Bourdieu, toplumsal çalışmalarında üç farklı çözümleme aracı kullanmıştır. Bunlar alan, habitus ve sermaye olarak karşımıza çıkar. Sermaye, Karl Marx’ın toplumsal eşitsizlikleri tanımlamada açıklayıcı olarak kullandığı bir terim olarak karşımıza çıkmıştır. Marx sermayenin yalnızca ekonomik tarafıyla ilgilenmiştir. Ancak Bourdieu, Marx’ın aksine, sermayenin yalnızca ekonomik olarak değil sosyal, kültürel ve sembolik olarak da var olduğunu savunmuştur. İnsanlar sosyal varlıklardır. Bir toplumda yaşamanın getirisi olarak kültürlere ve sosyal yaşantıya da sahiptirler. Dolayısıyla toplumsal eşitsizlikleri açıklarken sermayenin yalnızca ekonomik yüzünden bahsetmek yanlış olacaktır. Bu yüzden Bourdieu sosyolojisinde sermaye dört farklı şekilde kullanır. Bunlar ekonomik sermaye, kültürel sermaye, sosyal sermaye ve sembolik sermayedir.
Ekonomik sermaye Marx’ın üzerinde durduğu sermaye tanımıyla eştir. Bourdieu da ekonomik sermayeyi, kişilerin sahip oldukları para ve sahip oldukları metaların parasal olarak değerleri olarak tanımlar. Kapitalizm ile birlikte ekonomik sermayelerini oluşturmak, kişiler için asli amaç haline gelmiştir. İnsanlar her şeyden önce para kazanmak ve ekonomik sermayelerini genişletmek adına çalışır ve yaşarlar. Kapitalizmle birlikte gelişen ekonomik sermayeyi genişletme anlayışı beraberinde birçok toplumsal eşitsizliğe sebep olmuştur.
Kültürel sermaye ise kişilerin sahip oldukları bilgi birikimi, genel kültür seviyeleri, akademik birikimleridir. Kişilerin içine doğdukları sınıf sayesinde doğuştan sahip oldukları bir sermaye türü olarak da kabul edilir kültürel sermaye. Üst sınıfta yer alan bir ailenin çocuğunun kültürel sermayesi her ihtimalde yüksek olacaktır. Ancak alt sınıftaki insanlar ne kadar çabalarlarsa çabalasınlar, kültürel sermayeleri belirli bir düzeyde kalacaktır.
Sosyal sermayeyi kişilerin içinde bulundukları toplumsal ağlar, kulüpler, cemiyetler, dernekler olarak açıklıyor Bourdieu. Kişilerin sosyal ağları sebebiyle sahip oldukları konumlar, ayrıcalıklar sosyal sermayelerini oluşturur. Sembolik sermayeyi ise sosyal, kültürel ve ekonomik sermayelerin fetişleşmesiyle gelişen güç olarak tanımlayabiliriz. Sermaye türlerine ait sembolün tek başına bir sosyal güç haline gelmesi sembolik sermayedir. Örneğin yabancı dilin önemli bir güç haline gelmesi, kişilerin sahip oldukları başarı belgeleri, sertifikalar, ödüller ya da antika eşyalar sembolik sermayelerdir.
Covid- 19 salgını ile beraber dünyanın seyri değişmiş, insanların günlük faaliyetleri artık normal olmaktan çıkmıştır. Böyle büyük bir evrensel olayın elbette ki toplumsal olarak birtakım yansımaları oldu. Bourdieu’nun toplumsal sınıf ilişkilerini ve eşitsizliklerini açıklarken kullandığı sermaye kavramları ile salgın dönemini açıklayacak olursak öncelikle ekonomik sermayeye bakmamız gerekir.
İnsanlar salgın dolayısıyla evlerine kapanmışlardır. Hükümetler hastalığın bulaşıcılığının azalması için birtakım kısıtlamalarda bulunmuşlardır. Örneğin bazı ülkeler haftalarca süren sokağa çıkma yasakları ilan etmiştirler. Yasaklar olmasa da sağlıklarını ve sevdiklerini koruyabilmek adına insanlar kendi sosyal faaliyetlerini, dışarıya çıkmalarını kısıtlamışlardır. Bu durum ülkelerin ekonomik durumunu oldukça etkilemiştir. Vatandaşlar alışveriş merkezlerinde, kafelerde, restoranlarda para harcamadıkça iş yerleri sahipleri ekonomik olarak çökmüşlerdir. Bu çökmeye bağlı olarak insanlar işten çıkarılmalarla karşılaşmışlardır. İş yerleri, fabrikalar, şirketler zarara uğramış ya da iflas etmişlerdir. Alt ve orta sınıftan vatandaşlara hitap eden küçük esnaf olarak adlandırılan iş yerleri yok olmak üzeredir. Çünkü alt ve orta sınıf zaten olmayan ya da çok az bulundurdukları ekonomik sermayelerini korumakla uğraşmaktadırlar. Bu yüzden artık dışarıdan bir kahve içmek, yemek yemek ya da bir kıyafet almak lükstür alt ve orta sınıf insanlar için. Toplumda üst sınıfa mensup insanlarsa ekonomik sermayelerini kaybetme riski ile karşı karşıya gelmişlerdir. Toplumda orta hatta üst sınıftan sayılacak insanlar, işlerini kaybederek ihtiyaç sahiplerine yönelik uygulanan sosyal yardım desteklerinden faydalanacak konuma gelmişlerdir. Tüm bu örneklere bakarak toplumlardaki ekonomik sermayeye dayalı eşitsizlikler tablosunun Covid-19 ile birlikte kısa bir süre içinde değiştiğini söylemek mümkün.
Covid-19 salgınını, kültürel sermayeye dayalı eşitsizlikler üzerinden değerlendirirsek aslında ekonomik sermayeyi de içinde barındırdığını görebiliriz. Salgınla birlikte günlük hayatın değiştiğini, dolayısıyla tüm dünyadaki eğitim faaliyetlerinin de değiştiğini söyleyebiliriz. Eğitim, seviye fark etmeksizin teknolojiye uyarlandı ve online eğitim kavramı dahil oldu hayatlarımıza. Fakat bu eğitimde eşitsizliği ve dolayısıyla birtakım kültürel eşitsizlikleri de beraberinde getirdi. Online eğitim alabilmek için belirli düzeyde bir teknolojik alete ve internete sahip olmak gerekiyor. Online eğitim için gerekli teknolojilere sahip olabilen öğrenciler için eğitim olması gerektiği gibi devam etti. Bu imkanlara sahip olmayan öğrenciler için eğitim gereği gibi gerçekleşmemiştir. Eğitim, kültürü oluşturan en önemli etmenlerden biridir. Eğitimdeki eşitsizlikle kişilerin kültürel sermayelerinin değiştiğini söylemek mümkün. Özellikle üniversite öğrencileri staj imkanlarından, yurt dışı eğitim imkanlarından mahrum kalmıştır. Erasmus gibi uluslararası öğrenci değişimi yapan programlar durdurulmuş, yabancı dil kursları eğitimlerine ara vermiştir. Üniversiteler düzenledikleri sempozyumları, kişisel gelişim atölyelerini iptal etmek durumunda kalmış ve bunlar öğrencilerin kültürel sermayelerine yönelik olumsuz etkiler olarak yansımıştır. Bunun yanı sıra evlerinde online yabancı dil kurslarına erişim imkanı bulabilen, online kişisel gelişim kursları ve sertifikalarına erişim sağlayabilen insanlar için kültürel sermayelerini yükselttiklerini söylemek mümkündür. Ancak yine aynı şekilde bu programlara katılabilecek teknolojik ürünlere ve internete sahip olamayan insanlar için Covid-19, kültürel ve ekonomik sermayeye dayalı toplumsal eşitsizlikleri de beraberinde getirmiştir.
Günlük yaşamı böylesine etkileyen bir salgının sosyal hayatları etkilememesi imkansızdır. İnsanlar sosyal hayatlarından uzak kalmışlar, yeni gündelik hayat, birbirini takip eden ve neredeyse birbirinin aynısı olan günler topluluğuna dönüşmüştür. Bu dönemi Bourdieu’nun sosyal sermayeye dayalı toplumsal eşitsizlikler tanımıyla değerlendirecek olursak kişilerin sosyal konumlarıyla birlikte edindikleri ayrıcalıklarla açıklayabiliriz. Kişiler içinde bulundukları dernekler, cemiyetler, siyasi topluluklar sayesinde Covid-19 süreci boyunca bazı ekonomik ya da sosyal ayrıcalıklar elde etmişlerdir. Örneğin bulundukları sosyal ağlar sayesinde ekonomik yardımlardan yararlanabilmişler yahut sosyal kimlikleriyle bazı kısıtlamalardan muaf olabilmişlerdir.
Bir diğer sosyal sermaye eşitsizliği olarak ulusal kimlik örneğini verebiliriz. Salgının başlangıç noktası olan Çin, insanlar tarafından salgından sorumlu tutulmaya başlandı. Virüsün adı ‘Çin Virüsü’ olarak değiştirildi. Sosyal medyada Çin vatandaşlarına yönelik karalama kampanyaları, komplo teorileri oluşturuldu. İnsanlar Çin vatandaşı oldukları için ayrıştırıldılar, damgalandılar. Sosyal bir sermaye olarak tanımlanabilecek ulusal kimlik, bu süreçte Çin vatandaşları için bir dezavantaj, toplumsal bir eşitsizlik haline gelmiştir.
KAYNAKÇA
- Palabıyık, A. (2011). Pierre Bourdieu Sosyolojisinde “Habitus”,“Sermaye” ve “Alan” Üzerine1. Liberal Düşünce Dergisi, (62), 1-21.
- Yarci, S. (2011). Pierre Bourdieu’da Sosyal Sermaye Kavrami. Akademik İncelemeler Dergisi, 6(1), 125-135.
- Şimşek, U., & Ilgaz, S. (2007). Küreselleşme ve ulusal kimlik. Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 9(1), 189-199.
- Bourdieu, Pierre (2006) “Toplumsal Uzam ile Simgesel Uzam”, Pratik Nedenler, İstanbul: Hil.