Giriş Niyetine
Toplumsallaşma sürecinde normal olanın öğrenildiği ve normal olarak belirlenenler üzerinden anormalliklerin konumlandırıldığı bir dünyada yaşamaktayız. Sağlıklı bir fiziksel görünümün pürüzsüz bir cilde sahip olmaktan geçtiği, medyada ve kamusal alanda pürüzsüz cildin normallikle eş görüldüğü bir algının inşa edildiği söylenebilmektedir. Bu durum sadece fiziki görünüşte sağlıklı olmayı değil, aynı zamanda mental olarak sağlıklı olan bir bireyin sahip olması gereken fiziksel görünümün de temsilidir. Bedenin lekesiz, pürüzsüz, yarasız bir formda görünmesi psikolojik ve bedensel olarak bir topluluk içerisinde rahatça hareket edebilmeye hak kazanmak demektir. Tüm bu bahsedilenler aynı zamanda, sosyal yaşamda varlığı kabul gören ‘normalleştirilmiş özne’ inşasının fiziksel ve psikolojik tasviridir.
Normal özneler, bedenlerine kendi istekleriyle iz bırakacak bir eylemde ve düşüncede bulundukları takdirde sosyalizasyon süreçlerinde ‘öteki’ bireyler tarafından damgalanmakta ve kabul görmemektedir. Esasında toplumsal olarak damgalanan fiziki bedenlerinde ‘yara izi’ taşıyan özneler, kendi istekleriyle vücutlarında iz bırakmışlarsa bu onların potansiyel suçlu ya da tehlikeli ve marjinal biri olduğunu çağrıştırmaktadır. Sosyal sistemler içerisinde insani bir aradalığın getirdiği bir gereklilik olarak normal görünmek ve normal düşünmenin sınırı, içinde yaşanılan kültürün ve toplumun bakışına göre belirlenmektedir. Bir toplumda kendi isteğiyle kendine zarar verme davranışı gösteren birey, o toplumun egemen kültürel ve sosyal yapısında marjinal olarak addedilen damgalıya dönüşmektedir. Bunun haricinde ameliyat izi, doğum lekesi veya kaza sonucu oluşan bir ize sahip olmak bile toplumsallaşma sürecinde izin taşıyıcısının damgalamaya hazır bekleyen ötekiler tarafından sorgulanmasına yol açmaktadır. Bu sorgu sual sürecinde bedenindeki izin gerekçesini ötekilere açıklamak durumunda bırakılan özneler, ötekilerin normallik söylemlerinin tahakkümü altında ezilmekten bir bakıma kurtulabilirler. Bunun için yukarıda da belirttiğim gibi, izin oluşma gerekçesinin ‘normallik söylemine uygun’, ‘normalleştirilmiş özne tasviri tarafından kabul görebilen’ bir formda olması beklenmektedir. Bu sayede, damgalanmaktan bir adım geriye kaçabilen bireyler, kendi kontrolleri dışında gelişen bu bedensel yara izlerinin dokusundan sıyrılarak ötekilerin normallik safına geçebilirler.
Peki ya izin nedeni bireysel bilincin eyleme dönüştüğü bir gerekçeden oluşmaktaysa izi taşıyan bireyin toplum ile ilişkisi hangi normal tanımının sınırlarında gezinmektedir?
Literatürde kendine zarar verme davranışının düşük benlik saygısı, istismar öyküsü, akran zorbalığı, travmatik yaşam öyküsü, uyuşturucu madde kullanımı vb. nedenlerle gerçekleşebileceğine dair çeşitli tanımlamalar mevcuttur. Çoğunlukla kendine zarar verme davranışını bıçak, jilet veya kesici bir aletle vücudun herhangi bir yerinde kalıcı iz bırakmak olarak tanımlayan bilim insanları bu davranışın başlangıcın ergenlik dönemi olduğunu söylemektedir. Ergenlik döneminde bireylerin okul yaşamında akran zorbalığına, cinsel istismara veya travmatik aile yaşantılarına sahip olma gibi unsurlardan dolayı benlik saygısının düştüğü ve kimlik karmaşasına sürüklendiği gibi önermeler kendine zarar verme davranışı ile ilişkilendirilmiştir. Ayrıyeten madde bağımlılığı nedeniyle dürtü kontrol bozukluğunun meydana gelmesi sonucunda bireyin kendine zarar verme potansiyelini ortaya çıkardığı söylenebilir. Bir diğer neden olarak psikolojik ve kalıtsal semptomların, öfke kontrol problemlerinin ve bunun gibi birçok mental durumların kendini kesme veya vücudunda sigara söndürme gibi eylemleri beraberinde getirdiği ifade edilebilir.
Fakat sorgulanması gereken nesnel gerçeklik, tüm bu bilinirliklerin yanında kendine zarar verme girişiminde bulunan bireylerin kendi istekleri doğrultusunda bedenlerinde bıraktıkları kalıcı izin yarattığı toplumsal damganın nedenidir.
Kendine zarar veren birisi sosyal, ekonomik, kurumsal ve kültürel yaşamda vücudundaki iz nedeniyle suça meyilli ve marjinal bir profil oluşturmaktadır. Çünkü o bir kere kollarına, bileklerine, bacaklarına esasında bedenine kesik atmış, yakmış, dezenforme etmiş ve normal sayılabilmesi için gereken normal görüntüyü yaralamıştır.
Yukarıda da bahsettiğim gibi kendine zarar verme davranışının literatürde yapılmış araştırmalar dahilinde belirlenen bazı nedenleri bulunmaktadır. Bu nedenlerin psikolojik ve sosyolojik arka planını görmezden gelen gündelik yaşamın normalleştirilmiş birey profili için sadece gösterge olan beden yarası kabul görmekte ve hem yaralı hem damgalı olan bireyin yaşam öyküsü geri planda bırakılmaktadır.
Somut örneklerle konuyu açıklığa kavuşturmak gerekirse; vücudunda faça içi ve sigara yanığı olan bir kadın toplumsal damganın yargılayıcı bakışına göre ‘yanlış bir hayat yaşamıştır.’
Toplumda hakim olan toplumsal cinsiyet stereotiplerine göre belirlenen kadın ve erkek olma hali yine cinsiyete giydirilmiş davranış, düşünce ve eylem kalıplarına göre normalleştirilmektedir. Bu nedenle kadını bedeni üzerinden ataerkil ideolojinin ikincil konumuna iten bir kültürel ağ içerisinde bedeni üzerinde kontrol hakkı olmayan kadının kendine zarar vermesi dahi ayıplanan bir durum olmaktadır. Kadın, hem kadın olmaktan hem de ataerkil ideolojide kendine ait olmayan metalaşmış bedenine zarar vermekten ötürü toplumsal cinsiyet gözlüğüyle bakanların damgasını yemektedir.
Kadın ne kadar başarılı olursa olsun, eğimi ve sosyo-ekonomik düzeyi ne kadar normal kabul edilen orta sınıf profili çizmiş olursa olsun bedenindeki izler nedeniyle kamusal yaşamda kabul görmemekte ve tekrar tekrar bedenindeki izler kendisinin yüzüne vurularak ayıplanmaktadır.
Kendine zarar veren birisi sosyalizasyon içerisinde tehlikeli, gizemli ve psikolojik olarak sorunlu birisi olarak görülmektedir. Yukarıda bahsettiğim örnekte görüldüğü gibi, vücudunda bulunan herhangi bir yanık, kesik veya leke sebebiyle toplumsal damga yiyen bir birey, gerçekte masum ancak Kafka’nın Dava adlı romanındaki Josef K karakteri gibi bilmediği bir suçtan yargılanan biridir.
Toplum bir aradalığı gerektiren ve farklılıkların çoğulluğundan birlik sağlayan bir yapıdır. Görünen veya görünmeyen farklılıkları nedeniyle anormalleştirilen bireylerin içinde yaşadıkları topluma ve kültüre ait hissetmedikleri gerçeği göz önüne alınmalıdır. Özellikle, vücudunda faça izi, sigara yanığı gibi yaraları olan bireylerin ekonomi ve eğitim temalarından dışlanması ve kimliklerini oluşturan bir izin kurumsal yaşamda kabul görmemesi bireyler için ikincil bir damga yaratmaktadır.
