Dil ve Cinsiyet

Bir toplumdaki dilin cinsiyetlerle olan ilişkisi ele alınmakla birlikte ataerkil toplumsal düzenin cinsiyetçi dil ile olan ilişkisi sorgulanmaktadır.

Dil ve Cinsiyet
0

GİRİŞ
İnsanların kullandığı en önemli iletişim aracı dildir ve toplumsal yaşamın gerekli unsurlarından biridir. Dolayısıyla toplum ve dil birbiriyle etkileşim içerisindedir. Bir toplumun sosyal yaşamı, kültürel unsurları, ideolojileri dil ile aktarılabilmektedir. Bunun yanında dil düşünceleri aktarmayı sağladığı gibi düşüncelerin üretilmesini de sağlayabilmektedir. Dolayısıyla insanları, toplumları anlamak dil ile mümkün olabilmektedir. Dilin toplum ile olan ilişkisi dilin cinsiyetler ile olan ilişkisini de ele almayı gerektirmektedir. Çünkü toplumlarda görülen ataerkil yapı dilde de kendisini hissettirmektedir. Bu eşitsizliğin dil aracılığıyla yeniden üretilmesi eşitsizliğin sınırlarını derinleştirmektedir. Bu anlamda araştırmanın konusu cinsiyet ile dilin ilişkisidir. Konunun anlaşılır olabilmesi açısından toplumsal cinsiyet, cinsiyet, dil kavramları açıklanacaktır. Cinsiyetlere göre dil farklılıklarına değinildikten sonra Türkçede cinsiyetçilik ele alınacaktır. Bununla birlikte günümüzde insanların en fazla iletişim kurdukları mecralardan biri olan Twitter ’da argo kullanımı cinsiyetlere göre incelenecektir.

1. DİL, CİNSİYET VE TOPLUMSAL CİNSİYET

1.1. Cinsiyet ve Toplumsal Cinsiyet

Batıda cinsiyet ayrımına yönelik sex ve gender sözcükleri bulunmaktadır. “Bunlardan sex, cinsiyetin biyolojik yönünü; gender ise kadın ya da erkek olmaya toplumun ve kültürün yüklediği anlam ve beklentileri vurgulamaktadır (Ağrıdağ 2005 akt. Özkan & Gündoğdu, 2011: 1136).” Dolayısıyla İnsanların cinsiyeti, hem biyolojik olarak hem de toplumsal olarak farklılıkları içerisinde barındırmaktadır ve önemli işlevleri bulunmaktadır. Biyolojik anlamda cinsiyetlerin iki farklı insan türünü oluşturması doğuştan gelmektedir. Toplumsal anlamda ise kişilerin davranışları, tutumları ve rolleri o toplum tarafından inşa edilmektedir. Bunun yanı sıra cinsiyetler toplum içerisinde kültür yapılanmasında da önemli rol oynamaktadır.
Simone de Beauvoir, İkinci Cinsiyet adlı kitabında “kadın doğulmaz kadın olunur” sözü ile cinsiyetlerin biyolojik yönünden ziyade cinsiyetlerin toplum tarafından inşasını vurgulamaktadır. Bu açıdan bakıldığında pek çok davranış toplum tarafından şekillenmektedir. Bunun nedeni toplum kadın ve erkek olmaya yönelik bazı anlamlar üretmektedir ve bununla ilişkili olarak toplumun kadın ve erkekten beklediği roller farklılaşmaktadır. Cinsiyete dayalı iş bölümlerinin oluşması bu duruma örnektir. Dolayısıyla kadın ve erkek olmak, toplumdaki birçok unsuru etkilemekle birlikte eşitsizliklerinde temelinde bulunmaktadır ve kültürel yaşantıda bu eşitsizliklerin yansıması çok net görülmektedir.
Toplumsal cinsiyetin yol açtığı cinsiyet eşitsizliğinde “neden erkekler avantajlı konumda iken kadınlar dezavantajlı konumda bulunmaktadır?” sorusu önemlidir. Gülden’e göre (2006), kadınların biyolojik farklılıkları bahane edilerek erkekler tarafından kadınlar geri plana atılmaktadırlar. Başka bir ifadeyle biyolojik farlılıkları erkekler kendi lehlerine kullanmışlardır. Fiziki açıdan güç eşitsizleri kadını erkeğe bağımlı hale getirmiştir. S.D. Beauvoir, kadınların “anne” olmalarının onları ikincil plana atılmasında etkili olduğunu savunmaktadır. Kadınların doğum yapmaları toplumlarda doğal bir özellik olarak benimsenmiştir. Bununla birlikte “doğum sonrası ve adet dönemindeki kanamalar “kadın doğası” olarak görülüp bu dönemlerin “kirlilik” olarak tanımlandığı bilinmektedir. Öyle ki birçok toplumda adet kanamasından “bela”, ”yük”, “kir” olarak bahsedilmektedir ( Gülden, 2006: 6).” Aynı zamanda bu tanımlamalar kadınların doğası hakkındaki olumsuz düşüncelerin dil ile yeniden üretilmesine örnek oluşturmaktadır. Bununla birlikte toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin oluşmasının temelinde kadının biyolojik doğasının bulunduğunu savunanlara karşın içinde yaşanılan toplumun ve kültürel özelliklerin toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini meydana getirmede daha baskın olduğunu savunan görüşlerde bulunmaktadır. Bahsedilen cinsiyet eşitsizliğinin her alanda görüldüğü gibi dilde de görülüyor olması çalışma açısından önem taşımaktadır.

1.2. Dil

“Dil, en basit tanımıyla insanlar arasında iletişimi sağlayan en önemli, en kapsamlı ve en köklü araçtır (Güden 2006: 9).” Dolayısıyla dil, insanların kullandığı bir araç olmasıyla özeldir ve soyut kavramlar dil sayesinde varlık kazanabilmektedirler. Birini anlayabilmek için dili anlamak gerekmektedir ve insanların farklı deneyimler içerisinde olması aynı zamanda birçok dilin ortaya çıkmasını da sağlamıştır. Kültürlerin nesilden nesile geçmesi yine dil aracılığıyla gerçekleşmektedir. Dil aynı zamanda var olanı yansıtmakla birlikte zihinde farklı gerçeklikleri de meydana getirmektedir. Bu nedenle dil ve düşünce arasında sıkı bir bağ bulunmaktadır. Dil ve düşüncenin birbiriyle olan ilişkisi düşünüldüğünde, dilin ideoloji oluşturduğuna veya o ideolojinin sürdürülmesini sağladığına yönelik görüşler bulunmaktadır. Bu açıdan şu sorular akıllara gelmektedir: toplumlardaki ataerkil yapıyı, dolayısıyla eril düzeni dil oluşturdu ve devam mı ettiriyor? Yoksa eril düzen mi dile yansımaktadır? Feminist araştırmacılar ve dilbilimcilerde benzer sorular üzerinde durmuşlardır. Toplumsal yapının dile yansıdığını ifade edenler toplumdaki ataerkil düzenin dildeki cinsiyetçiliği de oluşturduğunu savunmaktadırlar:
“Ataerkil düzenlerin çoğunda, kültürel geleneğin yanı sıra dil de, insan olma niteliğini sadece erkeğe tanır. Hint-Avrupa dillerinde bu, kaçınılmaz bir düşünce biçimi olarak belirmektedir. Çünkü “adam” ve “insanlık” terimlerinin her iki cinsi de kapsadığı yolundaki alışılagelmiş bütün kandırmacalara karşın, uygulamadaki gerçek bunun tam tersidir. Genel olarak bu terimlerle, kadından çok erkek belirtilir (Millett, 1987: 97 akt. Çınga, 2004:11).”
Örneğin bir işi iyi yapmak anlamında kullanılan “işini adam gibi yapmak” veya birinin kötü konuştuğu düşünüldüğü zaman “adam gibi konuş” ifadelerinin kullanılması bu duruma örnektir. Bu konu üzerinde 3.bölümde detaylı durulacaktır. Bunun yanında Cixous, insanların zaten bir dil içerisine doğduklarını ve dilin ataerkil tahakkümün çekirdeğinde yer aldığını belirtmektedir. Dolayısıyla toplumsal düzenin kadınları sessiz olmaya ittiği ve bu nedenle kadınların açıkça konuşma yeteneğinin olmadığı savunulmaktadır. Toplumsal hiyerarşide ayrıcalıklı konumda bulunanlar hâkim dili de seçmektedirler. Bu anlamda kadınlar nasıl ki kültürel üretimden uzak tutuluyorlarsa, dil üretiminden de uzak tutulduklarına yönelik görüşler bulunmaktadır. Bu açıdan erkekler kendi çıkarlarını göz önünde bulundurarak oluşturdukları dil sayesinde kadınlar üzerinde tahakküm kurmaktadırlar ve kadınlar erkeklerin oluşturdukları dili günlük hayatta kullanmak zorunda kalmaktadırlar. Spender, kadınların bu dili kullanmaları nedeniyle zayıf konuşmacılar olarak görüldüğünü savunmaktadır ve bu nedenle kadınların ikincil konuma itilmelerinde dilin etkili olduğunu düşünmektedir. Çınga (2011), dil aracılığıyla kadınların toplumda ezilmesini 2 unsura bağlamaktadır: 1. cinsiyetçi dil, 2. erkeklerin strateji geliştirmesi (söz kesmek, çok konuşmak gibi). Bu unsurların anlaşılabilmesi açısından öncelikle cinsiyetlere yönelik dil farklılıkları üzerinde daha detaylı durulacaktır.

