Byung- Chul Han: Şeffaflık Toplumu Kitabı Üzerine Eleştirel Bir Analiz

Byung- Chul Han'ın Şeffaflık Toplumu adlı kitabı analiz edilmiştir.

Byung- Chul Han: Şeffaflık Toplumu Kitabı Üzerine Eleştirel Bir Analiz
0

Güney Koreli kültür kuramcısı ve yazar Byung- Chul Han, “Şeffaflık Toplumu” adlı eserinde şeffaflık olarak adlandırdığı enformasyon çağı temsillerini; “Olumluluk Toplumu”, “Teşhircilik Toplumu”, “Apaçıklık Toplumu”, “Porno Toplumu”, “İvme Toplumu”, “Teklifsizlik Toplumu”, “Enformasyon Toplumu”, “İfşa Toplumu” ve “Kontrol Toplumu” başlıklarında incelenmiştir. 1959 doğumlu yazar, Basel Üniversi’nde felsefe ve aynı zamanda, 2012 yılından itibaren Berlin Sanat Üniversitesi’nde sanat dersleri vermektedir.

Han, kitabın ön sözünde okuyucuya şeffaflığın ne olduğunu hemen söyleyerek, bir ön yargı oluşturmaktadır. Han’ın belirttiği gibi, “ideolojikleşmenin ideolojisi olan şeffaflık”, enformasyonun her köşesine sinen neoliberal bir aygıttır.” (s. 11-13)

O halde “Şeffaflık Toplumu” eserinde şeffaflık mümkün müdür? Şeffaflığın ideolojisine karşı, okuyucunun sabrını zorlamadan, şeffaflığın ne olduğunun açıklanması mahiyetindeki bu direkt anlatım, eseri yeterince şeffaflaştırmamış mıdır? Şeffaflık, ideolojikleşmenin ideolojisi olarak şeffaflığı anlatan bir yapıtta yeterince ideolojikleştirilmez mi?

Olumluluk Toplumu

Olumluluk toplumu; şeffaflığı olumsuz bir olumluluk içerisine sıkıştıran, öznelerin hayatındaki enformasyon patlamasıdır. Şeffaflık, kendini olumluluk kisvesi altında sunan olumsuzluktur. Kendisini “like” üzerinden kuran, kendisine benzemeyeni dışlayan sahte olumluluğun olumsuzluğudur. Şeffaflıkta “beğenmedim”, “like bombardımanı” içerisinde erimiş yersiz yurtsuzluğun çağrışımıdır. Hiç kimse, yersiz yurtsuz kalmak istemez çünkü, şeffaflık ile dışlanan olumsuzluk mekansızdır. Han, şeffaflığı; üretken olmayan, kapalı ve hareketsizliği devinen hareketlilik olarak anlatmaktadır. Böylesi bir toplumda siyaset, içi boşaltılmış, gündelikleşmiş ve politikasızlaşmıştır. Partilerin mevcut siyaseti olumsuzlayarak olumlamaktan başka, vatandaşlarına söyleyecek bir şeyleri yoktur. Han, şeffaflık toplumunda hakikatin sonunda bir hakikat penceresinde, anlamı anlamsız bırakan enformasyonun başladığını söyler. Han, her şeyin bu kadar ulaşılabilirliği ve aniliğine karşın ortaya çıkan anlam yitimini, her varlığın hiçliği yarattığı gibi çokluğun da yokluğa meylettiği bir yerden anlamak gerektiğini ifade eder. Şeffaflık toplumunda insanlar; sürekli “enformasyonel bir iletişim” halinde ve metalaşmış şeylerin egemenliğindedirler. Bundan dolayı, insanın yıkıcı ve acılı doğasına, kendisini bir olumluluk olarak pazarlayan şeffaflıkta yer verilmez. Şeylerin egemenliği altına giren her şeyin şeffaflaştığı bir toplumda, enformasyon akışkandır. Han, şeffaflığın içinde buharlaşan emek-değer ayrımının karşısına, hız toplumunun hazzını koyar.  Bireylerin şeffaflığı, sosyal medyada aldığı “like’lar” ve ne kadar tükettiği ile olumlanır. Böylelikle, olumsuzluğun dışlandığı anlamın sonuna gelinen sahte hayatlar inşa edilir (s. 15-23).

Teşhircilik Toplumu

Teşhircilik Toplumunda, her şey sergi değeri kadar görünür olmaktadır. Nesnelerin kullanım değeri ve değişim değeri, görünümü var ise kabul görmektedir. Teşhircilik toplumundan önce “kült” olarak tanımlanan nesneler görünümleri ile değil mevcudiyetleri ile anlam kazanırken, teşhircilik toplumunda teşhirin kendisi bir anlam olarak pazarlanmaktadır. Salt ilgiyi üzerine çekmek için var olan nesneler, ilginin meta halidir. Özneler, ilginin metalaşmış bedenleri olarak kendilerini Facebook gibi platformlarda photoshop ile sergilerler. Han’ın deyimiyle fotoğraflarda dahi, “olma, yaşlanma, ölme” silinmiş, negatiflik dışlanmış ve tamamen pozitiflik inşa edilmiştir. Velhasıl, photoshop çağında bireyler zamanın olumsuzluğundan arınmış, şimdinin geçiciliği içerisine kapatılmış ve bakışsız kalan faillere dönüşmüştür. Barthes’ın da belirttiği gibi, fotoğrafçılıkta zamanın olumsuzluğunu gösteren yaşamsal anlatılar vardır. Bu yüzden, analog fotoğrafçılık bir kronoloiiye ve kökene sahipken, dijital fotoğrafçılık tarihsiz ve köksüzdür. Dijital fotoğrafçılık özneye konuşmaz, ona hiçbir şey söylemediği gibi, aynı zamanda sözsüz bırakır. Barthes’ın deyimiyle, “olmuş olana tanıklık eden fotoğrafta hüzün vardır.” Şeffaflığın olumluluk ile kuşanmış fotoğrafçılığında ise, şimdinin beklentisizliği ve ifadeden arındırılmış anti-romantikliği vardır.

Teşhir toplumunun özneleri birer porno yıldızıdır. Her özne kendi reklamını pornografik bir arzu imgesi olarak pazarlar. Teşhir toplumunda eğer sergilenecek bir şey yoksa, ortada hiçbir şey yok demektir. Sürekli gösterilen bir şeyin göstereni yoktur. Sürekli sergilenen bir şey, arzunun huzursuzluğundan yoksundur. Sergilenen, merakın yokluğunun ürünüdür. Han’ın deyimiyle, “saklı olanın, erişilemez olanın ve sırrın olumsuzluğundan yoksun olan aşırı görünürlük müstehcendir.” Sergilenen görünümün güzel olması onun sergi değerini artırır. Bu neden şeffaflık çağı, “estetik operasyonların çağıdır.” Estetik çağı, güzelliğin dışsal bir zorbalık ile dayatıldığı iç anlamdan yoksunluğun bedene enjekte edilen plastikler, silikonlar ile uyuşmanın çağıdır. Sadece görünenin meşru olduğu şeffaflık toplumunda iç değer göstergesiz kalmış ve terk edilmiş bir yalnızlığa bürünür. Her şeyin sergilenmesine karşı yapılan bu zorbalık, Han’ın deyimiyle “görünür olanı sömürür.” Anlam üretici değerler aforoz edildiği için salt bir resim olma zorunluluğu yaratılır.

Şeffaflıkta sergilenen tüm resimler müstehcenliğin şiddetine tabidir. Bu nedenle, Han’ın da ifade ettiği gibi, “şeffaflık, mecburiyeti görünürlüğe tabi olmayan her şeyi şüpheli bulur. Şiddeti de buradadır.” Enformasyon ve iletişim bolluğunun sergileri, şeffaf özneler, like ile uyuşturulmaya özlem duymaktadır. Esasında, şeffaflığın zamansız, mekansız ve ifadesiz sergileri her şeyin görünür olduğu yerde gösterimsiz kalmanın korkusunu yaşarlar. Enformasyon ve iletişim içerisindeki bolluk arasında yokluğa düşeceklerinden korkan görünümler, olmayışın varlıklarıdır.  Şeffaflık toplumunda mesafeler kaldırılması gereken olumsuzluklar olarak görüldüğü için, her görünüm görene “mış” gibi yapar. Şeffaflık toplumunda, mesafeler yok edilmesi gereken olumsuzluklar olarak mesafesizliğe “mış” gibi yaparlar. İnsanlar, her bakışın içine sızmak isteyen narsisistik uzaklığın özneleri olarak, dokunsallıktan feragat ederler. Ne yakın, ne uzak, ne son, ne başlangıç, dokunmasız bir mekanın içine sızarak, tüm mesafeleri ortadan kaldırırlar (s.25-30).

