Gerçekliğin Sosyal İnşası adlı kitabın ilk planı, 1963’ün başlarında yazılmıştır. Kitap Atıf Yayıncılık’tan çıkmış olup 288 sayfadır. Kitap giriş ve üç bölümden oluşmaktadır. Bu bölümler esas itibariyle bilginin temellerinin oluşumundan başlayıp toplumdaki nesnel gerçekliğin ve öznel gerçekliğin nasıl oluştuğunu ele almıştır. Toplum içindeki diyalektik ilişkilere dikkat çeken Berger ve Luckmann özellikle gündelik hayat pratiklerini derinlemesine incelemiş olup bu alanda önemli olan bir eser ortaya koymuşlardır. Aynı zamanda bu eser Uluslararası Sosyoloji Derneği tarafından 20. yüzyılın en etkili beş sosyoloji kitabından biri olarak seçilmiştir.
Thomas Luckmann, 14 Ekim 1927’de o yıllarda Yugoslavya’nın sınırları içerisinde olan Jesenice şehrinde dünyaya gelmiştir. İkinci dünya savaşının başlamasıyla ailesiyle birlikte Avusturya’ya göç etmek zorunda kalmıştır. İlk üniversite eğitimini Viyana’da tamamladıktan sonra Innnsbruck Üniversitesi’ne geçmiştir. Her iki üniversitede de sosyoloji üzerine uzmanlıklarını tamamlamış ve Almanya’da ki Konstanz Üniversitesi’nde dersler vermeye başlamıştır. Aynı zamanda Slovenya Bilim ve Sanat Akademisi’nin de üyesiydi. 10 Mayıs 2016’da vefat etmiştir.
Pete L. Berger, 1926 yılında Avusturya’nın Viyana şehrinde dünyaya gelmiştir. Avusturya’da felsefe üzerine lisans eğitimi almış ve ABD’de sosyoloji üzerine yüksek lisans ve doktora eğitimini tamamlamıştır. Çeşitli üniversitelerde eğitim görevlisi olarak faaliyet göstermiştir. Boston Üniversitesi’nde Kültür, Din ve Dünya İşleri Enstitü’nün kurucusu ve aynı zamanda müdürlüğünü yapmıştır. Berger özellikle insanın gündelik hayat gerçeğini nasıl yaşadığını üzerine bilginin sosyolojisi üzerine yapmış olduğu çalışmalarla bilinmektedir. 27 Haziran 2017 yılında vefat etmiştir.
Sosyolojinin temel sorularından biri olan toplum mu bireyi oluşturur; birey mi toplumu oluşturur sorusu çeşitli yönlerle ele alınmış, farklı cevaplar verilmiştir. Temel sorunun merkezinde bulunan insan davranışlarını şekillendiren toplumsal nedenler her zaman üzerine düşünülen ve tartışılan bir konu olmuştur ve hala da olmaktadır. Farklı cevaplar verilmesi yanında toplumun anlaşılması konusunda endişeleri yanında getirmektedir. Makro ve mikro yapılan çalışmalar bu endişeye cevap olmaya çalışsa da soru işaretleri devam etmektedir. Sosyoloji topluma hem makro açıdan hem de mikro açıdan; toplum olmadan bireyi, birey olmadan da toplumu düşünülemez. Sosyolojiyi diğer bilimlerden ayıran ve sosyoloji de özel kılan da budur. Bireyin toplumu inşasını düşünürken; toplum içindeki kurumlarında bireyleri etkilediklerini asla göz ardı edilemez.
Sosyal gerçeklikler toplumsal olarak inşa edilmişlerdir. “Gerçeklik sosyal olarak inşâ edilmiştir ve bilgi sosyolojisi, bu inşânın vukû bulduğu süreci analiz etmek zorundadır.” (Berger ve Luckmann, 2008: 3) Sosyal gerçekliğin inşa sürecinde toplum ve birey diyalektik ilişki içindedir. Bir yandan toplumu ve inşa sürecini etkileyen birey diğer yandan da bu inşa sürecinden etkilenmektedir. “Toplum, gerçekten de objektif bir olgusallığa sahiptir. Ve yine toplum, gerçekten de subjektif anlamı ifade eden eylem vasıtasıyla inşâ edilir.” (Berger ve Luckmann, 2008: 28). Nesnel dünyanın var olmasının sebebi de insandır. Toplum gerçeğini insan inşa etmiştir fakat toplumun içerisindeki “sosyal gerçeklik” sadece insanın incelenmesiyle anlaşılacak kadar basit ve yüzeysel bir konu değildir. Toplum ve birey birbirini hem doğrudan hem de dolaylı yoldan etkileyen iki gerçektir.