2. CİNSİYETE YÖNELİK DİL FARKLILIKLARI

Toplum dilbilimin üzerinde durduğu dilde değişkenlik unsuru, yaşanılan coğrafi yer, toplumun yapısı, siyasal gelişmeler vb. gibi etmenlere göre dile yansımaktadır. Bu anlamda “bireyin dili toplumsal, siyasal ya da etnik grubuna, eğitim durumuna, içinde bulunduğu iletişim ortamına, yaşına ve cinsine bağlı olarak değişkenlik gösterir (König, 1992: 25).” Özellikle bir dilin yapısı ile o dili kullanan kişilerin cinsiyetleriyle olan ilişkisi önem taşımaktadır. Dolayısıyla bir dilin kullanımında cinsiyetlere göre farklılaşmanın olup olmadığı veya farklılık varsa da bu durumun cinsiyetlere göre değişen toplumsal rollerden mi kaynaklandığı toplumbilimcilerin üzerinde durduğu önemli konuları oluşturmaktadır.
König’e göre (1992), dilbilimciler tarafından dildeki bazı kullanımlar “cinsellik” olarak ele alınmıştır. Örneğin İngilizcedeki “he, she, it” buna örnektir. Ancak cins ayrımının yapıldığı diller kadınlar için olumsuzluk taşıyan kullanımlar barındırması nedeniyle ilerleyen zamanlarda kadın hareketlerinin çabalarıyla aza indirilmiştir. Wardhaugh, cins ayrımının yapılmasında dili kullanan kişilerin etkili olduğunu savunmaktadır. Ona göre dilde cinsellik yoktur ve cins ulamının bulunduğu dillerin diğerlerine göre daha yansız olduğu savunulamaz. Bu anlamda bazı görüş farklılıklarının bulunmasının yanında araştırmacıların odaklandığı iki nokta: kadınlardan bahsederken kullanılan dil ve kadınların kullandıkları dil olmuştur.
Lakoff, kadın hakkındaki dile öncelikle “kadın” kelimesinin ele alınması ile giriş yapılması gerektiğini savunmaktadır. “Türkçede saygı duyduğumuz kadınlardan bahsederken veya onlara hitap ederken “kadın” kelimesinden kaçınılır, yerine “bayan” kelimesi kullanılmaya çalışılır. Bu örtmece, kadın kelimesinin kimi durumlarda kötü izlenim ve çağrışımlar yaptığının bir göstergesidir (Lakoff, akt. Canbaz: 2019: 19).” Kadınlara yönelik olumsuz anlamlar taşıyan ifadelere örnek olarak “erkek gibi kadın” verilebilir. Burada kadının erkekten güçsüz olduğu belirtilmektedir ve kadın övülürken dahi onun eksik olduğuna yönelik vurgu yapılarak bu gerçekleşmektedir. Dolayısıyla kadın hakkında konuşulan dil etkilenmektedir.
Genel olarak dillerde kadınları aşağılayıcı kelimeler bulunurken bu anlamları içeren kelimelerin erkeklere yönelik olanı bulunmamaktadır: “eksik etek” kelimesi buna örnektir. Bir erkeğe yönelik olumsuz bir şey söylemek içinse kadına benzetme yapılmaktadır: “karı gibi ne ağlıyorsun” bu duruma örnektir. Kişilerin mesleklerinden bahsederken de yine kadınlar açısından eşitsizlikler bulunmaktadır. Örneğin, bir “doktor” eğer kadınsa “kadın doktor” diye belirtme yapılmaktadır ancak doktor erkekse sadece “doktor” olarak nitelendirilmektedir. Bu örnek başka meslek grupları içinde geçerli olabilmektedir. Bunun nedeni toplum içerisinde birçok mesleğin erkeğe uygun görülmesinden kaynaklanmaktadır. Özgür & Sebzecioğlu (2015), aktarımlarına göre Lakoff, kadınlara yönelik dildeki olumsuzlukların giderilebilmesi için öncelikle kadının toplumdaki rol ve statülerinin olumlu açıdan değiştirilmesi gerektiğini savunmaktadır.
Kadınlara toplum tarafından dil ile sınırlar çizilmesi, belirli şekillere sokulması kadınların dili kullanarak kendilerini açıklayabilmelerini zorlaştırmıştır. Eril dili kullanan erkekler ise bu açıdan rahattırlar. Dolayısıyla kadın ve erkeklerin dil kullanımları farklılıklar içermektedir. Canbaz’a göre (2019), kadınların ve erkeklerin konuşmalarındaki cümle yapısında, kelime seçiminde vb. gibi unsurlarda farklılıklar bulunmaktadır ve bu farklılıklar 3 görüş etrafında ele alınabilir: Eksiklik görüşü, ayrıklık görüşü ve yapı bozumsal görüş. Eksiklik görüşüyle ilgili olarak Otto Jesperson şunu savunmaktadır.
“Kadınların sözcük hazinesi daha dardır; Kadınlar konuşmalarında gereksiz sıfatlar kullanırlar; Cümleleri yarım bırakırlar; Abartılı konuşurlar; Kaba sözcükler ve küfür kullanmaktan kaçınırlar; Dolaylı ifadeyi tercih ederler; Cümlelerini sık sık “ve” sözcüğü ile birbirine bağlarlar. Daha az sözcük kullanmalarına karşın daha akıcı konuşurlar (Jespersen, 1992 akt. Aydınoğlu, 2015: 220).”
Bir başka bakış açısına göre ise kadınların eksikliği/ yetersizliği bu duruma sebep olmuştur. Bu düşünce ekseninde fikir belirten Robin Lakoff ve Mary Ritchi Key, kadın ve erkeğin aynı güce sahip olmaması, cinsiyetlerin neredeyse başka dilleri kullanmasına yol açtığını savunmuşlardır. Örneğin kadınların dolaylı ve kibar bir dil kullandıklarına yönelik görüşler bulunmaktadır. Özgür & Sebzecioğlu (2015), aktarımlarına göre Lakoff, kadınların konuşurken jestlerini çok fazla kullandığını ve vurgulu konuştuklarını savunmaktadır. Bunun nedenini Lakoff, kadınların kendilerine güvenmediklerine bağlamaktadır. Aynı zamanda kadınların onay alabilmek amacıyla soru edatlarını sıkça kullandıklarını savunmaktadır. Ancak Lakoff’un bu görüşlerini eleştirenler olmuştur. Feministlerin yapmış oldukları araştırmaya göre ise toplumda, kadınlara atfedilen rollere ilişkin kadınların konuşması şekillenmektedir. Örneğin, toplumda kadının nazik ve kibar konuşması beklenmektedir. Dolayısıyla her alanda olduğu gibi dilde de eril düzenin kadına çizdiği sınırlar bulunmaktadır ve kadın bu sınırlar içerisinde konuşmasını biçimlendirebilmektedir.
“Dil toplumdaki yerimizi yansıtmakla kalmaz aynı zamanda o yerin yaratılmasında da rol oynar (Okan, 1998: 189).” Bu anlamda dil ve dil kullanımının toplumun yapısıyla olan ilişkisi aynı zamanda o toplumdaki kadının ve erkeğin konumuyla da doğrudan ilişkilidir. Dolayısıyla dilin cinsiyetle olan ilişkisinin daha iyi anlaşılabilmesi açısından örnek olarak Türk toplumundaki eril-dişil sözcüklere kısaca değinilecek sonrasında atasözleri ve deyimler ele alınacaktır.

3. TÜRKÇEDE CİNSİYETÇİLİK

3.1. Eril – Dişil Sözcükler

Ural – Altay dil ailesine ait dillerden birisi Türkçedir. Bu açıdan cinsiyetçi değildir ancak ataerkil toplum yapısının birçok yerde görüldüğü gibi Türkiye’de bu toplum yapısına sahiptir. Başka bir ifadeyle kadının ikincil görüldüğü bir yaşam biçimi bulunmaktadır. Bu nedenle dil içerisinde de birçok cinsiyetçi öğeler görülmektedir. “Türkçe’de eril ve dişil sözcükler ayrımı ya da kadın ve erkek için ayrı zamirler olmaması görünüş olarak dilin daha nötr olmasını sağlasa da bu cinsiyetçilikten uzak olduğu anlamına gelmez (Güden, 2006: 31).” Bu açıdan Türkçe’de ki atasözlerine, deyimlere veya sözcükler bakıldığında erkeğin avantajlı olduğu ifadeler yer almaktadır. Çalışmanın içerisinde zaman zaman bu ifadelere yer verilmiştir ancak konuya daha yakından bakabilmek amaçlanmaktadır.
Bu anlamda anlam bilgisi açısından kelimeler incelendiğinde köken olarak erkekle ilintili birçok kelimenin kadınları da kapsayacak şekilde kullanıldığı görülmektedir. Ancak bu kelimeler kadını içine almamaktadır. Dolayısıyla bu kelimeler kadının varlığını yok saymaktadır. TDK’ ya bakıldığında “adam” kelimesinin açıklaması olarak “insan” ve eş anlamı olarak “erkek kişi” gözükmektedir. Adam kelimesi bütün insanlık için kullanabilen bir kelime ise neden kelimenin eş anlamı olarak “erkek kişi” gözükmektedir? Dolayısıyla bu açıdan bir çelişki bulunmaktadır ve bu kullanımlar kadının görünürlüğüne perde çekmektedir. Örneğin: “iş adamı”, “devlet adamı”, “adam yerine koymak”, “adam gibi yapmak”. Bir diğer örnek “oğul” kelimesinin kullanımıdır. Oğul kelimesinin açıklaması olarak TDK’de “erkek evlat” olarak görülmektedir. Gülden’e (2006) göre, bu sözcük açıklamasında görüldüğü gibi erkekleri anlatan bir sözcüktür. Fakat bazı sözcüklerle birlikte kullanıldığında genellemektedir. “insanoğlu” kelimesi bu duruma örnektir.
Eril sözcüklerde görüldüğü üzere kadınların silikleşmesi söz konusudur. Dişil sözcüklerde ise kadının aşağılandığı anlamlar bulunmaktadır. “Kadın” kelimesi sözlükte “dişi cinsten erişkin insan, erkek veya adam karşıtı” olarak tanımlanmıştır ( TDK, 2002: 515 akt. Gülden, 2006: 35)”. Toplumda da “kadın” kelimesinin kullanımından kaçınılmaktadır ve “kadın” kelimesi yerine “bayan” kelimesi kullanılmaktadır. Çalışmada “kadın” kelimesine daha öncede değinildiği üzere kişilerde olumsuz çağrışımlar yaptığı düşünülmektedir. Bir başka dişil kelime olan “kız” ve ondan türetilen “kızlık” toplum tarafından “bekâret” ile ilişkilendirilirken “erkeklik” kelimesi yiğitlik, erkekçe davranışlar gibi anlamlarla ilişkilendirilmektedir. Dolayısıyla erkeklerin avantajlı olduğu bir dil yapısı bulunmaktadır. Bu konuyla ilişkili olarak atasözleri ve deyimlerde önem taşımaktadır.

3. 2. Atasözleri ve Deyimler

“Her ulusun kendi deneyimleri ve bilgeliğiyle oluşturduğu atasözleri, bir dil birliğinin dünya görüşünü, yaşayış biçimini yansıttığı gibi o toplumun kültür tarihiyle ilgili önemli ipuçları da verir (Aksan 2007: 38 akt. Özkan & Gündoğdu, 2011: 1135).” Atasözlerini kimin söylediği belli değildir. Dolayısıyla anonim özellik barındırmaktadır ve ilk önce ataların söylediği sözler olarak kabul edilmiştir. Toplumun ortak pratiklerinden (düşünce, davranış) meydana gelmiş kalıplaşmış sözlerdir. Eski nesillerin tecrübelerinden oluştuğu varsayılan bu sözler birine nasihat vermek için toplumumuz da sıkça kullanılmaktadır.
“Deyimler ise toplumca benimsenmiş, genellikle kalıplaşmış sözcük öbeklerinden oluşmaktadır (Sağlam, 2001: 46).” Deyimler, çeşitli söz sanatlarından yararlanmaktadır ve bir olayı betimlemek amacıyla kullanılmaktadır veya bir durum deyimler aracılığıyla belirtilebilmektedir. Atasözlerinden ayrıştığı nokta ise “hüküm özelliği taşımayan deyimler, bir tümce içinde örüntülü olarak kullanılmadıklarında eksik ve anlamsız kalırlar (Sağlam, 2001: 46).” Hem atasözlerinde için hem de deyimlerde özellikle kadınlara yönelik birçok kalıplaşmış ifadeler bulunmaktadır ve bunlar genellikle kadınlara yönelik ayrıştırıcı ifadelerde taşımaktadır.
Kadınların küçüklüğünden itibaren erkeklere oranla daha korunaklı büyütülmeleri ve bununda zorluğuna yönelik düşünceler Türk toplumunda erkek çocuk isteme eğilimini doğurmuştur. “Oğlan doğuran övünsün, kız doğuran dövünsün.” atasözü bu durumu belirtmektedir. Genellikle erkek çocuklarının daha sosyal yetiştirilmesine karşın kız çocuklarının ev alanında zaman geçirilmeye itilmesi cinsiyet eşitsizliğinin başladığı noktalardan biridir. Bu anlamda kadının ve erkeğin rolleri farklılıklar barındırmaktadır ve bu konulara yönelik kalıplaşmış yargılar bulunmaktadır.
“Ananın bahtı kızına”, “anasının kızı” “ana kızına taht kurar, kız bahtı kocadan arar.” vb. gibi atasözleri ve deyimler anne kız bağını vurgulamakla birlikte annenin geleneksel rollerini kızının devam ettireceği de görülmektedir. Özkan & Gündoğdu’ya (2011) göre, Türk toplumunda evlilik önemli bir yere sahiptir ve bu durum atasözlerine, deyimlere yansımıştır. Örneğin “Kız beşikte, çeyiz sandıkta.”, “On beşinde kız ya erde gerek ya yerde.”, “Kızı gönlüne bırakırsan ya davulcuya kaçar ya zurnacıya.” vb. gibi ifadeler hem kadınların küçük yaşta evlenmesinin gerekliliğine yönelik yargılar içermektedir hem de kadınların evlilik ile ilgili görüşlerinin alınmamasına yönelik yargılar içermektedir. Örneğin 15 yaş henüz yetişkinliğe ulaşılmamış bir yaştır ancak yukarıdaki atasözünde 15 yaşındaki bir kız çocuğunun evlendirilmesi gerektiği belirtilmektedir ve eğer evlendirilmezse ailesini güç bir duruma düşürebileceği anlamı bulunmaktadır. Dolayısıyla burada “güç” olarak nitelendirilen durum ise toplumda kadının her zaman “namusa laf getirebilecek” potansiyele sahip olduğu görüşünü ortaya koymaktadır. Bununla ilişki olarak bir diğer husus toplumda “namus” kelimesinin kadınlara atfediliyor oluşudur.
Kadınların evlilik hakkındaki görüşlerinin önemsiz olduğunu besleyen dilde görülen diğer atasözleri ve deyimlerden bazıları şunlardır: “Ergen gözüyle kız alma gece gözüyle bez alma.”, “kız almak”, “kız istemek”, “kız vermek” tüm bu ifadeler kadının birer eşya gibi alınıp verilebileceği anlamını da oluşturmaktadır. Özellikle geçmişte çok fazla yapılan “başlık parası verme” eylemi kadınlara yönelik dilde kalıplaşmış bu ifadeleri anlamaya yardımcı olmaktadır. Bir başka atasözü olan, “Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin.” ifadesi ise kadını değersiz göstermekle birlikte kadına yönelik şiddeti de normalleştirmektedir. “İtte vefa olur avratta vefa olmaz.” bu ifade ise kadınların güvenilmez, vefasız olduklarına yönelik yine olumsuz anlamlar taşımaktadır.
Erkek ise Türk toplumunda kadına göre daha ön planda tutulmaktadır ve soyu devam ettirecek kişi olarak görülmektedir. Evi geçindirme görevi erkeğin görevi olarak kabul edilmektedir ve toplumda babadan beklenen rolleri erkek çocuğunun devam ettirmesi gerektiği düşünülmektedir. Bu anlamda kullanılan atasözleri ve deyimlerden bazıları şunlardır: “Ata dostu oğula mirastır.”, “babasının oğlu”, “Çifte gelmeyen öküz olsun, işe gitmeyen oğlun.” Özkan & Gündoğdu’ya göre (2011), erkeğin statü açısından kadından üstün olduğunu ve geleneksel rolleri belirten kalıplaşmış sözlerden bazıları şunlardır: “Erkek getirmeyi, kadın yetirmeyi bilmeli.”, “Kadının şamdanı altın olsa mumunu dikecek erkektir.”, “Erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer.” “Erkeklik sende kalsın.”
Atasözleri ve deyimlerde de görüldüğü üzere eril bir ideoloji barındıran dil bulunmaktadır ve bu durum yalnızca atasözleri ve deyimlerde görülmemektedir. Daha önceki bölümlerde de bahsedildiği üzere birçok kullanımda eril ideoloji kendisini göstermektedir. Bu anlamda Twitter platformunda konunun ele alındığı bir çalışmaya kısaca değinilecektir.

4. DİL VE TWİTTER

Turgay Sebzecioğlu ve Serap Coşkun Özgür’ün 2015 yılında “Cinsiyete Bağlı Argo Kullanımı Üzerine Bir Twitter Etiketi Örneklemi” adlı çalışması ile önemli bulgular elde edilmiştir. Twitter ‘da ki #beniçokşaşırtır etiketindeki argo kullanımlarını inceleyen araştırmacılara göre erkekler cinselliğe yönelik kullandıkları argoları kadın bedeni üzerinden gerçekleştirmektedirler. Dolayısıyla burada da eril bir dil kullanımı görülmektedir. Araştırmacılar kadınların ise erkeklere göre argo kullanımında daha kibar olduklarını ve örtük bir dil kullandıklarını ancak kaba kullanımlarda da erkeklere özendikleri görüşündelerdir. Dolayısıyla bu durum kadınların, erkek dilindeki güce yönelik bir özenme duydukları şeklinde yorumlanmaktadır. Twitter platformunda da kendisini gösteren bu ayrımcılıkların ortadan kaldırılması nasıl mümkün olabilir? Sorusu bir sonraki bölümde ele alınacaktır.

5. CİNSİYET EŞİTSİZLİĞİNİ ORTADAN KALDIRMAK, YENİ BİR DİL İLE Mİ GERÇEKLEŞİR?

Bu bölümde çalışmanın başlarında sorduğumuz soruya geri döneceğiz: “Toplumlardaki ataerkil yapıyı, dolayısıyla eril düzeni dil oluşturdu ve devam mı ettiriyor? Yoksa eril düzen mi dile yansımaktadır?”. Bu anlamda Umut Belek Erşen’in 2018 yılında yapmış olduğu “Yeni Bir Dil Yeni Bir Cinsiyet Düzeni” adlı çalışması önem taşımaktadır. Erşen, bir iş yerindeki çalışan kadınlar ile görüşme gerçekleştirmiştir ve kadınlara, erkek çalışan mı yoksa kadın çalışan mı tercih ettikleri sorulmuştur. Kadın çalışanlar genellikle erkek ile çalışmak istediklerini belirtmişlerdir. Kadınlar, erkekler ile çalışmak istediklerini belirtirken, kadınların dedikoducu olduğunu ve çok hırslı olduklarını hatta kadın kadının kurdu olduğuna yönelik söylemler dile getirmişlerdir. Burada dikkat çeken nokta kadınların hiçbiri kendini dedikoducu olarak nitelendirmemekle birlikte diğer kadınların böyle olduklarını öne sürmüşlerdir. Dedikodunun ise kadınlara atfedilmesinin tarihsel bir süreci bulunmaktadır. Erkekler kamusal alanı sahiplenerek kadınları ev alanına itmişlerdir ve önemli meselelerin kamusal alanda konuşulabileceği düşüncesi bulunmaktadır. Evde konuşulan konular ise yalnızca dedikodu, gevezelik olarak görülmüştür. Dolayısıyla toplumda “dedikoducu kadınlar” kullanımına çok sık rastlarken “dedikoducu erkekler” söylemine rastlamamaktayız. Bu anlamda kadınlar açısından kullanılan geleneksel ifadelerin varlığını devam ettirdiği görülmektedir. Bunun yanında hırslı olmak erkekler için kullanırken olumlu şekilde ele alınmıştır ancak kadın için hırslı olmak olumsuz bir şekilde nitelendirilmiştir.
Bir başka nokta çalışan kadınlara, kadınlık ve erkeklik ile ilgili sorular sorulduğunda kadınların kendilerini açıklayabilecekleri bir dilin olmaması nedeniyle kadınlar, “kadınlar” açısından olumlu konuşmaya çalışırken dahi geleneksel ataerkil söylemleri devam ettirmişlerdir. Bu anlamda öncelikle kadınların kullandıkları kelimeler kendilerine ait olmalı ki düşünceler de daha eşitlikçi oluşabilsin. Dolayısıyla Ersen (2018) şunu savunmaktadır: kadınlar kendilerine ait yeni bir dil oluşturmadıkları sürece eril ideoloji varlığını devam ettirecektir.

SONUÇ

Dil iletişimi sağlayan en önemli araç olmasıyla toplumların varlığının olmazsa olmazıdır. İdeolojilerin dil ile üretilmesi ve aynı zamanda ideolojilerden etkilenmesi cinsiyetlerin dil ile ilişkisinin de ele alınmasını gerekli kılmaktadır. Çalışmada incelenen cinsiyetlerin dil ile olan ilişkisi kadınların dezavantajlı olduğu bir ilişki barındırmaktadır. Erkeklerin ideolojileri ile oluşturulan dil içerisinde kadınlar kendilerini ifade etmeye çalışmaktadırlar. Bu anlamda eşitsizliğe yalnızca erkekler neden olmamaktadır. Kadınlarda bu eşitsizliğin üretilmesine eril dili kullanarak etkin bir şekilde katılım göstermektedirler ve kendilerini aynı zamanda pasif konuma itmektedirler. Dolayısıyla dil, erkek ideolojinin toplumda varlığını sürdürmesini sağlamaktadır. Bu anlamda bir önceki bölümde değindiğimiz Ersen’in (2018), görüşlerine katılmakla birlikte erkek egemen ideolojiden arınmış yeni bir dilin, yeni bir toplumsal düzenin oluşmasını destekleyeceğini düşünmekteyim.

Kaynakça

Aydınoğlu, N. (2015). Kadın ve Dil . Uşak Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi , 217-230.
Canbaz, Ç. (2019). Dil ve Cinsiyet İlişkisinin Tiyatro Oyun Metinlerinde İncelenmesi . Yüksek Lisans Tezi . Dokuz Eylül Ünversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü .
Çınga, N. S. (2004). Dil Öğretiminde Cinsiyetçi Yaklaşımın Öğrencilerin Dil Kullanımına Etkisi . Yüksek Lisans Tezi . Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü .
Erşen, U. B. (2018). Yeni Bir Dil Yeni Bir Cinsiyet Düzeni . Sosyoloji Araştırmaları Dergisi , 1-41.
Güden, M. P. (2006). Dilde Cinsiyet Ayrımcılığı: Türkçe’nin İçerdiği Eril ve Dişil İfadeler Bakımından İncelenmesi . Yüksek Lisans Tezi . İstanbul : İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü .
Konig, G. Ç. (1992). Dil ve Cins: Kadın ve Erkeklerin Dil Kullanımı . Dilbilim Araştırmaları , 25-36 .
Özkan, B., & Gündoğdu, A. E. (2011). Toplumsal Cinsiyet Bağlamında Türkçede Atasözleri ve Deyimler. Turkish Studies, 6(3), 1134-1147.
Sağlam, M. Y. (2001). Atasözleri ve Deyimlerde İmgelem. Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 18(1), 45-51.
Sebzecioğlu, T., & Özgür, S. C. (2015). Cinsiyete Bağlı Argo Kullanımı Üzerine Bir Twitter Etiketi Örneklemi. Uluslararası Dil, Edebiyat ve Halkbilimi Araştırma Dergisi, 75-93 .

İstanbul Medeniyet Üniversitesi sosyoloji bölümü mezunuyum. Yıldız Teknik Üniversitesi sosyoloji bölümünde yüksek lisansa devam etmekteyim.

Yazarın Profili

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir