Covid-19 pandemisi, dünya çapında toplumsal, ekonomik ve gündelik yaşamdaki pratiklerimizin değişmesine neden olmuştur. Türkiye üzerinde de yine etkilerini günden güne görebilmekteyiz. Covid-19 pandemisi, öncelikle gündelik yaşantımızda bazı işlevlerin, gündelik yaşamdaki pratiklerimize eklemleşmesini sağlamıştır. Örneğin, pandemi öncesinde maske kullanımının herhangi bir birey için bir işlevi bulunmamaktaydı. Maske kullanımı, sadece sağlık çalışanlarının ve doktorların ameliyat ya da muayene esnasında bir işleve sahipti. Fakat pandemiden sonra maske kullanımı, sadece sağlık çalışanları için değil sokağa çıkan her birey için gündelik yaşantılarında bir işlev kazandı. Bu noktada Merton’ın işlevsel çözümlemesine değinmek yararlı olacaktır. Merton’a göre işlevlerin kimin için işlevsel olacağı önemlidir ve bunun sorulması gerekmektedir (Ruth, s.84). Burada da gördüğümüz üzere, maske kullanımının kimin için işlevsel olduğunu sorduğumuz zaman, pandemi ile birlikte herkes için olumlu bir işleve sahip olduğunu görebiliriz. Bunun dışında ülkemizdeki gelişmelere baktığımızda, daha önce kimse için işlevsel olmayan durumlar üretildi. Buna örnek olarak “Hayat Eve Sığar” sloganı altındaki “HES kodu” uygulamasını örnek verebiliriz. Daha öncesinde böyle bir durum yokken, pandemi ile birlikte böyle bir durum üretilmiş ve ona da bir işlev atfedilmiştir. Bu bağlamda yeni orta sınıfın, beyaz yakalıların çalışma şartlarında da değişiklikler meydana gelmiştir. Bu kesimin bir kısmı, işyerinde çalışmaya devam ederken, bir kısmı ise bu işleri uzaktan çalışma alanına taşımıştır. Bu taşıma durumu, yapılan iş için, uzaktan çalışılıp, çalışılmamasına bağlı olarak gerçekleşmiştir. Uzaktan çalışmaya devam eden kesim için de yeni işlevler meydana gelmiştir. Bu yeni işlevlere, uzaktan çalışmanın getirdiği işe gitmeme durumu, evden istenilen saatte çalışmaya başlanma durumu gibi işlevleri örnek gösterebiliriz. İşlerini uzaktan yürütmeye başlayanlar için kendi hayatlarında bir rahatlama, kendilerine, ailelerine ve sevdiklerine vakit ayırabilme gibi olanaklar ortaya çıkmıştır. Çünkü pandemi öncesinde bu işlerde çalışan insanlar, işyerlerinde çok yoğun bir mesai harcayarak çalışıyorlardı. Bu nedenle de tatil günleri dışında ne kendilerine ne de sevdiklerine yeteri kadar zaman ayıramıyorlardı. Bu noktada Mills’e değinmek yerinde olacaktır. Mills’e göre beyaz yakalı çalışanlar, kişisel güçlerini yitirmekte olan acınası tiplerdir (Polama, s.290). Onlar aynı zamanda Mills için, kendilerine yabancılaşan bir kesimdir (Polama, s.290). Ama yine de pandemiyle birlikte uzaktan işlerini yürütebilen bu kesim için her ne kadar olumlu durumlar ortaya çıkmış olsa da aynı zamanda olumsuz durumlar da ortaya çıkmıştır. Buna örnek olarak, tatil günlerinde de çalışma ya da pandemi sonrası ülkelerin ekonomik bir krizle karşı karşıya olmalarından dolayı pandemi öncesine göre daha az ücret aldıklarını söyleyebiliriz. Ama yine de bu olumsuzluklara rağmen, pandemi döneminde uzaktan zorunlu çalışmak zorunda kalan beyaz yakalı çalışanların, gelecekte zorunlu ya da isteğe bağlı olarak yine uzaktan çalışmak isteyeceklerini düşünüyorum. Çünkü çalışma koşullarında onlar için rahatlık sağladığını ve bu nedenle de bu kesim için olumlu bir işlevinin olduğunu düşünüyorum. Covid-19 pandemisi, yeni orta sınıfı, beyaz yakalı çalışanları etkilediği gibi işçileri de etkilemiştir. İşçiler için de birçok değişiklikler meydana getirmiştir. Pandemi sürecinde, iflasın eşiğine gelen fabrikalarda küçülmeye gidilmesinden kaynaklı, işçilerin işten çıkarılma oranı büyük bir artış