Üç Tarz-ı Siyaset ve Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak Kitaplarının İncelenmesi ve Karşılaştırılması

Osmanlı İmparatorluğu 18.yy’da yaşadığı askeri mağlubiyetler sonucunda Batı karşısında geriye düştüğü fark etmiş ve buna çözüm yolu bulmak amacıyla yeniliklere kapı aralamıştır. Askeri alandan eğitim alanına kadar birçok alanda çözümler bulmaya çalışmış, çözüm yolları sadece kurumsal yapıların düzenlenmesini içermemiş bu hususlara ek olarak devletin mevcut durumunu düzeltmek uğruna düşünsel çözümler de aramıştır. Bu bağlamda Osmanlıcılık, İslamcılık ve son dönemde Türkçülük gibi ideolojiler ortaya atılmıştır. Biz de bu yazıda ortaya atılan Osmanlıcılık, İslamcılık, Çağdaşlaşma ve Türkçülük gibi ideolojileri tartışmaya açan ilk yazı olduğu kabul edilen Yusuf Akçura’nın Üç Tarz-ı Siyaset’ini ve ardından bu ideolojilerin harmanlandığı ve kurulacak olan yeni devletin resmî ideolojisini teşkil edecek olan Ziya Gökalp’in Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak eserlerini inceleyeceğiz.

Üç Tarz-ı Siyaset ve Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak Kitaplarının İncelenmesi ve Karşılaştırılması
1

Üç Tarz-ı Siyaset, Yusuf Akçura

Üç Tarz-ı Siyaset, Yusuf Akçura tarafından 1904 yılında Mısır’daki Türk isimli gazetede yayımlanmıştır. Akçura yazısını yayımladıktan itibaren ülke genelinde başlayacak hangi siyaset tarzının daha uygun olacağı tartışmasını gündeme getirmiş ve gündemdeki konu uzun süre Ali Kemal, Ahmet Ferid Tek gibi isimlerin de katıldığı şiddetli tartışmalar yaşatmıştır. Bu tartışmalar sadece birkaç isim ile sınırlı kalmamış ileriki yıllara da sarkmış ve hatta Osmanlı sonrasında kurulacak olan yeni devletin de ideolojisini belirleyen yazılara önayak olmuştur. Nitekim bu durum Yahya Kemal tarafından “Türkiye’de milliyet nazariyesinin ilk sadası bu münakaşadan çıkmıştı” şeklindeki yorumuna da neden olmuştur.

Akçura, Osmanlı’da ilerleme fikirlerinin ilk gelişiminden bu yana ortaya çıkmış belli başlı üç ideoloji olduğunu ifade etmektedir. Bunlardan birincisi, bir Osmanlı milleti vücuda getirmeyi amaç edinen Osmanlıcılık, ikincisi hilafetin Osmanlı hükümdarında olmasından faydalanarak siyasette birliği kurmayı amaçlayan İslamcılık ve sonuncusu ırka dayalı siyasi anlayış olan Türkçülüktür. Akçura bu siyasi fikirler arasından Osmanlıcılığın ve İslamcılığın, Osmanlı siyasetine etkileri olduğunu ancak Türkçülük fikrinin henüz sadece yazılarda kaldığını ifade etmektedir. Osmanlıcılığın, Fransız ihtilalini bir milletleşme fikri olarak yorumlayan II. Mahmut zamanında doğduğunu düşünen Akçura, bu siyasi fikrin tabiri caiz ise ABD’deki Amerikan milleti gibi bir Osmanlı milleti oluşturmak amacını güttüğünü ifade etmektedir. Diğer bir ifadeyle Osmanlıcılık, tebaayı soy, din, dil, ırk gibi ayırıcı niteliklerden sıyırarak tek bir devlet bilinci merkezinde toplamak anlayışına sahip bir siyasi fikirdir. Ancak Osmanlıcılık fikri, Almanların milliyet kavramını ırka dayalı şekilde yorumlamaları ve Napolyon’un 1870-71 savaşlarını kaybetmesi sonucunda millet kavramının siyasi dayanağını kaybetmiş oldu. Çünkü kavram söz konusu olaylar sonrasında kuşatıcı şekilde kullanılan bir kavramdan ayrıştırıcı şekilde kullanılan bir kavrama dönüşmüş oldu. Osmanlı milleti kavramı da doğal olarak bu durumdan etkilenmiş ve kendisinin kuşatıcı bir düstur takındığı ilkeler dayanaksız bir hale gelmiş oldu. Akçura’nın Osmanlı milleti fikrinin etkisini kaybettiğini ifade etmesi onu, Osmanlı millet fikrinin çöktüğünü ilk ifade eden kişilerden biri olmasını da sağlamıştır.

Osmanlı millet fikri ve doğal olarak Osmanlıcılık kendi dayanakları ve gücünü kaybettikten sonra açılan boşluk Panislamizm olarak da adlandırılan İslamcılık fikri ile doldurulmuştur. Akçura, Yıldırım Beyazıd, Fatih Sultan Mehmet ve Sokullu gibi kişiler zamanında İslamcılık fikrinin olduğunu düşünmekte ancak kendi yazısı için bu hususların sınır dışında kaldığını ifade etmektedir. İslamcılık, Akçura’ya göre Osmanlıcılık fikrini ortaya atan genç Osmanlılar tarafından oluşturulmuştur. Genç Osmanlılar bir millet fikri oluşturmak için geç kaldıklarını fark etmiş, Fransız milliyet kaidesinin Doğuda uygulanmasının imkansızlığını görmüş ve düşüncelerini İslam unsurlarına yöneltip dindeki ortaklıklardan istifade ederek devleti kurtarmaya çalışmışlardır. İslamcılık fikri Osmanlı içerisindeki ayrışmalar için bir çözüm olmasa dahi diğer bütün Müslümanların birleşmesi fikrini barındırdığından daha evrensel bir siyasi fikir olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim bu fikir de Abdülaziz ve Abdülhamid zamanlarında uygulanmak istenmiştir.

Irka dayalı bir Türk birliği meydana getirme düşüncesi hakkında da fikirlerini zikreden Akçura, Türkçülüğün henüz daha çocuk yaşta olduğunu ve bu fikrin sadece Osmanlı için değil diğer Türk devletleri için de hayata henüz geçirilmemiş bir siyasi düşünce olduğunu ifade etmektedir.

Akçura üç tür siyaset tarzını tanıttıktan sonra bu üç siyaset tarzının olumsuz taraflarını göstermektedir. Olumsuz tarafların incelenmesine Osmanlıcılıktan başlayan Akçura, Osmanlıcılığın öncelikle Müslümanlar ve özellikle Osmanlı Türkleri tarafından istenmeyeceğini ifade etmektedir. Çünkü hâkim kültür olarak hayatlarına devam eden söz konusu kesim Osmanlıcılığın gelmesi ile beraber sahip olduğu imtiyazlarını kaybedeceklerdir. Bu durum ise doğal olarak kabul edilebilir bir nitelik teşkil etmez. Akçura, Osmanlıcılık fikrinin İslam tarafından da kabul edilemeyeceğini ifade etmekte, İslam’ın gayri Müslimleri ikinci kademede gördüğünü Müslümanları ise gayri Müslimlerden üst bir kademede kabul ettiğini belirtmektedir. Diğer yandan Osmanlıcılık fikri gayrimüslim tebaa tarafından da kabul edilemez durumdadır. Çünkü gayrimüslimler Osmanlı’nın kendi hükümetleriyle ve devletleriyle savaştığını düşünmekte ve bu durumdan dolayı da Osmanlı olarak tek bir millet çatısı altında toplanmayı kabul etmemektedirler. Bu tepkilerin yanında Rusya da Osmanlıcılığı kabul etmeyecek bir konumda durmaktadır. Rusya’nın siyasi politikaları Osmanlıcılık fikrine izin verecek bir düzlemde yer almaması, Osmanlıcılık fikrine karşı çıkan bir kesimin daha oluşmasına neden olmaktadır. Son olarak ise Avrupa kamuoyunun da Osmanlıcılık fikrini kabul etmeyeceğini ifade eden Akçura, Avrupa’nın bir yandan Hristiyan-İslam kavgası sebebiyle diğer yandan ise barbar ve zulümkâr olarak tanımlanan Osmanlı’nın böylesi bir hareketi hoş karşılanmayacağını ifade etmektedir.

