Toplumsal cinsiyet kavramı hem kadın için hem de erkek için toplum tarafından bireylere sunulan davranışlar bütünü olarak tanımlanabilmektedir. Yani cinsiyet kavramı aslında bizlere biyolojik olarak verilmiş bir mirastır. Ancak burada odaklanılması gereken nokta ise bireylerin biyolojik olan cinsiyetleri ile toplumsal cinsiyetlerinin farklı kategorilerde yer almasıdır. Bireyler biyolojik olarak kadın ya da erkek doğarak bu cinsiyetin getirilerini yerini getirirler. Yani biyolojik olarak cinsiyet, bireyler doğdukları anda ortaya konulan bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak toplumsal açıdan cinsiyetlere bakıldığında ise toplumsal cinsiyet oluşumu yaşam boyu devam eden bir süreç olarak karşımıza çıkmaktadır.
Toplumsal açıdan cinsiyetlere bakıldığında, toplumun cinsiyetler bazında bazı davranış kalıplarını geliştirdikleri görülmektedir. Örneğin, çocuğun cinsiyetini öğrendikleri andan itibaren bebek kızsa pembe kıyafetler alınması ya da aynı şekilde bebek erkekse kıyafetlerinin mavi alınması olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak bebek doğduğu andan itibaren toplum, cinsiyetlere göre bazı davranış ve tutumları hem erkeklere hem de kadınlara dayatmaktadır. Bu davranış ve tutumların haricinde daha farklı tutumlar sergileyen kişiler ise toplum tarafından dışlanmaktadır.
Ann Oakley, günümüze çok yakın bir tarih olan 1972 yılında bir ayrıma gitmiştir. Bu ayrımı cinsiyet ve toplumsal cinsiyet olarak belirlemiş ve sosyoloji bilimine bu kavramları katmıştır. Ann Oakley’e göre cinsiyet kavramı, kadın ve erkek kavramını içerisinde barındırmaktadır. Ancak toplumsal cinsiyet kavramına bakıldığında ise bu kavram toplumsal açıdan kadınlık ve erkeklik kavramlarına karşılık gelmektedir. Buna bağlı olarak da hem kadınlık hem de erkeklik kavramları toplum içerisinde toplumsal cinsiyet eşitsizliklerine neden olmuştur (Vatandaş, 2011: 31).
Toplumsal cinsiyet eşitsizliği, içerisinde hem ayrımcılığı hem önyargı kavramlarını içerisinde barındırmaktadır. Öncelikle önyargı kavramı ele alınacak olursa önyargı, genel anlamda en basit şekliyle karşıdaki kişiye duyulan olumsuz duygu durumu ya da inanç şeklinde açıklanabilmektedir. Önyargının temelinde, nesnel olmayan hatta aksine sübjektif düşünce tarzları, tutum ve davranışlar yer almaktadır.
İlginizi Çekebilir: Toplumsal Cinsiyet Sosyolojisi
Toplumsal cinsiyet eşitsizliği içerisinde yer alan bir diğer kavram ise ayrımcılık olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrımcılık kavramı, sosyoloji biliminde temel anlamda etnik açıdan ırklar için kullanılabilen bir terim olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak, temel anlamda ayrımcılık, bir bireyin bir diğerine göre ‘öteki’ anlamını taşıması olarak karşımıza çıkmaktadır (Vatandaş, 2011: 33).
Toplumsal cinsiyet eşitsizliği kavramına bağlı olarak sosyoloji bilimine katkı sağlamış ve özellikle cinsiyet rollerini açıklamaya çalışmış birçok bilim insanı bulunmaktadır. Bilim insanlarından biri olarak karşımıza G. H. Mead çıkmaktadır. Mead’in temel anlamda rol kavramı üzerine çalışmalar gerçekleştirdiği görülmektedir. Mead’in ele aldığı rol kavramı, aslında toplumun cinsiyetlerine bağlı olarak bireylerden istedikleri davranış ve tutumlar olarak açıklanabilmektedir (Tan, 1979: 158).
Cinsiyet rollerini ele alan bir diğer sosyolog ve bilim insanı ise Ralf Dahrendorf olarak karşımıza çıkmaktadır. Dahrendorf da aynı Mead gibi rol karmaşaları üzerinde durmuş ve toplumsal rol savunucularından biri olmuştur. Ancak Dahrendorf, Mead’e göre başka bir ayrım üzerinde durmuştur. O da rollerin aslında sosyoloji ile psikoloji bilimleri arasındaki o ince çizgi arasında yer aldığını savunmuştur. (Vatandaş, 2011: 33).
Dahrendorf’un teorisi, temelde öğretici bir teori olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü Dahrendorf’a göre toplumsal cinsiyet rollerinin gelişebilmesi toplumsallaşma süreci ile birlikte gerçekleşmektedir. Yani Dahrendorf’a göre bir çocuk su içmeyi nasıl öğreniyorsa, aynı şekilde toplumsal cinsiyet rollerini de herhangi bir bilgiyi öğrenme metoduyla gerçekleştirilebileceğini vurgulamıştır. Ancak toplumsal cinsiyet rollerinin öğrenilmesi sürecinde iki durum ortaya çıkar: Ödül ve ceza. Örneğin erkek çocuğun bir sevgilisi olduğunu ele alalım. Bu durum erkek çocuğunun ailesini memnun edebilen bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu da erkek çocuğunun pekiştirilmesine yani bu davranışını devam ettirmesine yol açacaktır. Ancak aynı şekilde bir kızın ise sevgilisinin olması, ailesi tarafından yanlış bir davranışta bulunulmuş gibi farklı bir anlama gelebilmektedir. Bu durumda ise ailenin kız çocuğunu pekiştirmek yerine, yapılan davranışın bir daha yapılmaması için ceza uygulamasına gidebilmektedirler.
Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin kökenine inildiğinde ise, bu durumun kökeninin çok eski toplumlara kadar dayandığı görülmektedir. Bu toplumlar avcı ve toplayıcı olan ve iş bölümüne dayanan toplumlarda da görülmüştür ve temelini buradan aldığı da düşünülmektedir. Çünkü bu toplumlarda da görüleceği gibi kadın daha çok ev işleri ya da çocuk bakımı gibi ev içinde görülebilecek işlerle ilgilenmişken, erkekler ise daha çok avcılık işleriyle yani dışarıdaki işlerle ilgilenmişlerdir.
Tan’ın “Kadın’ın Ekonomik Yaşamı ve Eğitimi” adlı eserine bakıldığında, bu eserinde şu cümlelerin oldukça dikkat çekici olduğu görülmüştür: ‘Metallerin bulunuşu, hayvanların yetiştirilmesi, dokumacılığın ve tarla kültürünün gelişimi sonucu çıkan artı değerin aile mülkiyetine geçişi ile erkeğin ve kadının rolleri değişerek statüleri arasındaki eşitlik bozulmuştur’ (Tan, 1979: 164).
İlginizi Çekebilir: Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Nedir?
Günümüze bakıldığında toplum içerisindeki toplumsal eşitsizliğin varlığını hala koruduğu ve her platformda kadının ikinci sınıf bir vatandaş olduğu göze çarpmaktadır. Ancak yine de günümüzde toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dayalı olarak bazı küçük gelişmeler yaşanmıştır. Kadının haklarını ve kadını bir ayrımcılık metaforu olarak kullanmaktan vazgeçilmesi adına Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi 1985 yılında kabul edilmiştir. Fakat bunlara ek olarak bireylerin yapılan bu ayrımcılıklara karşı birbirlerinin sesleri olmalarını bilmeleri gerekmektedir. Algı ve tutumların değişime uğraması toplumda da toplumsal değişmelere neden olacaktır. Buna bağlı olarak yapılan araştırmalar ışığında; birey değişirse, dünya değişir.
KAYNAKÇA
- Tan, M. (1979), Kadın: Ekonomik Yaşamı ve Eğitimi, Ankara: Türkiye İş Bankası.
- Vatandaş, C. (2011), ‘Toplumsal Cinsiyet ve Cinsiyet Rollerinin Algılanışı, Afyon.