Yaralı bir bedenin en büyük suskunluğu, üzerinde yaşanmışlıkların çığlığını taşıyor olmasıdır. Hayat her daim tek düze ilerlemez, arada fırtınalar eser ve yapraklar dökülür. İnsanların da fırtınalı dönemlerinin ardında dökülen güz yaprakları vardır. Ergenlik döneminde istismar edilen, ebeveynlerinden en az birinden şiddet gören, okul hayatında öğretmenleri ve akranları tarafından istismar edilen birey yaşadığı psikolojik çöküşün acısını bedeninden çıkarabilmektedir. Özellikle erken yaşta madde bağımlılığına sürüklenmiş bir bireyin dürtülerini kontrol edememesi ve yoksunluk krizinde kendine zarar vermesini damgalamak yerine madde bağımlılığına yol açan yapısal sorunların sosyolojik olarak tespit edilmesi gerekmektedir.
Şiddetin, istismarın ve zorbalığın baş etme yöntemlerini ailelere, eğitimcilere ve kamusal yaşamın sirayet ettiği her alana aşılamak, toplum yapımızda da oldukça yoğun olan faça atma ve bedeninde sigara söndürme davranışlarının önüne geçecek bir uygulamadır. Faça açan veya vücudunda sigara söndüren bir birey her zaman alt kültürden, düşük eğitim seviyesinden veya sokaktan gelmemektedir. Bazı durumlarda, orta- yüksek kültürden, yüksek eğitim seviyesinden ve varlıklı ebeveynlerin içerisinden gelebilmektedir. Unutulmaması gereken bir diğer nokta da, vücudundaki izlerin bireylerin kimliğinin bir parçası olmasıdır. Vücudunda sigara izi, faça izi gibi yaralar taşıyan bireyin vücuduna ait bir iz nedeniyle damgalanması aynı zamanda varoluşu ve sahip olduğu kimlik nedeniyle ötekileştirilmesine yol açmaktadır. Sahip olduğu izler nedeniyle bizden biri olarak kabul görmeyen birey, sahip olduğu iz ile tanımlanarak aykırı bir kimliğe indirgenmektedir. O artık, ‘’façalıdır’’ ve ‘’kollarında izmarit izi olandır…’’ ve bu tanımlamalar ışığında ‘’normal olandan’’ ayrış(tırıl)mıştır.
Sosyologların façalı, yaralı ve damgalı bireyler üzerinde araştırmalar yaparak bireylerin yaşam öykülerini diğer yaralı bireylerle paylaşmasına vesile olmaları ve izin ardındaki sosyolojik aydınlanmayı tespit etmeleri gerektiğini söyleyebilirim. Sıksan suyu çıkacak kadar vücudunda iz bulunan insan varken toplumsal damganın hüznüne çarpıp geçen yaralı bireylerin üzerine ülkemizde sosyolojik olarak hiç araştırma yapılmaması üzücü bir durum.
Sonuç olarak, birey zorluklarla baş etme yöntemlerini bilmediği zamanlarda kendine zarar vermek isteyebilir ve bunu eyleme dökebilir. Bireyi bu davranışa iten psikolojik nedenler göz önüne alınarak, kültürel ve toplumsal yapının bütününe bakan sosyolojik bir nazara ihtiyaç olduğunu tekrardan belirtmem gerek. Okulda, evde, işte ve sosyal hayatta vücudundaki izler nedeniyle dışlanma endişesi duyan, izleri gizlemeye çalışan ve toplumsal damganın ikinci bir yarasından kaçan bireylerin kendilerini ötekilerle birlikte ‘biz’ olarak hissedecekleri bir dünyaya ihtiyacımız olduğunun farkına varmak gerekmektedir. Sadık Hidayet’in Kör Baykuş romanından ufak bir alıntı ile sözlerime son vermek istiyorum: ”Bana benzeyen, görünüşte bendeki ihtiyaçlara, tutkulara, arzulara sahip bu insanlar niçin kırarlar beni? Ancak benimle eğlenmek, bana çatmak için yaratılmış bir avuç gölgeden başka bir şey mi bunlar?”
KAYNAKÇA:
- Aksoy, A., ve Ögel, K. (2003). Kendine zarar verme davranisi/Self-injurious behavior. Anadolu Psikiyatri Dergisi, 4(4), 226.
- Goffman, E. (2014). Damga. Ankara: Heretik Yayıncılık.
Kaleminden zevk aldığım nadir yazarlardan birisin. 🤙🏿
Teşekkür ederim Mustafaa :)