Toplumsal Cinsiyet Rolleri Açısından Günümüz Türk Televizyon Dizilerindeki Kadın İmgeleri

Toplumsal Cinsiyet Rolleri Açısından Günümüz Türk Televizyon Dizilerindeki Kadın İmgeleri
0

1.GİRİŞ

Cinsiyet kavramı, bireylerin biyolojik yönleri arasındaki farklılıkları belirleyen kavramdır.

Cinsiyet, kadın ve erkek bireyler arasındaki kromozomlara, hormonlara, anatomiye ve üremeye göre farklılık göstermektedir. Toplumsal cinsiyet kavramı, toplum tarafından bireylerin cinsiyetlerine yönelik kalıp yargılardan oluşması nedeniyle cinsiyet kavramından ayrılmaktadır. Toplumsal cinsiyet, bireylerin doğdukları andan başlayarak bireyler hayata veda edene kadar geçen süre içerisinde dişil ve eril cinsiyetlere toplumsal ve kültürel değerlerin yüklendiği kavramdır. Toplumsal cinsiyet kavramı, dişil ve eril cinsiyetlerin toplum tarafından nasıl konumlandırıldığını, toplumlarda dişil ve eril cinsiyetlere ne tür statü tayin edildiğini, toplumların dişil ve eril cinsiyetlerden beklentilerinin neler olduğunu ve toplumların bireylere yaptığı atıfları açıklamak için sosyal bilimciler tarafından sıkça kullanılan kapsamlı bir kavramdır (Çonkarlı, 2018: 33).

Toplum, toplumsal cinsiyet rollerini üretir ve bu rollerin bireyler üzerindeki etkisi kaçınılmazdır. Toplum, içerisinde barındırdığı her bireyden ürettiği normlara, rollere ve kendisinin yaptığı atıflara uygun davranması için yaptırımlarda bulunur. Eğer birey toplumun kendisinden beklediği rollere, normlara ve atıflara uygun davranmazsa toplum tarafından eleştirilir ve göz ardı edilir (Gürer ve Gürer, 2020: 632-633). Çalışmamın genel çerçevesini oluşturan Türk toplumu ataerkil bir yapıdadır. Ataerkil yapı; erkek bireyin güç ve söz sahibi olduğu yapıdır. Türk toplumunun ataerkil bir yaşam tarzına sahip olmasından ötürü geçmişten günümüze kadar gelen sürede kadın bireyler, erkek bireylerden daha az söz sahibi olmuş ve erkek bireylerin gerisinde bırakılmışlardır. Toplumda bu ayrımın gelişmesinde ve kuşaklar boyunca devam ettirilmesinde toplumsal cinsiyet rollerinin etkisi de kaçınılmazdır.

Toplumsal cinsiyet rolleri, sosyolojinin ilgilendiği kurumlar olan aile, din, okul, kent, siyaset ve özellikle çalışmamım odak noktası olan medya tarafından bireylere aktarılmıştır. Medya, toplumsal cinsiyet rollerinin üretilmesinde ve bu rollerinin kuşaklarca aktarılmasının devamlılığını sağlamada etkili olmuştur. Özellikle günümüz iletişim çağında medyanın konumu yaşantımızın merkezindedir. Medyanın hem görsel hem de işitsel aracı olan televizyon, hemen herkesin evlerindeki temel eşyalardan biri haline gelmiştir. Bireyler günlük yaşantılarında boş buldukları vakitleri televizyonda yayınlanan dizilere, filmlere, reklamlara, haberlere ve programlara ayırmışlardır (Aytekin, 2017: 449). Çalışmamın ana konusu olan televizyon dizileri bireylere içinde yaşadıkları toplumun kültürünü yansıtır. Aynı zamanda televizyon dizileri toplumda gördüklerini bireylere yansıtma işlevi görmesiyle de toplumla bütünleşmiştir.

Kadın imgeleri, televizyon aracılığıyla toplumun her kesimine, çeşitli söylemlerle aktarılmıştır. Özellikle televizyon dizilerinde kadın bireylerin temel sunumları dört şekilde olmuştur. Bunlardan ilki geleneksel kadın rolleridir. Geleneksel kadın rolleri fedakâr bir anne, namuslu bir eş ve hamarat bir ev kadını olarak topluma aktarılmıştır. Televizyon dizileri aracılığıyla topluma aktarılan ikinci rol ise estetik kadın rolleridir. Dizilerde kadın bireyler toplumun karşısına sürekli olarak bakımlı, zayıf, süslenmeyi seven bir rol olarak çıkmıştır. Estetik kadın rolleri, diziler aracılığıyla kadın bireyi cinsel bir obje gibi metalaştırarak topluma aktarmıştır. Televizyon dizileri aracılığıyla topluma yansıtılan üçüncü rol ise modern kadın rolleridir. Modern kadın rolleri, yakın zaman içerisinde yayınlanan dizilerde karşımıza çıkmaktadır. Modern kadın rolüyle birlikte kadının konumu kamusal alana doğru değişmiş, kadın çalışkan bir personel ve kariyer sahibi birey olarak karşımıza çıkmıştır. Televizyon dizilerinin yansıttığı son kadın rolü ise feminizm akımının savunduğu, kadın ve erkek bireyin statülerinin eşit olduğu rollerdir. Eşitliği savunan diziler de yine yakın zaman içerisinde yayınlanmış dizilerdir. Bu tür dizilerde erkek birey de kadın birey kadar özel alanda görünmeye başlamış ve ev işlerinde eşine yardımcı model olarak topluma aktarılmıştır. Kadın bireyler de aynı şekilde eşitlikçi bakış açısı doğrultusunda, erkek bireyler kadar kamusal alanda var olmaya başlayarak kendi başarılarını ispat etmişlerdir (Dönmez, 2018: 57-60).

Toplumsal cinsiyet rolleri ve medya kavramları mezuniyet çalışmamın genel çerçevesini oluşturmaktadır. Daha dar çerçevede televizyon dizileri ve televizyon dizilerinin topluma yansıttığı kadın imgeleri ise mezuniyet çalışmamın bağlamını oluşturmaktadır. Çalışmamın aktörleri ise, yani özellikle gözlemleyeceğim toplumsal kesim; dizilerin “üreticileri” olan senaryo yazarları, yönetmenler ve nihayet dizilerin çekimini finanse eden prodüksiyon şirketlerinden ibarettir. Bu bağlamda televizyon dizilerinin toplumsal cinsiyet rollerini nasıl yeniden ürettiği, topluma nasıl aktardığı, özellikle kadın bireylere toplum tarafından atfedilen kadınlık rollerinin, diziler üzerinden nasıl yeniden üretildiği ve dizilerde kadın bireylerin yer alış biçimleri sorgulanacaktır. Çalışmanın amacı kadına toplum tarafından yüklenen toplumsal cinsiyet rolleri bağlamında dişilik karakteristik özelliklerinin televizyon dizilerinde nasıl sunulduğunu içerik analizi yöntemi ile araştırmaktır. İçerik analizi yöntemi, metin içeriği toplama ve analiz etme tekniğidir. İçerik analizi yöntemi medyadaki cinsiyet çalışmalarında yaygınca kullanılan bir yöntemdir.

Yukarıdaki bilgiler çerçevesinde aşağıda sıraladığım sorulara verilmesi gereken cevapları kaynakçamda beliren bilimsel çalışmalardan bulacağım ve yanıtları çalışmamın devamında bir alanyazın derlemesi şeklinde sunacağım.

  1. Sosyolojide toplumsal cinsiyet ve toplumsal cinsiyet rolü kavramları nasıl tanımlanmaktadır?

Çalışmamda toplumun atfettiği roller dolayısıyla kalıp yargılar haline gelen, kadın-erkek bireylerin yaşamlarına etkide bulunan, eşitsizlikler yaratan toplumsal cinsiyet kavramı ve toplumsal cinsiyet rolü kavramları açıklanacaktır.

  1. Toplumumuzun bugün kadına çizdiği en yaygın toplumsal cinsiyet rolleri hangileridir?

Birey, doğduğu andan başlayarak hayata veda edene kadar toplum tarafından etkilenmektedir. Toplum, bireylere yaşamın her alanında karşımıza çıkan her durumda müdahale etmektedir. Toplum, bireylerin biyolojik cinsiyetlerine göre nasıl davranmaları gerektiğini ve nelerden hoşlanıp hoşlanmayacağına dair kalıp yargılar oluşturur. Toplum, bireylerden oluşturduğu kalıp yargılara uygun davranmasını beklemektedir. Çalışmamın devamında toplumumuzun kadın bireylere atfettiği rollerin neler olduğuna, bu rolleri topluma nasıl ve ne şekilde aktardığına değinilecektir.

  1. Televizyon dizileri yaşantımızı şekillendirir mi yoksa yalnızca yansıtır mı?

Kitle iletişim araçları gerek görsel gerek işitsel olarak bireyleri ve toplumu etkilemektedir. Kitle iletişim araçlarından olan televizyon hem görsel hem de işitsel bir medya aracıdır. Tarihsel süreç içerisinde kara kutu halinden renklenmeye başlayan ve hemen herkesin evlerinde var olan bir araçtır. Toplumun birçoğunu ekran başına toplayan, içerisindeki programlar, diziler ve reklamlarla toplumla monolog bir iletişim hali oluşturan televizyon, hayatlarımızın vazgeçilmez bir parçası olmaya başlamıştır. Sosyal hayatımızla bütünleşen televizyonun, toplumu ve bireyi nasıl etkilediği çalışmanım devamında detaylı bir şekilde açıklanacaktır.

  1. Türk televizyon dizilerinde gözlemlenen kadın imgeleri (temsilleri) genel olarak ve özellikle toplumsal cinsiyet rolleri açısından nedir?

Televizyon dizileri, topluma çeşitli söylemler ile aktarımlarda bulunmaktadır. Televizyon dizilerinin genel olarak kadın bireylere dair oluşturduğu algıların, toplumsal cinsiyet rolleri açısından neler olduğu, çalışmanın devamında açıklanacaktır.

  1. Bu medyada sunulan kadın rollerinin toplumun yeniden üretimine veya değişimine etkisi nedir?

Üçüncü soruda kitle iletişim aracı olan televizyonun ve televizyon dizilerinin toplumdaki etkilerinin neler olduğuna genel bir çerçevede ele alınacaktır. Son sorum olan beşinci soruda ise daha dar bir çerçevede üretilen kadın imgelerinin toplumsal yaşantıya etkilerinin neler olduğu sorusuna cevap aranacaktır.

2.ALANYAZIN DERLEMESİ

  • Toplumsal Cinsiyet ve Toplumsal Cinsiyet Rolü

Toplumsal cinsiyet kavramı, cinsiyet kavramından kültürel kodlar yoluyla, toplumun bireye dayattığı tutum ve davranışlar nedeniyle ayrılmaktadır. Toplumsal cinsiyet kavramı, kadın ve erkeklerin toplum tarafından nasıl yeniden üretildiklerini, toplum tarafından kadın ve erkek bireylerin ne tür kodlarla nitelendirildiklerini, toplumun bireylere atfettiği rollerinin neler olduğunu açıklayan kapsamlı bir kavramdır. Bu kavram, bireylerin cinsiyetlerinden kaynaklı iş bölümüne ve bireylerin biyolojik cinsiyetlerinden kaynaklı olarak toplum tarafından nasıl şekillendirildiklerine odaklanmaktadır. Toplumsal cinsiyet kavramı, sadece kadını merkeze alarak roller üreten bir kavram değildir, toplumsal cinsiyet kavramı erkek bireylerin de toplumdaki konumlarını şekillendiren bir kavramdır (Ercan, 2019: 167).

Toplumsal cinsiyet kavramının, biyolojik cinsiyetten farklı olduğu düşüncesini 1986 yılında, Robert Stoller ortaya koymuştur. Toplumsal cinsiyet kavramının İngilizce kelime karşılığı olan “Gender” sosyoloji bilimine ilk kez Ann Oakley tarafından kazandırılmıştır. Ann Oakley; sex (cinsiyet) kelimesinin biyolojik olarak kadın ve erkek bireyler arasındaki farklılıkları açıkladığını, gender (toplumsal cinsiyet) kelimesinin ise, dişilik ve erillik arasındaki toplumsal yaşantıdaki farklılıkları açıkladığını söylemektedir (Kasap, Dolunay ve Solman, 2018: 629).

Bireyler, dünyaya geldikleri an bir toplumun içine doğarlar ve birey büyüyüp, geliştikçe toplumdan etkilenir. Toplum, kadın ve erkek bireylerden cinsiyetlerine göre olması gereken davranışları, konuşma şekillerini, duygularını nasıl ve ne biçimde yaşamaları gerektiklerini, hangi renkleri sevip hangi renkleri sevmeyeceklerini, hangi işlerde çalışıp hangi işlerde çalışamayacaklarını, hangi saatlerde dışarı çıkıp hangi saatlerde dışarı çıkamayacaklarını, içinde yaşanılan kültürel yapı içerisinde değerlendirir. Toplum, bireylere bu ve daha fazla konularda kurallar dayatarak, toplumsal cinsiyet farklılıklarını oluşturur. Toplumsal cinsiyet farklılıkları, zaman içerisinde benimsenen ve toplumsallaşma ile birlikte diğer bireyleri de etkileyen bir ayrımdır.

Toplumsal cinsiyet kavramı ile kültür kavramı eş değer görülebilmektedir. Kültür kavramı, bireylerden oluşan, insanın yapıp etmeleri sonucu şekillenmiş ve süreç içerisinde yaşantımızı etkileyen bir kavramdır. Toplumsal cinsiyet kavramına bakıldığında da görülen, toplumsal cinsiyet kavramının kültür kavramıyla benzer özellikleri taşımasıdır. Toplumsal cinsiyet kavramı aynı kültür kavramı gibi, bireyler tarafından varlığını sürdüren ve kültürel kodlar doğrultusunda şekillenmiş bir kavramdır. Her iki kavramda, toplumsal süreç içerisinde kuşaklar boyunca aktarılarak varlığını devam ettiren, bireyler arası iletişimlerden etkilenen, birey olmadan etkilerini devam ettirmeleri imkânsız olan kavramlardır. Eğer bir yerde toplumsal cinsiyet kavramından bahsedeceksek, akla ilk gelen şey toplumdaki bireyler olacaktır. Birçok sosyal bilimci kadın veya erkek olarak doğmayı biyolojik gerçeklik olarak kabul etmişlerdir. Ancak sosyal bilimcilerin savunduğu gerçeklik şudur; bireyler kadın veya erkek olarak dünyaya gelirler ancak kadınlığı ve erkekliği içerisinde yaşadıkları toplumdan sosyalleşme süreci içerisinde öğrenirler (Kasap, Dolunay ve Solman, 2018: 630).

Ayrıca toplumsal cinsiyet kavramı, kadın ve erkek bireylerin kişilik özelliklerinin belirlenmesinde etkili olan bir kavramdır. Kişilik özelliklerine bakıldığında; dişilik için, empati kurabilen, düşünceli, anlayışlı, kolay ağlayan, kendini başkalarına adayan, duygusal, heyecanlı, kibar, özel alanda varlığını sürdüren, düzenli, pasif ve samimi sıfatlarının kodlanıldığını; erillik için ise, aktif, lider, maceracı, saldırgan, hırslı, rekabetçi, pes etmeyen, dominant, baskılara karşı dayanıklı, diğer bireylerden etkilenmeyen, kısıtlanmayı sevmeyen ve sert sıfatlarının kodlanıldığı görülmektedir. Kadın ve erkek bireylere yüklenen sıfatlara genel olarak bakıldığında, toplumsal cinsiyet, sosyal hayat içerisinde farklılıklar üretir ve eşitsizliklere sebep olur (Saygılıgil, 2016: 165).

Cinsiyetlere yönelik sosyolojik kavramların ve kuramların doğuşu Batılı toplumlarda görülmektedir. Günümüz toplumu ise ataerkil toplum düzenin ürettiği kodlara sahiptir. Bundan kaynaklı olarak toplumsal cinsiyetin ortaya çıkardığı eşitsizlikler daha çok ataerkil düzen içerisinde üretilip aktarılmaktadır. Ataerkil düzende erkek bireylerin toplumsal hayatta yapıp ettikleri normal, kadın bireylerin yapıp ettikleri ise anormal kabul edilmiştir. Ancak 18.yy’da Fransa’da ortaya çıkan feminizm akımı, kadın bireylerin toplumsal cinsiyet kavramının ortaya koyduğu eşitsizlikler nedeniyle değersizleştiğini ve kadın bireyin gururunun zedelendiği hipotezini ortaya koymuştur. Feminist teori bu hipotez doğrultusunda, öncelikli olarak biyolojik cinsiyetin yaptığı ayrımlara sonrasında ise toplumsal cinsiyetin, bireylerde yeniden kimlik oluşturmasına odaklanmıştır. Feminizm ekolü, genel perspektifte toplumsal cinsiyetin ataerkil kodlarla üretilip aktarılmasını eleştirmiştir. Ataerkil sistem, erkek bireyin güç ve söz sahibi olduğu yapıdır. Ataerkil düzen, erkek egemenliğini savunmuştur. Toplumsal kurumlar olan aile, din, eğitim, siyaset, hukuk ve medyada ataerkil sistemin egemenliği yoğun olarak görülmektedir (Şakrak, 2020: 422).

Toplumsal cinsiyet olgusunun oluşmasında iki farklı bakış açısı mevcuttur. Bunlardan ilki toplumsal cinsiyete dair öğretilen ve alışkanlık kazandırılan davranışların normalmiş gibi gösterilmesidir. Bu bakış açısına göre, bireyler toplumsal cinsiyeti rol olarak kabul eder, kadın ve erkek bireylerin rollerinin de farklı olabileceğini düşünürler. Bu yaklaşımı savunanlar cinsiyeti ve cinsiyetçiliği oluşturan şeyin toplum olduğunu savunurlar. Yaklaşıma ekonomi çerçevesinden baktığımızda, kadın ve erkek birey arasında cinsiyetlerinden kaynaklı olarak iş bölümü oluşur. İş bölümüne örnek verecek olursak; erkek birey kamusal alanda çalışarak, evin üyelerinin maddi ihtiyaçlarını karşılayacaktır, kadın birey ise özel alanın dışına çıkmayacak, ev içi işlerle ilgilenecek ve çocuklarına bakacaktır. Toplumsal cinsiyet konusunda ki bir diğer bakış açısına göre toplumsal cinsiyet, sosyal yapının bütünleyicisidir. Bu yaklaşıma göre toplumsal cinsiyet sosyal sınıf ve etnik köken gibi toplumsal yapılarla bütünleşmiştir. Bu yaklaşımın savunduğu bir diğer şey ise, cinsiyet ile toplumsal cinsiyet kavramları, sosyal eşitsizliğin oluşmasında sistematik bir şekilde birbirlerine bağlıdır (Kutlu, 2010: 45-46).

Toplumsal cinsiyet rolü, kadın ve erkek bireylerin cinsiyetlerinden kaynaklı olarak, üyesi oldukları toplum tarafından bireylere atfedilen, bireylerden beklenilen davranışlardır. Bu kavram dişil ve eril bireyler için toplum tarafından oluşturulmuştur ve bireyin toplumla etkileşime girmesiyle öğrenilmiştir. Roller, birey doğduğu andan başlayarak bireyin yaşantısının her alanına toplum tarafından aktarılmıştır. Toplum bireylerden, kadın ve erkek birey için uygun olarak nitelendirdiği, kendi cinsiyetlerine uygun bir şekilde davranışlar sergilemesini bekler (Aytekin, 2018: 49).

Toplumsal cinsiyet rollerinin oluşmasında ve aktarılmasında iki temel yaklaşım mevcuttur. Bu yaklaşımlardan ilki biyolojik yaklaşımdır ve biyolojik yaklaşım, bireylerin biyolojik farklılıklarını ele alır. Örneğin; hamile kalmak biyolojik olarak sadece kadın bireyin yaşadığı bir durumdur ve annelik rolü biyolojik temelli bir roldür. Erkek birey ise biyolojik olarak güçlü olarak doğar. Bundan ötürü erkeğin biyolojik rollerinin belirlenmesinin temelinde de güç bulunmaktadır. Toplumsal cinsiyet rollerinin oluşmasında ve aktarılmasında etkili olan bir diğer yaklaşım ise kültürel yaklaşımdır. Kültürel yaklaşıma göre, bireyler sosyalleşme sürecinde toplumla etkileşime girerek kültürel rollerini öğrenirler. Bu yaklaşıma göre toplum, bireyin yönlendiricisidir. Kültürel yaklaşım, bireyin ailesine, eşine, çocuklarına, komşularına, öğretmenlerine, okuldaki arkadaşlarına, çalışma hayatındaki üstlerine veya altlarına nasıl davranması gerektiğini öğretir (Kutlu, 2010: 35).

Cinsiyet rollerinin artık toplumlarda kalıp yargılar haline gelmesi “stereotip” kavramına denk gelmektedir. Toplum, bireylerin biyolojik cinsiyetlerindeki ayrımlardan yola çıkarak, bireylere görevler yükler ve beklentilerde bulunur. Bu görevler ve beklentiler zaman içerisinde toplumda basmakalıp düşüncelerin oluşmasına neden olur. Stereotip, bir toplulukla ilgili yapılan genelleme veya bir topluluğa dair oluşturulan inançtır (Dönmez, 2008: 25-26).

Toplumsal cinsiyet olgusu, toplum aracılığıyla bireylere yüklenir. Toplumsal cinsiyet rolleri ise, birey doğduğu andan başlayarak birey hayata veda edene kadar öğrenilir ve sergilenir. Bu roller, bireye toplum içinde nasıl davranması gerektiğini, toplumun bireyden beklentilerinin neler olduğunu ve toplumun bireye dair yaptığı atıfların neler olduğunu aktarır (Kasap, Dolunay ve Solman, 2018: 630).

  • Toplumumuzun Kadınlara Çizdiği Cinsiyet Rolleri

Ülkemizde kadınların toplumsal hayatta yaşadığı sorunlar siyasi ve bilimsel açılardan ilk olarak Tanzimat Döneminde ele alınmıştır. Tanzimat, kadın bireylerin toplumsal hayattaki statülerinin gelişip değiştiği, kadın bireylerin kentsel alanda ve entelektüel çevrelerde var olmaya başladıkları, kadın için önemli gelişmelerin yaşandığı dönemdir. Tanzimat döneminde başlayan bu değişimler sonucunda kadın bireylerin eğitim oranlarında artış görülmüş, içerisinde sadece kadınların olduğu dernekler kurulmuş, kadınlar hane içerisindeki rollerinin yanı sıra çalışma hayatında da roller edinmeye ve medyada öne çıkmaya başlamışlardır. 1. Dünya savaşı sonrasında toplumsal yapılarda meydana gelen köklü değişmeler ve toplumlardaki erkek sayısının azalması da kadın bireylerin toplumsal hayattaki konumlarının değişmesine katkı sağlamıştır. Varlıklarını göstermelerini 19.yy’ı bulan kadın bireyler, geleneksel toplumsal cinsiyet rolleri konusunda hukuki yaptırımlar elde etmiş olmalarına rağmen, içlerinde buldukları toplumun ataerkil düzene sahip olması nedeniyle, kalıp yargılar haline gelen cinsiyet rollerini değiştirmede zorluklar yaşamaya devam etmişlerdir (Dönmez, 2008: 142).

Endüstrileşmeyle birlikte, toplumsal yaşantıda meydana gelişen değişimler kadın bireylerin sanayi ve hizmet gibi çeşitli sektörlerde çalışması için imkân oluşturmuştur. Ancak toplumsal yapıda meydana gelen gelişmeler ve kadının çeşitli sektörlerde çalışmaya başlaması, toplumlarda var olan geleneksel toplumsal cinsiyet rollerini değiştirmek için yeterli olmamıştır. Erkek, kamusal alanda çalışarak, ailesinin ve çocuklarının maddi ihtiyaçlarını karşılamak için parasını kazanan birey olarak karşımıza çıkarken; kadın ev içerisindeki temizlik, bulaşık ve çocuk bakımını sağlayan birey olarak karşımıza çıkmaktadır. Kadınlar ev içerisinde hizmet ettiklerinde herhangi bir ücret talep edemezler, talep etseler de erkek bireyler için bunun pek bir önemi olmayacaktır. Ama kadın bireylerin başka evlerde veya ofislerde hizmetlerini sürdüklerinde bundan bir ücret almaları beklenir. Toplumlarda bu düşünce yapısının kaynağı, kadın bireylerin kendi evlerinde, eşleri için yaptığı hizmetin bir zorunluluk olarak görülmesidir. Çünkü o dönemde toplumlarda ataerkil düzen söz konusudur. Ataerkil toplum yapısına göre kadın çocuklarına bakar, kadın evinde temizlik yapar, kadın evinde yemek yapar, kadın ev içi düzeni sağlar ve kadın eşini mutlu etmek zorundadır. Bundan ötürü kadın bireylerin ev içerisindeki hizmetleri karşılıksız emek niteliğini taşımaktadır (Kutlu, 2010: 47).

Geçmişten günümüze kadar gelen süreçte, her dönemde toplumlar, kadın ve erkek bireyin cinsiyetlerinden kaynaklı olarak nasıl davranmaları gerektiğini net bir şekilde ayırmışlardır. Yapılan ayrımlara göre, kadın birey yaşamını devam ettirirken, içerisinde bulunduğu her alanda erkeklere göre tanımlanmıştır. Ataerkil toplum yapısının yaygın olduğu geleneksel toplumlara bakıldığında erkek, değerli, kuvvetli ve zeki gibi mükemmeliyetçi kavramlarla bütünleşmiştir. Kadın ise bu kavramlarının tam zıttı ile tanımlanmıştır. Yani kadın, karşısındakine muhtaç, başka bireylere bağımlı ve güçsüzdür. Doğdukları an itibariyle eşit sayılabilecek olan kadın ve erkek cinsiyeti, toplumdaki var olma amaçları nedeniyle toplum tarafından bireylere yüklenen sorumluluklar, roller ve beklentiler sonucunda farklılaşmıştır (Çonkarlı, 2018: 10).

Günümüzde toplumumuzun bir kısmının kadınlara çizdiği rollere bakacak olursak, geleneksel olarak toplum kadınlardan, örf ve adetlerine bağlı kalmasını, sessiz, vefakâr ve güzel olmasını bekler. Kadın, kendisine sunulan hiçbir şeye itiraz etmemelidir, mücadele etmemeli her şeyi sorgusuz sualsiz kabul etmeli, kendisine verilen görevi ve kendisine söylenen ne varsa yerine getirmelidir. Çalışmaktan ve hizmet etmekten yorulmamalıdır. Yardımsever ve iyi niyetli olmalıdır. Kadın bireyler, büyüklerini sayan, küçüklerini bilen, nerede ne giyinmesi gerektiğini, oturmasını ve kalkmasını bilmelidir. Kadınlar, eşlerine ve eşlerinin ailelerine bağlı olup, onların sözünü dinlemelidir. Kadın, sadık olmalı ve paylaşmayı bilmelidir, bedenini kullanarak kendini göstermeli ancak namuslu da olmalıdır. Kadının ağzından güzel sözler çıkmalı, küfür etmemelidir. Duygusal ve romantik olmalıdırlar (Ercan, 2019: 120-121).

Kadın bireylerin seçeceği meslek, seveceği renkler, okuyacağı okullar, dışarı çıkacağı saatler içerisinde yaşadıkları toplum tarafından belirlenmiştir ve bireylere sürekli olarak aktarılmaya devam etmiştir. Kadın bireyler, öğretmen, psikolog, hemşire, ebe, kadın doğum doktoru, terzi ve kuaför gibi meslek gruplarında çalışmalıdırlar. Kadın bireylerin mühendis, şoför, esnaf, marangoz ve tamirci gibi mesleklerde çalışması hoş görülmemiştir. Çünkü içerisinde bulunduğumuz toplum yapısına göre, kadın bireyin kişilik özellikleri ve fiziksel özellikleri bu tür mesleklerde çalışmak için yetersiz görülmüştür. Bireyler dünyaya geldiklerinde sevecekleri, giyecekleri ya da giymeyecekleri renkler de toplum tarafından belirlenmiştir. Eğer dünyaya kız çocuk olarak geldiysek, gözlerimizi açtığımızda gördüğümüz renk pembedir, erkek bebek olarak dünyaya gözlerimizi açtığımızda ise karşılaştığımız renk mavidir. Bu renkler ilerleyen yaşlarda kıyafet tercihlerimizde, evimizde, ofisimizde kullanacağımız renklerde, araba tercihlerimizde sürekli olarak bizleri etkilemeye devam edecektir. Toplum kadın bireylerin gece dışarı çıkmamaları gerektiğini, gece biri dışarı çıkacaksa bunun erkek olması gerektiğini de belirlemiştir. Çünkü toplumlarda hâkim olan düşünce yapısına göre, kadın birey kendini koruyamaz ve akşam gezmeleri kadınlar için tehlikelidir.

Gelenekselliği sürdüren toplumlar tarafından kadın bireylere atfedilen roller, kadın bireylerin olaylar karşısındaki tepkilerini, davranışlarını ve söylemlerini etkilemektedir. Kadın ve erkek bireyleri eşit görmemize rağmen aldatma eylemini gerçekleştiren ve toplumlarda daha az eleştiriyle karşılaşan erkektir. Ancak toplum kadından aldatılması karşısında boşanmaması gerektiğini, evini ve eşini elinde tutması için çabalaması gerektiğini kodlamaktadır. Çünkü ataerkil toplum yapısında hâkim olan düşünceye göre kadın bireyler, erkek bireylere yol göstermede, aile içi düzenin ve birliğin sağlanmasından sorumludurlar (Gürer ve Gürer, 2020: 635).

29 Ekim 1923 yılında Cumhuriyet’in ilan edilmesiyle birlikte kadınlar için toplumda tam anlamıyla köklü dönüşümler olmaya başlamıştır. Cumhuriyet’in ilanıyla modernleşme hız kazandı ve bu dönemde başörtüsü zorunluluğu kaldırıldı, kadın bireyler ile erkek bireyler için eğitimde eşitlik çalışmaları yapıldı, kadın bireylere seçme ve seçilme hakkı verildi, şer’i hukuk kuralları kaldırıldı bunun yerine medeni kanun benimsendi. Bu dönemde kadın bireyler ile erkek bireyler toplumsal olan birçok alanda fırsat eşitliğini yakalandı ancak ne Tanzimat’ta ne Endüstrileşme sürecinde nede Cumhuriyet’in ilan edilmesiyle kadın bireyler ile erkek bireyler, ev içi işlerde eşit rollere sahip olmamışlardır. Cumhuriyet’in ilan edildiği yıllarda toplumlarda yasalar ve haklar konusunda eşitlik sağlanmış olsa da bireysel anlamda eşitlik sağlanamamıştır. Zaman içerisinde toplum, kadın bireylere batılı aile rollerine benzeyen roller tayin etmiştir ve kadını sosyal alanlarda geliştirmeye çalışmıştır. Bu şekilde yeni batılı rolleri alarak modernleşen kadın artık Türk toplum yapısına uymayan bir kişiliği içselleştirmiştir. Osmanlıdaki kadın kamusal alanda “örtüsüyle” simgelenirken, Cumhuriyet’in ilanıyla kadın bireyler “yurttaş kadın” olarak simgelenmiştir (Dönmez, 2008: 34-35).

Cumhuriyetin ilan edilmesiyle birlikte toplumsal yaşantıda oluşan değişimler, kadın bireylere verilen haklar, kadınlar için getirilen yenilikler ideal bir kadın imgesi oluşturmaktadır. Ancak cumhuriyetle kazanılan ideal kadın imgesi ile toplumlarda varlığını sürdüren ataerkil düzenin kurgusu olan geleneksel kadın imgeleri arasında çok yoğun çelişkiler mevcuttur. Toplumlar, bireylerin doğdukları an sahip oldukları cinsiyetlerini o toplumun kültürel değerleri ile analiz ederek bireylere toplumsal cinsiyet rolleri tayin ederler. Tayin edilen bu roller, toplumdan topluma farklılık gösterebildiği gibi, toplum içindeki bir sosyal sınıftan, diğer sosyal sınıfa göre de farklılık gösterebilmektedir. Roller arasında farklılıklar olduğu savunulsa da her toplumun, her sosyal sınıfın ortak olduğu nokta, toplumlarda cinsiyetler arasında çatışmalar ve eşitsizliklerin mevcut olduğudur (Günay ve Bener, 2011: 158).

Toplumumuzda son zamanlarda yaşanan modernleşme, kentleşme, sanayileşme, küreselleşme ve eğitim seviyesinin artması gibi faktörler nedeniyle son zamanlarda toplumlardaki geleneksel toplumsal cinsiyet rollerinde önemli değişmeler olmuştur. Toplumsal cinsiyet rolleri hem kamusal alanda hem de özel alanda değişmeye başlamıştır. Kentleşme sürecinde, aile yapısının geniş aileden çekirdek aileye doğru küçülmesi ve harcamaların artmasıyla ekonomik açıdan yaşanan sorunlar geleneksel hale gelen aile içindeki iş bölümlerinde, kadın ve erkek bireye yüklenen rollerin değişmesine sebep olmuştur. Yaşanan bu olumlu değişmeler daha modern bir aile yapısını da beraberinde getirmiştir. Örneğin; kırsal alanda basmakalıp haline gelen, kadının ev işleri ve annelik rolü kent hayatına mobile olmakla birlikte değişmiştir. Kadının iş yaşantısı girmesiyle, artık kadın toplumsal hayatta yeni roller üstlenen birey haline gelmiştir (Günay ve Bener, 2011: 159-160).

Kadın bireylerin kamusal alanda var olmalarını sağlayan en önemli etkenlerden birisi de eğitim seviyesindeki artıştır. Kadın eğitim aldıkça bilgilenmiş ve haklarının da neler olduğunun bilincine varmıştır. Kadınlar bilinçlendikçe ev içindeki konumlarını sorgulamaya başlamışlardır, ev içinde hizmetlerinin bir karşılığı olmadığını ve sürekli eşlerinin maddi gelirine bağımlı olduklarını görmüşlerdir. Kadınları rahatsız eden bütün bu durumlar, kadınları birlik olmaya itmiştir. Kadın bireyler benzer sorunları yaşadıkları diğer bireylerle etkileşime girerek örgüt oluşturmuşlardır. Bütün bu etkenler kadının modern bir birey olarak toplumsal hayattaki rollerinin yeniden üretilmesine sebep olmuştur (Kaplan ve Neşe, 2003: 152-153).

İlginizi Çekebilir: Toplumsal Cinsiyet Sosyolojisi Nedir?

Yaşanan modernleşme hareketleriyle birlikte, toplumun kadınlardan, kadınların ise kendilerinden beklentileri değişmeye başlamıştır. Ataerkil düzen varlığını devam ettirmesine rağmen, toplum üzerinde etkisi azalmaya başlamıştır. Artık toplumlarda kadın bireyler, erkek bireye atfedilen renkleri severek gündelik hayatında kullanmaya, erkeklere ait görülen meslek grupları içerisinde yer almaya başlamışlar, çalışma saatleri gereğince ya da sosyal hayatları dolasıyla özellikle kentlerde geç saatlere ev dışında bulunabilmişlerdir. Kadın bireylerin medya da görünürlükleri, erkek bireylerin medyada görünürlükleriyle eşitlenmiştir. Kadınlar, ekonomik güce sahip olarak, erkek bireylere bağımlı olmadıklarını kanıtlamış, toplum baskısından çekinmeyerek şiddete uğradıklarında bunu açıkça dile getirmeye başlamışlardır. Kadın birey artık toplumsal hayatın hemen her kurumunda, yani; aile, siyaset, hukuk, medya, eğitim ve din gibi kurumlarda erkek bireyler kadar söz sahibi olmuşlar ve haklarını aramaları gerektiğinde bunu çekinmeden yapmışlardır.

  • Televizyon Dizilerinin Toplumsal Hayata Etkileri

Kitle iletişim araçları bireylerin dünyayı algılama biçimlerine, bakış açılarına, bireylerin duygularına ve davranışlarına etkide bulunarak onları değiştirmektedir. Kitle iletişim araçlarının en temel özelliği bireylere belirli bir yönde düşünce kazandırarak, benzer davranışlar sergilemelerini sağlamaktır. Kitle iletişim araçlarından biri olan televizyon, görsel ve işitsel bir araç olması ve son yıllarda çok yaygınlaşması nedeniyle sosyal, kültürel ve ekonomik yapıların değişmesinde etkili olan araçların en başında gelmektedir. Televizyon, toplumlarda önemli bir yere sahiptir ve nerdeyse hemen her bireyin evlerindeki vazgeçilmez eşyalardan biri sayılmaktadır. Televizyonun bu kadar önemli sayılmasının sebebi ise, toplumlara bilgi akışını sağlaması, dünyanın bir tarafında gerçekleşen herhangi bir olayı, dünyanın öbür tarafına anlık ulaştırması, bireylerin yalnızlıklarına eşlik etmesi, içerisinde dizi, reklam, haber, çeşitli eğlence ve tartışma programlarını bulundurmasıdır (Kutlu, 2010: 50-51).

Televizyon özellikle gelişmemiş ve gelişmekte olan toplumlar için yaşantının vazgeçilmez parçası olarak görülmüştür. Çünkü az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde boş zaman fazlalığı bulunmaktadır. Bireylerin eğitim seviyelerinin düşük olmasından ötürü bireyler kendilerini bu “büyülü kutu” içerisinde kaybederler. Gelişmiş ülkelerde ise durum farklıdır. Gelişmiş ülkelerde okuma kültürü yaygındır. Bireyler boş zamanlarını bir şeyler izleyerek değil, bir şeyler okuyarak değerlendirirler. Türkiye gelişmekte olan bir ülkedir, bundan kaynaklı olarak da Türk toplumunda yaygın olan kültür, izleme kültürüdür. Türk aile yapısında bakıldığında da televizyon izleme oranın yüksek olduğu görülmektedir. Televizyon izlemek artık aileler için bir tür sosyal etkinlik halini almıştır. Televizyon, grupları ekran başına toplar ancak bir grubun her üyesinde aynı etkileri bıraktığını söylemek doğru olmayacaktır. Televizyonun etkileri bireyseldir, her birey televizyondan aldığını farklı algılar, farklı anlamlandırır ve farklı yorumlayarak davranışa dönüştürür (Dönmez, 2008: 50).

Televizyon günümüz dünyasının vazgeçilmez unsurlarından biri haline gelmiştir. Toplumlarda inançların, din ve siyaset kurumunun etkisinin giderek azalması, bireylerin tek tipleşmesi, insanların bir araya toplandıklarında birbirleriyle paylaşacakları duygu ve düşüncelerin azalması, bireyleri yeni arayışlara itmiştir. Bireyler aradıkları hemen her şeyi televizyonda bulmuşlardır. Günümüz insanı artık sanal dünyanın bir parçası haline gelmiştir. Sanal dünyanın parçası olan televizyon, belli işlevlere sahiptir. Bu işlevler:

  • Televizyon, bireylerin sosyalliklerini sınırlandırır.
  • Televizyon, bizlerden kilometrelerce uzaklıktaki insanlardan haberdar olmamızı ve o hiç tanımadığımız bireylerin odalarımızda konuk olmasını sağlar.
  • Televizyon, bireylerin toplumsal ihtiyaç ve beklentileri karşılama hissi verir.
  • Televizyon, toplumsal yaşantıda gidip görebileceğimiz, keşfedeceğimiz yerleri, sınırlı mekân boyutlarıyla sunar.
  • Televizyon, bireylerin sadece boş zamanlarını geçirdiği bir araç olmakla kalmaz, bireylerin tüm günlerini ekran başında geçirmesine yönelik söylemler oluşturur.
  • Televizyon, gündelik yaşantımızda karşılaştığımız her objenin yeniden kurgulanmasını sağlar.
  • Televizyon, bedensel bir etkinlik gibi görünse de televizyon izlemek aslında duygusal, bilişsel bir etkinlik ve maddi bir eylemdir (Dönmez, 2008: 48-49).

Televizyonun işlevleri bunlarla da sınırlı değildir. Televizyon, toplumların kültürlerini gündelik hayatının yaşantısı çerçevesinde değiştirir ve bireye ait olduğu kültürü yansıtmada ayna işlevini görür. Televizyon toplumda var olan değerleri, yapıları, kurumları, cinsiyet rollerini, aile içindeki iletişimleri, tüketim algısını ve hepsinin odak noktası olan bireyi yeniden üretir (Ercan, 2019: 60).

Televizyon, iletişim ağının geniş olması nedeniyle, daha fazla insana aynı anda ulaşma özelliğine sahiptir. Televizyon insan gruplarına ulaşarak, grupların sosyal yaşantılarını etkilemektedir. Televizyon bu etkilemeyi reklamlar, diziler, programlar, haberler ve yarışmalarla yapmaktadır. Televizyonda yayınlanan diziler, reklamlar ve programların en çok etkilediği cinsiyet grubu ise kadın bireylerdir. Kadın, tarihsel süreç içerisinde çalışma hayatında bulunmaması ve yapacak işlerinin sınırlı olmasından ötürü daha fazla boş zamana sahip olmuştur ve kadın birey boş zamanlarını bu büyülü kutuya ayırmıştır. Kadınlar zamanlarının çoğunu televizyona ayırırken ev içerisindeki gündelik işlerine, eşlerine, arkadaşlarına, akrabalarına ve çocuklarına ayırdıkları zaman azalmıştır. Televizyonlarda yayınlanan yerli diziler, içinde yaşanılan her dönemde kadınların yaşadığı sorunları gün yüzüne çıkartması ve kadınların duygularını anlatması nedeniyle, kadın üzerindeki etkisini arttırmıştır (Dönmez, 2008: 1).

Televizyonun hangi sosyal sınıftaki kadınlara seslendiği de önemlidir. Televizyon, eğitim seviyesi yüksek olan kadına çalışma hayatı içerisinde yer almasını, çocuk sahibi olmasını, ev işleriyle ilgilenmesini ve eşini mutlu etmesi gerektiğine dair söylemlerde bulunur. Televizyon eğitim seviyesi daha düşük olan kadınlara ise, eğitim alması gerektiği, çalışma hayatına katılarak kendi ayakları üstünde durması gerektiğine dair söylemlerde bulunur. Televizyon bu söylemleri aktarırken magazin programlarındaki ideal yaşam şartlarını, drama dizilerinde ki hayat hikâyelerini ve dizilerdeki mekânsal ayrışmaları kullanır (Aytekin, 2018: 454).

Diziler, bireylerin gündelik yaşantılarının bir unsuru ve kültürün aktarılmasının bir aracıdır. Diziler, toplumların sosyal, politik ve kültürel yapılarını bireylere aktarması, bireylerde değişime sebep olması nedeniyle önemli görülen bir televizyon programıdır. Diziler, haftanın bir gününde yayınlanan, haftanın diğer günlerinde çeşitli saatlerde de tekrarı verilen, her bölümünde farklı olay örüntülerine yer veren bir drama türüdür. Dizilerde başrol oyuncuları ve yan oyuncular bulunmaktadır, dizilerde mekân sabit olmakla birlikte bazı bölümlerde kısa süreli mekân değişmeleri de olabilmektedir. Dizilerin önemli öğelerinden birisi çatışma unsurlarını desteklemesidir. Çatışma, toplumda var olan yapılar arasındaki zıtlıklardan oluşmaktadır ve çatışmalar dizilerdeki olay örgüsünü oluştururlar. Diziler, toplumda var olan çatışmaları yansıtır ve diziler bu zıtlıkların tekrar üretilerek topluma aktarılmasının aracıdır (Kutlu, 2010: 66-67).

Diziler, zaman içerisinde oldukça fazla izler kitleye sahip olmuşlardır. Bu durum sonucunda diziler artık toplumdaki sosyal yapı, bireylerin duygusal değişimleri ve ihtiyaçları sonucunda alt kategorilere ayrılmıştır. Dedektif dizileri, polisiye dizileri, bilim- kurgu dizileri, komediler ve pembe diziler bu kategorilerden bazılarıdır. İlerleyen zamanlarda diziler üzerine yapılan araştırmalarda yukarıdaki kategorilerin daha da özelleştiği görülmüştür ve yeni alt kategoriler oluşmuştur. Yeni dizi kategorilerine baktığımızda, aile dizileri, cemaat dizileri, şarkıcı- sanatçı dizileri, çalışma hayatını konu alan diziler ve zengin-fakir ayrımlarını temel alan diziler oluşmuştur. Oluşan dizi kategorilerinin ortak amacı bireylere toplumsal gerçekliği aktarmak ve bireyleri kendilerinden uzak gördükleri sosyal yaşantılar hakkında bilgilendirmektir (Dönmez, 2008: 47).

Televizyonun toplumun sanal bir temsili olduğunu düşünenlere göre televizyon, var olan toplumsal düzeni temsil etmez aksine toplumsal düzeni inşa eder. Televizyon var olan gerçekliği yansıtmaz, yalnızca gerçekliğe ait kodlar üretir. Kodlanan yapılar artık gerçek olmaktan çıkar ve ideolojik bir yapıya bürünür, ideolojiler de toplumlara olan etkisini televizyondaki görsel unsurlarla sağlar (Kutlu, 2010: 68).

Televizyon dizilerinin toplumsal cinsiyet rollerinin üretilmesinde de etkisi kaçınılmazdır. Geçmiş zamanlarda toplumsal kurumlar tarafından denetim altında tutulan kadın bireylerin davranışları, hayatımıza teknolojinin girmesiyle kitle iletişim araçları tarafından denetim altında tutulmuştur. Kitle iletişim araçlarında varlığını sürdüren ataerkil düzen, dizilerde ve programlarda kadın bireyleri erkek bireylere göre şekillendirerek topluma aktarmaktadır. Dizilerde, toplumun basmakalıp hale getirdiği normal karakterler yer alırken, anormal olarak görülen karakterler dizi içerisinde ya çok az yer almıştır ya da hiç yer almamıştır. Televizyon dizilerinin ilettiği mesajlar bireylerin içerisinde yaşadıkları toplumla özdeşleşmelerini, toplumlarına dair algılarının oluşmasını sağlar. Diziler, kadın ve erkek bireyin toplumda benimsenen cinsiyet rollerinin normal olarak aktarılmasını sağlarlar (Gürer ve Gürer, 2020: 636-637).

Sonuç olarak kitle iletişim araçları içerisinde kullanımı en yaygın olan televizyon, çeşitli diziler ve programlar üreterek kültürümüzü, yaşantımızı, toplumsal değerlerimizi ve toplumda var algılarımızı yeniden inşa etme özelliğine sahiptir. Televizyonda var olan diziler çok çeşitlidir, dizilerin çeşitliliğini sağlayan şey ise toplumsal yapıdaki sorunlardır. Diziler toplumdaki sorunları konu olarak ele alır, yeniden kurgular ve toplumda yeni bir düzen inşa etmeye çalışır. Televizyon dizileri toplumsal düzen inşa etmeye çalışırken birey ve toplum arasında, geçmiş ile bugün arasında köprü kurmaya çalışır.

  • Türk Televizyon Dizilerinde Toplumsal Cinsiyet Rolleri ve Kadın İmgeleri

Sosyoloji bilimin ilgilendiği kurumlar olan aile, siyaset, eğitim, edebiyat, din, hukuk, ekonomi ve medya cinsiyetçi bakış açılarını üreterek bireylere aktarırlar. Çalışmamım ana konusu olan medya cinsiyetçi söylemler üreten, kadının toplumsal konumu çeşitli içeriklerle topluma yansıtan kurumların başında gelmektedir. Kadın bireyler, kitle iletişim araçlarında özellikle de televizyonda toplumsal, siyasi ve kültürel olarak yeni roller ile karşılaşırlar. Televizyon bu rolleri çeşitli haber, tartışma, bilgi ve evlendirme programları, çeşitli kategorilerle karşımıza çıkan reklamlar, diziler ve filmler aracılığı ile topluma yansıtmaktadır. Diziler, toplumsal cinsiyet rollerinin kuşaklar boyunca aktarılmasının sürekliliğini sağlamada önemli rol oynamaktadırlar. Diziler içerisinde yer verilen kadınlık rolleri klişe hale gelerek, ataerkil toplum yapısının varlığını destekleyecek söylemler üretmektedir. Diziler içerisinde sıkça rastlanılan bir diğer durum ise geleneksel ve modern toplumsal cinsiyet rollerinin bir arada sunulmasıdır (Ünlü ve Aslan, 2016: 192-195).

Kadınlar televizyon dizileri içerisinde genellikle, güzelliği ile dikkat çeken, cinsel dürtülere hitap eden bir özne ya da bakımsız, alışılan normal güzellik algısının dışında kalan bir objedir. Kadın, ya çalışma hayatında güç gerektirmeyen alanlarda çalışmasına izin verilen ya da çalışması hoş görülmeyen, yönetim ve bilgi konusunda yetersiz sayılan ya da yönetimde yer alarak başarı sağlayamayan, kolayca yenilen bir öznedir. Kadın ya çok iyi niyetli ya da tamamen kötü düşüncelere sahip olan, ev işlerini aksatmayarak eşine hizmet eden ya da ev işlerinden tamamen habersiz, eşi ile yemekten yemeğe muhabbeti olan bir birey olarak toplum karşısına çıkmaktadırlar. Kadınların diziler aracılığıyla yansıtılan en temel özelliklerinden biri de kadınların alışveriş yapmalarıdır. Kadın gerek ev ihtiyaçları gerek kendi öz bakım ihtiyaçları nedeniyle sürekli alışveriş yapan birey olarak karşımıza çıkmaktadır. Toplum kadına düzenleyici ve bir arada tutma özelliğini atfetmiştir. Kadının, eşinin ve çocuklarının yaşamlarını düzenleme, eşi ile sorun yaşadıklarında o sorunu düzeltmeye çalışmak, aile birliğini korumak gibi rolleri de diziler tarafından topluma yansıtılır. Kadın eğer aile içi birliği sağlamıyor, eşi ile yaşadığı sorunda boşanma kararı alıyor daha sonrasında başka bir birey ile duygusal bir bağ kuruyorsa bu topluma kadın bireyin namussuz ve kötü bir birey olduğuna dair söylemler ile aktarılır.

Medya ile ilgili yapılan çalıştırmalarda içerik analizi yöntemi kullanılmıştır. İçerik analizi yöntemi, metin içeriği toplama ve analiz etme tekniğidir. İçerik analizinden elde edilen bulgulara göre kadın bireyler erkek bireylerden daha az medya çalışmalarında yer almaktadırlar. Kadınların dizilerde basmakalıp rolleri bulunmaktadır. Kadınlar genel olarak izleyici karşısına eş, anne, kız çocuk, hizmetçi, öğretmen, hemşire, sekreter, terzi, kuaför ve aşçı olarak çıkmaktadırlar. Dizilerin toplum üzerindeki etkisinin kaçınılmaz olduğundan bahsetmiştik. Dizilerde kadına karşı gösterilen psikolojik, ekonomik, fiziksel ve cinsel şiddet toplum üzerinde şiddeti meşrulaştırmaktadır. Şiddet erkek bireyler tarafından kadın bireylere uygulanabildiği gibi kadın bireylerin kendi cinslerine de uyguladıkları sorunlu bir eylemdir (Çonkarlı, 2018: 40-41).

Dizilerde kadın imgelerinin sunumu genellikle olumsuzlukları barındırmaktadır. Genel olarak kitle iletişim araçları, özelde ise televizyon dizileri toplumsal cinsiyet rolleri açısından eşitsizlikler barındırmaktadırlar. Bu eşitsizlikler yer yer kaos ortamına sebep olabilmektedir. Sosyal bilimciler dizilerdeki kadın temsillerini iki kategoriye ayırmışlardır. Dizilerde ilk karşımıza çıkan kadın tipi geleneksel toplumsal cinsiyet rolleri içerisindeki kusursuz eş, yaşamdaki tek gayesi çocuklar olan fedakâr bir anne ve kadınsı özellikleriyle eşini elinde tutmaya çalışan çekici kadındır. Dizilerde karşımıza çıkan ikinci kadın rolü ise mükemmel kadındır. Mükemmellik, toplumların normalleştirdiği her şeye sahip olmak anlamında kullanılmıştır. Mükemmel kadın dizilerde, ince, uzun ve bakımlıdır. Kadın birey hem kamusal alanda hem de özel alanda varlığını ispatlayan, işyerinde kusursuz bir şekilde başarılı olan, evinde ise eşini, çocuklarını mutlu ederek ev işleriyle ilgilenen çalışkan kadındır (Çonkarlı, 2018: 46-47). Kitle iletişim araçlarında kadın bireylerin temsil sorunlarına yönelik çok fazla nicel araştırmalar yapılmıştır. Nicel araştırmalar sonucunda elde edilen veriler ise içerik analizi yöntemi ile incelenmiştir. Araştırmalar sonucunda elde edilen bulgulara bakıldığında;

Dizilerin tanıtım sayfalarında kadın bireyler, erkek bireylere oranla daha az görülmektedirler. Dizilerdeki kadın başrol oyuncuları, eşlerinin veya anne-babalarının vefat etmesiyle kendi ayakları üzerinde durmaya çalıştıkları görülmüştür. Çünkü kadın bireyler yaşantıları boyunca kendilerini bir şeylere bağlı hissetmektedirler. Kadınlar sürekli olarak, eşlerine ya da anne babalarına bağlıdırlar. Yapılan araştırmalar sonucunda diziler de kadın bireylerin aldatıldıklarında, terk edildiklerinde, sevdikleri bireyler vefat ettiklerinde ani çöküşler yaşadıkları ve intihar girişiminde bulundukları görülmüştür. Dizilerde kadın bireylerin eğitim sorunlarına da dikkat çekilmiştir. Kadın bireyler, kırsal kesimi tasvir eden dizilerde eğitim alamayan veya eğitim almak için evi terk eden bireyler olarak karşımıza çıkarken, kent yaşamında kadın için saatleri belirli olan, masa başı olarak adlandırılan meslekler uygun görülmüştür. Kadınlar ne kadar başka meslek gruplarında çalışmak isteseler de toplum tarafından onaylanmayacakları için vazgeçmişlerdir. Bütün bunlara bakıldığında dizilerde kadının temsili, sürekli birilerine bağlı olan, bağlı oldukları kişilerin hayattan ayrılmalarıyla kendi hayatlarından da vazgeçen, toplumsal onaylanmayı alamayacakları için kendi kararlarını veremeyen bireyler olarak karşımıza çıkmaktadırlar (Gürer ve Gürer, 2020: 641).

İlginizi Çekebilir: Cinsiyet Körü Politika Nedir?

Yapılan araştırmalar sonucunda, kadın bireylerin dizilerdeki amaçlarının neler olduğuna bakılmıştır. Kadın bireylerin çoğu kardeşleri, çocukları, eşleri, anneleri ya da babaları için yaşam mücadelesi vermektedirler. Kadın bireyler dizilerde karşımıza, kardeşleri, çocukları, eşleri veya aileleri için kendi tercihlerinden vazgeçen, eğitimlerini yarıda bırakan, onların mutluluğu ve huzuru için çabalayan, kendilerini hiçe sayarak sadece çevresi için çabalayan fedakâr anne, sadakatli eş, vefalı evlat olarak karşımıza çıkmaktadır. Dizilerde kendi kariyeri, çalışma hayatı ve eğitimi için çaba gösteren kadın bireylere de rastlanmaktadır. Ancak bu tür diziler oldukça az bulunmaktadır. Genele baktığımızda ise toplumun kadın birey için çizdiği fedakârlık rolü dizilerde oldukça yaygın olarak görülmektedir (Gürer ve Gürer, 2020: 642).

Kadın bireylerin meslek seçimlerindeki cinsiyet farklılıklarına bakıldığında, yapılan araştırmalar sonucunda dizilere genel olarak bakıldığında kadınlar, hemşire, sekreter, öğretmen, diyetisyen, ev hanımı, çocuk bakıcısı, hizmetli, terzi, kuaför gibi mesleklerde çalışmaktadırlar. Çok az dizide kadınlar, şoför, mühendis, pilot, asker, polis, antrenör, doktor ve marangoz olduğu görülmüştür. Ve dizilerde kadınların bu mesleklerde çalıştığını gören diğer oyuncular kadınlara eleştirel göz ile bakarak, elinin hamuruyla erkek işlerine karışma gibi sert tabirlerde bulunmuşlardır. Diziler bu yönüyle, kadınların çalışması gerektiği alanlara vurgu yaparak toplumlarda kadın ve meslek inşası kurmaktadırlar (Gürer ve Gürer, 2020: 642-643).

Kadınların fiziksel özelliklerine bakıldığında, kadın oyuncular toplumun sınırladığı güzellik ölçüleri çerçevesinde seçilmiştirler. Dizilerdeki kadın oyuncular genel olarak zayıf, uzun ve bakımlı kadınlardır. Yaş gruplarına bakıldığında ise genç kadın oyuncu oranı, yaşlı kadın oyuncu oranından fazladır. Diziler topluma gençlik ve güzellik algısını da aktarmışlardır. Bu aktarımlar sonucunda toplumlarda genç kızlar genellikle diyet yapan, estetik tutkusu içinde olan ve gördükleriyle özdeşleşen bireyler olmuşlardır (Gürer ve Gürer, 2020: 644).

Kadın bireylerin kişilik özelliklere bakıldığında ise; kadınlar genel olarak yumuşak, uyum sağlayan, duygusal ve fiziksel olarak güçsüz, içince bulunduğu durumları sorgulamadan kabul eden, istekleri konusunda kararsız, başarı peşinde koşan ama tam başarılı olarak kabul görmeyen, çaresiz ve edilgen konumdadırlar. Ancak son zamanlarda yayınlanan dizilerde kadın bireyler için belirlenen, kadınlardan beklenilen bu özelliklerde değişim olmuştur. Kadınlar da artık cesur, inatçı, sorgulayıcı, hırslı, idealleri olan, güçlü durabilen, kararlı bireyler olarak izleyicilere aktarılmışlardır (Gürer ve Gürer, 2020: 645). Televizyon dizilerinde karşımıza çıkan temel cinsiyet rollerinden kısaca bahsedecek olduğumuzda:

  • Annelik Rolü: Dizilerde karşımıza en çok çıkan roldür. Bu roldeki kadın birey, hane içerisindeki iletişimleri düzenleyen, birliği ve huzuru sağlayan, eşi ile çocukları için fedakârlıklar yapan bireydir (Dönmez, 2008: 57)
  • Evli Kadın Rolü: Bu rolde kadın bireylerin konumu özel alan ile sınırlandırılmaya çalışılmış, kadının görevi ev içi işleri, çocuk bakımı olarak görülmüştür. Evli kadın rolü de dizilerde karşımıza sıkça çıkan rollerden biridir (Dönmez, 2008: 57).
  • Dul Kadın Rolü: Dizilerde, olumsuz düşünce ve duygularla topluma aktarılan bir roldür. Dul kadın rolündeki birey, toplum tarafından zor durumlarla karşı karşıya kalmaktadır. Dul kadın, evli bireyler için tehdit olarak görülmüş, bekâr erkeklerin de dul kadınlar ile evlenmeleri ve duygusal birliktelik yaşamaları hoş görülmemiştir (Dönmez, 2008: 57).
  • Gelin Rolü: Bu rol ile toplumda, kadın bireylerin eşlerine ve eşlerinin ailelerine saygı göstermesi gerektiğine vurgu yapılmıştır. Gelin rolündeki kadın, eşinin gelenek- göreneklerine uyum sağlayan, sessiz, eşine ve eşinin ailesine hizmet eden birey olarak izleyicinin karşısında çıkmaktadır (Dönmez, 2008: 58).
  • Kayınvalide Rolü: İzleyiciye olumsuz duyguları yükleyen bir roldür. Kadın bireyler kayınvalide rolünde genellikle, gelinleri üzerinde güç sahibidirler. Gelinleri, torunları ve oğullarından, saygı ve hizmet beklerler. Bazı rollerde ise kayınvalideler oğullarını kıskanan, gelini ile oğlu arasındaki ilişkiyi bozmaya çalışan bireyler olarak topluma yansıtılmaktadırlar (Dönmez, 2008: 58).
  • Meslek Sahibi Kadın Rolü: Modernleşme ve kentleşme ile dizilerde yer alan bir roldür. Kent yaşamındaki ekonomik sorunlar ile birlikte kadın kamusal alanda yer almaya başlamıştır. Kadınlar, başlarda öğretmenlik, sekreterlik ve çocuk bakıcılığı gibi alanlarda çalışırken zaman içerisinde yöneticilik, avukatlık gibi meslek gruplarında da yer alarak toplumda da değişime sebep olmuşlardır (Dönmez, 2008: 59).
  • Süper Kadın Rolü: Modernleşme ile birlikte ekranlarda yer alan bir roldür. Süper kadın artık modern kadındır. Kadınlar dizilerde ne istediğini bilen, başarılı, hırslı, eğitimli ve kültürlü bireyler olarak karşımıza çıkarlar. Kadın hem çalışma hayatında olabilir hem de evli olabilir. Süper kadın rolüyle topluma, kadının her işte başarılı olacağı, her işe zaman ayırabileceği mesajı verilmiştir (Dönmez, 2008: 59)
  • Kadınlık Rollerinin Yeniden Üretilmesi ve Değiştirilmesinde Medyanın Etkisi

Medya, toplumsal cinsiyet rollerinin bireylere aktarılmasının ve bireylerin bu rolleri içselleştirmesindeki temel araçlardan biridir. Modernleşme ve sanayileşme süreçlerinin öncesinde var olan cinsiyetçi söylemler toplumda sürekli olarak varlıklarını idame ettirmişlerdir. Cinsiyetçi söylemlerin topluma aktarılmasında medyanın önemi de oldukça fazladır. Medya aracılığıyla topluma aktarılan metinler sadece toplumda var olan gerçeklikleri yansıtmamaktadır, medyanın kendisi de kurgusal metinler üretmektedir. Medyanın kurgusallığını topluma aktaran en önemli aktör ise televizyon ve buna paralel olan televizyon dizileridir. Diziler aracılığıyla topluma yansıtılan kadın imgelerine bakıldığında, kadınların belirli stereotipilerle sunulduğu görülmektedir (Ercan, 2019: 170).

Toplumsal cinsiyet rollerini belirli kalıp yargılar halinde vurgulayan medya, bu vurgulamayı yaparken toplumların kadın ve erkek birey için belirledikleri rolleri esas alır. Kadın bireylerin medyada temsilleri konusunda eşitsizlikler bulunmaktadır. Bu temsil eksikliği sorunun nedeni ise, kadınların basmakalıp cinsiyet rolleriyle topluma yansıtılması, kadınlara yönelik şiddet içerikli söylemleri medyanın yeniden üretmesi ve medyada kadını küçültücü davranışların sunulmasıdır. Medya, toplumda var olan cinsiyet rollerinin eşitsizliğinin sürekliliğini sağlamada ve toplumdaki cinsiyet rollerinden kaynaklı olan çatışmaları beslemede oldukça etkili bir sosyal kurumdur (Ercan, 2019: 171).

Medyada kadın bireylerin nasıl temsil edildiği de oldukça önemlidir. Bunun asıl sebebi ise medya bu temsili yaparken sadece kadın bireylere değil dünyaya nasıl baktığını, dünyayı nasıl algıladığını toplumlara aktarır. Medya, topluma yansıttığı kadınlık rolleri ile toplumlarda algılar oluşturur ve artık toplumlar, kadınları medyanın sunduğu şekilde görmeye başlarlar. Medya toplumlarda, toplumsal cinsiyet rolleri bağlamında kadınlık rollerini meşrulaştırma işlevi görmektedir. Medya, kadın bireylerin sosyal hayatlarındaki yaşadıkları sorunları gerçekliğiyle topluma yansıtmaz, kadın bireyleri toplumun normalleştirdiği klişe imgeler ile yeniden toplumlara aktarır. Yani medya toplumlara yalnızca toplumsal cinsiyet rollerini aktarmakla kalmaz, o toplumlarda var olan ataerkil yapı içerisinde toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini yeniden üretir. Medyanın özelliklerine bakıldığında, medyanın toplumlarda eğitici ve bilgilendirici olması gerektiği savunulur. Ancak medya çalışanları, medyanın bu özelliğini göz ardı ederek, toplumsal cinsiyet rolleri açısından eşitsizlikleri topluma yansıtarak cinsiyetçi söylem üretmeye devam etmektedirler (Şakrak, 2020: 423).

Medya, radyo yayınları, çeşitli televizyon programları, gazete ve dergilerde özellikle kadın bireyleri temel alarak yayınlar oluşturmaktadır. Bu yayınlar içerisinde izleyici kitlenin kadın bireylerden oluşması nedeniyle, aile içi ilişkiler, ev içi hizmetler, çocuk bakımı, el işi programları gibi kadınların aktif konumda olduğu konular yer almaktadır. Medya aracılığıyla bireylere ulaşan bu yayınlar, toplumlarda kadınlara ait görülen kadınsı rolleri pekiştirmektedir. Medyada kadınların bu tür geleneksel rollerle temsil edilme sorunu ilk olarak 1970 yıllarda feminist kuramcılar tarafından gündeme getirilmiştir. Feminist kuramcılar, kadın bireylerin ikincil konumda olmalarını, medyada ki temsil sorunları ile ilişkilendirmişlerdir. 1970’li yıllarda hâkim olan kültürelci yaklaşım, medyanın toplumda var olanı yansıtmaktan çok, toplumda inşayı gerçekleştirdiğini savunmaktadır (Ünlü ve Aslan, 2016: 193).

Medyanın toplumda bir mühendis gibi inşa edici olması, feminizm tarafından eleştirilere sebep olmuştur. Feminist kuramcılar, medyayı kadınların sorunlarını görmezden gelerek, cinsiyetçi söylemler yarattığı düşüncesiyle suçlamışlardır. Feminist kuramcılar, medyayı kapitalist ve erkek egemen sistemi meşrulaştırdığı düşüncesiyle ideolojik bir aygıt olarak görmüşlerdir. Ataerkil toplumlarda kadın bireyden beklenen rol iyi bir eş ve fedakâr bir anne olmasıdır. Ataerkil toplum yapısı, toplumsal yaşamın geri kalan tüm alanlarında kadın bireyleri ikinci plana atarak yok saymıştır. Medya da kendisine ait olan görsel ve işitsel tüm araçlarla bu düşünceyi onaylamıştır. İzleyici ve dinleyici olan kadın, medyanın sunduğu kadınlık rollerini ister istemez içselleştirir. Medyada temsil edilen kadın, neleri uyguluyorsa bir zaman sonra bireyde bu durumdan etkilenir ve karşısındaki bireylerin istekleri doğrultusunda davranmaya başlar (Kutlu, 2010: 55).

Medyanın topluma sunduğu anlamlar, toplumla bütünleşmiştir. Medya, toplumlarda var olan kadın ve erkek bireyler arasındaki eşitsizlikleri, toplumlara normalmiş gibi aktarmaktadır. Medyanın bu eşitsizlikleri normalmiş gibi aktarması, medyanın eşitsizlikleri onayladığı anlamını da taşımaktadır. Medya aracılığıyla toplumlara yansıtılan klişe cinsiyet rolleri toplumlardaki geleneksel yapıyı ve muhafazakârlığı destekler niteliktedir. Medya’da kadınlara dair yapılan cinsiyetçi söylemler, kadın bireylerin medyada görünürlüğünün az olması, kadınların yalnızca toplumun belirlediği basmakalıp roller etrafında görünür olmasıdır. Görsele hitap eden medya araçlarında, kadın bireylerin görünürlüğü erkek bireylerden daha fazla olmaktadır. Bunun nedeni ise kadınların güzellik algısı içinde görsele hitap etmesi, kadın bireylerin cinsel bir obje gibi sunulması ve kadın bireylerin magazin programlarının bir unsuru sayılmasıdır. Medya çalışanları kadınları sadece bu konularda topluma yansıtarak, doğru olmayan kadın temsili ürettiği kaçınılmaz bir gerçekliktir (Çonkarlı, 2018: 40).

Medyanın çeşitli araçlarında hâkim olan düşünce, ataerkil düzenin devamlılığının sağlanması üzerinedir. Medya toplumlara kadın bireyleri kırılgan, pasif, bağımlı, kararsız olarak tanımlamıştır. Medyada temsil edilen kadın bireyler için belirli meslekler, belirli mekânlar, belirli renkler belirlenmiştir ve kadınlar için belirlenen ne varsa kadının onu içselleştirmesi için toplum yaptırımlarda bulunmuştur. Medya araçları ise kadınlar için var olan bu eşitsizlikleri ve kalıplaşmış rolleri normalleştirmiştir. Zaman içerisinde kadınların temsil sorunlarını gidermek amacıyla çalışmalar yapılmaya başlanmıştır. Ancak yapılan çalışmaların yerini tam anlamıyla bulduğunu söylemek çok güçtür. Günümüz medyasına baktığımızda da kadın bireylerin, temsillerinin sorunlu olduğu görülmektedir. Medya yine kadınlar için ev içi işlerini, kadının nasıl davranması gerektiğini, kadının kamusal yaşamın hangi alanlarında olabileceğini, kadına uygulan psikolojik, cinsel, fiziksel, ekonomik şiddet türlerini normal gibi topluma yansıtarak, toplumda kadının konumunu yeniden üretmektedir (Aktaş, 2020: 11)

KAYNAKÇA

  • Aktaş, G. (2020). Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Televizyon Dizilerine Yansıması Üzerine Sosyolojik Bir Değerlendirme. Sosyolojik Bağlam Dergisi, 1 (1), 1-12.
  • Aytekin, P. E. (2018). Yerli Dizilerde Kadın Kimliğinin Temsili Üzerine Bir Örnek: “Yaprak Dökümü” Dizisi. Erciyes İletişim Dergisi, 5 (4), 447-463.
  • Çonkarlı, M. S. (2018). Türk Televizyon Dizilerinde Yansıtılan İdeal Kadın İmgesi: Aşk-ı Memnu Örneği. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Maltepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
  • Dönmez, N. (2008). Toplumsal Cinsiyet Kalıplarının Yerli Televizyon Dizilerindeki Kadın Karakterlere Yansımaları: Binbir Gece Örneği. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Kocaeli Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.
  • Ercan, B. (2019). 1970-1980 Türk Sinemasındaki Kadın Temsilinin Toplumsal Rol Bağlamında İncelenmesi. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.
  • Günay, G. Bener, Ö. (2011). Kadınların Toplumsal Cinsiyet Rolleri Çerçevesinde Aile İçi Yaşamı Algılama Biçimleri. Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi, 15 (3), 157-171.
  • Gürer, S. Z. V. ve Gürer, M. (2020). Toplumsal Cinsiyet Rolleri Bağlamında Türkiye’deki Televizyon Dizilerinde Sunulan Kadın Stereotipi. Alanya Akademik Bakış, 4 (3), 631-650.
  • Kaplan, F. Neşe (2003). “Toplumsal Konumu ve Bu Konumun Değişimiyle Türk Sinemasında Kadın”. İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2 (4), 149- 173.
  • Kasap, F., Dolunay, A. ve Solman, A. (2018). Toplumsal Cinsiyet Rolleri ve Türk Sinemasında Kadının Sunumu Temelinde Mustang Film İncelemesi. The Turkish Online Journal of Design, Art and Communication-Tojdac, 8 (4), 627-646.
  • Kutlu, A. (2010). Televizyon Dizilerinde Toplumsal Cinsiyet Açısından Kadının Sunumu: Kanal D’de Yayınlanan Yaprak Dökümü Dizisinde Kadın Karakterler. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
  • Ünlü, D. G. ve Aslan, P. (2016). Türk Televizyon Dizilerindeki Kadın Rollerine Kadınların Gözünden Bakmak. İNİF E- Dergi, 1 (2), 191-206.
  • Saygılıgil, F. (2016). Medya ve Toplumsal Cinsiyet. Toplumsal Cinsiyet Tartışmaları. (2) içinde (163-183). Ankara. Dipnot Yayınevi.
  • Şakrak, B. E. (2020). Dizi Filmlerde Toplumsal Cinsiyet Bağlamında Kadının Temsili Örnek İnceleme: “Kadın” Dizisi. Avrasya Uluslararası Araştırmalar Dergisi, 8. (22), 420-434.

İlginizi Çekebilir: Toplumsal Cinsiyet Kuramları

Sosyolog ve Çocuk Gelişimci 😊

Yazarın Profili

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir