Dil kavramını bir ağaca benzetecek olursak şüphesiz bu ağacın köklerini oluşturan tek şey kültür olurdu. Birbirinden bağımsız olarak düşünülemez olan bu iki kavram aslında birini geçmişten geleceğe taşımak suretiyle bir yöntem biçimi haline gelmiştir. Kültürün pek çok tanımlaması ve perspektifinin farklı, yelpazesinin geniş bir konu olması ( dil, tarih, coğrafya, sanat, edebiyat, müzik, estetik ) vb. açılardan bakıldığında görüşçe çok zengin bir pencereye sahiptir. Biraz ileri gidecek olursak tüm bu geniş konuları bir sonraki nesile rahatça aktaran en güzel yöntem şüphesiz dildir. Ancak kültür dil sayesinde sonrakine taşınabilir. O halde şunu rahatlıkla diyebiliriz: Kültürün taşıyıcısı dildir. Bir milletin bireyler arasındaki ortak duygu ve düşünceyi dille kullanabilir. Her türlü ortak değerin yüzyıllar boyunca süzgeçten süzüle süzüle kelimeler de ve sembollerde dil hazinesi dediğimiz yerde özünü saklayıp, korumaktadır. Bu surette dilin önemi çok büyüktür. Ortak değeri koruyan dildir.
Ortak değerler dediğimiz bu maddeler bir milletin ortak hazinesini yansıtır. Ama atlamamamız gereken bir durum var. O da şudur ki: Her milletin kültürü ve dili farklıdır. Elbette benzerlikleri vardır. Bunun tarihi, coğrafi ve felsefi alanında bir etkileşim sonucu oluşabilmektedir. O halde şunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Kültür karakteristik bir özelliğe sahiptir. Yani değişik milletlerin kendilerine özgü kültür çerçevesinden farklı karakteristik özellikleri vardır. Bu karakteristik özellikler zamanla değişebilmekte ve gelişebilmektedir. Çünkü her an, her zaman kültür etkileşime açık bir durumdur. Bunun artısı olduğu kadar eksisi de olabilmekte. Kültür etkileşime açık olmalı evet bir millet için manen kazançlı olduğu bir durumu kazabilir. Fakat asimilasyon rüzgarına kapılan milletler kendilerine özgü tarzlarını kaybedebilirler. Örnek dilini veya kültürünü kaybetme noktasına gelip, o asimilasyon rüzgârı diye nitelendirdiğimiz o duruma ulaşan toplumlar yok olmaya ve sefalete düşmeye mahkum olurlar. Herhalde bu yorum pekte abartı sayılmaz.
Birbirinden ayırmadığımız dil ve kültür hakkında şu sonuçlara ulaşabiliriz: Kültür, en genel tanımıyla toplumun tarihsel bir süreç içinde ürettiği ve kuşaktan kuşağa aktardığı her türlü maddi ve manevi özelliklerine denir. Canlı bir varlık olan, sosyal bir varlık olan, iletişim aracı olan dil yöntemiyle birlikte kuşaktan kuşağa aktarma durumu gerçekleşmiş olabilir. Milleti millet yapan, milletin varlığı ve sahip olduğu canlı ve dinamik tutumu kültür ve dil ile beliren tarzlarını koruyarak diğer kuşağa aktarıp bırakmalıdır.
1.Dil Kavramı Hakkında Görüşler
Dil kavramı hakkında tarihsel süreç içerisinde birçok yazar, düşünür, dilbilimciler pek çok açıklama yapmışlardır. Bunlardan en önemli ve değerli bulduğum tanımlardan bir tanesi Ferdinand de Saussure’nin Genel Dilbilim Dersleri kitabının 105. Sayfasında geçmektedir. Saussure kitabında dil tanımı hakkında şöyle diyor: “ Dil bir kâğıda benzetilebilir. Düşünce kâğıdın ön yüzü, ses ise arka yüzüdür. Kâğıdın ön yüzünü kestiniz mi, ister istemez arka yüzünü de kesmiş olursunuz. Dilde de durum aynı: Ne ses düşünceden ayrılabilir, ne de düşünce sesten.” Saussure dilin tanımını en genel tanımıyla ve diğer dilbilimciler desteklenen bu sözü Muharrem Ergin’in dil kavramıyla yaptığı tanımla benzeştiğini, daha doğrusu dil kavramında ‘içtimai bir müessese ‘ nitelemesi pek çok genel anlamıyla dil tanımlarının şu özelliğini ortaya koyuyor.
Toplumun kültürü, yaşam biçimi, dünya görüşü hatta fikri aidiyetini yansıtan önemli bir araç olduğunu gözler önüne seriyor. O halde dil ulusların, geçmişten bugüne değerlerini koruyup, kayda geçiren ve yarınlara ulaşmasını sağlamaktadır. Dil insanlar arasında iletişimi sağlayan her türlü işaret sistemine denir. Dil işaretler sistemidir. Dil canlı bir varlık olup, temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış olmasını, sosyal bir varlık olmasını ünlü Türk dilbilimcimiz ve Türkolog’umuz Muharrem Ergin şöyle bir tanım yapmaktadır:
“ Dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabi bir vasıta, kendisine mahsus kanunları olan ve ancak bu kanunlar çerçevesinde gelişen canlı bir varlık, temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli antlaşmalar sistemi, sesler örülmüş içtimai bir müessesedir. “ Şüphesiz bu dil tanımı, dilin bir işlevini ve niteliğini göstermiş oluyor. Çok yönlü bir yapısı olan dilin, toplumda yaşayan insanların duygu ve düşüncelerini diğer insanlara aktarmada bir vasıta yani bir araç olduğunu bu şekilde bir zihinden bir başka zihne aktarılma durumu ortaya koyar. İçtimai bir müessesedir diye nitelenmesi, toplumun yaşam biçiminin veya aidiyetini yansıtan önemli bir araç olduğunu göstermektedir. Schiller dil kavramını bir ulusun aynası olduğunu görerek tanımlar. Belki de en net ve en basit tanım bu olabilir. Bir ulusun aynası gibi baktığımız dil o ulusun tamamının kültürünü yansıtan ahenkli bir bütün olduğu çıkarımını yapabiliriz.
2.Dil ve Kültür Etkileşimi
Kültürü bir milletin asırlar boyunca oluşturduğu yaşam kodları dersek o yaşam kodlarını bir hazinede saklayan bugünlere getiren ve bir milletin dini-ahlaki, fenni-iktisadi ve akli yaşam felsefelerini taşıyan ve saklayan dil ile birlikte asırlar boyunca birbiriyle etkileşim içinde gelişen değerler toplamıdır.
Bir milletin Tarihi, sanatı, edebiyatı, dili, dini, müziği, coğrafyası, şarkıları, dünya görüşü ait olduğu gelenek ve göreneğinden izler taşır. Bütün bunlar milletin yaşam tarzları veya sosyolojik birer kodları olduğunu söylemek hiçte yanlış olmaz. Çünkü bu her bir kod milletini bütün yapan ve birleştiren bir unsurdur. Ziya Gökalp’in kültürü bir milletin, dini, ahlaki, fenni, akli ve iktisadi hayatlarının ahenkli bir bütünü olduğu söylemesi milleti millet yapan bütüncül bir yapıdır. Hayatın her safhasında insanı kuşatan tüm bütüncül durumlar insanın yaşadığı coğrafyaya ait kültürel yansımalar gösterir. Ve bu yansımalar dilin paylaşımıyla görünür kılınır ve böyle kabul edilir. Kültürün bir etkileşimlerden ibaret olduğunu düşünürsek, farklı milletler ve kendi öz kültürün nesilden nesile aktarıla gelmesi de bir etkileşim biçimi olmaktadır. Bu etkileşim biçiminin değerli tarafı şöyle ortaya çıkmaktadır. Dil ne kadar zenginse kültür de o kadar zengindir, besleyicidir. Kuşaktan kuşağa aktarıldığında o besleyici zenginlik kalıcı hale gelmektedir ki, bu da dil ve kültürün hâlihazırda hayatta yaşadığı ve bu kodların ileri kuşaklara aktarması haline gelmesidir.
Temeli kültür olan, toplumlar milletler ya da daha geniş bir tanımla devletler hem maddi hem manevi şekilde zenginliğin birer göstergesi olmaktadırlar. O nedenle olacak ki Cumhuriyetimizin ebedi başkomutanı Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları Türkiye Cumhuriyeti devletini kurarken, Cumhuriyetin temelinin kültür olduğunu vurgulamışlardır. Atatürk, “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür.” demiş ve kültürün; okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden anlam çıkarmak, ders almak, düşünmek, anlama yeteneğini eğitmek olduğunu vurgulamıştır. O halde kültür geçmişte yaşananlardan ders çıkarmak bunu süzgeçten iyi geçirmek, düşünmek ve bu düşünceyi anlamlandırabilmek ve geleceğe daha temkinli ve tedbirli bakabilmenin yolunu açacağını ve bu sayede geçmişten çıkarılan derslerle daha iyi yüzleşebileceğini ortaya koymuştur.
Zengin, köklü ve uzun yıllar boyunca bir tarihi barındıran, okudukça omuzlarımızın gerildiğini, göğüslerimizin kabardığı Türk tarihinin, Türk devletlerinin, geçmişten bugüne yaşadığı ve yaşattığı kültür ve devlet kodları aslında Atatürk’ün deyimiyle ( Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür. ) Türk tarihinin izlerini barındırdığı ve yüzyıllar boyunca o kodlarının tamamladığı ve bulunduğu bir havuzdur Türkiye Cumhuriyeti. Geçmişten alınan derslerle millete merhem olmuş bir ilaçtır ve reçetedir. Geleceğe ve aydınlık dünyaya bakabilmenin en temel koşulu ve bu bakabilmenin, yaşayabilmenin, sorgulayabilmenin bize bahşettiği bu topraklarda bu temellerle daha özgürce aydınlık yarınlara tarihimizle, kültürümüzle, coğrafyamızla, edebiyatımızla, dinimizle, sanatımızla, müziğimizle ve dünya görüşümüzle bakabilmemizi sağlayan mihenk taşıdır Cumhuriyet. Ve bunu temelini kültüre dayandıranların sayesindedir. O yüzden şanslıyız. Temeli kültür olan bir Cumhuriyetimiz var ve bize emanet edilmiş. “ Ancak kendi diline dayanan, kendi dilinde ilerlemeler yapan bir ulus gerçek bir kültürün de yaratıcısı olabilir. “ diyen Bedia Akarsu geçmişten bugüne tarihimizde gerçekten bir kültürün yaratıcısı olarak biz Türki milletinin kültür ve dil alanında kazandığı bir zenginlikten bahsetmiş olduğu yorumunu çıkarmak hiçte yanlış olmaz. Bu zenginliği temeli kültür olan Cumhuriyete borçluyuz.
SONUÇ
Anlaşılacağı gibi dil ve kültür birbirinden ayrılmaz iki parçadır. Yazımızın başında dediğimiz gibi dil ve ağaçsa, kültür de onun kökleridir. Birbirinden bağımsız düşünülemeyecek olan bu kavram biri bir diğerinin taşıyıcısı ve sürdürücüsüdür. Şöyle diyecek olursak dil kültürün taşıyıcısıdır. Burada yöntem şüphesiz dil olmaktadır. Sosyal ve canlı bir varlık olan dil nesilden nesile ulaştığında bazı değişikliklere uğrayabilir, etkileşim sayesinde var olan hazinesine yeni anlamlar yüklenebilir. Kültür de böyledir. Her ne kadar karakteristik bir özelliği varsa da, toplumlara özgün olsa da etkileşime açıktır. Dinamik ve değişkendir. Örneğin Bedia Akarsu bu durumu kültürü değişen bir milletin dili, dünya görüşü, düşüncesi, dünyayı anlamlandırması, geleneği ve göreneğinin değişmesinin kaçınılmaz olduğunu söylüyor. Herhalde yazımızda bahsettiğimiz asimilasyon rüzgârına kapılmak deyimi burada ortaya çıkıyor. Bu çıkarım karakteristik ve özgün yaşam tarzlarını kaybeden toplumları göstermiş oluyor.
O halde şu çıkarımlarda bulunmak asimilasyon rüzgârına kapılmamanın reçetesi olabiliyor:
a-) Milleti millet yapan dil ve kültürdür.
b-) Milletin varlığı, sahip olduğu dil ve kültürünü can tutmasına bağlıdır.
c-) Dile sahip çıkmak, dili korumak toplumların yeryüzünde sahip çıkması gereken önemli bir tutumdur.
d-) Kültürün milletleri birleştirici ve bütünleştirici bir unsur olduğu milletler unutulmamalıdır.
e-) Kültürü ve onun taşıyıcısı olan dili nesilden nesile aktarabilmek asimilasyon rüzgârına panzehir olabilmektedir.
f-) Kültür bir milletin yaşam biçimidir.
Dil kültürden aldıklarıyla beslenir ve yaprak açar. Ve açan bu yaprakları sayesinde bulunduğu yerdeki insanların maddi ve manevi yönlerini alır ve saklar. Bu sayede asıl olanı yani özü geleceğe taşır. Burada önemli olan da budur. Özü bozulmadan kuşaktan kuşağa aktarmak, maddi ve manevi değerlerinin toplamını kayda geçirmek ve bunu dil sayesinde yöntem biçimi hale getirmek suretiyle olur. Dil ve kültür bu açıdan birbirinden vazgeçilmez kaynaklardır. Biri diğerini besler ve biri olmadan diğerini düşünmek olanaksızdır. O halde dil ve kültür ile ilgili şu en genel tanımı çıkarabiliriz. Dil bir ulusun aynasıysa kültür de o ulusun o aynaya bakan suratıdır. Kültür ancak o aynaya baktığında kendini görebilir. Dil de o ulusun aynası olarak ön plana çıkar. Öyle ki birbirinden ayrılamayan köklerdir. Ziya Gökalp’in deyimiyle milletlerin ahenkli bir bütündür, dil ve kültür. Tarihsel bir süreç içinde oluşmuş yaşam tarzlarıdır ve kodlarıdır.
KAYNAKÇA
- Gökalp Z.(1973). Türkçülüğün Esasları, İstanbul: Varlık Yayınları
- Akarsu B. ( 1998). Dil Kültür Bağlantısı, İstanbul: İnkılap Yayınevi
- Sauusure F.(1998). Genel dil bilim dersleri, Çeviri: Berke Vardar, Multilingual Yayınevi
- Bakiler Y. (2013) . Unutumadıklarım, İstanbul: Türkiye Yakın Plan Yayınevi
- Ergin M.(2009). Türk Dil Bilgisi, İstanbul: Bayrak Basım