Modern çağla birlikte toplumsal norm ve değerler zaman zaman parçalansa da hiçbir zaman tam anlamıyla yok olmazlar. “Gerçek olan her şeyin, kendisini empoze eden, hesaba katılması gereken ve nötralize edilse bile hiçbir zaman tümüyle ortadan kaldırılamaz bir doğası vardır”(Durkheim, 1994;29). Dolayısıyla toplumsal cinsiyetle ilgili sorunlar, toplumsal normlar günümüzde yıpransa da devam eden bir süreçtir. Bu durum toplumsal kodlamalardan ve bireylerin çocukluktan empoze edilen fikirlerden başlamakta ve hayatlarının ileri aşamalarında da devam eden bir süreçtir. Türkiye insanı açısından bakıldığında kız çocuklarının hem kendi evinde yetiştiği hem de evlendikten sonraki hayatında ataerkil bir sisteme maruz kalmaktadırlar. Bu sebeple kız çocukları ev işlerine özendirilmektedir. Örneğin; kız çocuklarının evcilik oyunları, bebek bakma oyunları gibi durumlar bu durumu kanıtlar vaziyettedir. Erkek çocuklarında ise silah ve araba oyunlarıyla bağdaşlaştırılmaktadır. Aile yapısından sonra ikinci önemli sosyalleşme sürecinde okul gelmektedir. Müfredatta, ders kitaplarında verilen görevlerde bu ayrım ortaya çıkmaktadır. Bu sistemde çocuklara nasıl kadın nasıl erkek olunması gerektiğinin bir ön gösterim niteliğini taşıdığını söyleyebiliriz. Örneğin; bir ders kitabında, Evde Demokrasi adı altında; anne ev işlerinin düzenli yürümesini sağlamaktadır. Yemek temizlik gibi işleri üstlenir. Aynı kitapta baba ise ailenin geçiminden sorumludur. Evdeki tamiratı üstlenir (Tekışık, 2000;16). Bu sebeplerden dolayı erkekler kamusal alanda etkin olmaya teşvik edilirken; kadınların eş, çocuk ve ev gibi durağan işlere teşvik edilerek edilgin durumda konumlandırılmıştır.
İki cinsin toplumda yer alma durumları arasında farklar vardır. Söz konusu farkların en belirgin örneği ise iş bölümüdür. İş bölümü, eşitlik üzerine değil, aksine ayrımcılık üzerine kurulmuştur. Bu konu kadınlar açısından çoğu zaman zararına işleyen bir süreçtir diyebiliriz. İş imkanlarına baktığımızda, kadınların mesleki ayrım açısından incelendiğinde, erkeklerle aynı donanımda olsalar dahi ya kadınların işe alımı gerçekleşmiyor; ya da işe alınsalar bile erkeklere kıyasla daha düşük ücretle çalıştıkları tespit edilmektedir. Kazanç Yapısı Araştırması, 2018 sonuçlarına göre; üniversite mezunları, kadınlar yıllık kazançları; 58.754 TL iken erkeklerde ise yıllık kazançları 73.095 TL olarak kayıtlara geçmiştir. Yatay mesleki ayrım açısından da itibarı daha yüksek meslekler erkeklerle doldurulmakta; erkeklere nazaran kadınların daha ikinci sınıf meslekler arasında yer aldığını gözlemliyoruz. Örneğin; sekreterlik kadınlara atfedilen meslekler arasındayken, erkeklere yöneticilik konumu atfedilmiştir. Öte yandan iş yeri müdürünün kadın çalışanları almaması durumlarından biri olan doğum izinin olmasıdır. Sebebi ise emeğinden faydalanamadığı bir işçiyi tutmasıdır. Bu tip durumlarda kapital sistemin toplumsal cinsiyet ile derin bir ilişkisi olduğunu söyleyebiliriz. Kadınların iş seçimlerinde daha çok öğretmen, hemşire gibi seçimlerde bulunduğunu gözlemlemekteyiz. Yani evdeki görevlerin düzleminde devam eden bir meslekler silsilesi denilebilir. Öte yandan siyaset gibi bir alanda milletvekili araştırmalarına göre; 2019 yılında 589 milletvekili içerisinde kadın milletvekili sayısının 102, erkek milletvekili sayısının ise 487 olduğu analiz edilmiştir. Meclise giren kadın milletvekili oranı, 2007 %9,1 iken bu oran 2019 yılında %17,3 olmuştur. Bu sonuçlara göre hala daha ataerkil bir sistemin baskın bir şeklide devam ettiğini anlıyoruz. Sonuçlar doğrultusunda da geçmişten günümüze kadınların politikaya katılımın arttığını da gözlemlemekteyiz.
Tarihsel metamorfozların sosyolojik analizlerinde ve yorumlamalarında en önemli kavram ikilisi özel-kamusal alan kavramlarıdır. Dolayısıyla toplumsal cinsiyet araştırmalarında özel bir yeri olduğunu söyleyebiliriz. Kadının toplumsal kimliği, konumunu, eylemlerini yorumlamaya çalışırken, çıkış noktası olarak kamusal alan nitelendirilmektedir. Kız çocuklar daha çok ev işlerine dönük pasif şekilde yetiştirilmekte ve bunun sonucunda ileride sosyal, politik, ekonomik, ve kültürel olarak kısaca hayatın her bölümünde erkek egemen sistemde tam anlamıyla etkinlik vasfına ulaşamamaktadırlar. Bu bağlamda genel algıyı ve hiyerarşik düzeni değiştirmek için bazı normallerin değişmesi gerektiğini söyleyebiliriz. Aile içi babanın baskın olması, babanın erkek çocuğuna karşı verilen özgüven ve dahası olarak annenin de bunu destekler bir durumda olması, kız çocuğunu ikinci planda tutulması, eğitim üzerinden daha çok erkek çocuğuna yatırım yapılması gibi durumlardan meydana gelen bir durum söz konusudur. Kız ve erkek çocuklarının eğitim ve öğretim hayatının da gelecek nesillerin toplumsal yapısı bağlamında derin bir özdeşlik söz konusudur. Tüm çalışmalarda eğitim seviyesi yükseldikçe cinsiyet eşitsizliklerinde doğru oranda zayıfladığını gözlemliyoruz. Bu durumda bireylerin ayrımcılık üzerinden değil; eşitlik paradigması üzerinden eğitilmeli ve buna ilişkin yeni toplumsal normlar üretilmelidir.
Sonuç olarak; toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini aşabilmemiz için gereken hususlar özel ve kamusal alanlarda hiyerarşik durumları ortadan kaldırmak, geleneksel değerleri onarmak başka bir deyişle değiştirmek, iş imkanlarında fırsatların eşit bir biçimde pay edilmesi gibi unsurlar realist bir biçimde hayata uygulanabilirse toplumsal cinsiyetle ilgili ayrım azalacaktır. Dolayısıyla toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri ile toplum yapısı arasında derin bir ilişki söz konusudur.
KAYNAKÇA:
- Enver Aytekin, E.Durkheim, Sosyolojik Metodun Kuralları, 1. Basım, Sosyal Yayınları.
- Hüsnü Tekışık, Hayat Bilgisi 1, Ankara: Tekışık, (2000).
- TÜİK, Kazanç Yapısı Araştırması, 2018.
- TÜİK, Kadın Milletvekili İstatistikleri, 2019.