Daryush Shayegan, Yaralı Bilinç: Geleneksel Toplumlarda Kültürel Şizofreni, Çev.: Haldun Bayrı, İstanbul: Metis Yayınları, 2012, 191 s.
Daryush Shayegan, kültürel antropoloji ve Hint araştırmaları alanlarında uzman, İran’ın önemli düşünürlerinden biridir. Bu yazıda inceleme altına alınacak eseri olan Le Regard Mutilé: Schizophrénie Culturelle, “Yaralı Bilinç: Geleneksel Toplumlarda Kültürel Şizofreni” adıyla Haldun Bayrı tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir. Eserde İran örneği üzerinden batı dışı- doğu toplumlarının modernite karşısındaki tutumları, bu toplumların geçirmekte güçlük çektiği kültürel ve düşünsel dönüşümleri konu edinmektedir. Yazar, modernleşme sürecine giren doğu toplumlarının mevcut durumlarını kültürel şizofreni kavramlaştırmasıyla okuyucuya sunmaktadır. Bir psikoloji terimi olan şizofreninin sosyal bilim alanında kullanılması ve bu kullanımın yazarın ifade etmek istediği anlamı karşılamadaki başarısı dolayısıyla oldukça dikkat çekicidir. Buna göre kültürel şizofreni; Batı’nın Aydınlanma başta olmak üzere bir dizi sürecin sonunda elde ettiği modernite olgusuyla karşılaşan doğu toplumlarının takındığı tavırdır. Batı’dan kültürel anlamda etkilenen doğu toplumlarının önce hayranlık ardından da düşmanlık gibi birbirine zıt iki tavrı takınması şizofreni ile nitelenmektedir. Eser bu tavrın doğurduğu eksik, yaralı zihniyetin ifadesi olarak da ana başlığı olan “yaralı bilinç”i almaktadır.
Doğu toplumları yüzyıllar boyu süren üstün medeniyet olma vasıfları dolayısıyla batıya karşı herhangi bir merak duymamıştır. Fakat Aydınlanma ile birlikte meydana gelen bilimsel ve teknolojik gelişmeler sonucu bu üstünlük batı lehine sonuçlanmıştır. Bu durumda doğu ilk kez batıyı merak etmiş ve bu ilginin ardından ilk karşılaştıkları alan olan savaş meydanlarından askeri ve teknik imkân ve üstünlüklerine hayranlık duyarak ayrılmıştır. Şizofreni tanımlamasına neden olan uç davranışın bir yönünü bu hayranlık tutumu oluşturmaktadır. Diğer yönünü ise batının zaman içerisindeki kültürel hegemonyası ile karşılaşması sonucu doğu toplumlarının batıya karşı tutunduğu düşmanlık tavrı oluşturmaktadır. Böylece doğu, batının bu egemen tavrı karşısında muhafaza refleksi ile savunma ve içine kapanma eğilimleri gösterecektir.
