Nüfus artışı ve ekonomik gelişmeler arasındaki ilişki Malthus’tan bu yana tartışılmakta olup konuya ilişkin olarak demograflardan daha çok iktisatçılar ve ekonomistler çeşitli teoriler öne sürmüşlerdir. Klasik nüfus teorileri, nüfus artışları üzerine biyolojik ve sosyo-kültürel pek çok açıklama sunmuşken günümüze doğru modern nüfus teorileri ise nüfus olgusunu daha çok ekonomik bağlamda ele almıştır. Bu teoriler, demografik geçiş kuramının genel çerçevesine benzer açıklamalar sunmakla birlikte iktisatçıların daha çok söz sahibi olduğu ve ekonomik temellere dayalı açıklamalar sunmakla eleştirilmiştir. Kelley (2000: 3), nüfus artışlarının etkili olduğu kimi faktörlerden bahsederken özellikle bu artışların kişi başına düşen gelirler üzerinde olumsuz bir etkisi olacağını dile getirmektedir. Ona göre ekonomistlerin açıklamaları da dikkate alındığında, hızlı nüfus artışı ölçek ekonomisi üzerinde olumlu sonuçlara yol açarken genel itibariyle ekonomik büyüme ve gelişme üzerinde olumsuz etkileri söz konusudur.
Demografik değişimin ortaya çıkardığı yaş yapısındaki değişimler, nüfus artışının etkilerine yönelik açıklamalar üzerinde etkili olmaktadır. Bu doğrultuda, modernitenin bir paket halindeki sunumuyla birlikte ortalama ömrün uzaması, doğurganlıkta meydana gelen belirgin orandaki azalmalar ve buna bağlı olarak da nüfusun giderek yaşlanması örüntüsü kır ve kent yapılarındaki ekonomik kalkınma modelleri üzerinde de doğrudan etkilidir. Birleşmiş Milletler’in yayınlamış olduğu Nüfus Eğilimlerinin Belirleyicileri ve Sonuçları raporunda da özellikle bu bağlantı ele alınmakta, 21 farklı demografik ve ekonomik bağlantı üzerinde durulmaktadır (Çağlayandereli, 2019: 246). Bu rapor ekonomik kalkınma ve nüfus artışının geniş kapsamlı bir sonucunu sunmakla birlikte ülkelere özel koşulları da ele almaktadır. Benzer şekilde, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası tarafından 2019 yılında yayınlanan Demografik Gelişmeler ve Makroekonomik Etkileri başlıklı raporda da nüfusun yaş yapısındaki değişikliklere bağlı olarak farklı iktisadi davranış modellerinin de ortaya çıktığı görülmektedir. Bağımlılar ve çalışanlar olarak nitelendirilen bu birimlerin toplam nüfus içerisindeki payı da değişmekte ve farklı makroekonomik yapılara ihtiyaç ortaya çıkmaktadır (Kalafatcılar, 2019: 4).
Hayat şartlarının iyileşmesi ve doğumda ölümlerin azalmasıyla bağlantılı olarak ortaya çıkan yüksek genç nüfusu oranları ve sonrasında demografik geçiş aşamalarını tamamlamaya yaklaşmış olan ülkelerdeki yaşlı nüfus oranlarının yüksek olması, tüketim ve tasarruf pratikleri üzerinde doğrudan etkili olmakta ve ekonomik kalkınma politikalarını oluştururken göz önünde bulundurulmasını gerektiren bir makroekonomik probleme yol açmaktadır. Çeşitli demografik unsurlar ile beşerî sermaye arasındaki bağ, ortalama yaşam beklentisinin artması sonucu beşerî sermaye yatırımlarının da desteklenme imkânı bulmasıyla ilişkilendirilmektedir. Ortalama yaşam beklentisi artan bireylerin bağımlı olarak kalacakları sürenin de uzadığı düşünüldüğünde marjinal tasarruf eğilimlerinin artması beklenmektedir. Genel olarak bakıldığında iktisadi faaliyetlerin bütünü, demografik gelişmelerin etkili olduğu iş gücü arzı ile sınırlı kalmayarak bireysel davranış modellerinden de etkilenmektedir. Başol (1984: 22), nüfus artışının bu noktada ekonomik gelişmeleri yavaşlatacağını söyleyenlere ek olarak bu şekildeki bir artışın yavaşlatmanın tersine çeşitli ekonomik gelişmelere imkân verebileceğini de dile getirmektedir. Bu noktada literatüre bakıldığında demografik değişikliklerin yol açtığı makroekonomik etkiler, Georges ve Seçkin (2016b)’in çalışmalarında ön plana çıkarılarak, yüksek doğurganlık oranlarının emeklilik sistemine katkı sağlamamış olmasının yanı sıra daha sonraki yıllarda iş gücüne katılım sağlayacak bireylerin, kendilerinden öncekiler üzerinde bir refah kaybına yol açacakları saptanmıştır. Konuyla ilgili olarak Eren ve Ceritoğlu (2014)’nun yapmış oldukları bir başka çalışmada ise nüfusun yaş bakımından değişiminin, eğitim ve iş gücü katılım oranlarının tasarrufların toplamına etkisi incelenerek geleceğe yönelik projeksiyonlar hazırlama amacı güdülmüştür.
