Bu çalışmada Ekonomi ve Eğitim kurumlarının ilişkisi irdelenecektir. Eğitim ve ekonomi diyalektik bir ilişki sürecini içermektedir. Geçmişten günümüze bu ilişkiyi görmek mümkündür. Bu süreçte ilk önce ekonominin gücü ön plana çıkmaktadır.
Ekonominin iki temel kavramı üretim ve bölüşümdür. Üretim, insanların gereksinimlerini karşılayacak mal ve hizmetlerin karşılanması için girişilen etkinliklerdir. Bölüşüm ise üretilen mal ve hizmetlerin insanlar arasındaki dağılımıdır [Topses, 2019:53]. Dolayısıyla toplumsal yapının da ekonomiden etkilendiği aşikardır. Toplumun manevi kültürlerinden eğitim, maddi kültürün gücü ile toplumda karşılığını bulmaktadır. Eğitimin gücü ise başlı başına bir toplumsal yapıyı muasır medeniyetler seviyesine çıkarmasından gelir.
Belirtmek gerekir ki uygarlık boyunca toplum beraberinde hiyerarşik bir güçte getirmiştir. Bu hiyerarşinin toplumsal tabakalaşma doğurduğu ve eğitiminde tabakalaşmada yer aldığı bilinmektedir. Sosyal statüsü yüksek olanın toplumsal yapıya yön vermesi o toplumun eğitiminde, ticaretinde, sanatında adil olmayan süreçler getirdiği de görülmektedir.
Antik dönemlerden günümüze kadar bu güç kendini hissettirmektedir. Her dönem kendi içinde bireylerin haklarını gasp etmiştir. Toplumsal gerçekliği iki kavram belirlemekteydi, güçlüler ve zayıflar. Eğitim odaklı baktığımızda, köleci dönemin eğitim felsefesinde soylulara yüksek eğitimlerin verildiğini köylülere ise itaatlere uyacakları eğitimin verildiğini görmekteyiz. Görülüyor ki insanlık en başından beri kendisine uygun olmayan sistemler ortaya koyarak bir sonraki dönemlere etki etmiştir.
Feodalizm döneminde de aynı durumu görmekteyiz. Aristokratların ve din adamlarının egemen olduğu dönemlerde özellikle din adamlarına baktığımızda insanları zayıf düşüren, onları kandıran, maddi yönden de sömüren bir süreç görülmektedir. Din adamları, bu mantaliteleriyle dini olduğundan farklı yansıtarak köylülere bulundukları sınıfı kabullendirip daha iyi eğitim almalarına engel oldukları ortadadır.
Kapitalizme ve beraberinde gelen küreselleşmenin eğitime verdiği yöne baktığımızda aynı şekilde gücü elinde bulunduran burjuvazinin, eğitim kurumuna yön verip proletaryayı kendi iş gücü olacak şekilde eğitimleri yaygınlaştırması ekonomi ile eğitim ilişkisini sunmaktadır.
Tarihsel süreçlere baktığımızda görülen şey eğitimi daha çok ekonomik güce sahip olanların yönlendirdiği, statükoyu sürdürme amacı taşıyan bir araç olarak var olduğudur. Ekonominin sunduğu imkan ile iki tip dünya oluşmakta, sermaye sahiplerinin ulaşabildiği, kaliteli eğitime ulaşanlar ve sınırlı olanaklar dahilinde kaliteli eğitimden uzak ulaşamayanlar. Eğitim yatırımları ve ekonomik verim arasında kurulan bağlantıya paralel olarak sanayileşmiş ülkelerin ulusal gelirlerinden eğitime ayırdıkları oranlar, geri kalmış ülkelerin eğitime ayırdıkları oranlardan çok daha yüksektir. UNESCO istatistikleri, dünya ölçeğinde eğitime ayrılan payın sanayileşmiş ülkelerde yoğunlaştığını göstermektedir [Topses, 2019:58].
Sanayileşmenin gelişmesiyle eğitim politikasının zorunlu olarak ve daha çok fabrika gibi yerlerde çalışmaya yönelik eğitim vermesi kapitalist sistemin eğitim modelini ortaya koymaktadır. Daha sonraki aşamalarda liberal politikalarla paralı özel eğitimlerin yer edinmesi sınıfsal niteliğin devamlılığını göstermektedir.
Bulunduğumuz çağdan yola çıkarsak, teknolojik gelişmelerin ön planda olmasıyla bu alanla ilgili eğitimlerin yaygınlaşıp, ulaşılabilir olması beklenmektedir. Oysa bu alanla ilgili eğitimlerin daha çok büyük kentler özelinde yaygınlaşma göstermesi ve kapitalizmin doğurduğu sınıfsal ayrımdan dolayı alt Sosyoekonomik düzeydeki grupların böylesi gelişmelerden uzak kalması olasıdır. Bu şekilde diğer kentlerdeki genç öğrencilere alanında uzman olabileceklere fırsat doğmamaktadır.
Eğitimin ekonomiye etkilerine baktığımızda ise eğitimin, ekonomik ve iktisadi kalkınmanın en önemli adımı olarak karşımıza çıkmaktadır. Eğitim seviyesi arttıkça ekonomi de canlılık kazanacaktır. Özellikle mesleki ve teknik liseler özel şirketlerin ve kuruluşların işçi kontenjanına doldurmaya yönelik varlığını sürdürmektedir. Sosyoekonomik durumu düşük olan grupların tek ve kaçınılmaz tercihi statükonun sürekliliğini sağlayacak bu eğitim anlayışı olmaktadır.
Ekonominin geçirdiği her evre eğitimi de etkilemektedir. Serbest piyasa ekonomisi ile yaygınlaşan özel girişimcilik, eğitimi de bir ticari unsur haline getirdi. Olmaması gereken bir şey oldu. Eğitim artık bir gelir kaynağı olarak görülmeye başlandı. Özel okulların açılması, kademe kademe her yaş grubuna özel eğitimlerin yaygınlaşmasını beraberinde getirdi. Bu durum da öğrencileri ticari bir nesne gibi görmeye itmektedir. Sadece bu çerçeveden de bakmamalıyız. Ailesinin yüksek geliri ile özel eğitim alan öğrenci bu durumun etkilerini her alanda görecektir. Arkadaşlarıyla olan iletişiminde, diğer insanlara bakışında, ahlakında, bulunduğu koşullar ekseninde bir hayatı olacak ve bu koşullardan yoksun olan kişilerle arasında büyük bir fark olacak. Bu koşullar insanlar arasındaki sınıf ilişkisini daha keskin bir şekilde belli edecektir.
Eğitim bir ülkenin temel yapı taşıdır. Bir ülkede sanata, edebiyata, spora, müziğe, teknolojiye, fen bilimlerine, sosyal bilimlere yönelik nitelikli eğitimin artmasıyla o ülke her anlamda olduğu gibi ekonomik anlamda da kalkınma yaşayacaktır. Devletin bu alanlara gerekli destekleriyle, her öğrencisine vereceği adil eğitim, beraberinde eğitimdeki asıl amacın gerçekleşmesine olanak sağlayacaktır.
Eğitim kurumundaki asıl amacın, alanında nitelikli bireyler yetiştirip, bireyin kendisine ve ülkesine katkı sağlayacak, muasır medeniyetler seviyesine çıkartmada adımlar atacak nesiller yetiştirmek olmalıdır. Eğitimin içine de ticari bir güdü girdiği zaman eğitim asıl amacından kolayca sapabilmektedir.
KAYNAKÇA
Topses, Mehmet Devrim. (2019). Eğitim Sosyolojisi, Ankara: Nobel Akademik Yayıncılık