Avrupamerkezci Tarih Yazımı Eleştirisi

Marshall G. S Hodgson bu çalışması ile Avrupa merkezci tarih anlayışı ile dünya tarih yazımını eleştirmiş ve temel tezlerini başarılı bir şekilde açıklamıştır. Problemli gördüğü kavramların yerine yenilerini üretmiş, alışılagelmiş tarih yazımına yeni bir öneri getirerek literatürdeki yerini almıştır.

Avrupamerkezci Tarih Yazımı Eleştirisi
0

Tarih geçmiş zamanın incelenmesi bilimidir. Dünya tarihi ise tüm milletlerin ve medeniyetlerin ortak geçmişine dair inceleme ve araştırmaları ihtiva etmektedir. Tarih yazımında, başvurulan kaynak ve yöntemlerin yanında yazarın tarih anlayışı da büyük öneme sahiptir. Tarihsel veriler sahip olunan tarih anlayışı çerçevesinde ele alınmakta, konumlandırılmakta ve değerlendirilmektedir. Bu bağlamda, dünya tarihi literatürünün Avrupa merkezci tarih anlayışı (eurocentrism) ile yazılmış eserler tarafından domine edildiği söylenebilmektedir. Bu anlayışa göre dünya tarihi bünyesindeki tüm olay, olgu ve gelişmeler Avrupa’ya etkisi bağlamında ele alınmaktadır. Diğer medeniyetlerin dünya tarihi sahnesindeki rolü Avrupa toplumlarına yardımcılıktan öteye gitmemektedir. Marshall G. S. Hodgson bu anlayışa karşıt bir tez öne sürmekte ve Dünya Tarihini Yeniden Düşünmek adı altında kitaplaştırılan makaleleri ile ideal tarih yazımına dair görüşlerini sunmaktadır. Hodgson’a göre dünya tarihini Avrupa’yı merkeze alarak okumak büyük bir yanılgıdır ve bu yanılgı toplumların geleceğe yönelik bilinçleri başta olmak üzere tarih bilgisinin ulaştığı tüm noktaları olumsuz etkilemektedir. Hodgson’ın bu düşünce arka planı ile kaleme aldığı eseri, dünya tarih yazımının problemlerine dair nokta atışı tespitleri ve çözüm önerileri ile çokça rağbet gören bir çalışma olarak literatürdeki yerini almıştır.

Kitap takdim, Hodgson’ın öğrencisi Edmund Burke’un tarih yazımına giriş mahiyetindeki makalesi ve üç ana bölümden oluşmaktadır. “Küresel Bağlamda Avrupa” başlığını taşıyan ilk bölümde Hodgson, Avrupa merkezci tarih anlayışını ve etkilerini detaylarıyla incelemiş ve okuyucuda farkındalık yaratacak sorular ile eleştirisini dile getirmiştir. Ardından Avrupa’nın kendi içinde yaşadığı dönüşümleri ve bunların sonuçlarını dünya tarihi çerçevesinde ele almıştır. “Küresel Bağlamda İslam” başlıklı ikinci bölümde ise -ihtisas alanı olan- İslam medeniyetine dair çok detaylı açıklamalarda bulunmuştur. İslam’ın doğduğu dünya ortamı, getirdiği yenilikler ve Hıristiyan inancıyla farkları gibi başlıklar ile İslam medeniyetini kıyasçı bir bakış açısıyla incelemiştir. Yine İslam tarihinin Ortadoğu tarihi mi yoksa dünya tarihi bünyesinde mi ele alınması gerektiğine dair çözümlemelerini bu bölümde okuyucuya sunmuştur. Eserin “Dünya Tarihi Disiplini” isimli son bölümünde ise Hodgson, dünya tarihi yazımında nesnellik ve evrensellik gibi problemleri irdeleyerek benimsediği yazım kriterlerini açıklamaktadır. Tarih disiplini alanına hasredilmiş bu bölüm ile eleştirilerinin altını pratik sahada doldurmuş, böylece ideal anlatıma ulaşmıştır.

Marshall G. S Hodgson’a göre milletler kendilerini tarihin ve coğrafyanın ekseni olarak görme eğilimindedirler. Müslümanların İslam’ın doğuş yeri olan Mekke’nin dünya merkezi olduğunu düşünmeleri ve Çinlilerin karşılaştıkları bir dünya haritasında Çin’in dünyanın merkezinde yer almamasını hayretle karşılamaları gibi anekdotlar ile görüşünü örnekleyen Hodgson, bu eğilimin harita çizimine etkisine de değinmiştir. Buna göre mercator projeksiyonu ile çizilmiş dünya haritaları belirli coğrafyaları gerçeklikten bağımsız olarak büyük veya küçük göstermektedir. Afrika’nın bozulan şekli ve Grönland’ın olduğundan büyük gösterilmesi bu projeksiyondaki hataları ortaya koymaktadır. Hodgson’a göre bu basit bir teknik hatadan ziyade ideolojik arka planlı bir hamledir. Haritalar üzerinden kıta olma kriterlerini de irdeleyen Hodgson, Avrupa ile yaklaşık olarak aynı yüzölçümü ve nüfus oranına sahip Hindistan’ın kıta kabul edilmeme nedeninin de aynı amaca binaen olduğunu öne sürmektedir. Milletlerin kendilerini harita merkezine koyma eğilimi kendisini tarih alanında da göstermektedir. Buna göre dünya tarihindeki tüm gelişmeler merkezdeki medeniyetin çevresinde gelişmekte ondan bağımsız bir anlam ifade etmemektedir. En büyük örneğine batı medeniyetinde rastlanan bu anlayışa göre medeniyet meşalesi ilk olarak Mezopotamya’da yanmıştır. Babil, Yunan ve Roma’nın ardından son olarak Avrupa’ya ulaşmış böylece zirvede son bulmuştur. Orta çağ olarak adlandırılan süreçte, İslam medeniyeti medeniyet meşalesini “geçici” olarak almış, Avrupa’nın geçirdiği dönüşümün ardından zaten asıl sahibi olan Avrupa’ya iade etmiştir. En az İslam medeniyeti kadar güçlü ve etkin diğer Uzakdoğu medeniyetleri ise (İslam’a nispeten) Avrupa ile etkileşimde bulunmadıkları için söz konusu anlayışla yazılmış tarih kitaplarına konu dahi olmamıştır. Hodgson, Avrupa’nın dönüşümünün üç temel başlıkta toplamıştır. Ekonomik alanda Sanayi Devrimi, entelektüel alanda Aydınlanma düşüncesinin olduğu dönüşümün toplumsal ayağında ise feodal toprak sistemi ve burjuvazinin çöküşü vardır. Hodgson bu dönüşümün dünya tarihinde Avrupa hegemonyası ile sonuçlandığını ifade ederek Avrupa tahlillerini tamamlamıştır.

Medeniyetlerin kendi içine kapanık ve birbirinden tamamen bağımsız olduğu fikrini reddeden Hodgson’a göre medeniyetler etkileşim halindedir ve aralarında ekonomik, kültürel pek çok alışveriş söz konusudur. Özellikle dinlerin ortaya çıkışı ile bu etkileşimin arttığını öne sürmüştür. Dinler ve bu dinlere intisap eden toplumlar tarihi akışta yalnızca kendi bünyelerinde değerlendirilmemelidir. Yani örneğin İslam tarihi yalnızca Müslümanların ve neşet ettiği coğrafya olan Arap yarımadası veya hüküm sürdüğü Ortadoğu’nun değil, tüm dünyanın ortak tarihidir. İslam’ın tarih sahnesinden çekilmesi ile oluşacak boşluk yalnızca mensuplarını değil Avrupa dahil tüm dünyayı etkileyecektir. Bu tezi ile Hodgson, tek tip tarih anlayışının yanlışlığına işaret etmiştir. Tarihte dinlerin ortaya çıkardığı bu etkileşimci anlayışı benimseyen Hodgson İslam’ın sosyal, siyasi, iktisadi hayatta dini etkileşim ile hızlı bir yayılım gösterdiğini ve böylece insanlığı etkisi altına aldığını öne sürmüştür. Getirdiği yenilikler, vaat ettiği nizam ve sunduğu hayat görüşü ile zirve noktaya ulaşmıştır. Bu zirvenin ardından İslam dünyasının Batı’nın gerçekleştirdiği teknik ve bilimsel gelişmelerin geride kalması ile ivme kaybettiği kabul edilmesi gereken bir gerçektir. Fakat bu noktada Hodgson’un yaygın bir görüşe itiraz ettiği görülmektedir. Ona göre medeniyetler biyoloji kanununda yer aldığı gibi “doğan, büyüyen ve ölen” organizmalar değildir. Medeniyetler, iniş çıkışları ile varlıklarını sürdürmeye devam etmektedirler. Dolayısıyla İslam medeniyetinin ölümünden de söz etmek mümkün değildir.

Hodgson’un eserinde eleştirdiği Avrupa merkezci anlayışın bir başka veçhesi de Avrupa’nın yaşadığı dönüşümlerin tüm dünyaya genellenmesidir. Farklı tarihsel arka plana sahip medeniyetlerin tek bir arka planı kabule zorlandığı bu anlayışa göre tüm toplumlar Avrupa ile aynı süreçlerden geçmeli böylece Avrupa uygarlığının vardığı yüksek medeniyet seviyesine ulaşmalıdır. Oysa dini otoritenin baskısına maruz kalmamış medeniyetlerden Rönesans gibi devrimsel hamlelerde bulunmasını veya Fransız Devrimi yaşamamış milletlerden akıl merkezli bilim anlayışı geliştirmelerini istemek yersiz bir taleptir. Hodgson, modernleşme ile batılılaşmanın aynı anlamı ifade etmediğini vurgulamış dolayısıyla bu amaçla atılan adımların yanlış olduğunu belirtmiştir. Bu bağlamda modernleşmeyi sağlayan bilimsel ve teknik unsurların medeniyetlerin kendi sistem ve tarihleriyle içselleştirilmelidir. Bu da ancak doğru bir tarih yazımından geçmektedir. Çalışmasını ideal tarih yazım kriterlerini açıklayarak tamamlayan Hodgson; tespit, eleştiri ve çözümlemeleri ile modernleşme ve tarih yazımı ilişkisinin niteliğini ortaya koymuştur.

Marshall G. S Hodgson bu çalışması ile Avrupa merkezci tarih anlayışı ile dünya tarih yazımını eleştirmiş ve temel tezlerini başarılı bir şekilde açıklamıştır. Problemli gördüğü kavramların yerine yenilerini üretmiş, alışılagelmiş tarih yazımına yeni bir öneri getirerek literatürdeki yerini almıştır. Vefatının ardından öğrencilerinden Edmund Burke’un Hodgson’un makalelerini derlemesi ile oluşturulan eser, oldukça hacimli olmasına karşın dil ve üslup özellikleri ve ayrıca Türkçe’ye çevirisinin başarısı sayesinde okuyucuya kolay bir okuma deneyimi sunmaktadır. 

Marshall G. S. Hodgson, Dünya Tarihini Yeniden Düşünmek, Çev. Ahmet Kanlıdere, Ahmet Aydoğan, İstanbul: Vadi Yayınevi, 2017, 512s.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir