Aydınlanma ve İlerleme Kıskacında Bir Bilim: Sosyoloji

Aydınlanma ve İlerleme Kıskacında Bir Bilim: Sosyoloji
0

Newton’un çekim yasasını bulması, 16. Ve 17. yüzyılda evreni, düşünceyi ve bilimi yeniden formüle etmiştir. Bilime bakış açısının değişmesiyle birey ve toplum yeni bilimin konusu haline gelmiştir. Dolayısıyla 18. Yüzyılda yaşanan İskoç Aydınlanmasında bilimde yer almaya başlayan birey ve toplum konularının etkisi görülmektedir. Aydınlanma, İskoç ve İngiltere’de ortaya çıkan modern kapitalizmi savunan bir grup fikir adamı egemenliğindedir.[1]Aydınlanmacılar insanların doğal haklarının bile olmadığını gözlemleyerek yeniden bir toplum kurma arayışına girmişlerdir. Tam da o dönemde Avrupa’da krizler çıkmaya başlamış ve yeni bir toplumun temelleri atılmaktaydı. Yeni toplum oluşumunda burjuvazinin farklı toplumları tanıması, yani ticaret alanını genişletmesinin etkisi oldukça büyüktür. Kilisenin karşıtlığına rağmen giderek egemenliğini büyüten burjuvazi ancak 1850’lerde kendi ulus devletini hâkim kılabilmiştir. Kilise-monarşi-burjuvazi çatışmasının yaşandığı o dönemde Fransız Devriminin etkileri Batı’yı sarıp sarmalamıştı. İnsanlar kiliseye ihtiyacın kalmadığını düşünmeye başlaması sonucunda kendilerine ve çocuklarına eğitimler aldırmaya başlamış, eskiden yasak olan farklı düşünceler kendini ifade edecek ortam bulmuştur. Yani, siyasal, kültürel ve sosyal alanda değerler ve normlar açısından reformlar yaşanmıştır.

Aydınlanmacılar yeniden kurulması gereken toplum arayışına devam ediyorlardı ve toplum düşüncesini ahlak düşüncesine eşitleyerek, ahlakı yeniden kurdukları zaman toplumu da yeniden kuracakları inancıyla çalışıyorlardı. Bu durumda iyilik, haz ve mutluluğun kaynağını aramaya başlamışlardır. Tam bu noktada Aristoteles’in mutluluk ve ahlak arasındaki gözlemlediği sıkı bağ akıllara gelmektedir. Aristo’ya göre de insanların nihai amaçları; mutluluktur.[2]Aydınlanmacılardan olan David Hume da iyiliğin kaynağının insan tecrübesinde yattığını ve iyiliğin ölçütünün mutluluk olduğunu kanıtlamıştır. Bu durum kiliseye olan güveni sarsan bir adım olmuştur. Çünkü kilise mutluluğun ancak öteki tarafta olduğunu öğretmiştir. İkinci olarak Hume, metafiziksel gerçeklikle belirlenen değerlere, akıl yani rasyonel yolla ulaşılabileceğini kanıtlamıştır. Siyasi, dini, kültürel norm ve kurallara kilise karar verirken artık akıl devreye girmiştir. Aynı zamanda Hume, toplumu düzenlemek için insanların kendi çıkarlarının peşinde koşması gerektiğini öne sürmüştür. Bu bağlamda, bireyin burjuvaziye entegre edildiği gözlemlenmektedir. Diğer bir deyişle, burjuvazinin kuralları bireye indirgenmiştir. Ardından bireyci toplum modeli ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu durumda, insan ihtiyaçlarını karşılayınca mutlu olduğu için insanların tüketim arzusu, kazanma arzusu onları daha fazla üretime götürmüştür.

Aydınlanmacılardan olan Adam Smith’in “Bırakın yapsınlar, bırakın geçsinler.” kapitalist söylemi ile insanların istediği gibi tüketim-üretim yapmaları meşrulaştırılmıştır. Ardından Montesquieu ile toplum hakkında tasnifler gelişmiştir; ona göre doğanın, Tanrı’nın, maddi evrenin, insanüstü varlıkların kanunları olduğu gibi toplumunda kanunları olmalıdır.[3]Aydınlanmanın ikinci dönem fikir adamlarından olan Saint-Simon tüm bu yaşanan karışıklıktan sonra toplumu bir arada tutacak yeni gücün sanayiciler olduğu kanısına varmıştır.[4]Yani, Simon’a göre eskiden kilise/din ne görev görüyorsa artık bu görevi sanayiciler görecektir. Toplum geliştikçe ve doğanın yeni yasalarını keşfettikçe ilerleyecektir; endüstri toplumu yeni yasaları keşfetmiş ve bu keşifleri kullanmaya hazır hale getirilen bir toplumdur. Bu bağlamda tüm aydınlanmacıların ortak tezi yeni/modern toplumun ilerlemeci ve hukuk sistemiyle kurulabileceği olmuştur.[5] Çünkü ilerleme ve düzen toplumu geliştirir ve güncel tutar. Hatta 1750’lerde Baron Anne Robert Jacgues Turgot ilerleme ideolojisinin modern zamanlarda ilk örneği olan iki tane konferans vermiştir. Turgot, bu konferansta doğa düzeninin insan dünyasıyla benzerliğinden ve insanların keşifleri ile sürekli artan bir birikimi olduğundan, böylelikle de insan ırkının güçlü bir hazinesi olduğundan bahseder.[6]Dolayısıyla ilerleme fikri, modern toplumun kuruluş aşamasında toplumun dinamiklerinden biri olmuştur. Diğer bir ifadeyle, zamanla endüstriyelişmiş, sermayedar orta sınıfın/burjuvazinin giderek artan gücü yönetimde daha fazla söz sahip olmasıyla modern toplumları tanımlayan bir olgu haline gelmiştir. Bu bağlamda, Batı toplumu geleneksel toplumdan ilerlemeci bir kıvama getirilmesi ile modern toplum olabilmiştir. Toplum, yeni fikirlere açık, gelişmeye ve üretmeye uyumlu bir hale gelmiştir. Çünkü insanlar bildikleri birçok şeyin yanlış olduğunu görünce yaşamak için yeni bir amaç arayışına girmiştir ve bireyler için üretkenlik dönemi başlamıştır. Dini, kültürel ve siyasal olarak ve birçok bakımdan toplumda yeni görüşler kabul edilmiştir ve geliştirilmiştir. Artık feodal düzenin ağlarından kurtulan modern toplum daima ilerlemeye ve düzene hazırdır.

Aydınlanma sona ermiş ve 19. yüzyıl başlamıştır. 19. yüzyılda “sosyoloji ortaya çıkan en çılgın bilimdir”. Aslında sosyoloji modern toplumun bilimidir. Aydınlanmacıların ilerlemeci fikri Aguste Comte’un kuracağı toplum bilimine ve önereceği topluma öncülük eden bir fikir olmuştur. Comte ilerlemeci ve bilimci bir bakış açısıyla toplumu incelemiştir. Ona göre sosyoloji; doğa bilimleri yasaları topluma uygulanarak, toplumun sorunlarını çözebilecek fizik gibi bir bilimdir.[7]Hatta Comte ilerleme ve düzen ilkelerine dayalı pozitivizm paradigmasını oluşturmuştur. Yani, bilimsel düşünce ile tüm hayatın açıklığa kavuşacağına inanır. Buradan anlaşıldığı gibi toplumu öngörülebilir, olaylar ve yaşanacaklar önceden tahmin edilebilir bir hale getirmeyi amaçlamıştır.

19. yüzyıl düşünürlerinden olan Karl Marx , sınıfsız topluma geçişte kapitalizm toplumunu basamak olarak görmektedir, tıpkı burjuvazinin egemenliğinde feodalitenin bir basamak olması gibi. O, işçi sınıfının yönetiminde bir toplum modeli önermiştir.[8]Yani, Marx aydınlanmacıların bireyi entegre ettiği burjuvazi ruhunu problem olarak görmüştür. Burjuvazi özel mülkiyeti beraberinde getirir ve özel mülkiyette sınıfsallığı meydana getiren bir dinamiktir. Diğer yandan Marx’a göre toplum alt yapı (ekonomik temel) ve üst yapıdan (kültürel, ideolojik kuramlar) oluşmaktadır.[9]Daha doğrusu alt yapı üst yapıyı oluşturmaktadır. Yani, ekonomik üretim ilişkileri kültürü, tarihi, ideolojiyi, sanatı ve tüm değerleri belirlemektedir. Bu doğrultuda da Marx diyalektik materyalizm yöntemini kullanmıştır. Tüm bunların sonucunda Marx’ın metot olarak pozitivist bir metot seçtiği gözlemlenmektedir.  Daha sonra Max Weber pozitivist yöntemin sıkıntılar oluşturmaya başladığını gözlemlemiştir. Weber’e göre, ancak doğa bilimleri pozitivizm ile incelenebilir, toplum bilimleri değil.[10] Yani, pozitivizm paradigmasında anlama ve yöntem sorunu saptamıştır.[11]Bu bağlamda, ilerlemeciliğin bir sonucunu toplumda göremeyen Weber akılcılaşmayı öne sürmüştür. Akılcılaşma; insanın dünyayı anlamlandırma ve dini temellere dayandırması, diğer bir deyişle kader anlayışıdır.

19. yüzyılın son döneminin fikir adamlarından ve sosyolojinin değerlerinden olan Emile Durkheim’de kendi yöntemleriyle ilerleme ve düzeni güncelleyerek pozitivizmi sürdürmüştür. Ancak onun yöntemi Comte gibi felsefik değil, metodolojiktir.[12]Çünkü Durkheim, hiçbir sosyoloğun “toplumların doğası hakkında, toplumsal ve biyolojik alanlar arasındaki ilişkilerle ilgili genellemelerin ötesine geçemediği” kanısına varmıştır.[13]O, toplumun bütüncül olması gerektiğini öne sürerek toplumu bileşenlerine ayırmıştır. Sonuç olarak, bir olgunun oluşması için yüzyıllar süren bir deneyim gözlemlenmektedir. İlk olarak düşünce ve ardından bilim gelişmeye başlamış daha sonra insanlar üretmeyi ve tüketmeyi öğrenmiştir. Gündem olan üretim-tüketim konusu diğer gündemde olan bilim ile entegre edilmiştir. Bu bağlamda, bilim, toplum, üretim, tüketim, reform, ilerleme ve düzen hepsi birbirini var eden sütunlardır. Birbirlerini var ettikten sonra ise modern toplumu oluşturmuşlardır. Modern toplumda, sekülerleşme, sanayi devrimi, sehirleşme ve siyasal dönüşümler sonucunda meydana gelmiştir. Sosyolojinin, oluşumunda ve gelişiminde bile bir çeşit ilerleme/akılcılaşma gözlemlenmektedir. Yani, ilerleme ilkesiyle oluşan bir düşünce bile kendi içinde ilerleme/akılcılaşma halindedir. Sosyolojinin oluşmasında etkili olan, sosyolojiyi ismini veren ve geliştiren tüm fikir adamlarının birbirlerinin bulgularını güncellediği gözlemlenmektedir.

Birçok fikir adamının aksine Weber ilerlemeci yöntemde sıkıntılar görmekteydi. Dolayısıyla Weber’in sosyolojisi pozitivizme karşılık olarak ortaya çıkmaktadır. O, bireyin modern kültür içindeki kaderiyle ilgilenmiştir.[14]Öncelikle, Weber’e göre tarihin sanıldığı kadar önemli bir anlamı yoktu. Ona göre tarih sadece bir grup insanın ortak amaç ve hedeflerine ulaşmaya çalıştığı bir zaman dilimiydi ve toplum ise etkileşim içinde olan grubun aktörlerinin birbirlerine bağlı hareket ettikleri için aktörlerin çoğunluğunun yansıması olan bir olgudur; Weber pozitivist yaklaşımdan farklı olarak ideal tip, yani kategorileştirme ile tüm bunları açıklamıştır.[15]Bu doğrultuda, kültürün içindeki her şey de soruşturulmaya değer değildir. Çünkü kültür var olan gerçekliğin sadece bir kısmının bireylerin gündeminde olan ve nesilden nesile taşınan bir doktrindir. Bu durumda Weber’in genelden özele giden bir yol değil, genelin fotoğrafını analiz ederken özelin öneminin vurgulandığı bir yol izlediği gözlemlenmektedir.[16]Diğer bir yandan pozitivist yaklaşım için olgular ile değer birbirinden ayrıdır ve bir yerde açıklanan bir şeyin başka bir yerde açıklanmasına gerek yoktur, yani bilgi evrenseldir. Ancak bütün toplumlar birbirinden farklıdır, her toplumda var olan olayların/durumların başka sebepleri, etkileri vardır. Dolayısıyla toplumlar kendilerine özel bir şekilde incelenmelidir. Örneğin; kültür ve değerler ampirik bilgilerle açıklanamaz. Weber tam bu noktada akılcılaşma/rasyonelleşmenin tamamlamacı görev göreceğini öngörmektedir.

Akılcılaşma hesaplanabilir, tutarlı gibi pek çok farklı anlamlarda kullanılsa da Weber için araçsal akılcılık (değerle oluşturulan) ve amaçsal akılcılık (önceden hedefi olan) olmak üzere iki anlamı vardır. Bu bağlamda, hesaplama, hedef ve yöntem akılcılaşma ile entegre edilmektedir. Weber “Protestan Ahlakı ve Kapitalizm Ruhu” adlı eserinde bu duruma açıklık getirmektedir. Eserde Batı toplumunun Protestanlaştırılarak bir makas değişimi ile nasıl kapitalizm ruhuna uyumlu hale getirildiğini anlatmaktadır ve eserin ilk başında, Katoliklere oranla Protestanların daha çok okula gittiği, yönetici meslekleri tercih ettiği analiz edilmektedir.[17]Bunun sebebi Katoliklerin geleneksel bir yaşam tarzı sürerken ve hayat anlayışları ‘mutluluk öteki tarafta iken’, Protestanların hayat amaçlarının para kazanma olmasıdır. Bununda etkisi meslek anlayışında Martin Luther’in yaptığı reformda görülmektedir. Luther, İncil’i Almancaya çevirerek meslek anlayışını ‘Tanrı’nın şanını yüceltmek için çalışma’ olarak güncellemiştir[18]. Bunun sonucunda da kapitalizmin istediği çalışkan bireyler oluşmaya başlamıştır, çünkü insanlar ne kadar çok çalışırsa Tanrı’nın şanı o kadar çok yücelir. Katoliklerin feodalite ile yönetime bağlı kalırken, Protestanların reformlara uyum sağlaması ile modernizm, kapitalizm ve Protestanlık birbirini egemen hale getiren doktrinler olmuştur. Aslında ilerleme, rasyonel aklı aktif hale getirip, kilise tasarımı olan değerler ve normları yeniden düzenlemiştir. Merkantilist ve monark veya feodalist iktidarın kontrolündeki ekonomi yerine, özel mülkiyet ve liberal ekonomi önermesi ya da sekülerleşme gibi. Bu bağlamda, pozitivizmin ilerleme düşüncesi bir yandan Weber’ in rasyonelleşme dediği süreçtir.

Velhasıl, modern toplum burjuvazinin talepleri ile şekillenerek inşa edilmiştir. Feodalite, egemenliğini genişleten burjuvazinin isteklerine boyun eğmek zorunda kalmıştır. Mesela, feodalite toprak için vergi toplarken burjuvazi sosyal reformlar öne sürmüştür ve giderek orta sınıfın temsil edildiği parlamentolar güçlenmeye başlamıştır. Fransız İhtilalinin yanında İngiltere’ deki Görkemli Devrim de bu duruma örnektir. Diğer sınıfların zaman içinde zemin kaybetmesi ile yeni bir sosyal tasarım var olmuştur. Lakin, sistemsel, sosyal, toplumsal, siyasal ve ekonomik değişimler ilerleme ve aydınlanma olarak sunulsa da Weber’ in de dediği gibi akılcılaşmadır. Fakat akılcılaşmayla oluşan tüm sütunlar kendilerini var eden akılı esir almıştır. Max Horkheimer ve Theodor W. Adorno’nun “Aydınlanmanın Diyalektiği” eserinin tezi gibi; aydınlanma, aydınlanmacı akıl özgürleştirmek için ortaya çıktı fakat gelinen noktada akıl tahakküm altına alındı. Diğer bir deyişle, skolastik düşünceyi yıkmak için kullanılan akıl, skolastikleştirilmiştir.

Kaynak

[1]Jonathan H.Turner-Leonard Beeghley-Charles H.Powers, Sosyolojik Teorinin Oluşumu, Çeviren: Ümit Tatlıcan, Sentez Yayınları, Kasım 2018, Bursa s.20

[2]Aristoteles-Nikomakhos’a Etik, Çeviren: Saffet Babür, Bilge Su Yayıncılık,2009, Ankara, s.17

[3]Jonathan H.Turner-Leonard Beeghley-Charles H.Powers, Sosyolojik Teorinin Oluşumu, Çeviren: Ümit Tatlıcan, Sentez Yayınları, Kasım 2018, Bursa s.29

[4]Jonathan H.Turner-Leonard Beeghley-Charles H.Powers, Sosyolojik Teorinin Oluşumu, Çeviren: Ümit Tatlıcan, Sentez Yayınları, Kasım 2018, Bursa s.36

[5]Jonathan H.Turner-Leonard Beeghley-Charles H.Powers, Sosyolojik Teorinin Oluşumu, Çeviren: Ümit Tatlıcan, Sentez Yayınları, Kasım 2018, Bursa s.21

[6]Lewis A. Coser-Sosyolojik Düşüncenin Ustaları, Çevirenler: Himmet Hülür, Serhat Toker, İbrahım Mazman, De Ki Yayım, 2008, s.39

[7]Jonathan H.Turner-Leonard Beeghley-Charles H.Powers, Sosyolojik Teorinin Oluşumu, Çeviren: Ümit Tatlıcan, Sentez Yayınları, Kasım 2018, Bursa s.41

[8]Jonathan H.Turner-Leonard Beeghley-Charles H.Powers, Sosyolojik Teorinin Oluşumu, Çeviren: Ümit Tatlıcan, Sentez Yayınları, Kasım 2018, Bursa s.154

[9]Alan Swingewood- Sosyolojik Düşüncenin Tarihi, Çeviren: Osman Akınhay, Agorakitaplığı, Eylül-2014, s.86

[10]Jonathan H.Turner-Leonard Beeghley-Charles H.Powers, Sosyolojik Teorinin Oluşumu, Çeviren: Ümit Tatlıcan, Sentez Yayınları, Kasım 2018, Bursa s.216

[11]Alan Swingewood- Sosyolojik Düşüncenin Tarihi, Çeviren: Osman Akınhay, Agorakitaplığı, Eylül-2014, s.150

[12]Jonathan H.Turner-Leonard Beeghley-Charles H.Powers, Sosyolojik Teorinin Oluşumu, Çeviren: Ümit Tatlıcan, Sentez Yayınları, Kasım 2018, Bursa s.346

[13]Alan Swingewood- Sosyolojik Düşüncenin Tarihi, Çeviren: Osman Akınhay, Agorakitaplığı, Eylül-2014, s.104

[14]Lewis A. Coser-Sosyolojik Düşüncenin Ustaları, Çevirenler: Himmet Hülür, Serhat Toker, İbrahım Mazman, De Ki Yayım, 2008, s.151

[15]Jonathan H.Turner-Leonard Beeghley-Charles H.Powers, Sosyolojik Teorinin Oluşumu, Çeviren: Ümit Tatlıcan, Sentez Yayınları, Kasım 2018, Bursa s.217

[16]Jonathan H.Turner-Leonard Beeghley-Charles H.Powers, Sosyolojik Teorinin Oluşumu, Çeviren: Ümit Tatlıcan, Sentez Yayınları, Kasım 2018, Bursa s.257

[17]Max Weber, Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, Çeviri: Milay Köktürk, Ankara, Bilge Su Yayınları 2019, s.10

[18]Max Weber, Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, Çeviri: Milay Köktürk, Ankara, Bilge Su Yayınları 2019, s.45

Merhabalar, İstanbul S.Zaim Üniversitesi Sosyoloji bölümü lisans öğrencisiyim. Dünyayı okumaya çalışıyorum bir yandan da yazıyorum.

Yazarın Profili

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir