Egen Ergest Begel’in Makalesi ve Gordon Childe’ın Kentsel Devrim Yaklaşımı Üzerinden Kentlerin Doğuşu

Egen Ergest Begel’in Makalesi ve Gordon Childe’ın Kentsel Devrim Yaklaşımı Üzerinden Kentlerin Doğuşu
0

İnsanlığın yeryüzünde nasıl yaşadığına baktığımızda esasında ilk olarak gördüğümüz form avcılık-toplayıcılık dediğimiz insanoğlunun yerleşik hayata geçmediği, mikro çevre tüketiciliğin olduğu, sürekli belirli bir çevrede yaşayan o çevredeki toplayabildiği doğal ürünleri tüketen biriktiren bir toplumsal yapı görülmektedir. Bu toplumsal yapıya baktığımızda üretimin olmadığı, küçük gruplar halinde yaşanan ve insanoğlunun cinsiyete dayalı bir iş bölümüne dayanan durumdadır. Bu toplayıcılığın yanında erkeklerin avcılığa kadınların ise toplayıcı bir konumda olması net söylenmemekle beraber 500.000 yıl belki de 1 milyon yıl öncesine dayanmaktadır. Bu dönemde yaşanan gelişme sonucu olarak hayvanların evcilleştirilmeye başlanmasıyla insanoğlu yavaş yavaş yerleşik düzene geçmeye başlayarak barınma meselesine de çözüm getirmiştir. Bunun yanında insanoğlunun toprağı tarıma açmasıyla ilk kültürel aletler (kazma, kürek, saban) üretilmeye başlanmıştır. Dolayısıyla toplumun oluşmasıyla birlikte sorulan soru şu oluyor: “Nasıl toplumsal form oluşmaya başladı?”. Kelimenin tam anlamıyla iş bölümü, insanoğlunu topluluktan topluma doğru yönlendiren en önemli faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Karşımıza çıkan bir diğer soru ise insanoğlunun önce köyü mü yoksa kenti mi keşfetmesi olacaktır. Eğer bu soruya bir yanıt vermek gerekirse kentlerin kent formatıyla var olmasıdır. Kentin önemli bir işlevsel bütünlük olması nedeniyle insanoğlunun kenti üretmesi rastgele olan bir şey değildir. Yani şunu söylemek gerekirse insanoğlunun iş bölümüyle toplum formatında var olabilmesi için kentlere ihtiyacı vardır. Murray’ın ilk kentler metalürjinin gelişmesiyle ortaya çıkmıştır demesi üzerine, insanlığın bir araya gelmeye başlamasıyla devreye hemen savaş-silah-hegemonik ilişkinin hâkim olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla kentlerin kurulduğunda güçlü olanlar elinde metal silah bulunduranlardı. Bugünün ise eskisi kadar kaba olmadığı ve kentlerdeki sömürü ilişkisini kuranların elinde para yani kapitalist ilişkilerin olduğu bir gerçektir. Dolayısıyla bugün kapitalist ilişkiler çerçevesinde tabakalı bir yapı olan kent, ortaya çıkmaya başladığında da tabakalı bir yapıydı. Peki, bu tabakayı oluşturan yapı tam olarak neydi? Belki de ilk başta silahtı ama daha sonra çok farklı şeyler oluşmaya başladı.

Gordon Childe bize kentlerin kurulmasının 9 aşamalı olarak nasıl oluştuğunu ve bu kentlerdeki yapının iddia edildiği gibi sadece silah üzerinden değil başka birçok şey üzerinden anlatabileceğini söylüyor. 1- Artan nüfus büyüklüğü ve yoğunluğu: kent bizim için fiziki ve fiziki mekân üzerinde kurulan toplumsal ilişkilerdir diyebiliriz. Dolayısıyla bizim nüfus büyüklüğünü ve yoğunluğunu ölçtüğümüz mesele fiziki mekân meselesidir. Bu ölçüm noktasına baktığımızda nüfus büyüklüğü derken belli bir fiziksel mekândaki nüfusun sayısından bahsetmekteyiz. Nüfus yoğunluğu derken de fiziki mekân içerisinde m2 ye düşen insan sayısından bahsetmekteyiz. Dolayısıyla kent dediğimiz yer sürekli nüfusun büyük ve yoğun olduğu mekândır. Kent bizim için fiziki mekânsa bu mekânda bizi ilgilendiren birçok şey karşımıza çıkacaktır. İnsanoğlunun doğayla olan ilişkisi, kentlerin nasıl inşa edildiği, doğayla nasıl mücadele edildiği gibi sorular kent dediğimiz yerin fiziki çevrenin jeolojik bütünlüğün kullanılmasını gerektiren hatta planlanması gerektiren bir bütünlük olduğunu anlamaktayız. 2- Emeğin uzmanlaşması: insanoğlunun emeği uzmanlaştırması bir anlamda iş bölümü demektir. Bizim kent dediğimiz alan bir fiziksel mekân ve bu fiziksel mekân üzerinde kurulan sosyalliklerdir. Emeğin uzmanlaşması bizi topluma götüren, topluluktan topluma geçtiğimiz temel bir formdur. Nasıl oldu da insanoğlu topluluk formundan toplum formatında yaşamaya başladır? Bu noktada ilk gördüğümüz şey tarımdır. İnsanoğlunu yerleşik hayata geçiren özel mülkiyeti sağlayan toprağın tarıma açılması yani yerleşik faaliyetlerdi. Bu sürece eşlik eden bir diğer konu insanoğlunun saldırgan olmasıydı. Dolayısıyla ilk temel iş bölümü çiftçiler ve askerler olarak ortaya çıkmaya başladı. İnsanoğlunun yerleşik yaşama geçmesiyle ekip dikmeye başladı fakat bu dönemde teknolojik olarak ileri olan toplumlar geri olan toplumlara saldırmaya başladı. Yani tahakküm kültürü oluşmaya başladı. Bu da küçük kentlerde sorun yaşanmaya başlamasının temelini oluşturdu. Çiftçinin hem tarım aletini hem de tarımsal faaliyetlerini gerçekleştirmesi bunun yanında askerlerin hem kendi silahını hem de korumakla yükümlü olduğu çiftçileri korumasıyla bu işlerin el emeği gerektirdiğini anlıyorlar ve durumda elleri bu işleri yapmak için daha yetenekli olan din adamlarının kontrol ettiği zanaatkârlar sınıfını ortaya çıkarıyorlar. İnsanoğlunun yavaş yavaş tarım bilgisini arttırmaya başlamasıyla askeri bilgide bunun doğrultusunda ilerlemiştir. Artık belli bir emek alanında uzmanlaşan bireyler daha da uzmanlaşarak “artı ürün” ortaya koymaya başlamışlardır. İhtiyaçtan fazla olan ürünün saklanması gerekmesiyle belli bir dönem içinde insanlara da pay edilmesi gerektiğinden hesaplamaları yapan kişi olan “bürokratlar” ortaya çıkmaya başlıyor. Tüm bunları kontrol eden siyasetçilerinde görülmeye başlanmasıyla net bir şekilde söyleyebiliriz ki kentler, yönetilen, idare edilen, üretilen ama bir taraftan da tüketilen sınıflı bir mekân haline gelmiştir. 3- Tapınakların hâkimiyetinde kurulan kentsel mekânlar: tam da bu dönemde fiziki olarak planlanan bir hale dönen kenti ilk olarak tapınaklarda görmekteyiz (göbekli tepe). 4- Hinterlandı için gıda üretimi bu üretimin kontrolü ve depolanması: kentler oluşmaya başladığından itibaren o kentin etrafında olan kent dışındaki mekânlar yani köylerin bu kentlerden etkilendiğini görüyoruz. Bu kentsel alandaki gıda üretimin sadece ve sadece kentsel alan için değil onun yanında kentsel mekânın hinterlandı için değiştirip dönüştürdüğünü göstermektedir. 5- Yazının icadı:  Öğrenilen bilgilerin yayılması ve kentlerin bilgiyle kullanılan yerler olması sonucunda bilgi meselesi önemli bir yer tutmaktadır. 6- Sanatların gelişmesi: bir kenti kent yapanın sanat olması ve bu noktada Childe’nin sözü önem arz etmektedir: “Sanatlar kentin ayrılmaz bir parçasıdır.” 7- Bilimlerin gelişmesi: tahmin ve ölçüm için gerekli olan bilimlerin gelişmesi doğum oranı, kent büyüklüğü, gıda ürünlerinin toplanması için bir şartı oluşturmaktadır. 8- Diğer uzak mesafeli bölgeler ile ticaret (Pazar): ticareti olmazsa olmaz olarak düşünen Childe, kamusal alanın kurulduğu yer olarak pazarı sosyalleşme ve ticaretin yapıldığı yer olarak görüyor. 9- Akrabalık yerine aidiyetin yaşanılan yere aidiyet olması: fiziksel mekânın kültürü üretmeye başlamasıyla bu kültürle kendini tanımlamaya başlıyor. Yavaş yavaş kentlerin kurulmasına başlandıkça Antik çağda üç tip yani yerel, bölgesel ve uluslararası ticarete yönelik uluslararası pazardan söz etmek mümkündür. Yani antik çağda bile Pazar, malların değiş tokuşu, satılması, bir bölgeden başka bir bölgeye gelmesinin çok önemli bir gelişme olduğunu anlamaktayız. Bu noktadan sonra kesin çizgilerle ayrılmış bir toplumsal yapı, köleci bir toplumu olan antik dönemde özgür erkeklerin yönettiği kentler, ticaretin-siyasetin yapıldığı en önemlisi kentsel merkezli mekânların kurulduğu yani kentli insanların kamusal alanlarının kurgulandığı ve bir taraftan da kentin yönetildiği yerlerdir (Efes).

thumbnail
Önerilen Yazı
Peter L. Berger’in Sosyal İnşa Teorisi

Ortaçağ kentlerinde dünyaya ait olan kentleri sanayi devriminde şekillendirmeye başlayacağımız için esas hedefimiz sanayi devrimi üzerinedir. Ortaçağda bilginin tanrısal bilgi olduğu ve bu bilgiden şüphe dahi edilmeyeceği Ortaçağı karanlık bir çağ olarak anlamlandırılmasına neden olmuştur. Dolayısıyla ortaçağ dediğimiz karanlık çağ bilimin, bilginin hâkimiyetinde değil kilisenin hâkimiyetinde ve bilginin kaynağının tanrısal bilgi olduğu iddia edilen ve bu iddia ile beraber bütün sosyal hayatın bu bilgi etrafında şekillendiği kentsel bir bütünlük hâkimiyet sürmektedir. Kenti yöneten ve kilisenin atadığı kral gücünü dinden almakta ve dolayısıyla Tanrı adına kurulmuş bir dünya bütünlüğünden bahsetmekteyiz. Ortaçağın en önemli üretim aracı olan toprağın büyük çoğunluğu feodal beye aittir. Surların içine alınmış kentsel yapı topraktan elde edilen gelirle askeri oluşturmaktadır. Dolayısıyla kentlerdeki tabakalaşmış yapı daha da derinleşmiş halde. Serflerin de var olduğu bu dönemde feodal beyle serflerin aralarında bir anlaşma vardır: “yarı köleler ya da toprağa bağlı toprakla beraber alınıp satılan köylüler topraksal tarım üretimini gerçekleştiriyorlar, bu tarım üretimi karşılığında da feodal bey bu insanları hem koruyor hem de yaşamalarını sağlıyor.” Dolayısıyla bu yaşam döngüsünü kurgulayanın tarımsal üretim olduğunu söyleyebiliriz.

Dolayısıyla bu yaşam döngüsünü kurgulayanın tarımsal üretim olduğunu söyleyebiliriz.

Batı Avrupa kentlisi tam olarak burjuvaziyi oluşturmaya başlayacak ve bu dönemde burgerler, batı Avrupa kentinde yaşayanlar çok önemli bir zihinsel gelişmeyi de ortaya koyacaklardır. Çünkü ortaçağ dediğimiz çağ, bilginin kaynağı ve tanrısal bilgi ve bu bilgiden şüphe dahi edilemiyor. Fakat birisi kalkıp bu bilgiden şüphe ediyor. Kim? – Galilei (dünya yuvarlak ve dönüyor) Dolayısıyla bilginin kaynağını değiştirmeye başlıyor çünkü artık galilei ispat edilen bilgiyi ortaya koyuyor. Tabi ki bu döneme bir şey daha eşlik ediyor. O da burjuvanın temellerinin atılmasıdır. Peki, bu burgerler yani batı Avrupa kentleri kelimenin tam anlamıyla en ilkel anlamda burjuvalar ne yapıyorlar? Uzak mesafeyle ticaret yapmaya, mal alıp getirip uluslararası büyük pazarlarda bu malları satmaya başlıyorlar. Dolayısıyla şunu görüyorlar: “para paradan daha değerlidir”. Yani bu dönemde zihinsel bir devrim de gerçekleşiyor. Dolayısıyla feodal dönem, feodal çağ ya da karanlık çağ yavaş yavaş bilginin hâkimiyetinin ve aklın yükselmesi burjuvaların kendi zihinsel faaliyetlerini ortaya koymaya başlamalarıyla beraber artık aklın hâkim olduğu kentsel yapıları görmeye başlıyoruz. Bu döneme eşlik eden yani bizi alıp sanayi devrimine götüren coğrafi keşifler Amerika kıtasının keşfiyle beraber Portekizli denizciler ispanya kralının adına Amerika kıtasını keşfettiler ve mülkü haline getirdiler. Bunun sonucunda insanoğlu Amerika kıtasına önemli bir şekilde yöneldi ve oradaki zenginlikleri toplamaya başladılar. Tarihçi Galeyano’nun iddiasına göre Amerika kıtasındaki zenginliklerin Avrupa’ya gelmesi sanayi devriminin maddi olarak tetikleyicisi hatta ve hatta feodal dönemin bitişinin bir parçası olmuştur. Çünkü bilgi sorgulanmaya başladı ve insana ihtiyaç duyulan kentler oluşmaya başladı. Teknik bilgi de gelişmeye başladıkça sanayi devrimi ve buna eşlik eden süreç artık oluşmaya başlamış oldu. Feodal alanlar çözülüp bu alanda boşa çıkmış insanlar önemli bir göçü gerçekleştirip yeni kurulan kentsel bölgelere gelmeye başlamış ve feodal alanda serf olarak yaşayan bireyler sanayi kentlerine geldiklerinde işçi niteliğine girmişlerdir. Dolayısıyla tüm bu gelişmeler sonucu modern kente giriş yapılmıştır.

Kaynakça: Cogito Dergisi Kent ve Kültürü sayı: 8

Ege Üniversitesi Sosyoloji Lisans Öğrencisi.

Yazarın Profili

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir