simgesel Sermaye, kişilerin/ grupların diğerlerinin gözündeki konumudur (Bourdieu, 1986’dan aktaran Öğütle ve Çeğin, 2013: 74).

Sonuç olarak kültürel sermaye kavramı ilk kez Gouldner’le ortaya çıkmış fakat Bourdieu’da bu kavram başka biçimde kendini göstermiştir. Kültürel sermayeyi Gouldner, daha çok eğitimsel bir birikimle ya da geleneksel sermayeye karşıtlık içerisinde tanımlarken, Bourdieu daha çok analitik ve empirik araştırmaya uygun şekilde yeniden problem etmiştir.

KAYNAKÇA:

  • ERSÖZ, C. (2007). “ Pierre Bourdieu’nün Temel Kavramlarına Giriş”, Sosyoloji Notları, Sayı: 1, s.: 15-21.
  • ÖĞÜTLE, V.; ÇEĞİN, G. (2013). “E. O. Wright’ın Mikro Kavramları ile P. Bourdieu’nün Kavramsal Repertuarı Arasındaki Sentezin Empirik Analizde Yaratacağı İmkanlar”, Praksis Dört Aylık Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 32, s.: 65-89.
  • SAM, R. (2017). “Entelektüeller: Toplumsal Değişim ve Gelişim Sürecinin Öncüleri”, Sosyoloji Konferansları, Sayı: 55, s.: 333-350.
  • YANIKLAR, C. (2010). “Kültürel Sermaye, Eğitim ve Toplumsal Tabakalaşma: Pierre Bourdieu’nün Yeniden Üretim Kuramına Eleştirel Bir Bakış”, Sosyoloji Dergisi, Sayı: 22.
thumbnail
Önerilen Yazı
Bourdieu’nun Sosyal Sermaye, Kültürel Sermaye ve Simgesel Şiddet Kavramları

Ege Üniversitesi Sosyoloji Lisans Öğrencisi.

Yazarın Profili

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir