Toplumsal hayat esasında kamusal ve özel hayat olmak üzere iki temel kısımdan meydana gelir. Birçok olguda özel hayat kamusal alanın dışına itilir ve bu ayrım hayatın her alanına dahil olur. Örneğin, devletlerin kadın hakları politikalarına bakıldığında, siyasi alanda ya da sosyal alanda yetkili birçok kişinin kadın hakları konusunun özel hayatın konusu olduğunu vurguladığını ve bu nedenle kamusal alana yansıtılmadığını, hatta kadının aile içi şiddet gibi sorunlarla karşılaştığında buna müdahalenin toplumsal birimin en küçük yapı taşı olan aileye müdahale gibi algılanabildiği görülür. Peki, bu ayrımı yaptıran ve bu düzeni oluşturan şey nedir? Toplumsal kuralları kim koyar ve bizim bu kurallara uymamız kendi benliğimizden ödün vermemize sebep olur mu? İnsanlar çoğu zaman toplum içinde kendine atfedilen kurallar çerçevesinde hareket ederler. Kimi zaman gelenek kimi zaman ise evrensel normlar bu duruma karar vermiş olur. Fakat, genellikle insan davranışlarını bu kurallar doğrultusunda şekillendirmeye çalışırken kendi iç benliğinden uzaklaşabilir. Erving Gofman’ da Toplum İçinde Davranmak isimli kitabında aslında bu bahsettiğim ikili ayrımın toplumsal alanda nasıl şekillendiğini, yazılı olarak var olmasa da bulunan kuralların insan ilişkilerini nasıl belirlediğini ve bu ilişkilerin doğasının nasıl olduğunu anlamlandırmaya çalışmıştır. Bu amaçla da sosyal ortamları gözlemledi ve hayatın akışında, toplumun sıradan yaşantısında gerçekleşen toplumsal davranışları dile getirmeye çalıştı. Bireylerin birbirleri ile iletişimini gerçekleştirirken nasıl yargılayıcı olabileceklerini, düzeni bozan anormalliklerin nasıl azınlıklar olarak algılanıp dışlandıklarını ve bu düzensiz etkileşimlerin görünmez yüzleri olarak gösterdiği deliler, engelliler ya da kadınların rollerini bizlere açıklamaya çalışmıştır. Yaptığı gözlemlerle insanların aslında herhangi bir sohbetin içerisinde iken sohbetin gidişatını planladıklarını ve bu duruma göre hareket ettiklerini ortaya koymuştur. Bu yazıda ben de sizlere Erving Goffman’ın Toplum İçinde Davranmak kitabında bize güncel hayatta sıradan bir şekilde yaşadığımız insani etkileşimin nasıl süregeldiğini vurguladı noktaları aktarmaya çalışacağım.
Erving Goffman yirminci yüzyılın en etkili sosyologlarından birisi olarak bizlere benlik kavramını ve insani ilişkilerin doğasını açıklamaya çalışmıştır. Sosyal ortamlarda yaptığı gözlemlere büyük önem vermesini kitabın girişinde belirttiği teşekkürleri ile anlayabilmek mümkündür. Goffman kitabını 1954-57 yılları arasında Ulusal Akıl Sağlığı Enstitüsü’ndeki sosyal ve çevresel araştırmalar laboratuvarına ettiği teşekkürle başlatır bu da bence aslında gözlemlere verdiği değerin en büyük kanıtıdır. Goffman’ın kitabında vurguladığı noktayı anlayabilmek için dramaturji kavramını anlamak gerekir. Bu kavramla sahne önü ve sahne arkası olarak adlandırılan iki durum açıklanır. İnsanlar genellikle sahne önünde sosyal hayatlarında oldukları için kendi hareketlerini planlayarak hareket etmek zorunda kalırlar ve toplumsal hayata ayak uydururlar. Sahne arkası ise bireylere özel hayatlarında olabilme fırsatı sunar ve kendi benliklerinde var olduğu gibi davranışlarını gerçekleştirebilirler. Birçoğumuz günlük hayatta bu durum ile karşı karşıya kalırız. Sosyal hayatımızda tanıştığımız bir insanla yakın olabilmek için sevdiği şeyleri seviyormuş gibi davranabiliriz fakat özel hayatımıza yani sahnenin arkasına döndüğümüzde ise yine biz kendi hislerimizle, düşüncelerimizle baş başa kalır belki de daha özgür hareket edebiliriz. Modern çağda aslında bu sahne önü kısmı hayatlarımıza daha çok dahil olmaya başlamıştır. İnsanlar sosyal medya aracılığı ile daha çok birbirlerinin hayatlarını görmeye başlamış ve bu nedenle birçok insan toplumsal beğeniye sahip olunan davranışları sosyal medyada sergilemeye başlamıştır. Örneğin sevmediği yemekleri seviyormuş gibi davranmak ya da popüler mekanlarda popüler davranışları sergileyerek adete bir sahneye çıkar gibi rol almaya başlamışlardır. Ne yazık ki sahne önü insanlar için sevgi kazanmanın yolu olarak görüldüğünden gerçek benliklerini çoğu zaman gizlemek zorunda kaldıkları bir meydan haline gelmiştir.
Toplumsal hayatta aslında bu tarz ikiliklerin meydana geldiği bir düzlemde ilerlemektedir ve insanlar toplumda kurdukları etkileşimlere aşırı derecede odaklanarak toplumsal normlar doğrultusunda hareket etmeye çalışmaktadır. Örneğin karşılaştığın bir kişinin selamına yanıt vermemek gibi toplum tarafından ayıplanan birçok olgu şekillendirilmiş ve insan hayatının her evresine etki etmiştir. Goffman kitapta psikologlar ile hastalarının ilişkilerinden bahsederek hastaların sahip olduğu uygunsuz davranışların akıl hastalığı olarak nitelendirildiğinden bahseder. Aslında bu da bize toplumsal alanı yani hayatımızın her anını sokakları, evlerimiz içini ya da bireysel ilişkileri bu şekilde inceleyebileceğimizin fikrini verir. Toplumsal alana uymayan davranışlar ,tıpkı akıl hastalarının nitelendirilmesinde olduğu gibi, bir sorun olarak algılandığından dolayı insanların neden normlara bu denli bağlı olduğunu kolaylıkla anlayabiliriz. Goffman çalışmalarını bu alanda toplumsal düzen modeli kurarak geliştirmiş ve ahlaki norm sonucu oluşan durumların toplumsal düzene yön verdiğini örneğin trafik kurallarının bile bu tarz bir mantık sonucu doğduğunu vurgulamıştır. İnsanların etkileşimleri sırasında kullandıkları temel kavramlarda aslında bu düzene yön verici niteliktedir. Sahip olunan jest, mimik ve konuşulan dil insani ilişkilerin en temel dışa yansımasıdır. Örneğin çatık kaşlı biri gördüğümüzde olaya verdiği tepkiyi kolaylıkla anlarız ya da insanların cenaze gibi ciddi ortamlarda durumlara uygun davranmasının bir gelenek haline dönmesi yine duruma uygun gerçekleşen bireysel hareketlerin yansımasıdır. Bireylerin aslında bu gibi değerler çerçevesinde hareket etmesi Goffman’ın belirttiği gibi her daim toplumsal alanda uyanık kalması gerektiği olgusunu doğurur. Bu uyanıklık bireyin iç dünyasından kopukluğunu ve sosyal hayattaki etkileşimini temsil eder. Yani birey akıl hastalarının yapabildiği gibi derin bir şekilde iç dünyasındaki düşüncelere dalamaz her zaman gerçeklikle olmak zorundadır. Belki de bu toplumsal düzenin bireyin psikolojisine uyguladığı en büyük baskılardandır. Toplumda var olan yasaklar ya da uygunsuz durumlar bireylerin davranışlarını belli koşullarda sınırlandırsa da tamamen engelleyemez. Örneğin kitaptaki örnekte olduğu gibi sigara yasağı getirmek bireylerin sigara içmesini önlemez aksine uygunsuz bulunan ortamdan çıkıldığında birey yeniden sigara içme eylemine geri döner.
İlginizi Çekebilir: Damgalama Teorisi Nedir?
Toplumsal düzende bireyler çoğunlukla doğrudan içlerinden geldikleri gibi hareket edemezler. Örneğin bir kişinin gözlerine doğrudan bakmak özellikle o kişiyi tanımıyorsanız doğru karşılanmaz. Fakat koyu çerçeveli bir gözlük takan birey karşısındakinin onu görmediğinden emin olduğunda ona bakabilme yetkisini kendisinde bulur. Bu durumda bakışındaki anormallik ortadan kalkar ve birey toplumdan yabancılaştırılmaz. Aynı zamanda, insanlar mikro düzey ilişkilerde de yönlendirici birçok olguya sahiptir. Tanıdığınız bir kişinin sizi görmeden yanınızdan geçmesi ya da ikili ilişkilerde çizilen sınırların aşılması bireylerin doğal düzene aykırı davranış sergilediklerini düşünmelerine sebep olabilir ama kuralların değişebildiği ortamlar ve bölgeler bulunabilir. Örneğin doğrudan bir kişi ile günlük hayatın akışından gidip tanışmak doğru karşılanmasa da bar gibi daha rahat ortamlarda bireylerin etkileşimlerinin daha rahat olabilmesi beklenir. Bu da bize iletişimin sınırlarının değişkenliğini gösterir. Bir başka örnek vermek gerekirse, olağanüstü durumlarda toplumsal davranışlar baskıcı olmayı bırakabilir. Mesela deprem anında birinin dışarı çıplak çıkmak zorunda kalması kriz anında kimsenin dikkatini çekmez fakat olağanüstü durum bittiğinde çıplaklık yine tabu olarak algılanır ve görünmek istenmez. Ülkemizde de birçok kadının toplumsal baskıların ve geleneksel değerlerin getirdikleri davranış biçimleriyle deprem anlarında kıyafetlerini düzeltmek istedikleri için depremden daha fazla etkilenmişlerdir ve enkaz altında kalma sebepleri olmuştur. Bu örnekle de kriz anı gibi davranışlar duruma özgü davranışsal sapmalar meydana getirse de bazen toplumsal değerlerin baskın olduğu olaylarda bu düzenin ne kadar yıkıcı olduğunu gözlemleyebilmek mümkündür.
Sonuç olarak, Erving Goffman Toplum İçinde Davranmak kitabı ile bizlere bahsettiğim noktalardan çok daha fazlasını sunar ve yaşamımızı devam ettirirken farkında olmadan gerçekleştirdiğimiz etkileşimlerin mantığının bir nevi anlaşılmasını sağlar. İnsanların benliklerinden gelen isteklerden çok toplumsal düzende görünmeyen kurallarla hareket etmesi var olan bir gerçektir ve çoğu zaman içinde yaşanılan toplum bunu belli etmeden dayatır. Toplum içinde gülmek, selamlaşmak, insanlarla tanışmak ya da en basitinden giyilecek kıyafeti seçmek aslında bireysel tercihler dışında var olan davranışlardan yola çıkar. Toplum içinde davranabilen birey kabul görür ve bir nevi akıl hastası ya da dışlanmış bir grup gibi görülmez fakat bunun doğruluğu ya da insan benliği için kabul edilebilirliği tartışmalı bir konudur. Kitap kısaca bizim için aslında çok basit gözüken iletişimsel durumların toplumdaki işlevlerini anlamamamıza yardımcı olur bu nedenle de hem modern dönem sosyolojisinin toplumsal hayata etkilerini anlayabilmek hem de Goffman’ın düşüncelerini yakalayabilmek için okunması gereken önemli bir eserdir.
Kaynakça
- Erving Goffman, Toplum İçinde Davranmak, Heretik Yayınları. 2020, 272 sayfa.