Göçün ekonomik, hukuki ve uluslararası boyutları olmakla birlikte, en önemli boyutu sosyal boyutu yeni göçmenin dahil olduğu toplum ile uyum içinde birlikte yaşamasıdır. Göçmenler yeni katıldıkları toplumda yeni bir sosyalleşme süreci yaşarken, bulundukları ülkenin uygulamış olduğu göçmen politikasından da doğrudan etkilenmektedir. Asimilasyoncu bir politika hakim ise kültürel değerlerini ve haklarını yeterince elde edemezken, çok kültürlülüğe yakın bir politika izleniyorsa, asimile olmadan kendi kültürel değerleriyle yaşayabilmektedirler.
Avrupa toplumu, farklı dönemlerde bireysel veya kitlesel olarak gelen göçmenlerle birlikte ele alınması gereken bir yapıya sahiptir. Çok kültürlülük tanımın içinde kavramsallaştırılan bu talep farklı etnik kökene, dine, dile ve ırka bağlı kültürlerin kimliklerini taşıyan insanların birlikte yaşamasını, farklı kültürlerin bir aradalığını öngörmektedir.
Başlıklar
GÖÇMENLERİN YENİDEN TOPLUMSALLAŞTIRILMASI
Göç veren ve göç alan ülkeler arasındaki kültürel farklılık kültürleşme sürecini belirleyen temel unsurlardan biridir. Göçmenin memleketinden ayrılırken yanına aldığı birkaç parça kişisel eşyadan ziyade, bütün hayat tecrübeleri, yaşam biçimleri ve hayalleri saklıdır. Göç sadece coğrafi bir değişiklik değil: göçmenlerin bütün hayatını kuşatan, mekânsal ve insani ilişkileri yeniden düzenleyen kuşaklar boyunca etkisini hissettiren bir süreçtir. Eğer göç edilen ülkenin maddi ve manevi değerleri, göç öncesinden çok farklı ise göçmenler daha muhafazakar davranarak, eski kültürel değerlerini korumak için daha fazla çaba sarf etmektedir. Bu bağlamda uyum, göçmenler için bir yeniden toplumsallaşma süreci haline gelmektedir.
GETTOLAR
Getto, ‘ırk, din veya kültürel özellikleri itibariyle bütünle kaynaşamayan fertlerin yoğunlaştığı bir alan veya bölge’ olarak tanımlanabilir. Refah temelli toplumlarda göçmenlerin yaşam alanlarından biri de gettolardır çünkü gettolar, göçmenlere kendi dillerini konuşma, örf, adet ve geleneklerini memleketlerinden uzak, yabancı bir ülkede yaşatma fırsatı sunmaktadır. Gettoların olumlu yönü bu iken olumsuz yönü bulundukları ülkenin dilinin öğrenilmesinin zorlaşması yani kaynaşmanın minimalize ediliyor olmasıdır. Bu bağlamda kitapta Almanya’daki Türk gettolar örnek gösterilmiş. Gettolar, hem kendileri hem de ev sahibi toplumsal ve siyasal yapıdan kaynaklanan sorunlara karşı koymada, göçmenler açısından önemli bir mekânsal güce dönüşür. Getto bir yönüyle homojenlik olarak da ele alınabilirken, asıl olarak sosyal ve ekonomik olarak avantajlı durumda olmamanın bir sonucu olarak da değerlendirilebilir. Eleştirel bir gözle bakılacak olursa gettolar, olumlu yönde çok kültürlülüğe izin verirler olumsuz yönde ise içe kapanıklaşmaya sebep olabilirler. Bu kapanıklaşma hakim kültürün göçmen kültürüne bakışını da değiştirebilir. Ayrıca göçmenlerin gettolarda yoğunlaşmalarının tamamen kendi tercihleri olduğunu söylemek de doğru olmaz çünkü onlar da bir noktada hakim kültür tarafından çıkarılan zorluklar biz ve onlar algısı bağlamında ötekileştirilme vs nedeniyle gettolara sürüklenmektedirler. Türkdoğan, türk gettosu olarak ifade ettiği kültür alanını, Türklerin çalıştıkları yer ile oturdukları alan arasında yoğunlaşmış bir gruplaşma ile tanımlar. Bu gettolar bir anlamda da sosyal yönden hakim kültürün içesinde yaşayan bir kültür adacığı konumuna gelirler.
BİRLİKTE YAŞAMA MODELLERİ
Avrupa’daki birlikte yaşama modelleri üzerinde iki önemli teorinin etkisi vardır. Bunlardan biri asimilasyon ikincisi entegrasyondur. Amerika ve Kanada’ da bu iki yaklaşımdan farklı olarak çok kültürlülük de hakimdir. Amerika ve Kanada birer göç ülkesi olduklarını en başından kabul eden, sürekli göçmen alan ve aslında göçmenler tarafından kurulmuş ülkelerdir. Avrupa ülkeleri ise İkinci Dünya Savaşı’na kadar göç alan değil, temelde göç veren ülkeler olmuşlardır. Farklılıklara alışık olmayan ve göçmenlerle yaşama kültürüne sahip olmayan Avrupalı toplumlar için, kendilerinden farklı toplumsal gruplarla yaşamak doğal olarak birtakım sorunları da beraberinde getirmiştir. Bu birlikte yaşama sorunlarının aşılabilmesi için de Avrupalı siyasetçiler ve yöneticiler, göçmenleri kendi toplumları ve nihayet ülkelerinin gelecekleri için en az riskli biçimde adapte edebilmek için arayışlara girmişlerdir. İki farklı kültürün karşılaşması doğal olarak bir kültürel karşılaşma (akültürasyon) sürecini kaçınılmaz kılmaktadır. Göçmen kültürü ve es sahibi toplum kültürleri kaçınılmaz biçimde birbirlerini etkilemektedir.
KÜLTÜREL KARŞILAŞMA (AKÜLTÜRASYON)
Sosyolojik bir olay olarak göç, hem göçmen toplulukta hem de göç edilen toplumda maddi ve manevi bir takım kültür değişmeleri meydana getirmektedir. Kültürel karşılaşma bir çeşit kültürel etkileşimdir. Manevi kültür değişmeleri, ekonomik adaptasyon, sosyal entegrasyon, yaşamdan alınan tatmin, yerli toplumun göçmenleri tanıma ve kabulüne bağlı bir süreçtir. Yerli toplum tarafından benimsenme, iş bulabilme ve tatmin edici sosyal ilişkiler kurabilme, göçmenler için hayati gereksinimlerdir. Kültür değişmesi sürecinde, maddi kültürün manevi kültürden daha hızlı gelişmesi ve sosyal problemlere yol açan kültürün iki unsura arasındaki uyumsuzluk, Ogborn’un ifadesiyle kültürel boşluk ya da kültürel gecikme meydana getirir. Göç edenlerin, göç edilen toplum ile bütünleşmeleri daha çok maddi kültür yolu ile gerçekleşmektedir. Sosyal ve davranış olarak bütünleşme daha yavaş gelişmektedir.