Bisiklet Hırsızları, gerek oyuncularının gerçek hayattan oluşu gerekse dönemin tüm koşullarını yansıtışıyla bizleri adeta o yıllara götürüyor. Yeni gerçeklik akımının hakim olduğu bu filmde amacın orta sınıfa mensup insanların yaşam şartlarını göstermek olduğunu görüyoruz. Umutsuzluğunu daha ilk sahneden gördüğümüz Ricci karakteri o dönem milyonlarca işsiz insandan yalnızca biri. Yoksulluğun birçok boyutunu görebildiğimiz bu filmde rehin bırakılan eşyalar ve işçi kuyrukları bizlere o dönemin yaşam koşullarını anlatıyor. Ekonomik bir karmaşanın içinde insanların da karmaşıklaşan hayatları karşılıyor bizi. Alt ve üst sınıf arasındaki yaşam kalitesi farkını Ricci’nin oğluyla gittiği lokantada bir kez daha hissediyoruz. Ekonomik buhranın insanı sarışı filmde kasvetli bir hava oluşturuyor. Filmde çocuk işçiliği de yansıtılmış, Bruno’nun ve yoldaki çocukların bu durumdan hiç gocunmadan çalışması da içinde bulundukları dönemi kabul edip sadece yaşam mücadelesi vermeye alıştıklarının göstergesi. Filmin tüm karamsar havasına rağmen bizleri sıcacık bir aile karşılıyor. Günümüzden farklı olarak evdeki abi rolündeki çocuk bile sorumluluk sahibi. Örneğin kardeşi üşümesin diye camı kapattı. Ricci’nin her ne olursa olsun sonsuz bir inancı var ancak koşullar onu her defasında red ettiklerini yapmaya itiyor. Eşinin gittiği ulu kadını her ne kadar eleştirse de bisikleti kaybolduğunda soluğu onun yanında alıyor. Ve filmin önemli konusuna gelelim. Yoksulluk ve suç. İçinde yaşanılan büyük olaylardan ötürü polisin hırsızları göz ardı ettiği bir ortam bizleri karşılıyor. Burada bozuk bir düzenin işlevsizliğine şahit oluyoruz. Bisikletin çalınmasına şiddetle karşı olan ve ona sanılandan daha çok ihtiyacı olan baş karakterimiz sonunda kendisini de bu suçu işlerken buluyor. Ancak filmin bu noktasında bir baba-oğul ilişkisi de devreye giriyor. Ahlak kurallarını rafa kaldırdığı an baba oğlunun yanında olmasını istemese de oğlunun ona verdiği destek yağmur sonrası gökkuşağı gibi bizleri karşılıyor ve duygulandırıyor. Gelelim suç konusuna. Arkasındaki insanlar tarafından destek gören hırsız, yaptığını çok normal buluyor ve gördüğü destekle olayı kapatabiliyor. Ancak Ricci’nin böyle bir ayrıcalığı yoktu ve zorunda da olsa yaptığı yine suçtu. Ancak olaya sadece baba tarafından bakmak haksızlık olacaktır. İçinde bulunulan durumu ve hırsızın yaşadığı evi göz önünde bulundurursak onun da bunu yaşamak ve geçinmek için yaptığını anlayabiliriz. Yaşamak için çalmanın normalleştiği bir zamanda helalin haramında öneminin ortadan kalktığını görüyoruz. Ahlaki bir çöküş yaşanıyor. Ricci’nin hırsıza yardım eden adama yemek yemesi için fırsat vermesi de aslında her şeyin farkında olduğunun ve empati kurabildiğinin göstergesi. Kilise’nin bu işlevi de dikkat çekici, filmde pek çok insanın tıraş ve yemek için oraya gittiğini görüyoruz. Ayrıca Ricci’ye yardım eden arkadaşının ısrarla ve olmamasına rağmen iş bölümü yapma çabası da filmdeki diğer ilgi çekici sahne. Takılan Alman şapkaları ve filmde bolca geçen Almanca konuşmalar da dönemin koşullarına ışık tutuyor. Ricci’nin içindeki öfkeyi anlık olarak Bruno’ya yansıttığını görüyoruz ancak onu kaybetme korkusu karakterimizi merhametli baba rolüne hızla geri döndürüyor.
Filmdeki bisiklet aslında bir simge, darda kalmanın ve çaresizliğin göstergesi. Filmde bireylerin çoğunun birbirine yardım etmeyişi toplumun acımasızlığını da gözler önüne seriyor. Roma’da geçen bu film, yansıttığı gerçeklik ile evrensel bir dile kavuşuyor ve yaşantımızdan bir parçaya rastlayabiliyoruz. Filmin çekildiği dönemi göz önüne aldığımızda hareketli kameralar ve ışıklar, insan doğasının olduğu gibi yansıtılması aslında filmin yeni gerçekçilik akımının ilk örneklerinden olduğunu gösteriyor. Bruno karakterinin gözlerindeki ışıltı, her defasında babasının sözleri ve hareketleriyle beliriyor. Buna örnek olarak babasının saçlarını karıştırmasının ardından Bruno’nun da onu taklit etmesi gösterilebilir. Babanın oğluna “Her derdin bir çaresi var, ölüm dışında.” demesi aslında bir noktada umudu simgeliyor ancak filmin sonunda babanın çocuğunun gözleri önünde dövülmesi oldukça hüzünlendiriyor. Dönemin siyasi koşullarından uzak tutulmaya çalışılan filmlere eleştiri de var bu filmde çünkü beyaz telefon filmlerinin tersine bu filmde siyasi yansımalar da görmekteyiz. Romanın ihtişamından ve filmlerin komedisinden uzak olan bu filmde daha çok gerçekler karşılar bizi. Filmi izlerken Dostoyevski’den, Tolstoy’dan esintilere rastlarız. Ayrıca Sefillerde de ekmek çalma olayı tam da bu filmdeki gibi bir sorgulatma yaşatır bizlere. Filmdeki babanın çaresizliğine bulunamayan çözümler ,umursamayan polisler bizlere Romeo ve Juliet’ten şu sözleri hatırlatır: ”Yarayla alay eder yaralanmamış olan.”
Kaynaklar
- Diplomat, (2021). Yönetmen De Sica ve Yeni Gerçekçilik
- Karatay.(2014). CENNETİN ÇOCUKLARI VE BİSİKLET HIRSIZLARI FİLMLERİ BAĞLAMINDA SİNEMA, İDEOLOJİ VE GERÇEKLİK