ÖZET
Orhan Kemal’in Bereketli Topraklar Üzerinde romanı zamanın ekonomik bunalımını, kır ve kent hayatının farklılaşmasını ve ilişkilerini işlemiştir. Eserde yoğun olarak toplumsal sorunlara değinilmiş, işçi sınıfının çektiği sıkıntılar anlatılmış, kır hayatı ile kent hayatı arasındaki derin zihinsel ve yapısal uçurumlar anlatılmış ve işçilerin emeğinin sömürülmesi üzerinde durulmuştur. İşçi sınıfının doğuşu ve değişimi üzerine durulmuş, işçilerin yaşadığı birçok ciddi sıkıntı kaleme alınmıştır. İşçilerin iş bulmakta zorlandıkları, çalışma koşullarının zorluğu, işçinin sağlığına önem verilmemesi, dolayısıyla sağlık ve hayat kalitelerinin düşmesi anlatılmış, şehir hayatına uyum sağlayamayan “yığın haldeki” işçilerin hayatlarını kaybedişleri de “yığın halinde” ve kayıt edilemeyecek kadar önemsiz olmuştur. Makineleşmenin insan hayatına getirdiği huzursuz yaşam Çukurova’nın bereketli toprakları üzerinden anlatılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Orhan Kemal, işçi sınıfı, mekanik-organik dayanışma, sınıf bilinci.
Giriş
Türk edebiyatının usta yazarlarından Orhan Kemal 1914’te Adana’da doğmuş, 1970’te Sofya’da ölmüştür. Asıl ismi Mehmet Raşit Öğütçü’dür. Bacaksız Orhan, Gölcü Raşit, Reşat Kemal gibi takma isimleri olsa da Türk edebiyatına Orhan Kemal ismiyle adını altın harflerle yazdırmıştır. Yaşamını büyük oranda işçilikle, geçim sıkıntısı ve yoksullukla geçiren Orhan Kemal, eserlerinde çoğunlukla bu yorgun yaşamın izlerini yansıtmıştır. 1938’de Nazım Hikmet ve Maksim Gorki kitaplarını okumak ve karşıt propaganda yapmaktan cezaevine gönderilmiş, görüşlerinden etkilendiği Nazım Hikmet ile hapishanede tanışmıştır. Hayatının geri kalanını ilk zamanlar işçi olarak, daha sonra ise öykü, roman ve film senaryoları yazarak geçirmiştir. Eleştirel senaryoları çoğu zaman kabul edilmese de takma isimle yeniden göndermiştir. Marksizm’den, toplumcu görüşten ve toplumcu gerçekçilikten etkilenmiştir. Ünlü eserleri şöyledir: Ekmek Kavgası, 72. Koğuş, Grev, Arka Sokak, Kardeş Payı, Baba Evi, Bereketli Topraklar Üzerinde, Devlet Kuşu, Cemile, Hanımın Çiftliği, Eskici Ve Oğulları, Gurbet Kuşları, İspinozlar.
Bu yazıda temel problem Orhan Kemal’in Bereketli Topraklar Üzerinde adlı eserinin sosyolojik tahlilinin yapmaktır. Bu çalışmanın önemi edebi eserlerde işçi sorunlarının nasıl yansıtıldığını Bereketli Topraklar Üzerinde örneğiyle ortaya koymaktır. Literatürdeki çalışmalar bu doğrultuda toplumsal sorunların incelemesi ve analizi üzerinedir. Bu çalışma ise eserdeki işçi sınıfının oluşumunu ve temel problemlerini analiz etmektedir. Dolayısıyla içerik analizi yöntemi kullanılmıştır.
1800’lerin Avrupa’sındaki sanayileşme ve beraberinde getirdiği bunalım Türkiye’de 1900’lerde kendini gösteriyordu. İşçiler her an işten çıkarılabiliyor, yerine yenisi alınabiliyordu. Emek bolluğu varken talep azdı ve makineleşme ile birlikte şehirlere yoğun işçi göçü yaşanıyordu. “Türkiye’de tarımda çağdaş tekniklerin uygulanmasıyla birlikte bu göçlerde artış yaşanmıştır, tarımda makine kullanımının artmasıyla birlikte köylerde insan gücüne olan ihtiyacın azalmış olduğu ve bu durumda da köylerden kentlere olan göçün artarak devam ettiği görülmüştür.“ (Bölükmeşe, 2019: 60). Kitabın başlarında üç köy arkadaşının Sivas’ın bir köyünden Çukurova’ya çalışmaya gitmeleri anlatılır. Bunlar İflahsızın Yusuf, Köse Hasan ve Pehlivan Ali. Bu üç arkadaş köyden ilk defa çıkıyorlardır ve şehir yaşamını kendi kültürlerine yabancı gördükleri gibi oradaki insanları da herkese zarar verecek, tuzak kuracak insanlar olarak görüyorlardır. Kendilerine düşman yaratarak aralarındaki dayanışmayı sağlamlaştırmaya çalışırlar (Oruç, 2020: 509). Bu yüzden dikkatli olmaları konusunda sürekli birbirlerini uyarırlar. Ailenin geçimini sağlamak ve para kazanmak için şehre gitmek köyde yaşayanlar için mecburiyettir. Her yıl uzak şehirlerden tarlalara işçi akını olur, kir pas içindeki insanlar ya iş bulmaya uğraşır ya da buldukları işte şartlar ne olursa olsun çalışmak zorunda kalmaya. Üç arkadaş köyden, yıllar önce köyden kente taşınmış bir akrabalarının fabrikasında işe başlama umuduyla çıkıyorlar. Bu üç işçinin şehir hayatı ve şehirde var olan düzen, ürünler, araç gereçlerle ilgili hiçbir bilgisi yok. Okuma yazma bilmiyor, patoz nedir bilmiyor, otomobili ve hatta nasıl çalıştığını bilmiyorlar. Çünkü kır ve kent yaşamı arasında derin uçurumlar var. Otomobil kullanmak veya sigara içmek yalnızca şehirlilerin yapabileceği üstün kabiliyetler olarak görülüyor. Şehirde kullanılan ürünler lüks yaşamın özellikleri olarak görülüyor ve işçiler bu ürünleri köye götürerek diğer insanlar üzerinde üstünlük kurmayı düşünüyorlar. Yalnızca demiryolu ağı gelişmiş olduğundan işçiler Çukurova’ya trenle gidiyorlar. Giderlerken tanıştıkları Yunus usta ile sohbet eden işçiler çalışma şartları ile ilgili şunları öğreniyor: patoz işinde kötü şartlarda 20 saat çalıştıklarını, hem de ırgatbaşının 45 kişi çalıştırmak yerine 35 kişi çalıştırarak işçilere ödeyeceği parayı kendisinin aldığını duyuyorlar. Bu yüzden işçiler işin yapılmasının engellemek için dişlileri kırıyorlar. Yunus usta bunları anlatırken çok şaşıran işçiler, çalışmaya başladıktan sonra benzer durumlara şahit oluyorlar. Şehre gittiklerinde işçi kalabalığı ile karşılaşıyorlar ve iş bulmaya çalışıyorlar. Zor da olsa fabrikada ve makinelerin kullanımında iş bulan üç arkadaş o zamana dek görmedikleri makineleri ve üretim aşamalarını görünce çok şaşırıyorlar. Her şey makinelerle yapılıyor, insanın yapacağı her şeyi makine üstlenmişti. İnsanların yapacağı şey yalnızca makinelerin işlemesi için belirli aletleri sürekli olarak kullanmak veya çalıştırmaktı.
Yusuf kirli kozaya verilmişti, orada kozalar çıkarılır, pamuk olur. Fabrika ortamında çalıştığı için çok sıcaktı ve pamuk tozları insanı yakıyordu. Köse Hasan sulu kozaya verilmişti, bir yerden bir yere sulu koza taşınıyordu. Çok soğuk olan bu yerde insanın sağlığını kaybetmemesi imkânsızdı. Pehlivan Ali ise güçlü görünüşünden dolayı kırma makinesine verilmişti. Fabrikada büyük bir iş bölümü vardı. İnsanlar yalnızca belli bir işi yapıyor. Bazıları sadece çuval boşaltıyor bazıları ise sadece çark çevirmeye yardım etmek için sopayla çeviriyordu. Yetişkin işçilerin yanı sıra çocuk işçiler de var.