NÜFUS ARTIŞI VE EKONOMİK KALKINMA ARASINDAKİ İLİŞKİ
Nüfus artışının, çeşitli faktörlere de bağlı olarak olumlu, olumsuz ve nötr olmak üzere üç farklı etkisinin olduğundan söz edilmektedir. Ölçek ekonomisi ve organizasyon ekonomileri üzerinde olumlu bir etkisinin olacağı söylemlerinin yanı sıra Coale ve Hoover’ın da destekçisi olduğu tasarruf ve yatırım harcamalarıyla birlikte toplam üretim ve gelirler üzerinde olumsuz bir etkisinin olacağı görüşleri hakimdir (Çağlayandereli, 2019: 246). 1950 ve 1970 yılları arasındaki dönemde ortaya çıkan nüfus patlaması olası senaryoları da beraberinde getirmiş ve artan doğum oranlarıyla birlikte hayat koşullarının iyileşmesiyle de beraber azalan ölüm oranları, dünya nüfusuna yeterli miktarda kaynak sağlayabilme sıkıntılarını oluşturmaya başlamıştır. Birleşmiş Milletler Nüfus Faaliyet Fonu da dahil olmak üzere, küresel ölçekte bir ekonomik krize yol açabileceği düşünülen nüfus artışı konusunda endişe duyan kuruluşlar, dünya kaynaklarının azalması, gıda problemleri, alt yapı sorunları vb. pek çok problemi de beraberinde getirebilecek olan bu demografik gelişmelere karşılık önlemler alınması ve çeşitli nüfus politikaları uygulanması gerektiği konusunda hemfikir olmuşlardır. Coale ve Hoover (1958)’ın Meksika ve Hindistan’ı temel alarak gerçekleştirdikleri Population Growth and Economic Development in Low-Income Countries adlı çalışmaları, dönemin yapısı ve ülkelerdeki nüfus artışıyla ekonomik büyüme arasındaki ilişkiye odaklanmış, ortaya çıkan sonuçlar itibariyle de nüfus artışının kısa dönemde ekonomik büyümeye sebep olurken uzun vadede ekonomik yıkımlara yola açabileceği saptanmıştır.
Araştırmacılar, nüfusun hızla artmasını kişi başına düşen milli gelir ve sermaye yatırımları önündeki en büyük engel olduğunu görerek, bağımlı nüfus oranının artacağını, buna bağlı olarak da hane içi tüketimlerin artacağını ve tasarrufların azalarak yatırımların eğitim ve sağlık alanlarına kayacağını dile getirmişlerdir (Başol: 1984: 21; Başar, 2013: 23; Peker, 2016: 147). Bu açıdan nüfus artışının ekonomik etkileri konusuna olumsuz bir yaklaşım sunan araştırmacılar, bu ülkelerin düşük nüfus hacmine sahip oldukları zaman ekonomik olarak daha hızlı gelişebileceklerini öne sürmüşlerdir.
Coale ve Hoover (1958), nüfus artışının ekonomik büyüme ve gelişme üzerindeki etkilerini dikkate alarak sermayeyi daraltma, yaş-bağımlılık ve yatırım-saptırma etkisi olmak üzere 3 öğeden bahsetmektedir. Hızla artan nüfus, bağımlı nüfus oranını da arttırarak sermaye/emek dengesini bozmakta ve işçi başına düşen sermaye oranlarının da azalmasına neden olmaktadır. Bağımlılık (yaş) oranları etkisi, çocuk ve genç bağımlı nüfus oranlarının artması kaynaklı hane halkı tüketimlerinin de artacağını, bu tüketimlerin tasarrufları doğrudan etkileyeceğini ve tasarruf oranlarının azalacağını vurgulamaktadır. Yatırım-saptırma etkisinde ise kamu harcamalarının eğitim ve sağlık gibi daha az verimli olarak nitelendirilen alanlara kaydığı söylenmektedir (Baş, 2001: 52-53; Kandır ve Kabaş, 2013: 414; Çağlayandereli, 2019: 247). Artan nüfus miktarının, sermayenin aynı kaldığı düşünüldüğünde bireylerin yaşam kalitesi üzerinde olumsuz anlamda bir etkisinin olacağını söylemek mümkündür. Tüketim eğilimleri nüfusun artışına bağlı olarak arttığında tasarruf oranları da aynı ölçüde azalacaktır. Yetersiz tasarruflar ve işçi başına düşen sermaye oranının azalması ciddi bir işsizlik olgusu ortaya çıkaracaktır. Nüfus artışının sermaye artışını geride bırakması durumunda bir tür yoksulluk kısır döngüsüne girileceğini ifade eden araştırmacılar, bundan sakınmak adına doğumların kontrol altına alınması önerisinde bulunmaktadırlar. Hindistan üzerine simülasyon çalışmaları yapan Coale ve Hoover (1958), dünya nüfusunda da benzer şekillerde artış olduğu müddetçe mevcut kaynakların artan nüfusa yetmeyeceği konusunda bir tez ileri sürmektedir.
Ekonominin arz ve talep yönünden nüfus artışıyla birlikte dalgalanmalara uğraması, modern iktisatçıları bu iki değişken üzerinden meseleyi ele almaya sevk etmiştir. Nüfus ile ekonomik kalkınma arasındaki bağlantıları inceleyen demograflar ve ekonomistler/iktisatçılar, ilk zamanlardaki nüfus artışının tüketim pratiklerini de tetiklemesiyle beraber bir iş gücü arzı oluşturduğunu ancak daha sonrasında artmaya devam eden nüfusun, iş gücü başına düşen sermayenin azalmasıyla birlikte bir tür işsizlik ve yoksulluk sarmalına yakalandığını ileri sürmüşlerdir. Ortaya konulan yeni modellerde ekonomik anlamda büyüme çoğunlukla teknolojik ilerlemeye bağlanmaktadır. Gelişen teknoloji, üretimde ölçek ekonomileri yaratarak geliri ve ona bağlı olarak da refah seviyesini yükseltmektedir. Yeni klasik büyüme modellerinde ekonomik büyüme, sermaye ve teknolojinin yanı sıra iş gücünden de büyük oranda etkilenmektedir ancak uzun vadede teknolojik gelişmelerin hem gerekli iş gücünü hem de sermayeyi belirlediği ifade edilmektedir.
Artan nüfus, iş gücü olarak düşünülüp bir ihtiyaca yanıt olacağı fikri ortaya çıksa da niteliksiz iş gücü yığının oluşmasına ve işçi sayısına yetmeyecek ölçüde istihdam sorununa neden olmaktadır. Bu durum ucuz iş gücünü ortaya çıkarırken Çin’deki günümüz durumuna da ışık tutmaktadır. Bu teoriye göre istihdam olanakları iş gücü kadar hızlı büyüyememektedir. İşletmelerin daha ucuz emek isteğinde olması istihdamda artışlara neden olabilirken işçilik maliyetleri düşmeye devam etmektedir. Bu durum Marx’ın da öne sürdüğü ucuz iş gücü ordusunu oluşturmaktadır. Kelley (2000), Coale ve Hoover’ın öne sürdükleri tezden hareketle hızlı nüfus artışının doğal kaynakların tükenmesine neden olacağını söyleyerek, var olan nüfusun mevcut olanaklardan aynı şekilde faydalanamayacağını, eğitim ve sağlık alanına yönelen harcamaların tasarrufların oranını düşüreceğini ve dolayısıyla yatırımların da azalacağını söyleyerek katkı sunmuştur.
MODELE İLİŞKİN ELEŞTİRİLER
Coale ve Hoover’ın nüfus artışının ekonomik değişkenler üzerine yol açacağı etkileri sıraladıkları model, gelişmemiş ülkelerde yapılan başka çalışmaların sağladığı veriler ölçüsünde eleştirilmiş ve zamanla etkisini yitirmiştir. Hanelerin tasarruf oranlarına bakılabilmesi adına yaşam tabloları oluşturulması gerekliliği bu ülkelerdeki kurumsal yapıların olmayışından ötürü mümkün olmamaktadır. Üçüncü Dünya ülkelerinin sakinleri ileriye dönük yatırımlar olarak çocuklarını görmekte ve yaşlılıkta onlardan bakım beklemekte, çiftliklerde de iş gücü olarak faydalanmaktadır. Tasarruf yapma fikrinin bu ülkelerde farklı anlamlarda ortaya çıkması dahası bir tür yatırım olarak düşünülmesi modelin en önemli dayanaklarından birini konu dışı bırakmaktadır (Kelley, 2000: 5; Çağlayandereli, 2019: 248).
Bu modelin nüfus artışıyla birlikte eğitim harcamalarına yönelik açıklamaları da tasarrufun bu alana kaymasıyla birlikte eleştirilmektedir. Gelişmekte olan pek çok ülkede okul kazanma ve okula kaydolma davranışlarının arttığını söyleyen Kelley (2000: 5), hane halklarının gelir düzeylerinde bir düzenleme olmadan da bu gelişmelerin yaşanmaya devam ettiğini ve Coale ve Hoover’ın aktardıklarına ek olarak yatırım sapmalarının beklenenden daha fazla eğitim alanına kaydığını ifade etmektedir. Ek olarak model, sermaye artışının bir fonksiyonu olarak ekonomik büyüme ve gelişmeyi ele alırken teknolojinin etkilerini ve iş gücünün niteliğinde yol açacağı gelişmeleri dikkate almamıştır (Kandır, 2013: 34).
Ekonomik büyüme; fiziksel sermaye, beşerî sermaye ve iş gücüyle birlikte teknolojinin artan katkısı sayesinde mümkün olmaktadır. Bu modele göre iş gücü nitelik olarak çok değişmemekle birlikte yatırımlar sosyal refah harcamalarının tamamını kapsayacak şekilde ele alınmalıdır. Önümüzdeki yıllarda nüfus artışının tamamının ekonomik açıdan gelişmemiş ülkelerde meydana gelmesi beklenmektedir. Dünyanın yoksul ülkeleri olarak nitelendirilen kimi Sahra altı ülkelerinde ise en az üç katlık bir nüfus artışı öngörülmektedir (Kandır, 2013: 29). Bu ülkelerdeki ölüm oranlarının yüksek olmasına rağmen doğumların da diğer ülkelere göre yüksek düzeyde seyretmesi nedeniyle nüfuslarının daha kalabalık olduğu söylenebilmektedir. Nüfus artışının ülkelerin ekonomik kalkınma politikaları üzerinde doğrudan ve dolaylı etkileri göz önünde bulundurulduğunda Coale ve Hoover’ın modeli başta ABD olmak üzere pek çok ülkede doğum kontrolünün gerekçesi olarak kaynaklık etmiştir.
KAYNAKÇA
- Baş, K. (2001). Ekonomik Büyüme, Gelir Dağılımı, Eğitim ve Nüfus Artışı İlişkileri: Türkiye Örneği. H.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 19(1), 47-60.
- Başol, K. (1984). Demografi-Genel ve Türkiye, No:6, İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.
- Ceritoğlu, E. ve Eren, O. (2014). The Effects of Demographic and Social Changes on Household Savings in Turkey. Central Bank Review, 14, 15-33.
- Coale, A. J. ve Hoover, E. M. (1958). Population Growth and Economic Development in Low-Income Countries. N. J. Princeton U. Press: Princeton.
- Çağlayandereli, M. (2019). Nüfus Sosyolojisi. Ankara: Detay Yayıncılık.
- Georger, P. Ve Seçkin, A. (2016). From Pro-Natalist Rhetoric To Population Policies İn Turkey? An OLG General Equilibrium Analysis, Economic Modelling/Elsevier 56, 79-93.
- Kalafatçılar, K. M. (2019). Demografik Gelişmeler ve Makroekonomik Etkileri. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, Yapısal Araştırmalar Genel Müdürlüğü, Çalışma Tebliğ No: 19/11.
- Kandır D. E. Ve Kabaş, T. (2013). Türkiye’de Demografik Geçiş ve Yoksulluk İlişkisinin Değerlendirilmesi. Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 22(2), 411-426.
- Kelley, A. C. (2000). Population and Economic Development. Duke Economics Working Paper No. 00-05.
- Peker, M. (2016). Türkiye’de Nüfussal Dönüşüm. Sosyoloji Dergisi, 34, 133-196.
Harika ve özenle hazırlanmış bir çalışma olmuş. Elinize sağlık. Okuduğum yazılardan faydalı bulduklarımı hem taktir etmek istiyor hem de Notion not defterime kaydediyorum. Size teşekkür etmek ve başarılarınızın devamını dilemek istedim.