Bireyi ve toplumu anlamanın en iyi yolu gündelik hayattaki aktörleri ve faaliyetleri anlamak ve anlamlandırmaktır. Berger ve Luckaman içinde gündelik hayat bireysel açıdan ve toplumsal açıdan gerçekliğin inşasında temel noktadır. Gerçekler çoklu yapılardır ve tek noktadan açıklanamazlar. Gündelik hayatta kullanılan dil, bana sürekli olarak zorunlu nesnelleşmeler sağlar ve bu nesnelleşmelerin içinde anlam kazandığı ve gündelik hayatı benim için anlamlı kılan bir düzen tesis eder.” (Berger ve Luckmann, 2008: 35) Toplumsal olgular gerçekliğin inşasında etkili unsurlar olsa da yeterli olamazlar. İnsanın varlığı her zaman etkili olmuş ve olacaktır. Onlara göre sosyal düzen insanın bir üretimidir ve insan olmadan sosyal düzen var olamaz.
Berger ve Luckmann için gerçekliğin sosyal inşası dışsallaştırma, nesnelleşme ve içselleştirme temelinde gerçekleşir. Bu üç olgunun diyalektik ilişkisi sonucunda sosyal gerçeklik ortaya çıkar. Toplumun nesnel gerçekliğinde “kurumsallaşma ve meşrulaştırma” süreci çok önemlidir. İnsanın içinde bulunduğu toplumu “insanlaştırdığı” kadar insanın da “toplumsallaştığını” gösterir. Onlara göre insanın kendini üretmesi daima ve zorunlu bir haldir. İnsanlar, kendi sosyo-kültürel ve psikolojik oluşumlarının bütünlüğünü sahip bir çevreyi, hep beraber üretirler. Bu oluşumların hiçbiri insanın üretici faaliyetlerinin sadece dışsal sınırlarını sağlayan insani biyolojik terkibin ürünleri olarak anlaşılamaz. İnsanın yalıtık insan olarak gelişmesi ne kadar imkansızsa, yalıtık insanın insani bir çevre üretmesi de bir o kadar imkansızdır (Berger ve Luckmann, 2008: 75). Böylelikle sosyal düzen dışsallaşma ile kurulan insanı bir üretimin sonucudur ve kurumlarda bireyler arasındaki etkileşimden doğar ve bu etkileşimden doğan tiplemeler, kurallar bir sonraki nesille aktarılır ve kurumlar oluşur.
Sosyal düzen bozuldukça bireylerin kendilerini meşrulaştırma şekilleri de çeşitlenir ve karmaşıklaşır. Birey toplumun içerisinde var olma çabasıyla meşrulaştırma alanı gittikçe genişler ve en özel olayları da kapsayan meşrulaştırmalar yapılır; kurumlar da kendilerini değişen topluma uyum sağlamak için “meşruluk”larını kaybetmemek için değişime uğrarlar. Toplumun “nesnel gerçeklik” olgusunu böylece açıklanır ve “öznel gerçeklik” açıklanmaya başlanır. Sosyolojik olarak baktığımızda bu meşrulaştırma hareketi de bir insani üründür ve bireylerin yaşamını kolaylaştırır.
Bireylerin içinde yaşadıkları toplumun değerlerini öğrenme, bu değerleri içselleştirme ve topluma kabul süreci sosyalizasyon ile gerçekleşir. Bireyin bu değerleri öğrenme süreci önce ailede başlar ve toplumun bir parçası haline gelerek bir kimlik oluşturur. İkinci bir izolasyonla da birey toplumun içindeki yeri, oluşan kimliğinin toplumdaki varlığını tanımlar. Birinci sosyalizasyonla gündelik hayat kolaylaşırken; ikinci izolasyon ile birey gündelik hayattan ziyade toplumda kriz diyebileceğimiz dönemlerde hayatını sürdürmeyi öğrenir.
Bireyler, sosyal etkileşim ile kendilerine “öznel” alanlar oluşturur ve içerisinde bulundukları faaliyetleri rutinleştirip tipleştirirler. Bu tipleşmelerle toplum içerisinde “kurum” adını verdiğimiz olgular meydana gelir. Nesnel özellik kazanan bu alanlar bir sonraki kuşağa aktarılarak “toplumsal gerçekler” oluşturulur. Toplumların farklılıklarının temel sebebine cevap vermeye çalışan ve etkili de olmuş bu teori oluşturulduğu ilk zamanlardan bu yana içerisinde çeşitli boşluklara sahip olup bir sentezin ürünü olmasıyla çok eleştirilmiştir.
Berger ve Luckmann oluşturdukları bu teorilerinde toplumsal hayatın nasıl oluştuğu ve toplumun hayatını nasıl devam ettireceği üzerine bir değerlendirme yapmışlardır. Sosyal düzeni bireylerin bir ürünü olarak görmüşler ve yapısal-işlevsel düşünmüşlerdir. Bir sınıflandırma oluşturup bu sınıflandırma göre de gündelik hayat pratiklerinde ön tahminler üzerine bir model ortaya koymuşlardır.
KAYNAKÇA
- Berger, P. L., Luckmann, T. (2008). Gerçekliğin Sosyal İnşâsı. (Çev. Vefa Saygın Öğütle). İstanbul: Paradigma Yay.
- Yücedağ, İ. (2013). “Bir Sentez Girişimi Olarak Gerçekliğin Sosyal İnşâsı”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 17 (2): 15-26.