Bu üç arkadaş gittikleri yerde kültür farklılıkları yaşamışlardır. Örneğin Hasan’ın soyadı yoktur bu yüzden işçi kaydetmede sorun yaşanıyor, yani inkılaplar ve kanunlar uygulanmaya şehirden başlamıştır. Köyde uygulanışı hem geç kalıyor hem de köyde belirli adetler var, insanlara lakabıyla hitap etmek gibi. Bunları bırakıp soyadı kullanmak insanlara zor geliyor ve zaman alıyor. Bir başka kültür farklılığı ise kelimelerin telaffuzu konusundaydı. Örneğin işçi donuyoruz diyemiyor, onun yerine donuyok diyor. Köy yerinde öyle görmüş ve buna alışmış. Doğrusunun donuyoruz olduğunu bilmiyor.
İşçilerin barınma şartları da çok kötüdür, eski ahır işçilere kiraya veriliyor, her yer hayvan pisliği kokuyor ama işçiler kirası düşük olduğu için orada barınmak zorundalar. Her yatak için ayrı kira bedeli alınıyor. Bazı işçiler ise otların üzerinde geceyi geçiriyor, tarlada uyuyorlar. İşten sonra banyo yapmak temizlenmek için su da yok yer de yok. Tarlada yalnızca temel ihtiyaçları karşılanıyor. Lüks gelen hiçbir şey yapılmıyor. Ekmekler küflü ve sert, aynı zamanda usta, işçilerin çalışma saatlerini uzatıyor ve paydosu geç veriyor. İşçiler yemekleri yağlı yağsız fark etmeden yemeye çalışıyor; tek amaçları karın doyurmak. İşçiler yağlı, taşlı yarma pilavını yerken usta ve ustabaşıları etli pirinç pilavı, ekmeğin en iyisini yiyorlar. Para almaya şehre giderlerken işçiler yürüyerek, ustalar, ustabaşılar ve ağalar otomobil kullanıyorlar. İnsanlar yollarda çoğu zaman ayakkabıları olmadan gidiyor, hasta oluyorlar. Ne kadar fakir ve aç olsalar da umutlu olmaları ve ağanın merhametine sığınıp işe başlamaları gerekiyor. Irgatbaşı amelelerden, ağanın yardımcısı da ırgatbaşından haraç kesiyor, işçilerden bazıları bu durumdan mustarip ancak işten kovulma tehlikesiyle bu duruma karşı çıkamıyorlar. Kapitalizmin tüketme öğretisi ağaları ve ustaları da etkisi altına almış oluyor (Eliuz ve Armağan, 2020: 209). İşçiler patoz yaparken buğday samanı sıcaktan dolayı insan vücudunu yakıyor. Ciddi sağlık problemleri yaşanan tarlada şu örneğe rastlıyoruz: Pehlivan Ali patoz makinesinde koltukçuluk yaparken bacağı kopuyor. Irgatlar küçük ağanın üzerine gidip saldırmak istiyorlar ancak ağa kaçıyor. Gece jandarma geliyor, onlar gelmeden önce Zeynel ve arkadaşı öç almak için patozu yakıyorlar. Yani işçilerin sağlığına ve canına önem verilmezken onların hakkını savunan hiçbir işçi yasası da yok. “Hükümet hükümet değil ki, dedi. Şimdi uzun uzun mahkeme muhkeme, şahit şuhut… Hükümet hükümet olmalı ki …”(Kemal, 1972: 377).
Köse Hasan sulu kozada çalıştığı için hasta olur ve sancılar girer. Köse Hasan hastalanınca yerine hemen başka işçi alırlar. Çünkü emek bolluğu vardır ve işçiler iş bulamamaktalar. Köse Hasan hasta ama herkes kendini düşünüyordur, ne İflahsızın Yusuf ne de Pehlivan Ali yardım ediyor, onu bırakıp başka işe gitmişlerdir. Çünkü hem zaman harcarlarsa işten kovulma ihtimalleri var hem de ilaçlar pahalıdır. Ona hiç tanımadığı bir adam yardım ediyor. Bu üç arkadaşa göre köy yerinde akrabalar birbirini koruyup kollamalı, dolayısıyla fabrika sahipleri de tanımadıkları insanlar yerine hemşehri oldukları kişileri işe almalıydılar. Köy yerindeki hısımlık akrabalık ilişkilerinin şehirde de devam ettiğini, işe alımların sosyal yakınlığa bağlı olduğunu düşünüyorlardı. Yani birincil ilişkiler oldukça kuvvetli olmalıydı. Fabrika sahibi onları hemşehrileri olduğu için işe almadığında onu kötülüyorlardı ancak fark ediyoruz ki bu sefer de kendileri önemsedikleri birincil ilişkiye sahip çıkamamışlardı. “Kentler, yardımlaşma ve dayanışma duygularının da yitirildiği yaşam alanlarıdır. Köydeki akrabalık duyguları, hemşehrilik yardımlaşmaları yerini menfaate, sömürüye, bireyselleşmeye ve bencilliğe bırakır.” (Uyar, 2015: 49). Çünkü kent yaşamı, işçi-işveren ilişkileri ve emeğin sömürüsü onları da rekabet koşullarına itmişti. Bu durum Cooley’in kavramsallaştırdığı birincil sosyalleşmenin etkisiz kaldığı ya da yozlaştığı bir duruma örnek verilebilir. Şehir hayatında hemşerilik etki etmiyordu. Çünkü benzer yapısal birimler içinde yaşayan insanların oluşturduğu mekanik dayanışma köyde, uzmanlaşmış rollerin birçok farklı yapısal birime dağıldığı kalabalık nüfusa sahip toplumların oluşturduğu organik dayanışma ise şehirde geçerlidir (Turner, Beeghley, Powers, 2017: 357).
Makineleri çalıştıracakların eğitim almaları tecrübe edinmeleri gerekiyordu. Yani bir anlamda alanında uzmanlaşması gerekiyordu. Çünkü makine işi öyle alelade bir iş değildi. İşçiler her daim çalışmalılardı, “İnsan dediğin, insanların uğruna canını feda etmeli, edemedi mi, kalabalık etmemeli dünyamıza!” Bu söz sürekli ve bıkmadan çalışmayı vurguluyor.
“Bir an, hücumla deste taşıyan destecilerin getirdiği desteleri almaktaki bir anlık gecikme, hemen iş dengesini bozuyor, her şey altüst oluyordu. Böyle anlar korkunç kazalara da yol açtığı için, koltukçuların bir makine düzeniyle çalışmaları gerekiyordu. Ne kaşınmak, ne düşünmek, ne de başka şey!” (Kemal, 1972: 221). Patoz yapımını anlatan bu cümleler işçilerin bir insanın yapabileceği işten daha fazlasını yaptıklarını, yapmak zorunda olduklarını anlatıyor. Makinelerin insanları kendine ve işlerine yabancılaştırdığını anlatan cümleler Marksizm’in özelliklerini destekler niteliktedir. Usta, işçilerin esrar içmesini istiyordu. Yorucu işe ve acıya dayanabilmek için vücudun bir şekilde uyuşturulması gerekiyordu. Bu durumla alakalı kitapta şöyle bahsediyor: “Bir an, bir an olsun durup soluk alamıyorlardı. Birbiri ardı sıra gelip dayanan koca koca demetleri patozun doymak bilmeyen ağzından içeri vermek zorundaydılar. Veremediler mi, demetler demetlerin ardı sıra yığılıveriyor, işin durması gerekiyordu. Buysa bir makine çalışımındaki düzenin genel ahengini bozduğu için, her şeyden önce destecileri öfkelendiriyor…”(Kemal, 1972: 360).
Irgatbaşı işçilerin hakkına girip çalışma saatlerini uzatmak isterken işçilerden bazıları bunu engellemeye çalışıyor. İçlerinden bir işçi hem hangi şartlarda çalıştıklarını hem de bu çalışma şartlarının adil olmadığını fark ettiriyor. İşçiler arasında olması gerekenden daha az işçi sayısıyla uzun çalışma saatlerine karşı ayaklanma başlatmak istiyor. Çalışma saatlerinin fazla olduğunu, hep beraber buna engel olmaya çalışırlarsa, direnirlerse, yani tüm işçiler birleşip işbaşı yapmazlarsa ücretleri artıracaklarını ya da mecburen çalışma saatlerini düşüreceklerini söyleyerek diğer işçileri örgütlemeye çalışıyor. Yani Marx’ın kavramsallaştırdığı sınıf bilincini oluşturmaya çalışıyor. Ancak bu amacında başarılı olamıyor. Buna neden olarak işçi fazlalığı ve işin az olmasını, dolayısıyla işçilerin direnişin başarısız sonuçlanacağına inanmalarını gösterebiliriz. Çünkü “Sınıf kimliğinin ve sınıf bilincinin oluşumunda yaşanan sorunlu yapının sebeplerinden yüksek sömürü düzeyinin ve insan onuruna aykırı çalışma koşullarına varlığına rağmen işçilerin ‘zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri’ hala vardır.” (Bilgin, 2017: 237). İşçileri örgütlemek isteyen Zeynel, bekâr olduğu ve hiç kimsesi olmadığı için istediği her yere her an gidebilir kaçabilir diye düşünülüyor ve cesurdu, işçileri örgütlemek istiyordu. Ancak Kemal Cesur her ne kadar çalışma şartlarından memnun olmasa da geride kalacakları düşünüyor, bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyordu. Çünkü işçiler bir sınıf bilincine sahip değillerdi. Fabrikada ve tarlada işin devamlılığını sağlayan işçilerdir. Onlar olmasa işlerin yürümeyeceğinin farkında olan usta, direniş isteyen işçiyi bir şekilde diğer işçilerden ayırıyor ve işçilerin bilinçlenmesinin önüne geçiyor. Tarlada bu konuyla ilgili olarak anlatılıyor ki ırgatbaşı eskiden bir işçiyi sırf başkaldırıyor diye döve döve öldürmüş, devlete hesap vermemek için cesede taş bağlayıp nehre atmışlar. Ama jandarmanın haberi olunca gelip soruşturmuş. Bilenler susmuş yalan söylemişler bilmiyoruz diye. Önceden ya devlet iyi bir araştırma yaparak katili bulamıyordu ya da adli tıp uygulamaları gelişmemiş veya ulaşmamış olduğundan nasıl ortaya çıkaracaklar bilmiyordu. Bu da aslında tıpta, bilimde yaşanan değişimlerin ilerlemelerin insanın suçlu davranışına ve dahası işçi ölümlerini açığa çıkarmada etkili olduğunu gösteriyor.
Kadına bakış açısını konu edinecek olursak; işçilerin eşleri, anneleri veya kızları fiziksel özelliklerine göre nitelendirilir. Örneğin bir kadın 30 yaşındaysa otuzluk Hayriye denir. Çoğu zaman kadınların küçük yaşta olmaları daha iyidir. Çünkü kadınlar değersizdir, zayıftır ve yalnızca erkeklerin varlığı ile var olabilirler. Erkekler onları temel ihtiyaçları karşılamaya mecbur kişiler olarak görürler. Kadınlar hor görülmeye, dövülmeye ya da satılmaya uygun kişilerdir. Erkekler onları cinsel obje olarak görürler (Yakıştıran, 2020: 359). Kadınlar bu aşağılanma durumundan her ne kadar memnun olmasalar da yine de dayatılan kalıplara karşı gelemezler çünkü toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin farkında değillerdir. Kendilerini erkeklerin konumlandırdığı yere göre algılarlar, kadınlara toplumsal rollerini bile erkekler verir. Kadınların yalnızca para harcayan, süslenen imajı vardır ve erkekler kadınları istedikleri gibi kullanırlar. Erkeklerin uzun zaman macera peşinde koşup evlendikten sonra bile evliliğe sadık kalamadıkları ortamda kadınlarla daha ergen yaşta başlayan romantik ilişkileri var. Kızların çocuk yaşta anne olmaları, isimleri lekelendiği için yaşlı biriyle evlenip ömürlerinin sonuna kadar bu şekilde yaşamaya mecbur bırakılmaları ya da kızların küçük yaşta kerhaneye satılmaları kadının önemsizleştirildiği bir diğer durum. Bir diğer örnek işçilerden birinin karısı doğum yapacak ancak kocası kadının doğum yaparkenki sesini yabancı adamların duymasından rahatsız oluyor ve utanıyor. Kadın tek başına doğum yapıyor ve kocası onunla ilgilenmiyor. İşçinin erkek çocuğu olduğunu öğrenince seviniyor çünkü kız çocuğu pek sevilmiyor. Ayrıca yasak ilişkiler de yoğun olarak gözlenen bir diğer durum.
“Torbalardaki tandır, yufka dürümleri tükenip, çarşı ekmeğine verilecek son kuruşlar da suyunu çektikten sonra, aç çocukların feryadı göğe yükselir. Önemli değildir. Peygamberler Allah adına sabır getirmişlerdir ya, hiç önemli değildir aç çocukların göklere yükselen feryadı. Ölseler bile ne? Öte dünya vardır, birer kuş gibi uçacaklardır Cennet-i Âla’da. Cenneti-Âla’da yağdan, baldan dağlar, sütten ırmaklar… Burada fakir insanların avuntuları.” (Kemal, 1972: 173). Kitapta geçen bu bölümde dinin köy insanları üzerindeki etkisini görüyoruz. Açlıktan çocuklar ölüyor ama hocalar ve şeyhler anaları, Allah’ın sevdiği kulunu günah işlemeden yanına aldığını söyleyerek onları dini yollarla etki altına almaya çalışıyorlar. İşçilerde de yoğun dini inanç var, bir taraftan dine uygun olmayan şeyleri nefisleri isterken diğer taraftan Allah inancı da baskın. Ancak bu inanç bilinçsiz bir din olgusundan ve kulaktan dolma bilgilerden oluşmaktadır (Turan, 2020: 32)
Sonuç
Sonuç olarak eseri sosyolojik bağlamda incelediğimizde derin toplumsal sorunların gözler önüne serildiğini görüyoruz. Makineleşmenin insan ve toplum hayatında yarattığı derin sorunlar gösterilmiştir. İşçiler yaşamları pahasına çalışmak zorunda kalıyor, kötü şartlarda çalışıyorlar ve gereken ücreti alamıyorlar. Eserde şehir hayatına ve çalışma koşullarına uyum sağlayamayan insanların yitip gittiğini, insanların oradan oraya savrulduğu üzerine durulmuştur.
KAYNAKÇA
- Bilgin, O. (2017). Bereketli Topraklar Üzerinde İşçi Sınıfının Oluşum Sorunları Ve Orhan Kemal. Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi Dergisi, 52(1), 231-247.
- Bölükmeşe, E. (2019). Orhan Kemal’in “Bereketli Topraklar Üzerinde” Adlı Eserinde Göç Olgusu Ve Öteki. Sosyal Bilimler Elektronik Dergisi, 3(5), 57-72.
- Eliuz, Ü. ve Armağan, B. (2020). Sermayenin Tüketiş Kurgusu: Bereketli Topraklar Üzerinde. Akademik Dil ve Edebiyat Dergisi, 4(3), 206-219.
- Kemal, O. (1972). Bereketli Topraklar Üzerinde. Cem Yayınevi.
- Oruç, O. (2020). Orhan Kemal’in Bereketli Topraklar Üzerinde ve Gurbet Kuşları Adlı Romanlarında Taşralı İnsanın Değişim Süreci. Mavi Atlas, 8(2), 507-516.
- Turan, İ. (2020). Marksist Eleştiri Bağlamında Bir İnceleme: Bereketli Topraklar Üzerinde Adlı Eserde İdeolojik Söylemler. Türk Dili.
- Turner, J. ve Beeghley, L. ve Powers, C. (2017). Sosyolojik Teorinin Oluşumu (6.baskı). (Ü. Tatlıcan, Çev.) Bursa: Sentez Yayıncılık (orijinal çalışma basım tarihi 2010).
- Uyar, F. (2015). Orhan Kemal’in Bereketli Topraklar Üzerinde Romanında Kentte Yiten İnsan. Mavi Atlas Dergisi, 5, 43-52.
- Yakıştıran, B. (2020). Orhan Kemal’in Hayatını Otobiyografik Romanlarından Okumak. Akademik Dil ve Edebiyat Dergisi, 4(3), 355-378.