ÖZET
Türkiye’nin en büyük problemlerinden biri cezalandırma ve bunun suçlu üzerindeki caydırıcı etkisidir. Ülkemizde cezalar diğer ülkelere oranla daha ağır da olsa bu durum ceza işleyen kişilerin tekrar tekrar aynı cezayı veya farklı cezayı işlemeyeceğini garanti etmiyor. Toplumda yer etmiş olan ‘birkaç yıl yatar çıkarım’ ya da ‘zaten ne kadar ceza veriliyor ki’ ifadelerinden cezalandırma sisteminde eksikliklerin olduğunu görüyoruz. Ben de ülkemizdeki cezalandırma sisteminin eksikliğini ve suçlular üzerinde caydırıcılığa niçin bir etkisinin olmadığını araştırmak istedim. Bu konu için dördü savcı üçü avukat olmak üzere toplam yedi kişiyle derinlemesine bir görüşme sağladım. Onlardan elde ettiğim cevaplar ve okumalarım üzerine ülkemizdeki cezaların her geçen gün ağırlaştırılmasının sadece niceliksel olarak ceza yıllarının üzerinde bir değişimin olduğunu buna karşılık niteliksel olarak hem toplum üzerinde hem de suçu işleyen suçlular üzerinde hem de suç işlemeye meyilli olan kişiler üzerinde herhangi bir yüksek caydırıcılık gücünün olmadığını gördüm. Bu caydırıcılığı düşüren birçok etmenin olduğunu ama en önemlisi her şeyin ailede başladığını, ailenin bilinçlenmesi, eğitim kalitesinin artırılması gibi önerilerde bulunabilir.
GİRİŞ
Cezalandırma sistemi insanlık tarihinin eski zamanlarına kadar gitmektedir. Günümüze gelene kadar birçok evreden geçse de hala düzenli ve kalıcı bir hal alamamıştır. İnsan onuruna sığmayan cezalandırmalar, damgalamalar hala toplumlarda yapılmaktadır. Cezalandırma işleminin bazı amaçları vardır bireyin hak ettiği şekilde ne az ne de çok cezalandırılması gerekmektedir ve topluma tekrar kazandırılması şeklinde birey üzerinde etkili olacak cezalar verilmek amaçlanmıştır. Yani hem bireyi tekrar suçtan, suç işlemekten korumak hem de toplumu suç işlemekten alı koyacak şekilde cezalar vardır. Kendi ülkemize baktığımızda toplumda suça ve suçluya karşı aşırı bir öfke sorunu vardır. Toplum özellikle bazı suçları hiç kabul etmez ve ölüm cezasıyla cezalandırılmasını ister buna karşılıkta hukuktaki düzenlemelerde toplumun etkinliği göz ardı edilmez. Toplumlar daha ağır cezaları öngören kanunlar talep etmişlerdir buna karşılıkta daha çok kolluk kuvveti daha çok ceza infaz kurumu inşa etme ve daha ağır cezaları içeren kanunlar çıkarılmıştır. Bu yargıyla alakalı hazırladığım bir soruya karşılık Nevzat Savcının verdiği cevap aslında bazı görünmeyen gerçekleri gösteriyor:
‘Daha az polis, daha az adliye, daha az savcı hâkim daha fazla aile sevgisi, aile eğitimi ve daha kaliteli okul eğitimi!’
Bu cevap aslında insanı kısıtlayan unsurların çoğaltılmasına karşılık suç işleyen kişilerin o konuma gelmeden önce caydırıcı unsurlarla karşılaşmasıyla ceza infaz kurumuna gerek olmadan çözüleceğini gösteriyor.
Yine aynı şekilde Ali Savcı da bu sorunun çözümünün sınırlayıcı unsurlar değil toplumun eğitim seviyesinin yükseltilmesi, toplumun bilinçlendirilmesi gerektiği oluyor.
Cezaların ağırlaştırılması caydırıcılık için bir etken değildir buna örnek olarak ülkemizde idam cezaları uygulanırken o cezalarda azalma olması beklenirken azalma olmamıştır buna karşılık cezaların tamir edilebilir ve insani olması ayrıca kesinlik ve hızlılıkla verilen cezaların daha etkili olduğu görülmüştür.
CEZALARIN CAYDIRICI OLMASI
Caydırıcılığa biz tek yönden bakıyoruz o da suçluya ağır cezalar vermek. Ülkemizdeki caydırıcılık unsurunda asıl problem cezanın uygulanışı aşamasında olduğudur. Hangi suçun hangi cezayla ödenmesi gibi bir uygulama ve bunu destekleyecek herhangi bir araç yoktur buna karşılık cezanın yarattığı zarar oranında olması gerekmektedir. Bir kişi bir suç işliyorsa bu suçuna karşılık ona bir ceza verilmelidir bu ceza asıl olanın altında kalırsa bu durumdan olumlu çıkan suçlu olumsuz çıkansa toplum tarafından da damgalanan ceza infaz sistemleri oluyor. Bir ceza verilirken bu cezanın ‘mutlak’ ve ‘kaçınılmaz’ olması gerekiyor. Bu iki unsur cezalandırma aşamasında tam olarak uygulanırsa suçlu alacağı cezadan kaçamayacak ve caydırıcılık daha da artmış olacaktır. Yine bu iki unsur tam olarak infaz aşamasında sağlandığında çok ağır cezalara da gerek kalmadan suç işleyen birey üzerinde bir kısıtlama, kontrol sağlayarak bir daha suça yönelmesini etkilemiş de olabiliyor. Suç alanında önemli tespitleri olan Beccaria’ da mutlaklığın ve kesinliğin önemini vurgulamıştır. ‘’ Suçu önleyen cezaların ağırlığı değil mutlak olmasıdır’’ der. Cezanın niceliksel olarak hafif olması fakat cezanın hiçbir koşulda bölünmeden tamamının suçluya verilmesi cezadan kurtulma olasılığı yaratan şüpheli sonlara oranla verilen cezadan daha ağır bir korku yaratır ve bireyin suça yönelimini azaltır.
Suç işlemeyi düşünen bireyler alacağı cezadan çok nasıl yakalanmayacağını, yakalansa bile nasıl daha az ceza alabileceklerini hesaba katarak davranırlar. Yani cezalar çok ağırlaşmış diye bir hırsız hırsızlık yapmaktan geri durmaz aksine hırsızlığına devam eder. Özellikle bir anlık öfkeyle veya haz ile hareket edip suç işleyen kişilerse cezaların ağır olmasına zaten hiç düşünmezler.
Hazırlamış olduğum bir başka soru da bu yazdıklarımın devamı niteliğine uygun bir sorudur. Cezanın hızlılık, kesinlik ve şiddetliliği alakalı olarak cezaların uygulanması ve caydırıcılığın etkilenişi. Bu soruya yönelik verilen cevapların birçoğu hızlılık olarak zaman bağlarının kopuk olması ve bu nedenle mağdur için gerekli cezanın zamanında verilmemesinin suçlu içinse de bir avantaj hali olduğunu söylerken Nevzat Savcı çok hızlı bir şekilde olayın sonuca bağlanması sonrasında her iki taraf içinde bazı hataların olabileceğine bütün teknik incelemelerin yapılması daha sonra cezanın uygunluğuna karar verilmesini söyledi. Yine buna benzer bir cevapsa Erdoğan Savcı tarafından eskiden ‘suçüstü kanunun’ olduğunu buna karşılık yapılan işlemler sonucunda suçlunun yirmi dört saat içinde ceza evine gönderildiğini ve bazen yapılan bu işlemlerin ilerisi için olumsuzluk oluşturabileceğini de ekledi. Bunlara karşılık olarak ne çok hızlı bir yargı süreci ne de çok fazla zaman aralıklarının olduğu bir yargı sürecindeyse dengeli bir yargılama sürecinin olması gerekir. Suçlu da olsa savunma hakkına sahip olması nedeniyle cezaya mal olabilecek her şeyin iyice ve zaman da kaybetmeden de sonuçlandırılması gerekmektedir.
Ülkemizde uygulanan hapis cezaları diğer ülkelere oranla daha ağırdır. Aslında anlamamız gereken sadece cezaları ağırlaştırmak suçlularla ve toplumdaki artan suç oranlarıyla mücadelede bir etken olmadığıdır. Bu yüzden hala gündem de olan ölüm cezası bunun bir çaresi değildir sonunda ölümde olsa suç işlenmeye devam edilmektedir. Bireyin bir anda ceza çekmesine karşılık hak ettiği cezayı hiçbir oynama olmaksızın çekmesi daha iş görürdür.
Öyle ki ülkemizde makasın en geniş olduğu yer cezanın kesin olarak suçluya verilmesi aşamasındadır. Verilen cezaların etkin şekilde uygulanamaması hep bir açık kapının bırakılması birey için etkin bir caydırıcılık uyandırmamaktadır. Suç işleyenlerin kaçması, saklanması cezasını çekmemesi toplumda bir algı yaratmıştır. Zaten her defasında kaçıyor ve yakalanmıyor diyen diğer suçlular veya suça meyilli olanlar ceza almaktan korkmuyor aksine suç işlemeye karşı daha da cesaretli oluyor. Sürekli haberlerde gösterilen kadına şiddet olaylarında karısını öldüren eş veya eski eş suçu işledikten sonra kaçıp izini kaybettiriyor ve cezadan kaçmış oluyor bunu gören diğer meyilli eşler de karısını kolayca öldürebileceği algısına kapılıp suç işliyorlar.
Bu konuda olumsuzluk yaratan caydırıcılığı azaltan diğer bir unsur ‘çıkarılan aflar ve koşullu salıverme’
Çıkan aflar sonucu suç işleyen birey içeriden çıkıyor buna karşılık tüm suçları silinip sicili de temizlenmiş oluyor. Böyle bir durum suçlu kişileri olumlu etkilediğinden işlediği suça karşılık bir pişmanlık duymuyor ve çıkınca başka suçları işlemeye devam ediyor. Yine koşullu salıverme de bazı suçlar hariç mahkûmun aldığı suçun bir bölü ikisi veya iki bölü üçünü yattıktan sonra denetimli serbestlik adı altında tekrar salıvermesini sağlıyor. 2012 yılında ceza infaz sistemlerine getirilen yeniliklerde yasalaşan koşullu salıverilme ve denetimli serbestlik Erdoğan Savcının da söylediği gibi infaz sistemini olumsuz etkilemiş ve caydırıcılık unsurunu ortadan kaldırmıştır. En son çıkan yasaya göre üç yıl ve altında ceza alan mahkumlar denetimli serbestlikten faydalanmak istedikleri bir dilekçiyi doldurarak hiç ceza evinde kalmadan ya da çok asgari bir süre kalıp ceza evinden tekrar tahliye olmuş oluyorlar ve kaldıkları yerden suçlu hayatlarına geri dönüyorlar. Tedbir ve adli kontrol şartıyla serbest bırakılma mevzusu da buna bir örnek teşkil ediyor. Bireyin ilk suçuysa ve bu suç çok ağır değilse veya eylem tamamlanamamışsa da bu kişi teşebbüsten yargılanıyorsa topluma tekrar salınma hali yüksek oluyor. Görüşme yaptığım adalet mensupları farklı görüşler beyan etselerde kişinin ilk suçundan içeri almanın caydırıcılık yönünden olumsuz olacağını çünkü içeri girdiklerinde farklı sorunlarla karşılaşıp profesyonel suçlu olmaktansa bazı engellemelerle, ufak cezalarla cezalandırılıp topluma kazandırılmasının daha olumlu olduğundan bahsettiler. Ben bu konuda hem onlara katılıyorum hem de katılmıyorum. Suç işleyen kişi zaten toplumda bazı eksikliklere sahip bir birey olabilir (eğitim, statü, maddi kaynaklar vb.) ve bu kaynaklara zaten sahip olamayan birey çıkınca da tekrar aynı şeyleri yapmaya devam edecektir. O yüzden bu durum çok fazla suçlunun var olması ve hazır potansiyel suçluların da var olmayacağını değiştirmez ve ilk seferi cezayı hafifletelim demek cezanın mutlaklığı kısmını olumsuz etkilemektedir.
Etkin pişmanlık ve iyi hal indirimleri de caydırıcılığı olumsuz etkileyen bir unsur oluyor. İyi hal indirimi alan bir suçlu cezanın bütününü çekmeden azaltılmış olarak ceza alıyor. Buna farklı açıdan baktığımızda kişi itirafçı oluyor ve alacağı cezayı hafifletmiş oluyor. Bu unsurlar ceza ve yargılama aşamasında oldukça suçlunun cezadan kurtulabilme umudu olmuş oluyor. Korona bahanesiyle denetimli olarak salınan onca suçlu şu an toplumda dolaşmaktadır. Bu durumun oluşu o kişilerin adaletten ve cezadan çekinmemesine ve suçunu daha da rahat icra etmesine neden oluyor. Suçlu kişi kendine yeni yöntemler üretiyor mesela fiziki ortamdan sanal ortama geçiyor ve suç işlemeye buradan devam ediyor veya kaybedecek maddi ve manevi olarak bir şeyleri kalmadığından tek suçla kalmayıp birden farklı suçlara yöneliyorlar. O kadar profesyonel oluyorlar ki polislerin gezdiği bölgeleri, saat aralıklarını öğrenip oralarda takılmaktansa polisin uğramadığı metruk alanları tercih eder hale geliyorlar.
Çeşitli uygulamalar sonucu tekrar topluma gönderilen bu suçlular toplumda yaşamaya hazır mı diye düşünülmemiş yeni suçlara karışır mı veya eski suçunu devam ettirir mi denmemiş ve zaten dolu olan ceza evleri bu gibi uygulamalarla boşaltılmak istendiği bellidir. Geri topluma döndürülen o suçlular tekrar yeni işledikleri suçlarla medyada kendileri de bir yer bulmuşlardır.
Ceza ve yargılama süresinde duruşma aralarının çok açık olması zaman bağının kopukluğu da cezalandırma ve caydırıcılık kısmında olumsuz etki oluşturmuştur. Bu sayede hem davaların çözümü gecikmiş hem de daha fazla bu ve benzeri dosya birikmiştir. Bunun toplumsal tarafı da insanların yargıya ve adalete olan güveninin azalması ve hak edenin cezasını çekmediği algısıdır. Hatta toplumda söylenen cümle bize bu durumu anlatıyor ‘dayak yiyen, yediği dayakla kalır’ yani mağdur mağdurluğuyla suçlu da haklı gururuyla ortaya çıkıyor. Dava sürelerinin bu kadar uzun olması sebebiyle mağdur olan kesim davadan geri çekiliyor çünkü adalete olan umudu azalıyor, yıpranıyor ve suçlunun hak ettiği cezayı almadığını düşünüyor ve bu yüzden davasından vazgeçiyor. ‘Nasılsa bir şey olmuyor’ söylemi toplumda suç işleyenin hak ettiği cezayı bulmadığını gösteren bir başka yargı.
SONUÇ
Ceza sistemi uygulanırken cezaların ağırlığındansa mutlak ve kesin olması gerekmektedir. Ceza her ne ise bölünmeden tam olarak suçluya uygulanmalıdır. Suçlu cezaevine girmekten ve ceza almaktan çekinmez bir duruma gelmiştir buna karşılık sürekli değiştirilen ve mahkûmun lehine olan bazı kanunlar ve uygulamalar yerine kesin, olabildiğince hızlı ve suçlunun suçuna oranla bir ceza verilmesi gerekmektedir ki suçlu yaptığının farkına varabilsin ve içeriden çıktıktan sonra bir daha suç unsuru oluşturacak her şeyden uzak durabilsin. ‘Ceza alsam bile nasıl olsa kısa sürede çıkarım’ algısının yıkıldığı bir cezalandırma sisteminin hayata geçirilmesi suçlu alt kültürünü azaltabilecek duruma gelebilir. Af, suçun ertelenmesi veya suçun başka bir şekilde ödenmesi (para cezası gibi), koşullu salıverilme, denetimli serbestlik gibi hem adalet sisteminde hem de toplumda infial yaratacak uygulamalardan oldukça kaçınılması cezaların arttırılmasına gerek kalmadan caydırıcılığın artmasına imkân yaratacaktır. Cezalandırma sistemine karşılık görüşme yaptığım savcı ve avukatların önerilerinde çağdaş ceza hukuku ön plana alınarak ceza vermek ve suç işlemeyi önlemeye çalışmanın daha doğru olduğu sonucuna vardık. Bu önleme ise ilk olarak toplumu oluşturan ailenin bilinçlendirilmesinin başlaması bu bilinçlendirilmenin çocuğa aile ve okul eğitimiyle aktarılması oldu. Okumuş ve bilinçli insanlar yetiştirmek suç oranlarında azalmalara neden olacağından cezanın niceliksel artışın gerek kalmadan caydırıcılık unsuru artmış olur. Aynı şekilde bu bilinçlenme ile çok fazla alınan kolluk kuvvetlerine de gerek kalmayacağına bunun devamında da gereğinden fazla adliye ve ceza evlerine de ihtiyaç kalmayacaktır. Öyle ki görüştüğüm savcılardan Abdullah Bey adliyeye ilk geldiğinde alt katların kullanılmadığı şimdi ise adliyede yer kalmadığı için adliyenin içindeki bazı mahkemelerin farklı yerlere taşındığından bahsetti. Bu durum her geçen gün cezaların artışına paralel olarak suçlarından azalmadan artışını göstermektedir. Toplumdaki empati yoksunluğundan ve linç kültüründen de doğan ağır cezaların bir sonuç doğurmadığını da ekleyebiliriz. Sık değişen ve belli bir kesinliği olmayan ceza infaz sistemi de suça karşılık caydırıcılığı olumsuz etkileyen bir unsur. Sürekli değişim yargılayan taraf için olumsuz sonuçlar doğuruyor çünkü her seferinde suçluyu pozitif anlamda etkileyecek bir ibare sisteme eklenmiş oluyor. Suçu işleyenlerin tek bir sebebi olmadığı gibi suç işleyenin karşılığını alması aşamasında sadece çare gibi görünen ağır cezaların olması caydırıcılığı arttırmamaktadır. Cezaları arttırmak toplumdaki suçlu kişilerin ıslahı açısından olumlu bir çözüm değildir ve olmayacaktır da…
Kaynakça:
- Orhan, U. (2021). CEZALARI AĞIRLAŞTIRMAK CAYDIRICILIĞI ARTIRIR MI? TBB Dergisi.