Aile Nedir?
En basit tabirle aile, toplumun en küçük yapı birimidir. Sosyal bir kurum olan aile, akrabalık ilişkileri bakımından birbirine bağlanmış olan ve yetişkinlerin, çocuk bakım sorumluluklarını üzerlerine almış olduğu bir gruptur (Akt. Alp, 2007:26). Temel görevi insan türünün devamlılığını sağlamak olarak kabul edilir. Aileler, kendi dünya görüşlerine, kendi davranış kodlarına, kendi cinsiyet rollerine, kendi zaman ve mekan kavramlarına, kendi özel konuşma ve dil tarzlarına, kendi tarihlerine, kendi mitlerine ve ritüellerine sahiptir (Akt. Alp, 2007:26). Bu noktada şunu belirtmekte fayda görüyorum; aile, “hukuki” açıdan evlilik yoluyla kurulur. Ancak günümüz toplumlarında da sıkça karşılaştığımız gibi, kültürel farklılıklar sebebiyle tek eşlilikten daha farklı evlilikleri tercih edenler de mevcuttur. Toplumsal değişim dinamiklerine, aile kurumu da kendince değişiklikler göstererek uyum sağlamaya çalışmaktadır.
Aile, üyeler ve kurallar barındırır. Bu kurumda bulunan tüm üyelerin belli rolleri ve amaçları vardır. Bireyler bu kurum içerisinde ilk eğitimini alır, toplumsallaşır. Kişiliklerinin belirlenmesinde aile kurumu çok önemli bir faktördür. Araştırmacılar ailenin, nesli devam ettirme, cinsel etkinlikleri düzenleme, koruma, sosyalleştirme ve eğitim gibi hayati fonksiyonları olan bir kurum olduğu yönünde hemfikirdir (Akt. Alp, 2007:29).
Endüstri Devrimi Öncesi Aile
En temeline baktığımızda, anne, baba ve çocuktan oluşan aile düzenine, başka aile büyüklerinin ya da akrabaların da katıldığı dönemler olmuştur. Zira endüstrileşme öncesi dönemde, günümüzdeki yaygın çekirdek aile yapısından farklı olarak, geleneksel geniş aile varlığını sürdürmekteydi. Daha içe dönük, her türlü sorunun yalnızca o hanede yaşayanlar arasında paylaşılarak çözüldüğü, yakın ilişkilere sahip bir aile yapısı söz konusuydu. Ekonomik olarak da birbirlerine bağımlı insanlar vardır. Söz sahibi her zaman erkektir ve şayet babadan daha büyük bir erkek bulunuyorsa (örneğin dede/büyükbaba), son söz ve yegane karar ona aittir. Dolayısıyla geleneksel geniş ailenin ve ataerkil yapının topluma hakim olduğunu ifade edebiliriz.
Eğitimin, dönem şartlarında sınırlı oluşu, aile içerisindeki bireylere atfedilmiş olan toplumsal cinsiyet rollerinin aynı ve katı şekilde kalmasına, ayrıca bu rollerin bireysel ve toplumsal statüleri belirleyen yegane faktör olmasına ve aile yapısının değişime kapalı olmasına yol açmıştır. Bireysel duyguların önüne geçen “biz” duygusu, toplumsal hareketliliği engellemiş, tutuculuğu ortaya çıkarmıştır (Akt. Alp, 2007:32).
Endüstri Devrimi Sonrası Aile
İngiltere’de başlayan ve büyük bir hızla tüm dünyaya yayılan endüstrileşme hareketi, pek çok dengenin değişmesine, yeni yaşam standartlarının gelişmesine, yeni imkanlara ve yeni oluşumlara yol açmıştır. Bu devrimle beraber sanayileşme/fabrikalaşma büyük bir hızla artmıştır. Köylerde ve küçük yerleşim yerlerinde yaşayan insanlar, daha fazla iş imkanını bünyesinde barındıran kentlere göç etmeye başlamıştır. Elbette ki bu noktada aile kurumu da oldukça etkilenmiştir. Geleneksel ailede, bireylerin kendi tüketimi için ev içinde gerçekleştirdiği üretim endüstrileşmeyle sona ermiştir. Üretim, aile içinde gerçekleşen bir olgu olmaktan çıkmıştır. Bu durumda aile, bir tüketim birimine dönüşmüştür (Alp, 2007:33). Bunun yanında belki de en önemli gelişme, çocuğun da ekonomik faaliyetlere katılımı olmuştur. Küçük elleri ve vücut yapılarının birçok makineye daha uygun olması sebebiyle, kaçak yollarla çalıştırılan binlerce çocuk işçi bu dönemde ortaya çıkmıştır. Bu ortamda, geleneksel geniş aile, büyük bir hızla yerini, en fazla iki çocuklu çekirdek aileye bırakmıştır. Evde yaşayan her bireyin iş hayatına girmesi, ailenin son söz sahibi, reisini dahi değiştirmiştir. Zira aile reisi artık baba değildir, anne de eve para getirdiği için söz hakkına sahip olmuştur ve ev içi sorumluluklar paylaştırılmıştır.
Endüstrileşme sonrasında ve günümüzde, çocuksuz çekirdek aileler de yaygınlaşmıştır. Bireylerin çocuk sahibi olmak istememesi, çocuk sahibi olamaması gibi sebeplerle, çocuksuz aile sayısı artmıştır. Bunun yanında, boşanmalar, parçalanmış aileler ve ayrılan eşlerin yeniden evlenmesi sonucu oluşan eklemli aileler de her geçen gün çoğalmaktadır. Tek ebeveynli aileler, eşcinsel aileler ve evlenmeden birlikte yaşayan çiftler de artık çok sık rastladığımız aile türlerindendir. Dolayısıyla endüstrileşme sonrası toplumlarda, hayatı idame ettirmenin zorlukları, anneye atfedilen cinsiyet rolleri sebebiyle işi ve çocuğu arasında kalmak istemeyen kadınların yaşadığı çelişkiler gibi faktörler, aile kurumunun değişmesi ve dönüşmesinde etkili olmuştur.
Alp, A. (2007). Yeni Çalışma Biçimleri ve Değişen Aile Yapısı Bağlamında Çalışan Kadınlar. (Doctoral dissertation, DEÜ Sosyal Bilimleri Enstitüsü).