Apaçıklık Toplumu

Apaçıklık Toplumunda dil, çokanlamlılığa tabi tutulan sözcüklerin kamufle ediciliğine dayanır. Özneler, konuşmayı şeffaflıkla örterler. Hem belirsiz, hem yoğun bir anlam arayışı, şeffaflığın kişilik bozukluğu olan özneleri sarıp sarmalamıştır. Sürekli belirsiz bir belirlilik ile anlam arayışını ayartan muğlak bir tavırda konuşan konuşmacılar, birden çok şey söylerken aslında harflerin silikliği ile konuşurlar. Simmel, “hayatımızın düzenlenişinde berraklık kadar belirsizliğe de ihtiyacımız olduğunu” söyler. Oysa, şeffaflığın sözlerinde duyanı düşündürecek bir töz yoktur. Şeffaf cümleler içerisinde, her şey apaçık ve çıplak iletilmekte ve bir o kadar, duyanı, kulak vereni hazdan mahrum etmektedir. Han bu durumu, “hayali ve anlatısal yan yollara izin vermeyen dolaysız zevk pornografiktir.” söylemi ile açıklamaktadır.

O halde, soruyorum: Medyanın seyredene sunduğu görüntüler apaçık ortadayken, seyredenin hayal dünyası apaçık ortadan kayboluyorsa, apaçıklığın kendisi bir hayal dünyası değil midir?

Şeffaflık, düz bir çizginin üzerinde yürürken, yamukluktan kaçan cambaz gibidir. Çünkü, bir yamuk adımda aşağıda düşüp kontrolü kaybedebilir. Şeffaflık, her daim düz ilişkiler kurarak karmaşıklığı dışlayan, güç ilişkilerini yapısökümüne uğratandır. Güç, kontrol ile ve aynı zamanda, özgürlük ile var olur. Gücü kullanabilmek için gücün kullanılacağı nesnenin alanını sınırlandırabilecek özgürlük yetisine sahip olmak gerekir. Strateji aynı zamanda güce tekabül ettiği için, güç stratejisini kullanacağı zamanı öngörmemektedir. Güç, oyunu vakti geldiği zaman kamusal alanda herkese açık bir şekilde oynar. Şeffaflık, gücün bu hesaplanamaz rolüne karşı tahripkar bir işlemciliği önermektedir. Şeffaflık toplumunda, arzunun maskeleri düşmüş ve tüm gerçeklikler hiper-gerçekliğe dönüşmüştür. Aslolan, en derinlerde yatan sır, gizem, hüzün, keder, acı vb. duyguların maskelenmiş görünümleri iken, gerçeklik şeffaflık ile bozguna uğratılır. Karanlıklar ve sırlar ülkesinin hayranlık uyandıran edasını silip süpüren bir yoğunluğun esiridir apaçıklık… Arzulayanın gözünde, saklanan, gizli olan, açığa vurulması beklenen bir kara sevda iken, apaçıklık tüm arzuların üzerine çöken şeffaf bir hortlak gibidir. Süslü cümleler ile gerçeğin üzeri örtüldüğünde, ifşalanmayı bekler. Enformasyon tüm çıplaklığıyla keşfedilmeyi beklenen gizillerin üzerindeki perdeyi kaldırır. Bütün büyüyü bozan çıplaklık, Han’ın deyimiyle “kelamın cazibesini yok eder.” (s. 31-36).

Porno Toplumu

Porno Toplumu; bir hayalin görünmeyen sevgilisi olan yüceliği, görünümün çıplaklığı ile yok eder. Yüce, güzelin karşısında konumlanan ancak, arzularda yaşayan tanrısallığın tezahürüdür. Pornografide sergilenen şeyler yaratıcılığı öldüren, göründüğü an değeri kalmayan post-yüceliklerdir. Agamben, “pornografik çıplaklığın etin şiddetten doğan müstehcenliği ile komşu olduğunu” ifade etmektedir. Şeffaflık, pornografik bir toplum olarak, öznelerin bedenleri üzerinde zor kullanarak çıplaklaştırmak isteyen sadizmdir. Agamben’e göre zarafet yitimi pornografinin esas meselesidir. Tüm anlık heves ve heyecanlar kaybolur, çünkü şeffaflığın her anı planlanmıştır. Sesler, efektler, görseller, pozisyonlar… Hepsi, izleyene bir hiper-gerçek olarak sunulmaktadır. Gösteri toplumunun pornografisinde, çıplaklık teolojik kutsallıktan arınan ve tüm kutsalları dışlayan dünyevi bir mekanizma haline gelir. Burada, önemli olan sergilendiğinin farkında olan ancak bunu ustalıkla gizleyen yüzlerin bakışa çevirdiği kayıtsız ifadeleridir. Pornografik olan bedenlerin çıplaklığından ziyade, bedenini sergilemek için medya aygıtları ile iş birliği yapan yüz, bakıştır. Çünkü, salt sergilenmek üzere orada bulunan ve bakışını, kameralara patlayan bir yüz ifadesi ile çeviren “tekdüzeliği” andırır. Han’ın bahsettiği pornografik şeffaflığı, sadece bakışın beğenisinin hizmetkarı olan görseller, resimler ve simgeleri, her gün medyada görmek mümkündür. Kendilerine bakana karşı hiçbir duygu, anlam ve ifade vermemektedirler. Arzu yokluğa hasret kaldıkça fanteziye dönüşür. Arzu mahrumiyettir ve sonsuza kadar sürmesi için arzunun nesnesinin yokluğu gerekir. Porno toplumunda arzulanacak bir şey kalmamıştır artık, fantezi buharlaşıp uçmuştur.

Barthes, fotoğrafta “studium ve punctum” olmak üzere iki öğeden bahsetmektedir. Studium, beğendim-beğenmedim ayrımına hizmet ederken, punctum; hoşlantıya değil duygu ve hafızaya hitap eder. Han’a göre, “tekdüze fotoğraflarda punçtum olmaz onlar studiumun nesneleridir.” Bir haber görseli sarsıcı olsa da yaralayıcı olmaması bakımından punctum’u yoktur. Hissedilen belli değil, bir bakışta içine çekse dahi derinden sarsmamaktadır. Harfi harfine aktarım maskesi takan enformasyon punctum’u öldürür. Punctum, sürekliliğe karşı bir süreksizlik olarak yıkıcı ve olumsuzdur. Ancak, yine de şeffaflığın apaçıklığı bir studium değildir. Studium, adlandırılamasa dahi, nerede durduğu belirsiz bir duygulanım ile kendisini arzulanabilir kılmaktadır. Pornografi, apaçıklıktır. İçinde cinsellik dahi olmayan, her şeyin bir işlemsel bir senaryo içerisinde oynandığı müstehcen bir oyundur. Apaçıklığın nesnelerinde punctum’a yer yoktur, beğendim/beğenmedim seçenekleri vardır. Pornografi, sessizliğe katlanamayan her daim gürültü çıkaran dolaysız bir uyarımdır. Sadece tatmine hizmet eden ve köksüz, anlatısız gösteriler vardır. O sebeple, porno toplumu kültürden arınan tatmin nesnelerinin kutsallaştırıldığı bir “gösteri toplumudur.” (s. 37-45).

İvme Toplumu

İvme Toplumu, her yaşantının bir deneyimsel anlatıdan geldiğini ve kendi içinde belirli gelişimsel aşamaları olduğu savını çürütmektedir. İvme toplumunda, her şey şimdinin işlemcilerine hapsolmuş sayısallığı çağrıştırır. İvme toplumunda, törensel anlatılar yoktur. Bir hac töreni, veya bir kabile ayininde olduğu gibi giriş, gelişme ve sonuç yoktur. İvme toplumunda amaca yönelik bir praksis yoktur. Han’ın deyimiyle, şeffaflıkta, “hiper-aktivite” hüküm sürer. Şeffaflık toplumunda, ayinlere, zamansal anlatılara yer verilmez çünkü, iletişimsel bir enformasyona tabi tutulmazlar. Anlatılarda, sorgulamalar ve dönüşümler varken şeffaflığın nicellikleri vardır. Anlatı, kendinde olan bir zaman ve uzama sahipken, şeffaflık Han’ın deyimiyle “sahnelemesizdir.” Eğer, hiçbir sahne yoksa ve gösterilecek bir şey kalmadıysa o toplumda müstehcenlikler peydah olur. İşlemcide anlatı yoksunluğu olduğu için sonuç, sonuçsuzluk olarak tezahür eder.  Hacca giden biri ile turistin yaptığı seyahat, bir değildir. Çünkü, hacda anlatının koşulu olan bir sonuç vardır. Turist ise, yolda olmanın şimdiliği içerisindedir. Turist salt yolda olmanın kendisi ile ilgilendiği için, anlatıdan yoksun, zamansız ve mekansız bir müstehcenlikle anılır. İvme toplumunda sorun ivmenin, hareketin kendisi değildir. Esas mesele, anlamsızlığın tüketimi için hızlılığın bir anlam olarak pazarlanmasıdır. Neticede, şeffaflıkta her şey bir anda var olup, bir anda biten, iç içe geçmişliklerin kategorisiz yığınlarına dönüşmektedir (s. 47-51).

Teklifsizlik Toplumu

Teklifsizlik Toplumu; tiyatroların gerçekliği yansıtan tarafından, şeffaflığın sergileme mekanları olan pazarlara dönüşü anlatmaktadır. Tiyatral sahnelerde, nesnel dünyanın temsilleri aracılığı ile seyircilerin oyunla bağ kurmaları sağlanır.  Ancak, şeffaflık, tüm duyguların apaçık ortaya konduğu her şeyin ortaya aniden döküldüğü, “psikolojikleştirici” ve ayinden arınmışlığın toplumudur. Teklifsizlik toplumunda farklı olana tahammül yoktur. İnsanlar, sosyal medya üzerinde sadece benzerlerini gördükleri bir seç beğen al platformuna kapatılmışlardır. Kamusal alanlarda toplumsal ilişkiler içerisinde gelişen anlatılar, şeffaflıkta dijitalleşmiş teklifsizliklere bürünmüştür. Uzak alanlar, sosyal medya ile birlikte kişiselleştirilmiş yakın alanlara dönüşmüştür. Her türlü anlamın olumsuzluğunu dışlayan narsistik bir teklifsizlik peydah olmuştur. Kamusal alanın ortadan kalkması ile tüm mahrem meseleler ortaya dökülmüş ve sanal alan, özel alanın ifşasına dönüşmüştür. Toplumsal yaşamda insanların belirli ölçüde maskelere sahip olması, ötekiler ile girdiği ilişkilerde benliğini koruyabilmesini sağlar. Ötekilerin birbirleri ile öznelerararası ilişkisinde alanların belirli oyun kuralları vardır. Fenomenolojik oyunları oynayabilmek aynı zamanda, maskeli olmayı gerektirir. Esasında, belirli bir mesafe ile toplumsallaşılır ancak, teklifsizlik toplumu tüm mesafeleri ortadan kaldırır. Teklifsizlik, ardı ardına kesilmeyen itirafların pornografik iç içeliğidir. Han’ın da belirttiği gibi “Teklifsizlik nesnel oyun alanlarını yok ederek öznel duygulanımlara yer açar.” Teklifsizliğin efendileri, her şeyi kendisinde yaşamak isteyen narsisistik öznelere dönüşmüştür. Onlar, ötekinin gözlerinde kendilerini görebilmek için memnuniyetsizliklerini feda etmektedirler. Çünkü narsisistik özne için deneyim veya tecrübe, “ben’in” varlığını yüceltmek uğruna imha edilmiştir.  Onlar için yaşam, salt ben’de “ben”, “ötekinde” “ben”, “bendeki ben ötekinde de ben” yaşamaktır.Teklifsizlik toplumunda her yerde kendisiyle karşılaşan narsistik öznelerin inşası vardır. Narsist, kendinden uzaklaşmanın boşluğuna bir an bilet katlanamayan, ötekine selamsızlığın, yani teklifsizliğin insanıdır (s. 53-56).

Enformasyon Toplumu

Enformasyon toplumu; enformasyon, her şeyin her an var olabilmesi ve her daim iletişim akımının ekonomik göstergesi oluşu neticesinde boşluk toplumudur. Enformasyon, hakikatten yoksun ise, enformasyonun olduğu yerde hakikat de yoktur. Han platonun mağara alegorisini örnek vererek, karanlığın ötesindeki aydınlık ile anılan hakikatin, gölgelerle temsil edildiğini söyler. Işık ve karanlığın bir arada olması, Han’a göre, “eşzamanlı bir tezatlık oluşturur.” Buna karşın, enformasyon, hiçbir varlığı temsil etmeyen simülakradır. Tezatlık, karşıtlık barındırdığı için olumsuzluk içerir. Olumsuzluktan arınmış saydam şeffaflık içerisinde ancak, boşluklar hüküm sürebilir. Konuşmaların yoğunluğu içinde kalan enformasyonun şeffaflığı, boşluktur. Enformasyonda iletişimin çoğalması bolluğa karşılık hiçlik yaratır. Han’ın deyimiyle bunlar; “hiper-iletişim ve hiper-enformasyondur.” Serbestliklerin toplamının sıfır ettiği bir toplumdur şeffaflık. Karanlığı aydınlatacak bir ses, bir ışık olmadığı gibi, şeffaflık da cam gibi geçirgen değil, yok eden, eriten, bulanıklaştırandır. Esasında, Platonun mağara metaforunda, bir yanılsamanın tezahüründen çok hakikatin temsil gücü anlatılmaktadır. Enformasyon toplumunda, hakikat de temsil de buharlaşıp uçmuştur (s. 57-61).

İfşa Toplumu

İfşa Toplumu; şeffaflığın her şeyi ortaya döktüğü ve hiçbir şeyin gizli kalmasını istemediği toplumdur. Şeffaflık, herkesin kirli çamaşırlarını ötekine göstermek ile mükelleftir. Böylelikle, iletişim şeffaflaşır ve enformasyon akışkanlaşır. Tüm duygu, düşünce ve eylemler, özne var oluşunu haykırabilsin diye ortaya dökülür. Hakikatin ifşası, post-hakikatleri yaratır ve ortada hakikat namına hiçbir şey kalmaz. Şeffaflık, kendisini saklayanı değil, kendisini haykıranı sever. Ötekinin bana baktığı yer, şeffaf olanın içinde benim kendini gördüğüm yer olmalı mottosudur.  Bu nedenle şeffaflık, sır saklayamaz ve sırrın olumsuzluğundan tamamen arınmayı gerektirir. Han’ın deyimiyle “herkes herkesin kamusal denetçisi olarak kontrolün şiddetini ortaya çıkarmaktadır.” Şeffaflık, sırlardan hoşlanmayan herkesin, her şeyi bilmeyi arzuladığı ancak, kimsenin hiçbir şey bilmediği/bilemediği, bir despotluğa dönüşür. İletişim ve enformasyon, dijital ağlarla tüm evlerin pencerelerinden içeri girerek, kirli çamaşırları ortaya dökmek isteyen, totaliter toplumu yaratmaktadır. Şeffaflık, dijitalleşerek herkesin herkesi gözetlediği despot bir kontrole bürünmüştür. Önemli olan, bu gözlem ve gözetlemeden maksimum kar elde etmek, sırların ifşasından ekonomik bir pay kazanmaktadır. Ahlaktan ve yürekten yoksunluğun, her şeyi bilme istencine bürünmüş hali, ifşa etmektir. Modern zamanlardan süregelen insanın her şeyin üzerinde konumlanması ve bilen özne olarak inşa edilmesi ile, sırlar olumsuzlanmaya başlamıştır. Özellikle, Rousseau’nun itirafları ile başlayan, tüm duyguların açıkça ifade edilmesi isteği, kendini saklamaktan sakınmayı öğütlemektedir. İç benliğin en şeffaf halini herkesin görebileceği şekilde haykırması gereği, günümüzde kendini dijital sinopticonlara bırakmıştır. Rousseau’nun dediği gibi, “bütün dünyanın görmeyeceği ve duymayacağı hiçbir şey yapma, söyleme…” İnsan, dijitalleşme ile birlikte bütün dünyanın önünde çırılçıplak kaldığında, var olabilmek için şeffaflığın postunu giymektedir. Esasında, insan, şeffaflığın arkasına saklanmazsa maskeleri düşürüp pornografiye soyunmazsa yani ifşa yoksa hiç kalır (s. 63-66).

thumbnail
Önerilen Yazı
Sosyoloji Kitap Önerileri Listesi | Mutlaka Okunması Gereken 20 Kitap

Kontrol Toplumu

Kontrol Toplumunda; Bentham’ın panoptik disiplin mekanlarının yerini merkezsiz siber ağlar almıştır.  Han’a göre, dijital panopticonlar merkezsizdir. Bentham’ın modelinde, gözetlenenler gözetleyeni görmese dahi gözlendiklerini bilirler. Ancak, dijital panoptik ağlarda bireyler kendilerini özgür zannetmektedir. Şeffaflığın gözü, perspektifsizdir. Gözetleyen ve gözetlenen bir ve bir o kadar ayrıdır. Günümüz panoptik ağlarındaki bireyler, birbirlerini iletişerek baskılamaktadır.Siber panopticonlarda önemli olan, Bentham’ın panopticonu gibi, yalnızlaştırmak veya izole etmek değil, hiper-iletişime tabii tutmaktır. İnsanlar konuşarak birbirlerini kontrol ederken aynı zamanda, her an özgürmüşçesine karşılıklı/ karşılıksız duyarak, söyleyerek birbirlerine tahakküm kurarlar. Dijital panopticonda iktidar, iletişimdir. Dijital panopticon sakinleri kendilerini dışsal bir zorlama ile değil, içsel bir zorlama ile teşhir etmektedir. Özneler soyunmaya ve kendilerini teşhir etmeye ihtiyaç duyarlar. Herkes, diğer herkes tarafından gözetlenir ve gözetim demokratikleşir. Herkesin gözü herkesin üzerindedir ve herkes herkesi kontrol eder. Bu kontrol, Han’a göre, aşağıdan yukarı da yukarıdan aşağı da olabilmektedir. Hiyerarşik güç ilişkilerinin anlamı, şeffaf gözetimde muğlaklaşır. İktidar, herkesin herkese kurduğu, şeffaf ilişkiler ile gözetilir. Şeffaf toplum, “güvenin ortadan kalktığı, kontrolün ortaya çıktığı bir toplumdur.” Güven, bilinmeyene karşı bir praksis içerdiği için, güven olan yerde kontrol yoktur. Şeffaflık toplumdaki güç ilişkilerini sürekli gözleme ve bakışa çevirmiştir. Şeffaflık, bakışa vurgun saydam bir kılıç gibi, hem bakanın gözünün keskinliğine sahip, hem de bakılanın arzusuna saplantılıdır. Güç, aynı zamanda, biraz gizem de gerektirir. Ancak, şeffaflık, gizemi instagramda akşam yemeği yenilen restaurantın hashtaginde eritir.

Dijital ağın sakinleri, gönüllü gözetlenebilsinler diye, siber otobiyografiler inşa ederler. Kontrolün şeffaflığı, öznenin kendisini zoraki bir performans sürecine tabi tutmasını sağlar. Özneler, kendilerini ötekinden ötürü değil kendilerinden ötürü performansa sürüklerler. Tam performans başarısı, ne kadar like aldın, kaç beğeni yaptın, kaç takipçin var ile ölçülmektedir. Performans öznesi, özgürlüğünü gözükme mecburiyeti içine sıkıştırır.  Bentham’ın panoptiğinde ahlaki ve biyopolitik bir misyon varken, şeffaflığın kontrolünde ahlaksızlığın pornografikleşmiş ekonomik çıkarları vardır. Han’ın deyimiyle, “Kendini ışıklandıran herkes sömürüye teslim eder.” Kişinin aşırı ışıklandırılması, onun şeffaflığın mahkumu olmasını sağlar. Şeffaflığın panopticonunda özneler, markaların sessiz çoğunluğu oluşturan müşterileri haline gelmiştir. Özneler, sistemi eleştirecek anlatıdan yoksun öznelere dönüşmüşlerdir. Salt ticari çıkarlar uğruna markaların etrafında kümelenen müşteriler, empatiden yoksun narsistik bireylerdir. “İletişim ve ticaret, özgürlük ve kontrol aynı şey olur” çünkü her şey iç içe geçer. Şeffaflık toplumu cemiyet değil, kümelenip birikenlerdir. Tüketim sürecinde olumsuzlukların defedildiği ışıltılı ve sorgulamasız bir ortam yaratılır. Tüketici görünürde özgür olan, alışveriş intikamcısına dönüşür. Her şey topyekün bir hal almış, içerisi ve dışarısı farksızlaşmıştır. İç içe geçen şeffaflık, özneleri hem kurban hem fail olarak inşa etmiştir.  Han, dijital panoptik ahalisinin hem kurban hem fail olarak kendilerini gözetleme için pazarlarken, bir yandan gözetlemenin gözcüleri olduğunu söylemektedir. Sonuç olarak şeffaflık toplumunda, özgürlük kontrol kontrol özgürlüğe denk düştüğü için özgürlük, diyalektik bir anlam kazanmıştır (s. 67-72).

Olmayan Sonucun Yerine; 

Han, geçmişe dair verdiği örnekler üzerinden anlattığı şeffaflık toplumunda, anlatının kendisini tezatı içerisinde eriterek şeffaflaştırmamış mıdır? Şeffaflığın olumsuzluğu dışlayabilmesi için olumsuzluğu, olumluluğun içerisinde eritmesi gerektiği söylenebilir. Metin, kendisini geçmişin kökleri ve köksüz olan şeffaflık ile kıyas üzerinden şeffaflığı çözümlemektedir. Örneğin, Platon’un mağara metaforundaki gibi, önce bir hakikat, sonra bir temsil aracı, sonra temsile bakılan yerdeki aklın düşüncesi önemli olmaktadır. Lakin, şeffaflık için önce yerine geçebileceği bir “hakikat” gerekir. Şeffaflık, Han’ın belirttiği gibi köksüz de olsa bir kökün yerine geçmesi bakımından köksüz değil, bir kökten beslenendir. O halde, şeffaflığın kökünde bir tarihi tarihsiz bırakmanın tarihi vardır. Kök, insanın her şeye egemen olmak istediği, egemen bireyin inşa edilmeye başladığı, aydınlanmadır. Esasında, şeffaflığın katı olan her şeyi buharlaştıran modernlik ile ilişkisi, onun yerine geçmesinden gelir. Bir temsili, bir tarihi, bir amacı ve bir kökeni vardır. Şeffaflığın gösterisine, enformasyonun her şeyi tüketim nesnesine dönüştürmesine, akışkan pornografiye, dijital panopticonlara, anlamın kaybına odaklanırken Han’ın ele almadığı veya odaklanmadığı noktanın tüm bu örneklerin salt modernliğin sonuçları olduklarıdır. Bunlar, şeffaflığın nedenleri değil, modernliğin sonuçlarıdır. Ayrıca Han’ın şeffaflık toplumunda eleştirdiği “enformasyon, tüketim ilişkileri, üretimin tüketimle belirlenmesi vb.” temaların hepsinin yolu kapitalizme çıkmaktadır. Han, kapitalizmden bahsetmekte ancak, şeffaflığı odağına fazlaca almasından mütevellit, köksüz saydığı bir kavramın kökenlerini yeterince ele almamaktadır. En nihayetinde, önsözün mahiyeti üzerine sorulan soruya ithafen; şeffaflığın “neoliberal bir aygıt” olabilmesi için dahi neoliberalizmin kökenlerine sahip olması gerektiği söylenebilmektedir. O halde soruyorum: Şeffaflığın kavramları ile konuşan bir metin, kendisini bir olumluluk olarak pazarlayan ve tüm olumsuzlukları dışlayan şeffaflığı, yeterince olumlamamış mıdır?

KAYNAKÇA

Han. B.C. (2018). Şeffaflık Toplumu. Haluk Barışcan (çev.). İstanbul: Metis Yayınları.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir