Ankara ekolü, Batılılaşma ve evrenselliği özdeş kabul eder. 1939 yılından 1948 yılına kadar Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesinde Amerikan sosyoloji ve metodolojisinin uygulandığı bir bölüm olmuştur. Niyazi Berkes (1908-1988), Behice Boran (1910-1987) ve Mediha Berkes tarafından yaklaşık sekiz yıl sosyolojik çalışmalar yapmışlardır. Bu çalışmalar İstanbul Üniversitesi sosyoloji bölümünden farklı türde, daha çok “uygulamalı sosyoloji”ye dönük olan araştırmalara önem vermişlerdir.
Başlıklar
Ankara Ekolü’nün Temel Özellikleri:
-Ankara Ekolü Batılılaşma ile evrimselliği özdeş kabul etmektedir. Niyazi Berkes’e göre aslında hedefimiz Batılılaşmak değil, modernleşmektir. Bu ekol, Batı’nın gelişmesine kaynaklık eden evrensellik, hümanizm, Latin kültürü ve Eski Yunan medeniyetini çağdaşlaşmanın evrensel kaynakları olarak görmüştür.
-Tek parti hükümeti 1940’lı yıllarda Ankara Ekolü temsilcilerine siyaseten karşı olsa da bu hocaların çağdaşlaşma konusundaki tespit ve önerilerine önem verilmiştir. Örneğin, MEB’in Hasan Ali Yücel döneminde Yunan ve Latin klasiklerin çevrilmiş olması.
-Ankara Ekolü evrensel bilim anlayışını savunduğu için milli bilim anlayışına karşı çıkmıştır. Ona göre iktisadi yapının ve ticaretin çok canlı bir şekilde geliştiği İtalya’da değişen sosyal ve ekonomik şartların kültür ve sanatta zihniyet değişime sebep olmaktadır.
-Ekolün temsilcileri bilim anlayışlarını evrensel bir çerçeveye oturtma çabasındadır. Örneğin, sanat ve edebiyat sosyolojisinde bunu şöyle uygulamaktadırlar: Bir sanatçının yaşadığı çağın ve günün sorunlarını ve değerlerini ortaya koyan eserler vermesi gerekir. Mesela Yahya Kemal böyle bir şairdir fakat geçmişte kalmıştır. 1940’lı yıllarda ekolün doğrudan etkisi bilinmez ama özellikle Anadolu köylerini anlatan romanlar, hikayeler ve şiirlerin yazıldığı bir dönem başlar. Bu ekole göre, sanatçı toplumdan etkilenirken toplumu da etkilemelidir ve onun Batılılaşmasına öncülük etmelidir.
Laiklik Anlayışları
Onlara göre sosyal hayatın tüm cephelerini laiklik kapsamalıdır. Dolayısıyla dine toplumsal hayatın tüm yönleri çözümlenmelidir ve dini anlayıştan uzaklaştırılmalıdır. Laiklik sadece din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması değildir. Bu ekol sadece devletin laik olmasını öngörmez, bireyin de laik olmasını savunur. Çünkü toplum ve bireyin zihniyetinin bilim-dışı unsurlardan kurtulması gerektiğini düşünür ve kurallar (muaşeret), kıyafet ve bunun gibi her şeyin din ölçülerinden kurallarından ayrılması gerekir. Ekol İslam’da akılcılığın temsilcilerini aklileştirmek düşüncesine kapılmakla eleştirilmektedir.
Ankara Ekolünün Kıta Avrupası Sosyolojisine Etkisi
- B. Kaçmazoğlu’na göre Ankara ekolü İstanbul’daki rakiplerin teorik kaynağı olan Kıta Avrupası sosyolojisini eleştirerek onun yerine Amerikan sosyolojisi temsilcileri olduklarını belirtir. Bu suretle İstanbul ekolüne karşı hem Kıta Avrupası sosyolojisine hakim olduklarını hem de Amerikan sosyolojisini bildiklerini belirterek kendilerini konumlandırmışlardır.
Ankara Ekolü’nün Yaptıkları Eleştiriler:
Batı sosyolojisindeki ırkçı teorileştirilmiştir. Amerika çok kültürlü, çok etnik yapılı bir devlet olarak uyumlu bir toplumun temsilcisidir. Amerika’da çok farklı ırklar bir arada ülkenin gelişmesi için çalışmaktadır. Hatta Gökalp’in fikirlerini kendi düşüncelerine alet ettiklerinin düşünmüşlerdir. Bir millet, bir kavim ırkından dolayı üstün ya da geri olamaz çünkü aynı ırki yapıdan olan iki milletten biri ileri iken diğeri geri olabilir.
Ankara Ekolü Türkiye’de sosyoloji araştırmalarını iki nedenle izah etmektelerdir. Onlara göre gerçek anlamda sosyoloji yapılamasının nedeni Türk sosyologlarının dogmatik doktrinlere sapmış olmasıdır. Şeyh-mürit ilişkisi içerisinde sosyoloji yapmaya çalışmaktır ya da siyasi ideolojik saplantılara dahil olmaktalardır.
Türkiye’deki sosyoloji eğitiminde öğrencilere hazır formüller halinde kullanacakları bilgi ve metotlar verilmektedir. Onlara göre yapılması gereken öğrencilere olaylar arasındaki ilişkilerin tahlil, eleştiri ve tartışmaya yönelik biçimde aktarılmasıdır.
Batı’dan transfer edilen sosyoloji anlayışlarını eleştirel bir tahlilden geçirmek gerektiğini, olayların denendikten sonra kabul edilmesi gerektiğini düşünürler. Bu alandan en ciddi eleştiriyi Fransız sosyolojisi üzerine yapmışlardır çünkü Türk sosyolojisi en çok Fransa’dan etkilenmiştir. Halbuki Amerikan sosyolojisi felsefeden tamamen arınmış sosyal olayları araştıran ve değerlendiren uygulamalı bir yapıya dönüşmüştür. Bu ekolde dünya görüşü olarak üretime önem verdikleri için ekonomi ve üretim ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Ekonomi ve üretimin geliştiği yerler şehirler oldukları için şehir sosyolojisine önem vermişlerdir. Ancak Türkiye tarım toplumu olduğu için o dönemde üretim köye bağlıdır. Bu nedenle köy sosyolojisi önemlidir. Dolayısıyla Ankara ekolü üretimin belirleyicisi olan ekonomi sosyolojisi, şehir ve endüstri sosyolojisi, köy sosyolojisine yönelmişlerdir.
Şehir Sosyolojisi
Türkiye’nin ekonomik gelişmesi için şehirleşmesi ve endüstrileşmesi gerekir. Türkiye’nin çağdaşlaşması için üretimin köyden şehre kayması gerekir. Ziraat de modernleşmelidir. Bu nedenle köyü köy olarak bırakmak değil, şehirleştirmek lazımdır. Ekol, köylerin iktisadi yapısının akrabalık ve komşuluk temeline dayalı olduğunu, buna karşın modern teknik ve makinenin getirilmesini savunur.
Niyazi Berkes Türk sosyolojisine diğer sosyologlardan farklı olarak toplumu sadece tasvir etmekle kalmamış, tahlil etmek çabasını da göstermiştir. Örneğin, Osmanlı tarihinin tasvirden öte analiz eden ve Cumhuriyet dönemi Türk toplumuna etkisini ortaya koyan çalışmalar yapmıştır. Bu çalışmalarında sosyal olaylarda birden fazla etkinin belirleyici olduğu görüşünden hareket etmiştir. Kültür, siyaset ve ekonominin toplum üzerindeki etkisini analiz etmiştir.
Behice Boran ise Türk sosyolojisinde Le Play’den esinlenmiştir ve alan araştırmalarına önem vermiştir. Toplumsal değişmeyi toplumsal yapıda aramıştır. Marksist sosyolojinin sınıf çatışması kuramına toplumsal ilişkilerde önem vermiştir. Uzun yıllar Türkiye’de TKP yöneticiliğini yapmıştır.
İbrahim Yasa bilimsel çalışmalarında kaba gözlem neticesinde ortaya atılan hipotezlerin dış dünyadan kontrollü gözlem verileri toplanarak derlendiğini belirtir. Bu şekilde hipoteze dayalı tümevarımcı akıl yürütmeyle tarif edilen bir pozitivist metodolojinin temsilcisidir. Yasa köy araştırmalarını yaparken şu kriterleri esas almıştır:
- Köyün doğal çevresi (Hasanoğlan köyü örneği, köy enstitüsü)
- Köyün sosyal yapısı
- Köyün kültür durumu
- Köyün üretim biçimi
- Sosyoekonomik değişme ve gelişmeler
Ona göre, araştırmacı mutlaka araştırma yaptığı toplulukla yüz yüze gelmelidir. Köy monografileri tipik köy özellikleri gösteren köylerde yapıldığı takdirde elde edilen sonuçlar genellenebilir niteliktedir.
Yasa’nın Türk sosyolojisine diğer iki önemli katkısı Türk ailesi üzerine yaptığı çalışmalardır:
1) Gecekondu Ailesi: 1966 yılında yaptığı bu çalışmada iç göçün nedeni olarak ortaya çıkan gecekondu aile tipi Türkiye’nin önemli sosyolojik sorunlarından biridir. Yasa gecekondu bölgelerini köy ve şehir arasındaki geçiş durumunu gösteren bir yapı olarak görür. Ona göre gecekondu mahallesi yeni bir sosyokültürel bir ortam oluşturmuştur. Gecekondu ailesi şehirde tutunmak için büyük bir çabaya ihtiyaç duyar. Aileler çocuklarını okutmak için gayret gösterir. Köy ailesi şehre göçerken üç aşamadan geçer:
- Şehrin yaşam koşullarına uygun bir iş edinme
- Köyden ailenin getirilmesi
- Barınma ihtiyacı için gecekondu yapım
2) İşçi Ailesi: Dış göç sebep olmuştur. Almanya’dan yurda dönen işçi ailelerinin üzerine 1979 yılında yaptığı bir araştırmaya dayanır. “Alamancı” kavramını Türk sosyolojisine kazandırmıştır. Ona göre, Alamancı ailesi Türkiye’de orta sınıfı oluşturabilir. Çünkü Almanya’da edindiği tecrübe ve birikim, elde ettiği ekonomik kazanç Türk toplumunda üretici bir sınıfa dönüşmesine yardımcı olabilir. Alamancı aile çocuklarını özellikle müteşebbis olarak yetiştirmek eğilimindedir. Gecekondu ailesinde çocukların memur olması için çaba gösterdiğini belirtmektedir.
Mübeccel Belik Kıray Behice Boran’ın öğrencisi olup Ankara üniversitesi Antropoloji eğitimi görmüştür. İbrahim Yasa gibi uygulamalı sosyoloji alanında çalışmıştır. Amerikan sosyolojisi etkisinde yetişmiştir. Amerikan sosyolojisi, Chicago okulu ve sosyal antropolojinin akımlarının geliştiği alandır.
Sosyoloji sahadan topladığı bilgilerle yetinmemelidir. Ayrıca konu tarihsel bir perspektiften analiz edilmelidir. Bu analizi yaparken sadece tarihsel bir faktör olan üretim ilişkisi değil; coğrafyayı yani mekanı, kültürü ve o toplumun dışsal faktörlerini analizin içine dahil edilmesi gerekir. Marksist bir yapıyı eleştirmektedir. Sadece üretim ilişkisi değil, hepsi dahil olmalıdır. Örneğin Karadeniz, Ereğli 1962: Bir Sahil Kasabası başlıklı çalışmasıyla sanayi öncesi ve sonrası dönemin toplumsal değişikliklerini açıklamıştır.
Behice Boran’ın öğrencisi olarak onun “toplumsal olgunun göreliği” anlayışını benimsemiştir. Kıray çalışmalarında Le Play’den olduğu gibi bilginin mekanik bir sunumu (pozitivizmin veri toplama ve verilerden yola çıkarak betimlemesi) değil, aynı zamanda araştırmanın sorunsalının oluşturulmasından itibaren verilerin toplanması, değerlendirilmesi süreçlerinde de çözümleme yöntemine yönelmiştir. Pozitivist bilim yönteminin sosyal ve nicel metotlarını kullanmakla beraber niteliksel araştırma yöntemlerine de yönelmiştir. Bunun için derinlemesine mülakat, grup görüşmeleri ve etnografik veri toplama tekniklerini kullanmıştır.
Kıray’da “tampon bölge” kavramı önemlidir: Toplumsal değişme sürecinde düşük sanayileşme nedeniyle modernleşen toplumların bu süreçte yaşanan sorunları izah etmek için geliştirilmiştir. Toplumsal değişme, çeşitli kurum ve değerlerin değişim sürecinde daha hızlı değişen yönler ile daha yavaş değişen yönler arasında oluşan belirli açıklığın doldurularak toplumsal dengenin sağlanmasına yardım eden mekanizmaya tampon bölge denir. Örneğin, köyden kente geçişte gecekondu bir tampon gölge olarak karşımıza çıkmaktadır. Geçiş için yumuşak bir bölge alanı önce köyü oraya taşımaktadır. Sonraki nesillerde uyum yavaş yavaş sağlanmaktadır. Başka ülkelerde bu bölgeler tamamen gettolaşmakta ve dışlanmaktayken Türkiye’de bu geçiş bölgesi halini almıştır.
Gecekondu üzerine çalışmaları mevcuttur. Gecekondular çok yavaş bir sanayileşmenin gerçekleştiği toplumlarda ortaya çıkmıştır. Kırdan kente göç ve yerleşme çağdaşlaşma öncesi ve sonrası dönemlerde farklı özellikler gösterir: Çağdaşlaşma öncesi dönemde göç edenler kentin kenarlarına yerleşirlerken çağdaşlaşma sonrası dönemde göçenlerin önce geçiş alanlarına sonra da kentin merkezine doğru emilip (asimilasyon) yerleşirler. Türkiye’de gecekondulaşma 1945’lerde başlıyor ve başta geçici olarak görülüyor fakat sonra egemen ve kalıcı hale geliyorlar.
Her kentsel yaşam alanı toplumdaki tabakalaşmayı ve sınıf yapısını yansıtır. Ekonomik bakımdan gelişmiş ülkelerde kent göç alırken gelenleri çabucak meslek ve sınıf yapısına özümseyip emerek kendisiyle bütünleştirir. Faka gelişmekte olan ülkelerde bu süreç yavaş işler ve bunun etkileri kentin yapısına yani mekana yansır. Gecekondu yapmakta temel amaç olanaklar ölçüsünde ucuza konut sahibi olabilmektir çünkü gelenlerin satın alma gücü çok kısıtlıdır. Gecekondu yerleşmesiyse aynı köyden gelen veya aynı semtten birkaç ailenin gelip konut yapmasıyla doğar. Ardından akraba ve tanıdıklar onlara katılırlar. –Alt orta tabaka semti, küçük bir köy gibi. Fakat bir süre sonra göç eden nüfus sayısında artış olur ve zaman geçtikçe yerleşme yurdun her yerinden gelenlerle heterojenleşir. Sonra nüfus yoğunluğunun artışı bu bölgeyi bir yoksulluk semtine dönüştürür.
Kente göçenlerin sınıfsal kökenleri: Tarımla uğraşan köylüler. Pazara dönük üretime geçiş söz konusu olunca toprağı az olan köylüler ya ücretli işçi haline gelmişler ya kentlere göç etmişler ya da topraklarını kaybetmişlerdir. Böylece kırsal nüfus köylülükten ve topraktan hızlıca kopmuştur. Özellikle iç göç üretimi ve buradaki ilişkileri temelden değiştiren bir süreci ifadelendirmektedir. –Köylüler sınıfsal değişim geçirmişlerdir ve artık köylü değildir çünkü topraklarını yitirmişlerdir fakat bu değişim sanayileşme gibi hızlı gerçekleşmemiştir ve farklı tanımların üretilmesini gerekli kılar: sahte-kentleşme ve sahte-kentlilik gibi.
Sahte kentleşme kentteki üretim ve meslek ilişkilerinin amorf yapısından kaynaklanmaktadır. Çünkü göçmenler endüstriyel-kentli kimliğini edinmeye fırsat bulamayıp rastgele, küçük, üretici olmayan hizmet işleriyle uğraşmışlardır. Bir sahte-kentli olan göçmen gruplarının tabaka özelliklerine bakıldığındaysa düşük gelir ve eğitim karşımıza çıkar. Bu kesim köydekilere oranla daha fazla fakat yerli sınıfa göre de daha az gelire sahiptir. Böylelikle kentin çekici özelliği tescillenmiş olur. Okuma-yazma oranlarıysa göçmenler arasında oldukça yüksektir ki bu da sosyal bütünleşme için bireysel çabaya işaret eder.
Kaynakça
Durdu, Z. (2017). 1940’lı Yıllar Türkiye’sinde Behice Boran’ın Sosyoloji Anlayışında Toplumsal Yapı ve Değişme. Süleyman Demirel Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, (40), 165-176.
GÜNDÜZ, O. (2012). TÜRK SOSYOLOJİSİNİN YENİ ÇALIŞMA MECRALARI. Journal of Sociological Studies/Sosyoloji Konferanslari, (46).