göstermiştir. Hali hazırdaki işsizlik ordusuna onlar da dahil olmuştur. Diğer işlerdeki işe alımların azalması ya da işletmelerin pandemi süresince kapalı olmasından dolayı işsizlik oranı iyice artış göstermiştir. Bunun dışında, işlerinde hala çalışmakta olan işçiler, sağlıksız koşullarda ve kötü şartlarda çalıştıkları için bu işçiler için bu süreçte, genel olarak hallerinden bir memnun olmama durumu da ortaya çıkmıştır. Bu memnun olmama durumunu biraz da olsa hafifletmek için sendikalar büyük bir öneme sahiptir. Çünkü, sendikalı işyerlerinde işçilerin bu salgına karşı korunmalarına yönelik girişimler ve korumaya yönelik adımlar atılmaktadır. Sendikalı işyerleri tarafından yapılan girişimler ve atılan adımlar, işçilerin kendi haklarını savunabilecekleri bir alan olduğunun farkında olmalarını sağladığı için ileride daha yıkıcı olacak bir çatışmanın bu şekilde önüne geçmektedir. Burada ise Coser’ın “Emniyet Supabı” Kurumları görüşüne değinmekte fayda olacaktır. Coser’a göre emniyet supabı kurumları, çatışma yolu ile grubun korunmasını sağlayan bir mekanizmadır (Polama, s.100). Ona göre, emniyet supapları ile düşmanlık akımları yapıyı patlatmadan dışarı atılmaktadır (Polama, s.100). Sendikalar ise Coser’a göre emniyet supabı görevi görmektedir. Covid-19 pandemisi, tüm bunların yanında, dünyada, iktidar rekabetini de çok farklı boyutlara taşımaktadır. Covid-19 virüsünün Çin’de ortaya çıkmasından dolayı, bu zamana kadar ekonomi ile bağdaştırılan Çin’in ekonomisinde de büyük bir düşüş olduğunu gözlemleyebiliriz. Dolayısıyla, bu ekonomik düşüş, Çin’in kendi içindeki iktidar mücadelesinde, ekonomik gücü elinde bulunduranlar için bir zayıf nokta olarak nitelendirilebilir. Bu noktada, iktidar elitleri arasında bir çatışma söz konusu olabilir. Mills, bir toplumda kendisinin bahsetmiş olduğu ekonomik, siyasi ve askeri elitlerin tek bir ortak çıkar doğrultusunda tek bir iktidar seçkini olduğunu düşünse de eleştirenler bu duruma karşı çıkmaktadırlar (Ruth, s.162). Onlara göre, güçlü çıkarlar söz konusu olduğu zaman birbirleri ile çatışabilmektedir (Ruth, s.162). Aynı zamanda Covid-19 pandemisi sürecinde, devletlerin otoritelerinin de güçlendiğini görebiliriz. Pandemi nedeni ile konulan sokağa çıkma yasakları buna örnek olarak verilebilir. Türkiye’den örnek verecek olursak, bakanların “Yeni Normal” sloganı altında halkı, tıp ve siyasi söylemlerine zorunlu kıldırma gibi bir durumun söz konusu olduğu kanaatindeyim. “Yeni Normal” söylemleri altında, halk üzerinde bir korku yaratıldığı ama aynı zamanda da bunu tıp ve siyasi söylemleri ile bu durumun kaçınılmaz olduğunu, yani meşrulaştırılmaya çalıştığını düşünüyorum. Sonuç olarak da bu kurumlara olan güveni artırarak, bu kurumların otoritelerinin güçlendiği kanaatindeyim. Burada aslında egemen olanlar ve onlara tabi olanlar gibi bir durumdan söz edebiliriz. Burada egemen olanlar, “Yeni Normal” söylemleri ile halk üzerinde korku yaratanlardır. Tabi olanlar ise bu durumun kaçınılmaz olduğunu düşünen halktır. Burada ise Dahrendorf’a değinebiliriz. Dahrendorf, hükmetme ve hükmedilen olarak otorite ilişkilerinden ortaya çıkan bir sınıf ayrımı olduğunu düşünmektedir. (Polama, s.119) Ona göre hükmetme yolu ile otorite yapısında yer alanlar ve bunlara tabi olan ve otorite yapısına katılmayanlar olarak ikili bir sınıf sisteminden söz etmektedir. (Polama, s.119)
KAYNAKÇA
- Wallace, A. Ruth ve Wolf, A. (2020) Çağdaş Sosyoloji Kuramları: Klasik Geleneğin Geliştirilmesi (8. bs.), Ankara: Doğu Batı Yayınları
- Polama, M. Margaret. (2010) Çağdaş Sosyoloji Kuramları, Ankara: Gündoğan Yayınları