Batı söz konusu bilimsel ve kültürel üstünlük seviyesine ve bunun sonucundaki modernite olgusuna başta doğu medeniyetinin birikimlerinden tercüme yoluyla faydalanmak olmak üzere; sanayi devrimi, reform, aydınlanma gibi pek çok düşünsel süreçten geçerek erişmiştir. Doğu toplumları ise moderniteyi doğuran bu süreçlerin hiçbirini bizzat tecrübe etmemiştir. Batı bu süreçleri yaşarken doğu toplumları modern öncesi düşünsel yapı içerisinde varlığını sürdürmüştür. Dolayısıyla moderniteye dair bir hazır bulunuşlulukları söz konusu değildir. Bu noktada yazar; doğunun kendi düşünce yapısı ile batıdan gelen modernite etkisi arasında kalmışlığını bir çeşit gecikme olarak niteler ve bu gecikmenin doğurduğu sonuçları açıklamak yoluyla önemini vurgular. Buna göre moderniteyi anlamada yaşanan gecikme beraberinde bir yanlış anlama ve savunmacı- içe kapanmacı bir tutumu getirmiştir. Modernite olgusunu sağlıklı bir biçimde değerlendiremeyen doğu toplumları bu olguyu bir tehdit olarak algılayıp muhafaza içgüdüsüyle kapılarını bu etkiye kapatmıştır. Yazara göre bu da doğunun bilimsel, felsefi ve teknolojik alanlarda batının gerisinde kalma pozisyonunun devamlılığını sağlayan sebeplerin başında gelmektedir. Kendi geleneksel düşünce sisteminde varlığını sürdüren doğu toplumları batıyla olan bu karşılaşma sonucunda bir parçalanma durumuna girmiştir. Sırasıyla “insan”, “kültür” ve “şey”lerin etkilendiği bu durum yarattığı algı karmaşası hasebiyle kültürel şizofreninin bir diğer veçhesini oluşturmaktadır. Doğu toplumlarının modernite karşısında bu kadar yalpalamasına sebebiyet veren kalıplaşmış davranış biçiminin yazar tarafından “Asya ve Afrika uygarlıklarının çocuklarının üç yüz yıllık tatili” (s. 20) olarak ifade edilmesi oldukça dikkat çekicidir. Yazara göre bu tatili “inşa ettiğimiz mabetlerimizin son taşlarını da koyduktan sonra, onları kemale erdirmenin ardından girdiğimiz ve zamanı adeta dondurduğumuz bir tatildir.” (s.20)
Yazar, batının kaydettiği gelişim sürecini doğu medeniyetine ait klasik kaynaklara tercüme yoluyla başvurmaları ile açıklamıştır. Buna göre batı toplumları; Arapça, Farsça ve Türkçe başta olmak üzere doğu dillerini büyük bir iştiyakla öğrenmiş ve gelişim kaydetmek amacıyla kullanmaktan geri durmamıştır. Yazar tam bu noktada doğu toplumlarının eksikliğini tespit etmektedir. Ona göre doğu toplumları dil öğrenme hususunda oldukça pasiftir ve dolayısıyla batının kültürel kodlarını çözmede yetersiz kalmışlardır. Bu da doğu toplumlarının geri kalmışlığını açıklayan sebeplerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu tespitinin ardından çözüm önerisi olarak; batının doğunun ilmi birikimini kullanmak amacıyla doğu dillerini öğrenme hamlesini bu sefer doğu toplumlarının gerçekleştirmesi gerektiği fikrini sunar. Yazar bu durumu “Müslüman Avrupa dillerinden birini iyi bilmiyorsa Batı’nın yarattığı büyük eserlere kesinlikle güvenilir bir giriş yapamaz” (s. 32) şeklinde ifade ederek önemini vurgular.
Bir dönem doğu medeniyetine ve ilmi mirasına ilgi duymuş ve bununla meşgul olmuş batı toplumlarının doğuya olan bu başvuruda komplekssiz davranmaları bugün doğu toplumlarının da paylaşması gereken tavırdır. Buna göre modernite ile karşı karşıya kalan doğu toplumları modernitenin değiştirici ve dönüştürücü etkisi karşısında korumacı bir pozisyon almış ve batıyı “düşman” olarak konumlandırmıştır. Bu da siyasal İslam gibi yaklaşımları getirmiştir. Shayegan’a göre batıyı bir tehdit olarak algılayış kitabın alt başlığı olan şizofreninin bir veçhesini ifade etmektedir. Böyle bir bakış açısının sakat bir bilinç oluşturacağı iddiasındaki yazara göre, gelişme yolunda bu bilinç ile koyulan teşhis ve dolayısıyla tedavi de yanlış olacaktır. Shayegan, doğu toplumlarının ilerlemesi için tıpkı batının geçirdiği sancılı düşünsel süreçler gibi bir dizi süreçten geçmesi gerektiğini öne sürer. Bu süreç bazen kalıplaşmış düşünce yapısının reddi geleneğin sorgulanması bazen de inkârı gibi radikal kararları içerebilecektir. Yazara göre bu süreç her ne kadar sancılı olursa olsun kökten bir sonuca ulaştıracaktır.
İran örneği üzerinden doğu toplumlarına dair genellemelerle ilerleyen kitabın son bölümünde yazar, İran düşünürlerine yönelik bir dizi tespit ve eleştirisini sunmaktadır. Ona göre İran entelektüellerinin genel yapısı; batının bilimsel ve felsefi gelişmesinin dayandığı sebepleri ve bunların doğurduğu sonuçları objektif bir biçimde çözümleyememiş, batı dillerinde bir yetkinliği olmayan dolayısıyla batı kaynaklarına birinci elden ulaşamayan, batıyı öteki olarak konumlandırmış ve kendi varlığı üzerinde bir tehdit unsuru olarak gören halktan bir bakış açısına sahip niteliktedir. Bu da onların batı medeniyetini kurucu saikleri tam anlamıyla kavrayamamalarına sebep olmuştur. Her ne kadar İran entelektüellerinin hâkim profili bahsi geçen şekildeyse de; batılı tarzda eğitim almış, teknik hususlarda yetkinliği bulunan ve bürokraside bu yetkinlikleri dolayısıyla yer edinmiş teknokrat sınıfı da mevcuttur. Bu sınıf yönetimin ve devlet kademelerinin en tepesinde yer almakla birlikte politik tartışmalara girmekten uzak durmuş ve İran İslam rejimine teslim olmuşlardır. Böylece İran’ın batı medeniyetini çözümleme sürecinde başvurulabilecek kaynak olmaktan çıkmışlardır.
Shayegan entelektüelleri ele aldığı bahsin ardından İran’ın epistemik otoritesi olan Şii ulemaya değinir. Bilginin tek ve değişmez kaynağı olarak görülen ulema, kendisine zıt bir noktada konumlandırdığı batı medeniyeti aleyhine bir tavır takınmış, modernite olgusunun İran topraklarında vuku bulmasına engel yapılardan birini oluşturmuştur. Geleneğin ve yerleşmiş düşünsel, davranışsal yapının muhafazası tarafında yer alan ulema böylece halk indindeki siyasi gücünü de arttırmıştır.
Batının geçirdiği düşünsel süreçlerin sonucunda ortaya çıkan modernite olgusu karşısında doğu toplumlarının yaşadığı zihinsel buhranı incelemeyi amaçladığı bu eseriyle yazarın, her ne kadar doğu ve batı kavramlarıyla içerisine pek çok farklı din, millet ve ırktan toplumları dahil edip hatalı okumalara sebebiyet verebilecek genellemeler yapsa da tespitleri ve kendi içerisindeki tutarlı çözüm önerileriyle başarılı bir esere imza attığı söylenebilmektedir.
KAYNAKÇA:
- Savaş, Kudret, “Yaralı Bilinç Geleneksel Toplumlarda Kültürel Şizofreni” Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 207/2013 https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/116890
Merhabalar,
Daryush Shayegan’ın ‘Yaralı Bilinç: Geleneksel Toplumlarda Kültürel Şizofreni’ adlı eseri, Batı’nın modernite sürecini geçirirken doğu toplumlarının bu sürece nasıl yaklaştığını çok güzel inceliyor ve bu yaklaşımların sonuçlarını başarılı bir şekilde tartışıyor. Süreci ise ‘kültürel şizofreni’ terimiyle açıklaması naçizane benim ilgimi daha da çekmiştir. Bir zamanlar okuduğum bu kitabın değerli kaleminizden incelemesini okumak oldukça keyifliydi. İran örneği üzerinden Shayegan’ın tespitleri ve çözüm önerilerini gayet duru bir şekilde bizlere aktarmışsınız. Kaleme aldığınız bu yazı ile konuya ilişkin daha fazla düşünce ve tartışmaya katkı sunacağınıza inanıyorum. Sevgiler.