Osmanlıcılık fikrinden sonra İslamcılık fikrinin olumsuz taraflarına geçen Akçura, İslamcı bir devlet anlayışına sahip olmak, Osmanlı’nın tebaası arasındaki nifak ve ayrılmaların artacak ve buna bir çözüm getirmeyecek yapıdaki bir siyasi fikir olduğundan bahsetmektedir. Ayrıca Akçura İslam’ın kişileri birbirlerine benzetici özelliğine sahip olduğunu ifade etmekte, farklılıkları birbirine benzeştirerek yok ettiğine değinmektedir. Bu husus ise İslamcılığın evrensel oluşu yolunda bir engel teşkil edeceğinden bahsetmektedir. Burada Akçura, İslam’ı farklılığa izin vermediği şeklindeki ifadesinden dolayı eleştirilebilir. Çünkü İslam’ın içerisinde bulunan mezhepler, tam olarak farklılıkların meşru olduğunun ve farklılıklara izin verildiğinin bir ifadesini teşkil etmektedir. Oysaki Akçura burada mezheplerin farklılığa izin verişini gözden kaçırmış ve İslam’ın farklılıklara kapı aramadığını söyleyerek hataya düşmüştür. İslamcılığın ifade edilen olumsuz durumlarına ek olarak Osmanlı haricindeki ülkelerin, Avrupalı ülkelerin, İslamcılık fikrine sıcak bakmayacağını ve buna mani olacakları tarzda olumsuzluklarla karşılaşılabileceğinden de bahsetmektedir.

Son olarak Türkçülüğe değinen Akçura, Türkçülüğün henüz yetirince uygulanmaya hazır olmadığından bahsetmekte ancak buna rağmen yine de mevcut düzendeki vatandaşları birbirleriyle en sıkı şekilde birleştirecek yaklaşımın Türkçülük olduğunu düşünmektedir. Akçura Türkçülüğü tek başına tahayyül etmemekte, Türkçülüğü İslam ile desteklenmesi gerektiğini ifade etmektedir. Elbette ki buradaki İslam İslamcılık değil daha ziyade Türk-Müslüman kimliğinin oluşturan yan öğe şeklinde kabul edilmektedir. Türklerin mazileri unuttuğu ve Türkçülük fikrinin yeni doğmuş bir çocuk halinde bulunduğu, diğer başka Türkler arasında da bunun nüvelerinin bulunmamasına rağmen Müslümanlık Türkçülüğün bu olumsuz yönlerini kapatabilecek özelliklere sahip durmaktadır. Akçura İslam’ın, Türk teşekkülünde birleştirici ve kuşatıcı özelliği ile önemli bir unsur teşkil edebileceğini düşünmektedir. Ancak siyasetin üç tarzının incelenmesine rağmen Akçura tarafından bir çözüm yolu önerilememiştir. Nitekim Akçura’nın ele alınan metni “Müslümanlık, Türklük siyasetlerinden hangisi Osmanlı Devleti için daha yararlı ve uygulanabilirdir” sorusu ile son bulmuştur.

Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak, Ziya Gökalp

Ziya Gökalp memleketimizde üç adet fikir akımından bahsetmektedir. Bu fikir akımlarından ilki III. Selim döneminde başladığı kabul edilen çağdaşlaşma, ikincisi II. Meşrutiyet sonrası ortaya çıkan İslamcılık ve son akım ise son zamanlarda ortaya çıkmış olan Türkleşmek fikridir. Gökalp’e göre farklı zamanlarda ortaya çıkmış bu fikirler birbirleriyle çelişen fikirler olmaktan ziyade birbirleri ile uyumlu olan ve birbirlerini destekleyen fikirlerdir. Diğer bir ifadeyle Gökalp’e göre Türkleşmek ve İslamlaşmak fikirleri arasında bir zıtlık olmadığı gibi çağdaşlaşmanın da bu fikirler ile çeliştiği bir yön bulunmamaktadır. O halde bu fikirlerin birbirleriyle çatışmasının önüne geçilmeli ve bu fikirler arasında bir sentez yapılarak yeni bir düşünce ortaya çıkartılması gerekmektedir. Fikirlerin sentezlenmesi sonucunda ortaya çıkan düşünce Gökalp tarafından “çağdaş bir İslam Türklüğü” olarak ifade edilmiştir.

Gökalp fikirlerin sentezlenmesi düşüncesini dil bağlamında da ele almakta ve sentezleme fikrinin dilin çağdaşlaşması, kavramların İslamlaşması ve dil bilgisinin ise Türkçeleşmesi ile mümkün olacağını düşünmektedir. Sentezleme fikrini tarih sahasına da taşıyan Gökalp, tarihi incelemelerin bir yandan Türk geleneklerini bir yandan İslam müesseselerinin geleneklerini diğer yandan ise çağdaş aletlerin gelişim tarihlerini incelemesi gerektiğini düşünmektedir. Gökalp’in bu sentezleme düşünceleri aslında onun kültür ve medeniyet arasında yaptığı ayrıma dayandığı ifade edilebilir. Gökalp kültürün toplumsal vicdan ile ilgili olduğunu oysaki medeniyetin toplumsal akıl ile ilgili olduğunu ifade etmektedir. Buradan hareketle Gökalp kültürün “niçin yaşamalı?” sorumuza cevap verdiğini ifade ederken medeniyetin ise “nasıl yaşamalı?” sorumuza cevap verdiğini düşünmektedir. Bu bağlamda kültür gayelere (ülkü) işaret ederken medeniyet ise vasıtalara işaret etmektedir. Gökalp’e göre kültür ulus olmanın temel besin kaynağını teşkil ederken medeniyet ise ulus haline gelmenin aracı olarak karşımıza çıkmaktadır. Kültür ve medeniyet kavramlarını bu şekilde ele alan Gökalp bu iki hususun birbirleriyle çatışmadığını ve beraber ele alınması gerektiğini düşünmektedir.

Gökalp ele aldığı üç düşünce akımı içerisinden Türkçülüğe ayrı bir önem vermektedir. Çünkü Türklük fikri ortaya çıkış itibariyle hem çağdaşlaşma hem de İslamlaşmanın ihtiyaç duyduğu bir fikir akımıydı. Türkçülük, milliyetçiliğin ortaya çıkmaması halinde Osmanlıcılık ve İslamcılık düşüncelerinin mahvolacağının anlaşıldığı ve milliyetçiliğin olmadığı durumlarda Türk gençlerinin başka kavimlerce temsil edileceğinin fark edildiği zamanlarda ortaya çıkmıştır. Bu yüzden Türkçülük hem İslamcılık hem de çağdaşlaşma fikirleri için gerekli bir düşünce olarak önümüzde durmaktadır. Bu üç fikir akımı temelde ne ümmet fikrine ne de devlet fikrine dayanmaktadır. Bu fikirler millet fikrine dayanmaktadır. Millet fikri Türk kavimlerinin parçalanmasının önüne geçecek ve tüm Türkleri ortak bir paydada buluşturacak bir fikirdir.   Aslında millet fikri ilk ortaya çıktığı zamanlarda Osmanlı için ayrıştırıcı bir hususu ifade etse de daha sonralarında İslam’ı da içine katan Türkçülük fikri ile birleştirici özellik kazanmıştır. Bu birleştirici özelliğin temelinde ise insanları birbirlerine bağlayacak dil bulunmalıdır. İstanbul Türkçesinin edebi bir dil olarak kabul edildiği Gökalp’in düşüncelerinde bütün Türkleri dil ve edebiyatta ortak bir millet haline getirmek arzulanmaktadır. Aslında bakıldığında din, ahlak, hukuk, siyaset, ilim gibi bütün toplumsal faaliyetlerin yegâne kaynağı dildir. Şayet dil milletin ortak özelliği olarak inşa edilebilirse bütün toplumsal faaliyetler ortak kültürün ürünleri olarak meydana gelecektir. Bu bağlamda Gökalp dili, toplumsal hayatın zemini, maneviyatın dokuması, kültür ve medeniyetin temeli olarak görmektedir. Böylelikle dil temelindeki millet fikri kendi içerisinde hem çağdaşlaşma hem İslamlaşma hem de Türkleşme fikirlerini barındırmaktadır. Buna ek olarak millet kelimesi bir dille konuşan fertlerin toplamını ifade etmesinden dolayı millet ile dil arasındaki bağlantı da açıkça görülmektedir.

Gökalp’in millet fikrine bu derece vurgusunun nedeni yaşadığı yüzyılı milliyetler yüzyılı olarak görmesidir. Milliyetler yüzyılında Türkler bir ülkü olarak kendi kavimlerini bir çatı altında birleştirmeyi arzulamalıdırlar. Gökalp ortaya çıkması gereken bu arzudan hareketle Türkleşmek İslamlaşmak ve çağdaşlaşmak fikirlerini oluşturmuş, Türk-İslam kültürel kimliği içerisinde kalarak çağdaşlaşabileceğimizi düşünmüştür. Ayrıca Gökalp için çağdaşlaşmak bir benzemek olmaktan ziyade, bilgi ve sanayideki ilerlemeyi yakalayıp Avrupalılara muhtaç olmadığımız bir durumu ifade etmektedir.

Sonuç

Akçura ele aldığı siyasal fikirleri kronolojik sıralama bağlamında düşünmüştür. Bu husus siyasal fikirlerin evrimci bir düşünceyle ele alındığını ve her siyasal düşüncenin önceki siyasal fikrin ölümü üzerine ortaya çıktığına dayanmaktadır. Ayrıca bu fikir siyasal düşünceleri homojen bir fikir olarak ele aldığı ve siyasal fikirlerin değişen şartlara kendisini uyarlamasından mahrum olduğunu ifade etmektedir. Oysaki söz konusu siyasal düşünceler birbirlerinin yerine ortaya çıkmamış olup değişen şartlar içerisinde kendisini değiştirme, dönüştürme yeteneğine sahip olmakta ve bir siyasal düşünce olarak kendi içlerinde de ayrışmalar yaşayabilmektedir. Tam olarak bu noktada Akçura Gökalp’ten ayrı olarak siyasal düşüncelerin birbirleri ile iç içe geçme, birbirleriyle karışma durumunu gözden kaçırmıştır. Akçura Türkleşmek ile İslamlaşmak arasındaki bağlantıya kısa olarak değinse de bu düşüncelerin birbirleriyle sentezlenebilme olasılığından söz etmemiştir. Ancak yine de her iki düşünür de ele aldığı siyasal fikirlerin kendi içlerinde de ayrışmalara uğrayabileceğini gözden kaçırmıştır. Bu hususlara ek olarak hem Akçura tarafından hem de Gökalp tarafından belirtilen siyasal fikirlerden ayrı olarak bu üç fikirden izler taşıyan ya da söz konusu üç fikrin tamamen dışında kalan başka fikirlerin olduğu gözden kaçırılmıştır. Her iki düşünür de sadece ele aldıkları siyasal düşüncelerin mevcut olduğu fikri temeline kendilerini dayandırmışlardır.

Bunların yanı sıra yukarıda da değinildiği gibi Akçura söz konusu siyasal fikirlerin sentezlenmesinden bahsetmezken Gökalp ele aldığı siyasal fikirleri sentezlemeye girişmiştir. Ayrıca iki düşünür arasında bir fark olarak Akçura’nın Türkçülük ve İslamcılıktan ayrı olarak Osmanlıcılık fikrini ele alırken Gökalp’in Osmanlıcılık fikri yerine çağdaşlaşma fikrini ele almasıdır. Ayrıca Gökalp ele aldığı siyasal fikirlerden hareketle bir çözüm önerisinde bulunurken Akçura sadece siyasal fikirleri ele almakla yetinmekte ve bir çözüm yolu önerememektedir. Akçura’nın yanı sıra Gökalp çözüm olarak önerdiği sentezleme fikrinde söz konusu siyasal fikirlerin eşit olarak katıldığı bir sentezleme yerine Türkçülüğün önde olduğu ve İslamlaşma ile Muasırlaşmanın Türkçülüğe destek olduğu bir sentez düşünmektedir. Böylesi bir sentezleme fikri ise söz konusu siyasal düşüncelerin ortak bir paydada toplanmasından ziyade Türkçülüğün öne çıkarılmasına dayanan bir sentezleme fikrini oluşturmaktadır.

Kaynakça

Akçura, Yusuf. Üç Tarz-ı Siyaset. İstanbul: Kırmızı Kedi Yayınları, 2020.

Gökalp, Ziya. Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak. İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2020.

thumbnail
Önerilen Yazı
Zamanın İçinden Zamanın Dışından: Kitap Değerlendirmesi

Marmara Üniversitesi Din Sosyolojisi Yüksek Lisans Öğrencisi.

Yazarın Profili

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yorumlar (1)

  1. Mustafa Dönmez 12 Ağustos 2021

    İki düşünürün fikriyatını çok güzel özetlemişsiniz. Tebrik ederim.
    Aslında iki düşünür arasında en temel fark “Türkçülük” anlayışlarında tezahür ediyor. Akçura “ırka” dayalı milliyetçilik tasavvuru geliştirirken Gökalp “kültürel” milliyetçiliği benimsiyor. Kısacası, Gökalp için milli mefkureye hizmet eden herkes Türk’tür.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir