GİRİŞ
Duygular, toplumsal hayatta önemli bir yere sahiptir. Bu anlamda duygu sosyolojisi toplumsal yaşamı anlamamızı sağlamaktadır. Ancak günümüzde duygu sosyolojisi alanında çalışmaların yapılıyor olmasına karşın sosyoloji bilimi duyguları uzun süre çalışma alanı olarak görmemiştir. Özellikle klasik sosyolojide duygular ihmal edilmiştir ve duygular daha çok psikoloji biliminin ilgilenmesi gereken bir alan gibi görülmüştür. Sonraki süreçte Theodore Kemper, Arlie Hochschild, Jonathan Turner, Thomas Scheff vb. gibi isimler duygu sosyolojisinin kurulmasını ve gelişmesini sağlamışlardır. Bu anlamda çalışmada bu isimlerin yaklaşımları ve metodolojik perspektifleri ele alınarak “duygular” tartışılacaktır.
DUYGULARI SOSYOLOJİK AÇIDAN TARTIŞMAK
Sosyoloji sosyal olguları ele almaktadır ve duygularda sosyal olgulardır. Bu anlamda sosyolojinin çalışma alanlarından biri duygulardır. Bericat, sosyal gerçekliğin duygusal yönünün üzerinde durulması gerektiğini belirtmektedir. Aynı zamanda duygularında sosyal doğasının üzerinde durulmalıdır. Duygu sosyolojisi insanların günlük hayatta hissettiği birçok duyguyu incelemekle birlikte bu duyguların insanların üzerindeki etkisi ve içinde bulunulan kültür tarafından nasıl inşa edildiği, kalıplaştığı üzerinde durmaktadır. Dolayısıyla duygu sosyolojisi için şu noktalar önem taşımaktadır: Duyguların kaynağının ne olduğu, neden ortaya çıktığı, kişiler üzerindeki etkisi, sınıflar ile olan ilişkisi vb. Bu anlamda duygu sosyolojisi toplumsal hayatı anlamaya yardımcı olmaktadır. Ancak buna rağmen duygu sosyolojisinin gelişimi geç gerçekleşmiştir.
Klasik sosyolojide rasyonelliğe yapılan vurgu ile insanların davranışlarının öngörülebilirliği üzerine çalışmaların yapılması duyguların ihmal edilmesine neden olmuştur. Marx, Durkheim gibi isimler her ne kadar duygulardan bahsetseler de toplumsal gerçekliğin kurulmasında duyguların etkili olduğunu düşünmemektedirler. Özellikle de Weber ’in görüşleri ile duygular irrasyonel olarak nitelendirilmiştir. Weber duyguları önemli görmekle birlikte toplumsal eylemlerin temeline rasyonaliteyi yerleştirdiği için duyguları bu duruma uygun görmemektedir. Bunun yanında duygulara birey temelli yaklaşımların gerçekleşmesi ve duygular ile psikolojinin ilgilenmesi gereken bir alan gibi görülmesi duyguların sosyolojik açıdan ele alınmasını geciktirmiştir. 1970’li yıllardan sonra akılcılığın bu kadar ön plana çıkartılmasına karşı çıkan isimler ile duygu sosyolojisi gelişmeye başlamıştır ve sosyolojinin alt alanı olarak ortaya çıkmıştır. Kemper, Scheff, Hochschild, Turner vb. gibi isimler duygu sosyoloji alanında önemli çalışmalar yapmışlardır. Duygu sosyolojisine ilişkin yapılan çalışmalarda, duygulara yönelik farklı yaklaşımlar söz konusudur.
Duygulara yönelik genel yaklaşımlara değinen Lupton (2002), iki temel perspektifin olduğu görüşündedir. Bunlar: “kalıtsal olarak duygular” ve “toplumsal olarak kurulmuş duygular” dır. Darwin’in kuramından etkilenen kalıtsallık perspektifinin savunucuları genellikle duyguların doğuştan geldiğini ve içgüdüsel dürtüleri içerdiğini savunmaktadır. Darwin’in kuramı duyguları, bir tehlikeye karşı kişinin hayatta kalmak amacıyla verdiği tepkiler açısından değerlendirmektedir. Bir diğer yaklaşım toplumsal kurmacı perspektiftir. Kendi içinde farklı yaklaşımları içermekle birlikte odaklanılan nokta kalıtsallık değil, öğrenilmiş davranışlar ve tepkiler üzerinedir. Dolayısıyla sosyo-kültürel ortam önem taşımaktadır. Lupton, toplumsal kurmacıları zayıf tezin savunucuları ve kuvvetli tezin savunucuları olarak ikiye ayırmaktadır. Zayıf tezin savunucuları “doğal duygusal tepkilerin” belirli bir düzeyde olduğunu savunmaktadır. Kuvvetli tezin savunucuları ise duyguların sonradan öğrenildiğini ve duyguların sosyo-kültürel olduğunu savunmaktadır. Dolayısıyla bağlama daha çok önem vermektedirler.
Bunun yanında Scheff, duygulara yaklaşımlar konusunda evrensel ve kültürel açıdan ayrım yapmakla birlikte dış görünüm ve iç tecrübe şeklinde ayrım yapmakladır. Thoits ise pozitivistler, sosyal inşacılar ve sembolik etkileşimler şeklinde ayrımda bulunmaktadır. Sosyal inşacılar temel duyguları yok saymaktadır veya temel duyguların olduğunu düşünse de etkilerini arka planda tutmaktadır. Bunun yanında sembolik etkileşimciler, sosyokültürel unsurlar üzerinde durmaktadır ancak insanların davranışlarında temel duygularında yeri olduğu görüşündedir. Pozitivistler ise bazı duyguların evrensel olduğunu kabul etmekle birlikte bu duyguların toplumsal etkileşimle başka duyguları oluşturduğunu savunmaktadır.
Lupton’a (2002) göre zayıf tezin savunucuları arasında yer alan pozitivist düşünür Kemper, hem doğamız gereği bazı duyguların bulunduğunu hem de toplumsal etkileşimler ile bazı duyguların oluştuğunu savunmaktadır. Sosyal inşacıları eleştiren Kemper, duyguları birincil ve ikincil olarak ikiye ayırmaktadır. Birincil duyguların (korku, depresyon, öfke, mutluluk) herkeste bulunduğunu ve insanların hayatta kalabilmesi açısından önemli olduğunu savunmaktadır. Ancak sevgi, utanç, övünç vb. gibi duyguların ikincil duygular olduğunu ve birincil duyguların toplumsal etkileşimle değişime uğrayarak ikincil duyguları oluşturduğu görüşündedir. Lupton’ a (2002) göre Kemper, suçluluğu “toplumsallaşmış” bir korku biçimi şeklinde nitelendirmektedir. Utancı ise “toplumsallaşmış” öfke olarak görmektedir.
Kemper ’ın görüşlerinin tersine duyguların kendiliğinden var olmadığını savunan yazarlar bulunmaktadır. Lupton’a (2002) göre kuvvetli toplumsal kurmacılık yaklaşımının savunucularından Rom Harre, duygu diye bir şeyin olmadığını kişilerin sadece duygulanabileceğini öne sürmektedir. Bunun yanında daha önce Kemper ’ın sosyal inşacıları eleştirdiğinden bahsedilmişti. Dolayısıyla Kemper’ ın özellikle eleştirdiği isim sosyolojisinin kurucusu olarak kabul edilen Hochschild ’dir. Wallace ve Wolf (2012), simgesel etkileşimciliğin alanının genişlemesinde Hochschild’ in etkili olduğu görüşündelerdir. Simgesel etkileşimcilikte kişinin içsel duygu ve düşünceleri önemli olmakla birlikte bu unsurların toplumsal davranış ile ilişkisine odaklanılmaktadır. Kişiler edilgen konumda değillerdir. Dolayısıyla etkin bir şekilde katılım sağlamaktadırlar. Herbert Blumer, George Herbert Mead vb. gibi öncü isimler yer almaktadır. Ancak Wallace ve Wolf (2012), Hochschild ’in duygularla alakalı noktayı temel alması ile simgesel etkileşimciliğe farklı bir perspektif sunduğu görüşündelerdir.
Hochschild, “duygu işçiliği” ve “duygusal emek” kavramları üzerinde durmaktadır. “Duygusal emek” kavramını şu şekilde tanımlamaktadır: “Ben duygusal emek terimini herkes tarafından görülebilecek yüz ve beden görüntüsünü yaratacak olan duygu yönetimi anlamında kullanıyorum: duygusal emek bir ücret karşılığında satılabilir ve dolayısıyla alışveriş değeri vardır (Wallace & Wolf, 2012: 335).” Hochschild, duygusal emek gerektiren işlerin 3 ortak özelliği olduğunu savunmaktadır: “(1) bu işi yapanın halk ile yüz yüze ya da karşılıklı sesli olarak teması olmalıdır; (2) bu işi yapanın bir başka kişide şükran veya korku gibi duygusal hâller yaratması gerekmelidir; (3) işverenin, iş yapanların duygusal hareketleri üzerinde belirli bir ölçüde denetim uygulamasına müsaade edilmelidir (Wallace & Wolf, 2012: 335).”
Bu açıdan Hochschild, duygusal emeğin zorunlu olduğu bazı meslekler üzerinde durmaktadır. Uçuş görevlileriyle alakalı olarak Hochschild, bu çalışanların ne kadar korksalar dahi bu duygularını yolculardan sakladıklarını ve yolcuları sakin kalmaya yönelttiklerini belirtmektedir. Dolayısıyla gerçek duygular gösterilmemek için taklit yapılmaktadır. Bu durum yalnızca uçuş görevlilerinde değil birçok meslekte görülmektedir. Günümüzde kapitalist sistem özellikle hizmet sektöründe çalışanları gerçek duygularını gizlemeye yöneltmektedir. Bir satış danışmanı veya garson müşterilerle kurdukları iletişim sırasında sinirlenseler dahi bunu müşteriye karşı belli etmeyerek pozitif duygular göstermek zorunda kalmaktadırlar. Bu noktada herkesin rol yapan oyuncular olduğunu düşünen Goffman’ a da değinmek gerekmektedir.
Goffman’ın, izlenim yönetimi duygular açısından önem taşımaktadır. Ona göre gurur iyi görünme isteğinden ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla küçük düşmekten, utanç duymaktan uzak durabilmek için kişi karşısındakinin kendine yönelik izlenimlerini denetleme isteği duymaktadır. Bu açıdan “yüz çalışması” kavramını kullanmaktadır ve şu şekilde tanımlamaktadır: “Bir kişi tarafından yapılan her şeyin yüzüyle uyumlu hale getirilmesini sağlayan eylemlerdir (Goffman, 2017: 23).” Özellikle kişi hem kendisinin hem de karşısındakinin mahcubiyet duymasını yüz çalışması ile engelleyebilmektedir. Dolayısıyla iki yönlü bir ilişki bulunmaktadır. Goffman, yanlış yüz seçimi yapıldığında karşıdaki kişinin bunu fark edip yansıtmamasını gizli bir iş birliği olarak görmektedir. Bu iş birliği özellikle yüksek statülü bir kişinin alt statüde olan kişiye karşı gösterdiği kibarlık olarak gözükmektedir. Bu anlamda konunun sınıflarla da irtibatlandırılan bir tarafı bulunmaktadır. Hochschild ’in görüşlerinde de sınıflar ile duygular arasında ilişki bulunmaktadır.
Hochschild, duyguların yönetimi konusunda mavi yakalılar ile hizmet sektörü çalışanları arasında karşılaştırma yapmaktadır. Ebeveynleri de etkileyen bu durum ile ilgili Hochschild, “orta sınıfa mensup çocukların alt sınıfa mensup çocuklara kıyasla hislerini dönüştürme konusunda daha başarılı olduklarını gösteren verilerde sunar (Üçer, 2016: 232)”. Dolayısıyla sınıf çalışmaları açısından da bu yaklaşım önem taşımaktadır. Bu anlamda güç ve statüyü temel alan teorisi ile Kemper’ında duygulara hiyerarşik açıdan yaklaşımı önemlidir.
Kemper’ a göre kişinin sosyal hiyerarşideki konumuna yönelik yorumu “değerler, arzular, inançlar” etkisiyle biçimlenmektedir. Kişinin kendisini bir başka kişi ile kıyasladığında güç ve statüsü bakımından kendisini nereye konumlandırdığı duygular açısından farklılık göstermektedir. Bunun yanında güç ve statünün kaybedilmesi bazı duyguların meydana gelmesine yol açmaktadır. Dolayısıyla duygular ile sınıfları ilişkilendiren yaklaşımlar bulunmaktadır ancak “tabakalar arasındaki eşitsiz dağılımı doğrudan analiz eden çalışmaların Turner’ a ait olduğu görülmektedir (Turner, 2010: 2014, akt. Üçer, 2016: 236).”
Turner, duyguların sadece maddi bir kaynağın yokluğunda meydana gelmediğini savunmaktadır. Ona göre duyguların kendisi olumlu olduklarında yüksek değerli kaynaklardır. Kişilerin olumlu duygularının olması toplum ile olan uyumu sağlamaktadır. Bunun yanında diğer kaynaklara ulaşabilme imkânı da vermektedir. Olumsuz duygular içerisinde olan kişi ise başka kaynaklara ulaşabilme konusunda da sorunlar yaşamaktadır. Turner özellikle utanç duygusu üzerinde durmaktadır. İşçi sınıfı hakkında “utanç üreten makineler” ifadesini kullanmaktadır. Dolayısıyla utanmanın temelinde düşük statüde bulunmak vardır. Orta sınıflar açısından ise utanç duygusunun ahlaki bir tarafı bulunmaktadır. Bunun nedeni orta sınıf için kurumsal yerlerde başarılı olabilmek önem taşımaktadır. Dolayısıyla beklentinin artmasıyla öfke ve suçluluk duygusu meydana gelmektedir.
Öfke duygusu özellikle işçi sınıfı ile ilişkili bir duygudur. İşçi sınıfı sürekli utanç duygusunu gizlemeye çalışmaktadır. Bu anlamda utanç duygusunun da utanılacak bir şey olduğunu belirten duygu sosyolojisinin önemli isimlerinden Scheff ’e de değinmek gerekmektedir. Scheff, utanç duygusuna sınıflar açısından yaklaşmamaktadır. Ona göre gündelik hayatın içerisinde ortaya çıkan bir duygudur. Lupton’a göre (2002) Scheff, övünç ve utancı birincil toplumsal duygular olarak nitelendirmektedir. Kişinin dış normlar ile uyumlu olduğunda itibar göreceğini ve dolayısıyla övünç duyacağını, uymadığı zaman ise utanç duygusunun meydana geleceğini savunmaktadır. Goffman ve Cooley ’den etkilenen Scheff’ e göre utanç duygusu ile insanların normlara uyması arasında bir ilişki bulunmaktadır. Dolayısıyla duygular toplumsal etkileşimin sürdürülmesinde önemli bir yere sahiptir. Utanç duygusunun bastırılmaya çalışması ise öfke duygusunu ortaya çıkartmaktadır ve bir döngü oluşmaktadır. Bu açıdan sosyal çatışmaların merkezinde utanç-öfke bulunmaktadır.
Üçer’ e göre (2016) alt sınıflar için öfke bir direniş aracıdır. Bu açıdan Flormar işçilerinin 297 gün süren eylemleri veya PTT işçilerinin yakın zamanda gerçekleştirdikleri eylemler konuya örnek oluşturabilir. Sınıflar ile ilişkisi açısından bir diğer önemli duygu kıskançlıktır. Kıskançlık duyusunun temelinde eşitsizlik bulunmaktadır ve eşitlik isteği vurgulanmaktadır. Kıskançlığın ileri boyutunda ise hınç duygusu vardır. Bu anlamda Üçer’e göre (2016), bu duygunun insanı eyleme yönelten bir yönü bulunmaktadır. Sadece ekonomi alanında değil cinsiyet temelli eşitsizliklerde de kendisini göstermektedir. Örneğin, “Las Tesis” eylemi veya İstanbul Sözleşmesi’nin iptaline yönelik eylemlerin yapılması bu duruma örnek olabilir.
Çalışmada yer verilen sınıflar ve duygular arasındaki ilişki sınıf çalışmalarının yalnızca ekonomi odaklı olmaktan çıkarak kültür, beğeni, cinsiyet vb. gibi alanlara yayılması ile meydana gelmiştir. Bu durumun üzerinde üretimden tüketime geçişte etkili olmaktadır. Özellikle Bourdieu’nun kültürel kapital ve habitus kavramları duygulara farklı açılardan yaklaşılmasının önünü açmıştır. Bu anlamda Illouz ’den de bahsedilmelidir. Illouz, “duygusal alan” kavramı üzerinde durmaktadır. Duygusal tarzda bir statü göstergesinin varlığından bahsetmektedir. Dolayısıyla yeni bir sınıflandırma şekli ortaya çıkmaktadır. Özellikle günümüzdeki rekabetçi ortamda insanlar bir adım önde olabilmek için farklılık yaratmak durumundalardır. Reklamlar başta olmak üzere günümüzde girişimciliğe yapılan vurgu bireyselliği ön plana çıkartmaktadır. Başarının bireysel sorumluluk olarak görülmeye başlanması insanlarda yetersizlik hissini de meydana getirmektedir. Bu da utanç duygusuna neden olmaktadır. Başarılı olmak ise beraberinde onur duygusunu getirmektedir.
SONUÇ
Duygular her ne kadar sosyolojinin uzunca süre üzerinde durmadığı bir alan olsa da Hochschild, Turner, Scheff, Kemper gibi isimlerin yapmış oldukları çalışmalar ile duygu sosyolojisi gelişmeye başlamıştır. Sosyoloji, toplumsal hayatı anlamaya çalışmaktadır. Dolaysıyla toplumsal hayatı anlamak için duygularında üzerinde durulması gerekmektedir. Çünkü duygular sosyal hayat ile iç içedir ve sosyal davranışların temelinde bulunmaktadır. Bu anlamda kişilerin duygulardan hangi biçimde etkilendiği önem taşımakla birlikte kişilerin duygularının sosyal yaşamı nasıl etkilediği de önemlidir. Sınıflar ile duygular arasında da yakın bir ilişki bulunmaktadır. Sınıf çalışmalarının tüketim merkezli olmaya başlamasıyla var olan bu ilişki yapılan çalışmalarla ortaya konulmuştur. Kapitalist sistemin eşitsizleri farklı bir boyuta taşıması ise duygusal tarzda bir statü göstergesini de meydana getirmiştir. Dolayısıyla sosyal yaşamın anlaşılabilmesi için duygu sosyolojisi önem taşımaktadır.
KAYNAKÇA
- Gofmann, E. (2017). Toplumsal Etkileşimdeki Ritüel Unsurların Analizi . Etkileşim Ritüelleri Yüz Yüze Davranış Üzerine Denemeler (s. 15-55). Ankara : Heretik .
- Lupton, D. (2002). Duygularla Düşünmek: Kuramsal Perspektifler. Duygusal Yaşantı (s. 24-45). içinde İstanbul: Ayrıntı Yayınları .
- Üçer, M. B. (2016). Sınıflar ve Duyguları: Tabakalaşma Çalışmalarında Duygulara Yer Açmak . Sosyoloji Dergisi, 227-247.
- Wallace, R. A., & Wolf, A. (2012). Çağdaş Sosyoloji Kuramları. (M. R. Aya, & L. Erburuz, Çev.) Ankara: Doğu Batı Yayınları.
Çok güzeldi teşekkürler
Güzel bir yazı olmuş kaleminize sağlık
Muhteşemdi, elinize sağlık.
Verimli bir deneme olmuş, tebrik ederim.